• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1. SÖZLÜ HİTABIN MAHİYETİ

1.2. Sözlü Dil

Dilin sesli göstergeler aracılığıyla insanların anlaşmasını sağlayan bir yeti olarak tanımlanmasından dolayı dilbilim, dilin sesli özelliği-ne öncelik vermiştir.6 Dili oluşturan özelliklerin başında anlamlı ses birlikleri vardır. Konuşma eylemi de temelde sese dayalı bir eylemdir.

Sözlü dil ise sese dayalı bir dildir. İnsanların birbirleriyle anlaşmak için sesli olarak kullandığı göstergeler dizgesine sözlü dil ya da ko-nuşma dili denir. Sözlü dil terimiyle burada sadece konuşarak, ağızla dile getirilen söylemi anlamak gerekir.7 Konuşma, insan şüphesiz en önemli etkinliklerinden biridir. İnsanoğlu bu etkinlik sayesinde diğer varlıklardan ayrılır. İlk dilbilimciler yazılı ve sözlü dil ayrımına karşı çıkmışlardır. Dilin sözlü niteliğini sezmesine karşın, belki de tam ter-sine sezdiği için Saussure ve bazı dilbilimciler yazının konuşma dilini sadece görünür biçimde yeniden temsil ettiğini savunmuşlardır.8

Konuşma dili yazı diline göre daha temeldir. Yazı, konuşma dili-nin bir imgesi, seslerin grafiklerle gösterilmesidir. Buradan hareketle yazı dili ile konuşma dilinin birbirine uymadıklarını söyleyebiliriz.

Konuşmada yüz ifadesi, ahenk ve vurgu gibi özellikler önemli bir rol oynar. Yazı dilinde bu bahsedilenler noktalama işaretleri ve belli de-yimlerle veya sözün vurgulu olduğunu belirten işaretlerle giderilme-ye çalışılır.9 Dil araştırmalarında dilbilimsel yaklaşımın önemli bir özelliği şudur: O, sadece yazı ile değil (genellikle daha fazla üzerinde durup ona vurgu yaparak) konuşma diliyle de ilgilenmektedir. Dil-bilimciler yazı dili ve konuşma dili arasında ayrımlar yaparak ko-nuşma dilinin yazı dilinden daha önemli olduğu ve onu öncelediği görüşündedirler. Sözlü dil bir eğitime ihtiyaç duyulmadan –çevreden, geleneklerden, kültürden, günlük hayatın normal akışında– öğreni-lebilir. Fakat yazılı dil için bu söz konusu değildir. Yazılı dilin öğre-nilmesi eğitime bağlı ve belirli bir eğitimden sonra kazanılabilecek bir yetenektir. Dolayısıyla okuma-yazma bilmek aynı zamanda bir eğitim görmek anlamına gelir.10 Daha sonra göreceğimiz gibi yazılı dilin dizgesiyle sözlü dilin dizgesi birbirinden bazı farklarla ayrılır.

6 Kıran, Dilbilime Giriş, s. 111.

7 Günay, Dil ve İletişim, s. 92.

8 Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, s. 30.

9 Kıran, Dilbilime Giriş, s. 111.

10 Günay, age, s. 37.

Yazılı dil, birtakım gramer kurallarına bağlı iken sözlü dilin yapısı daha serbesttir. Kur’an öncesi dönemde Arapça belli kurallara bağ-lı değildi. Çünkü dil, sözlü olarak konuşup aktarıbağ-lıyordu. Bilindiği gibi Arapçada normatif dil kuralları, hicri 2. asırda Halil b. Ahmed’in (ö. 170/786) ve Sibeveyh’in (ö. 180/796) çabaları sonucunda konul-muştur. Yazılı dile yön veren kurallar bir anlamda normatif dil kural-lardır. Fakat sözlü dil veya konuşma dilini belirleyen ise muhatabın durumu ve konuşma bağlamındaki birtakım olaylardır. Konuşma dilinde muhatabın varlığı, belli bir iletişim bağlamında konuşmanın geçmesi, konuşma dilinin üslubunun farklı olmasına yol açmakta-dır. İbn Haldûn’un da belirttiği gibi dil sonradan elde edilen bir mele-kedir. Bu meleke özellikle muhatabın sözleri dinlenerek ve bunların zamanla yerleşmesi sonucunda oluşur. Küçük bir çocuk önce dili kelimelerden yola çıkarak muhataptan alır. Daha sonra bunların cümle içinde kullanımlarını öğrenerek belli bir dil yapısına ulaşır.

Sonuçta ise bütün bunlar sağlam bir dil melekesinin oluşmasını sağ-lar. Bundan dolayı dilin ilk durumu tamamen konuşma ve dinlemeye dayalı olarak yerleşip gelişmektedir.11 Dilbilimciler konuşma dili veya sözlü dil kullanımının en az dört şekilde yazı dilinden öncelikli veya daha temel olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunları şöyle özetlemek mümkündür:

ı. İnsanlar, yazmadan çok önceleri konuşma yetisine sahip olmuş-lardır. Bu açıdan bakıldığında sözlü dil, yazılı dili öncelemektedir.

Günümüzde, konuşulan fakat yazılı formu bulunmayan pek çok dil vardır.

ıı. Çocuklar okuma yazmaya başlamadan önce doğal olarak ko-nuşmayı öğrenir ve dilleri sözlü dil üzerine şekillenir. Dolayısıyla ço-cuklar yazmayı öğrenmeden önce konuşmayı öğrenirler.

ııı. Yazı dili, herhangi bir kayıp olmadan konuşma diline büyük öl-çüde dönüştürülebilir. Fakat bunun tersi doğru değildir. Söylenen bir şeyi yazacak olsak ondan büyük ölçüde bir şeyler kaybederiz. Çünkü sözlü dilde yan dil diyebileceğimiz bir durumun varlığı söz konusudur.

Bunlar ise sözün dışında konuşmaya yardımcı olan, jest, mimik vb.

hareketlerden oluşan unsurlardır. Bunlar yazılı dilde olmayan,

söz-11 Bk. Abdurahmân b. Muhammed İbn Haldûn (ö. 808/1406), Mukaddime, Dâru’l-Bâz, Mekke 1978, ss. 554-555.

lü dile ait olan unsurlardır. Yazılı dilde bunların yerlerini noktalama işaretleri alır.

ıv. Diğer bir özellik ise hayatımızda, konuşmanın yazmadan çok daha büyük rol oynamasıdır. Biz yazarak geçirdiğimizden çok daha fazla zamanı konuşarak geçiririz.12

Dilin, sözlü ve yazılı olarak ikiye ayrıldığına daha önce değinmiştik.

Dilbilim açısından temel olan sözlü dildir. Çünkü yazı dili sözlü dili tam olarak yansıtamamaktadır. Yansıtsa bile yetersiz ve eksik yan-sıtabilmektedir. Yazı, seslerin kendinden önce ve sonra gelen seslere;

seslerin sözcüklerin başında ortasında ve sonunda gelmelerine; kapalı ve açık hecelerde kullanılmalarına; hecelerin aldıkları vurgulara göre gösterdikleri sese ait değişiklikleri yansıtmamaktadır. Sözün söylen-mesi esnasındaki vurgunun nereye yapıldığını, tonlama ve ezgi özellik-lerini göstermez. Sözlü hitap durumunda kullanılan özellikler –durak, tonlama jest-mimikler vb.– her ne kadar yazıda virgül, nokta, soru, ünlem gibi noktalama işaretleriyle yansıtılmaya çalışılsa da durak ve tonlamanın yerini ancak belli ölçüde yansıtabilmektedir.13

Dilin sözlü ve yazılı olarak kullanılmasına göre bazı farklılaşmala-rın olması doğaldır. İnsanlar kendi aralafarklılaşmala-rında iletişim kurarken sözlü ve yazılı dil kullanmalarının yanı sıra birtakım jestler ve mimiklerle de iletişim kurarlar. İletişimin sözlü ya da yazılı olmasına göre kulla-nılan dilde birtakım dilbilgisel ve anlatım farklılıkları meydana gelir.

Konuşma dili yazı dilinde kolay kolay gösterilemeyecek olan çok daha çarpıcı özelliklere sahiptir. Özellikle de bürünsel (prosodik) [ifadenin vezni, seslerin uzunluk kısalık ve vurgusuyla ilgili olan] ve paralingu-istik özellikler olarak bilinen niteliklere sahiptir. Bürünsel özellikler genellikle ses iniş-çıkışı ve vurgu kategorileri altında ele alınan konuş-maları içerir. Biz konuşurken bunlara ilave olarak, dilsel olmayan pek çok süreçler kullanırız.14 Ses-iniş çıkışları ve vurgunun semantik ya-pısı başlı başına bir konudur. Ancak ritim, tempo ve yüksek sesli oluş gibi paralinguistik özellikler de anlam taşımaktadır. Örneğin bağırmak ve fısıldamak oldukça anlamlıdır. Biz konuşurken, bunlara ilave

ola-12 F. r. Palmer, Semantik “Yeni Bir Anlambilim Üzerine”, çev. ramazan Ertürk, Kitâbiyât, Ankara 2001, s. 20.

13 Sabahat Tura, “Dilbilim ve Halkbilim” Türkiye de Toplumsal Bilim Araştırmalarında Yaklaşımlar ve Yöntemler, der. Seyfi Karabaş, Yaşar Yeşilçay, Baylon Matbaası, An-kara 1977, ss. 212-213.

14 Palmer, Semantik, s.20-21.

rak dilsel olmayan pek çok işaret de kullanırız. Paralinguistik terimi kimi zaman bu işaretler için de kullanılır. Bir gülme veya göz kırpma hareketi, söylediğimiz bir şeyi gerçekten kastetmediğimize işaret etme konusunda alaycı bir ses iniş-çıkışı kadar iyi fonksiyon icra edebilir.15

Özellikle Hz. Peygamber’in muhatabın sorusu karşısında bazen gülümsemesi, bazende konuşmaması muhatabın düşüncesini onay-ladığı veya onaylamadığı anlamına gelebiliyordu. Anlam her zaman olmasa da karşılıklı olarak muhatapla Hz. Peygamber’in bedensel ha-reketleriyle belirlenebiliyordu. Fakat Peygamberimizin bu sözlerinin kayıt altına alınmasıyla konuşma ortamında mevcut olan jestlerin, mimiklerin ve sözün söyleniş biçiminin tam olarak yansıtılması müm-kün değildir. Muhtemelen bundan dolayı bazı râvîler, Peygamber’in sözlü olarak söylediği sözleri tekrar oluşturma gayretiyle onun yapmış olduğu hareketleri veya beden dilini aktarma yoluna gitmişlerdir. On-lar sözün ilk söylendiği zamanda mevcut olan canlı ortamı tekrar inşâ etmek konusunda çaba sarf etmişlerdir. Mesela Hz. Peygamber, Ceb-rail tarafından kendisine öğretilen abdest alma tarzını ashabından İbn Mes’ud’a öğretirken “Kalk bana su dök de sana Cebrail’in abdestini öğreteyim demiştir.” Bu söz her tabakaya mensup râvî tarafından tek-rar edilerek daha sonra gelen râvilere öğretilmiştir. Yani abdest Cebra-il tarafından Hz. Peygamber’e nasıl öğretCebra-ildiyse, o da ashabına bunun uygulamasını göstermiş ve daha sonra hadis, söz ve hareket olarak râviler tarafından naklolunmuştur. Yine aynı şekilde Peygamber ka-dere imanın lüzumunu belirttikten sonra sakalını kavrayarak “Kade-re, hayrına ve şerrine, tatlısına ve acısına iman ettim.” buyurmuştur.

Peygamber’den bu hadisi nakleden Enes b. Malik aynı şekilde sakalını tutarak Peygamber’in sözünü tekrarlamıştır. Bu davranış biçimi daha sonra gelen bütün tabakalarda tekrarlanmıştır. Görüldüğü gibi hadis, râviler tarafından fiili ve kavli olarak nakledilmiştir.16

Konuşma esnasında seste meydana gelen iniş-çıkışlara, sesin hız ve perdesinin yüksekliğine verilen genel isim yandildir (paralangu-age).17 Konuşmanın yüz yüze gerçekleşmesi konuşan ve muhatap

15 Palmer, age, s. 21.

16 Bu konuda bk. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, AÜ İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara 1985, ss. 311-312. Ayrıca Hz. Peygamber’in çeşitli olaylar karşısında sergilemiş oldu-ğu beden dili konusunda bk. Mahmut Kavaklıoğlu, “Sergilediği Beden Dili Açısından Hz. Peygamber”, GÜ Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/2, c. III, sayı 6, ss. 56-80.

17 Condon, Kelimelerin Büyülü Dünyası, s. 163.

arasında belli bir yakınlaşmayı beraberinde getirir. Bu durumda mi-mikler ve el hareketleri, sözcüklerden ve cümlelerden daha önemli hale gelmektedir. İnsanlarla ilişki durumlarında ifadeleri sadece söy-lenen sözler belirlemez; aynı zamanda konuşmaya eşlik eden beden-sel davranışlar da ifadeler kadar işlev görür. Kaldı ki dilin, özellikle konuşma dilinin temel fonksiyonu bilgi vermek ya da insanlara bir şeyler aktarmak değildir; aksine farklı fonksiyonlar icra etmektedir.18 Câhız’ın da belirttiği gibi işaret dili farklı anlamlar taşıyabilmekte-dir. İnsanlar elle, başla, gözle, kaş ve omuz hareketleriyle muhatapla ilişkide bulunabilirler. Şayet iki şahıs birbirinden uzaktaysa bu du-rumda kılıç, kırbaç gibi aletler belli bir anlam taşır. Kılıç taşıyanın durumu ve kılıcın hareketleri yerine göre, tehdit ve uyarı anlamına gelebilir.19 Sözlü dilin dinamiğini şu sözler gayet güzel bir şekilde özetlemektedir. “İşaret ve lafız ortaktır. İşaret lafız için ne güzel yar-dımcıdır. İşaret ise lafzın ne iyi tercümanıdır.”20 Câhız, burada beden dili ve buna eşlik eden sözün insanların duygu ve düşüncelerini ifa-de etmeifa-de etkili bir unsur olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda bir hatibin, İskender’in ölü halde bulunduğu yatağın başında durup,

“İskender dün bugünden daha iyi konuşuyordu. Bugün ise dünden daha iyi öğüt veriyor.” şeklindeki nitelemesini aktarmaktadır.21

Daha önce sözlü dilin, yazılı dilde olmayan birtakım özelliklere sahip olduğunu ifade etmiştik. Sözlü dilin karşıda bulunan, sesleni-len bir muhatabının olması onu bir ölçüde farklılaştırmaktadır. Dil-bilim şemasında iletişim ögeleri, mesajı konuşan, bunu işiten, araç veya kanal, kural, durum ve mesajdan oluşan, altı ana faktörü ile (her işlev, faktörlerden biriyle ilişki içinde olacak şekilde) ilişkilendi-rilir. Bu işlevlere ise hissi (emotive), çağrışımsal, duygusal (phatic), metalinguistik, atıfsal ve şiirsel işlevler adı verilir. Bu sayılan özellik-ler sözlü dilde daha yoğun olarak bulunmaktadır.22 Sözlü hitabın

ya-18 Palmer, Semantik, s. 22.

19 Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, tahk. Abdüsselam Muhammed Hârun, Dâru’l-Cîl, Beyrût ts., c. I, s. 77.

20 Câhız, age, c. I, s. 77.

21 Câhız, age, c. I, s. 81.

22 ricoeur, Interpretation Theory, s. 180. Bu sayılan özellikler, roman Jakobson tara-fından geliştirilen iletişim modelleridir. En az iki kişinin konuşacağı bir dil vasıtasıy-la iletişim oluşmaktadır. Bunvasıtasıy-lar, verici ve alıcıdan oluşan ikilidir. Vericinin alıcıya söyleyeceği sözler bildiriyi oluşturmaktadır. Oluşan bildirilerde belli bir bağlamda sözlü ve yazılı dil dizgesi şeklinde olmaktadır. Bu konuda daha geniş bilgi için bk.

Günay, Dil ve İletişim, ss. 219-234.

zıya dönüşmesiyle birlikte bu işlevlerde birtakım değişimlerin olması kaçınılmazdır.

2. SÖZLÜ KÜLTÜRÜN TEMEL ÖZELLİKLERİ