• Sonuç bulunamadı

Önce şunu belirtelim ki, bu hadîs-i şerîf sahihtir. Onun İmâm Buhârî ve İmâm Müslim’in el-Câmi’u’s-sahîh’lerinde yer alması da bunu göstermektedir.

Hadiste geçen âyet-i kerîmede, Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerinin muhkem, bazılarının da müteşâbih olduğu belirtilmektedir. Öyleyse öncelikle bu iki terim hakkında bilgi verelim:

Muhkem âyetler, mânâsı son derece açık, onlarla ne kastedildiği kesin sûrette belli, sadece bir mânâya gelen, başka mânâya çekilmesi yani te’vîl edilmesi mümkün olmayan âyetlerdir. Meselâ Allah Teâlâ’nın varlığı, îmânla ilgili hususlar, farzlar, helâller ve haramlar hakkındaki âyetler muhkem âyetlerdir.

Müteşâbih âyetler ise, muhkemlerin aksine, mânâları lafızlarından anlaşılmayan, çeşitli mânâlara gelebileceği için anlamları üzerinde ihtilâf

edilen âyetlerdir. Şüphesiz Allah Teâlâ müteşâbih âyetle bir şeyi kastetmekle beraber, o âyeti duyup dinleyen insan kastedilen mânâyı tam olarak bilemez. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi dokuz sûrenin başında yer alan hurûf-ı mukattaa (bağımsız ve ayrı harfler) birer müteşâbih âyettir.

Muhkem ve müteşâbih âyetler hakkında başka görüşler de vardır. Buna göre:

Muhkem âyetler, mânâsı Allah Teâlâ tarafından kullarına açıkça bildirilen âyetlerdir.

Müteşâbih âyetler ise, birçok anlama ihtimâli olup Cenâb-ı Hakk’ın, bunlardan hangisine karşılık geldiğinin kulları tarafından bilinmesini istemediği âyetlerdir. Meselâ Deccâl, Ye’cûc ve Me’cûc, güneşin batıdan doğması gibi kıyâmet alâmetleri müteşâbihâttandır.

Müteşâbih âyetler çoğunlukla bir benzetme içerirler. Bunlar başka bir delil ışığında ele alınmazsa yanlış yorumlanabilir: “Allah’ın eli”, “Allah’ın tahtı” gibi deyimleri içeren âyetler bu gruba girer.

Müteşâbih âyetler hakkında ileri sürülen on kadar görüşten birkaçını daha zikredelim:

Açıklanmaya ihtiyaç duyan her âyet müteşâbihtir.

Helâl ve haramların dışında kalan bütün âyetler müteşâbihtir.

Allah Teâlâ’nın sıfatları hakkındaki âyetler müteşâbihtir.

Tebe-i tâbiîn devrinin en büyük tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinden olan Süfyân-ı Sevrî (v. 161/778) müteşâbih âyetlerin sınırını iyice daraltmış ve sadece “hurûf-ı mukattaa”nın müteşâbih olduğunu söylemiştir.[44]

• Müteşâbihler karşısında nasıl davranmalıdır?

Allah Teâlâ yukarıda okuduğumuz Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetinde, kalplerinde bozukluk olanların ne yapmak istediklerini belirtmiştir. Buna göre kalplerinde bozukluk olanlar:

Müslümanlar’ın kalplerinde şüphe uyandırmak isterler.

Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için müteşâbih âyetler üzerinde dururlar.

Müteşâbih âyetlerden bozuk düşüncelerine uygun mânâlar çıkarmaya çalışırlar.

Peki, kalplerinde bozukluk olanların bu oyunları karşısında ne yapmalıdır?

Azîz ve Celîl olan Rabbimiz bize bu konuda şunları tavsiye etmiştir:

İlimde yüksek dereceler kazanmış iyi insanların yaptığı gibi müteşâbih âyetlere inanmakla yetinmeli ve: “Müteşâbih âyetlerin mânâsını kul bilemez, sadece Allah bilir” demelidir.

Ashâb-ı kirâm da böyle yapmıştır. Onlar Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem tarafından açıklanmayan âyetlere inanmakla yetinmişler, bu âyetleri te’vile yani onları başka bir mânâ ile yorumlamaya kalkmamışlardır. Hattâ müteşâbih âyetlerle uğraşıp duranları cezalandırmışlardır. Bunun canlı bir misâli şudur:

Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında Sabîğ adında biri Medine’ye geldi ve muhtelif kimselere müteşâbih âyetler hakkında sorular sormaya başladı.

Bunu duyan Hz. Ömer radıyallahu anh onu huzûruna çağırdı ve:

“Sen kimsin?” diye sordu. Adam:

“Ben Allah’ın kulu Sabîğ’im” dedi.

Yaş hurma dallarını eline alan Hz. Ömer adamın tepesine dikildi ve:

“Ben de Allah’ın kulu Ömer’im. Sen bid’at çıkarmak istiyorsun, ha!” diye sopayı birbiri ardına adamın kafasına indirdi ve başını kanattı. Bunun üzerine adam:

“Ey mü’minlerin emîri! Bu kadarı yeter! Kafamdaki kötü düşünceler artık gitti” dedi.

Hz. Ömer, bu adamın yaşadığı bölgenin vâlisine yazdığı mektupta, onunla hiçbir Müslüman’ın oturup konuşmamasını emretti.[45]

İslâm’ın o âdil halîfesi, günümüzde televizyonlarda ahkâm kesen bozuk fikirli kimseleri görseydi, herhalde hem onların konuşmasını hem de Müslümanlar’ın bunları dinlemesini yasaklardı.

• Allah Teâlâ müteşâbih âyetleri niçin indirmiştir?

Bunun birkaç sebebi vardır. Biri şudur:

İnsan ne kadar bilgili olursa olsun, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ilmi karşısındaki âcizliğini ve câhilliğini hatırlamalı ve kısır bilgisiyle gururlanmamalıdır.

Bir diğer önemli sebep de şudur:

Allah Teâlâ müteşâbih âyetlerle insanı imtihan eder. Bu sınavı kazanmak için müteşâbih âyetlere îmân etmeli, bu âyetlerin gerçek mânâsını sadece Cenâb-ı Hakk’ın bildiğini söylemelidir.

Kalpleri hasta olanlar ise, bu âyetleri Kur’ân’ın özüne uygun olmayan şekillerde te’vil ederler. İnsanlara kendi bâtıl inanç ve kanaatlerini

benimsetmeye çalışırlar. İşte bunun için o kimselerden uzak durmalı, kendileriyle konuşmamalı, sohbetlerini dinlememelidir.

• Hadiste kendilerinden sakınılması ve uzak durulması tavsiye edilenler kimlerdir?

İbn Abbas, kendilerinden uzak durulması gereken kimselerin Hâri cîler (Havâric) olduğunu söylemiştir. Hâricîler, İslâm’da ilk ortaya çıkan bid’atçı fırkadır[46]. Onlar birtakım bozuk fikirlere sahipti. İbn Abbas’ın yaşadığı devrin bozguncuları onlardı.

Hâricîler hakkında 4758-4770. hadislerde bilgi verilmiş ve onlar 4770.

hadisten sonra “Konuya Giriş” başlığı altında tanıtılmıştır.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin, “Kur’ân-ı Kerîm’in müte‐

şâbih âyetlerine tâbi olanlardan uzak durunuz” şeklindeki uyarısı bütün zamanları kapsamaktadır. Çünkü her devrin bid’atçıları vardır. Peygamber aleyhisselâmın ortaya koyduğu çizgiye aykırı düşünenler, o devrin sakınılması ve uzak durulması gereken tehlikeli akımlarıdır.

Kur’ân-ı Kerîm hakkında, ictihad edilemeyecek kadar açık ve kesin konularda ihtilâf etmek son derece tehlikelidir.

Bununla beraber âlimlerin daha faydalı olanı bulmak, gerçeği ortaya çıkarmak için birbiriyle tartışmalarında hiçbir sakınca yoktur.[47]