• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. SÖZLÜ KÜLTÜRÜN TEMEL ÖZELLİKLERİ

2.3. Görsele Karşılık İşitmenin Önceliği

Temeli sözlü geleneğe mensup kültür ve toplumlarda kitabın ve yazının darlığından dolayı kitabı açıp bakmak fazla bir anlam ifade etmemektedir. Dolayısıyla bu toplumlarda göze karşı kulağın veya görsele karşı işitmenin önceliği söz konusudur. Özellikle yazılı kül-türlerde okuma-yazma eylemi görsel olanın üzerinde durarak göze öncelik vermektedir. Bu anlamda grafik dili, yani yazı dili görsel bir dildir. Bundan dolayı anlama ulaşmak için göz devamlı taramak zo-rundadır. Göz, sürekli olarak deneyim arar ve görme alanının içinde kalan her şeyi yakalar. Göz gerçeği deşifre edebilmek için, gördüğü her şeyi ayrı ayrı parçalara bölmek ve görme alanının içine giren her

68 Connerton, Toplumlara Nasıl Anımsar?, ss. 119-120.

69 ricoeur, Interpretation, s. 40. Benzer bir yaklaşım için Jacques Bergue, “The Koranic Text: From revelatin to Compilation”, The Book in the Islamic Word-The Written Word and Communication in The Middle East, ed. George N. Atiyeh, State University of New York Press, New York 1995, s. 20.

70 Uyak veya kâfiye, iki ya da daha çok dizenin sonunda aynı sesin yinelenmesi veya son sesletilen ünlüyle birlikteki iki ya da daha çok ses grubunun eşliği olarak tanım-lanmaktadır. Bk. Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Engin Yay., Ankara 1999, s. 188.

Özellikle Mekke dönemine ait olan kısa surelerde bu özellik daha belirgindir. Örnek olarak bk. Hâkka, 69/1-52; Meâric,70/1-44; Fecr, 89/1-30; Beled, 90/1-20. Bu su-rede baştan altı ayetin dal sesiyle, üç ayetin nun sesiyle, geri kalan ayetlerin ise te se-siyle bittiği görülmektedir. Bu şekilde biten ayet ve sure sayısının epey yekün teşkil ettiği söylenebilir. Bununla birlikte Medine döneminde inen ayetlerde ritimli özelliğin yavaş yavaş kaybolduğunu görmekteyiz. Yapılan tespitlere göre Kur’an fâsılaları en çok nun harfiyle bitmektedir. Bu harf 3152 kez tekrar edilmiştir. 742 rakamıyla mim, 710 rakamıyla ra harfi bunu takip etmektedir. Bu üç fâsıla harflerinden nun harfi, zengin bir müzikal yapıya sahiptir. Fâsılaların çoğu nun ve mim harfleriyle bitmek-tedir. Bu harflerin, musîkinin doğal harfleri olduğu dile getirilmekbitmek-tedir. Böylece ayet sonlarına ritimli bir yapı kazandırırlar. Çağıl, Özgün Bir Yaklaşım, s. 35.

şeye hâkim olmak zorundadır. Dolayısıyla algılama anlamaya, anlama da algılamaya biçim vermektedir.71 Burada özellikle gelen vahiylerin, ilk dönemlerde yazılı bir metne sahip olunmamasından dolayı işitsel özellikler göstermesi anılmaya değerdir. Kaldı ki gelen vahiyler o gü-nün şartlarında bulunan yazı malzemelerine kaydedilse bile ezberden okunan bir özellik göstermekteydi. Okunan, işitilen bu anlamda ku-lağa hitap eden bir mahiyet arz ettiği tarihen bilinen bir durumdur.72 Kur’an-ı Kerim’in mushaf haline getirilmeden önce sözlü olarak oku-nan ve dinlenen bir metin olması bazı ayetlerde açıkça görülmekte-dir.73 Müslümanların tarihten gelen bir özellik olarak Kur’an’la ilişki-leri işitsel bir tecrübe olarak başlamış ve bu tecrübe günümüzde de devam ettirilmiştir.

Kur’an’ın vahyi yazılmış bir metin halinde belirginleşmeden önce işitsel-di. Peygamber önce ‘ikra’ emrini işitti ve bundan sonra vahyedilen ayetleri tekrarladı. Müslümanların Kur’an’la olan ilişkileri bugüne kadar bir işitsel tecrübe olarak kaldı ve sıradan anlamıyla okumak ise bundan sonra geldi.

Kutsal metnin yazılmış biçimine ek olarak bugünde hala mevcut olan sözlü olarak işitilmiş, ezberlenmiş bir Kur’an; Arapça metni okuyamasalar bile inananların ruhlarında en derin etkileri bırakan işitsel bir hakikat vardır.74 Allah’ın sıfatlarından birinin (semî’) yani işiten olması burada anıl-maya değerdir. Allah bazı ayetlerde insanların sözlerine kulak veren onları işiten konumundadır. “Allah: ‘Allah fakirdir, biz zenginiz’ diyen-lerin sözünü işitti. Onların dedikdiyen-lerini ve haksız yere peygamberleri öl-dürmelerini yazacağız ve: ‘Yangın azabını tadın!’ diyeceğiz.”75

İşitmenin tezahürlerini göstermesi bakımından bir tiyatroda, sine-mada veya bir konferans salonunda bulunan seyirciler örnek

verile-71 Sanders, Öküzün A’sı, s. 29; Günay, Dil ve İletişim, s. 92.

72 Özellikle vahyin ilk yıllarında Peygamber’e vahyedilen pasajların bir süre belki de bir-kaç yıl Peygamber ve Müslümanların zihninde muhafaza edilmiş olması muhtemeldir.

Böyle bir uygulama sözlü kültürün hâkim olduğu bir toplumda normal karşılanmak-taydı. İslam öncesi Arap şiirlerinin de aynı şekilde muhafaza edilmekte olduğu bilin-mektedir. Her ne kadar gelen vahiyler yazı malzemelerine kaydedilse de ortada bir metnin varlığından söz edilmesi mümkün gözükmemektedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in mushaf haline gelmesi Peygamber’in hayatından sonra gerçekleşmiştir. Bütün bunlar ise Kur’an’ın ilk dönemde elle tutulan görünen bir metin olmaktan çok işitilen bir söz olduğunu desteklemektedir. Bk. Watt, Kur’an’a Giriş, s. 45.

73 “Kâfirler dediler ki; bu Kur’an’ı dinlemeyin, o okunurken gürültü yapın ki, ona galip gelesiniz.” Fussilet, 41/26.

74 Nasr, “İslami Eğitimde”, s. 181.

75 Âl-i İmrân, 3/181.

bilir. Burada bulunan seyirciler kendilerine gelen bütün sesleri aynı anda duyarlar; seslere verdikleri tepkiler de canlı ve seslidir. Okuma işleminde okurun tepkisi daha bireysel ve soyuttur. Dinleme ise in-sanların birbirleriyle ilişki kurmasını gerektirdiğinden dolayı ortak ve canlı bir etkinliktir. Ayrıca sözlü kültürlerde bilgi genellikle bilge in-sanların şahsında toplanmasından dolayı bilgi ile bilen arasında yakın bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Bundan dolayı ustaya yeterince yakın durursanız her sözcüğü duyabilir, davranışları gözlemleyebilir-siniz, biraz uzakta durursanız yüz ifadelerini kaçırabilirsiniz. Çünkü bilgi demek bu kültürlerde ustaya yakın olmak ve işitmek anlamına gelmektedir.76 Kur’an’ın kıraat edilmesi, okuma esnasında oluşan ses bütünlüğü, nefes gibi unsurlar, dinleyenler arasında ortak bir duygu-nun ve birlikteliğin oluşmasını sağlar. Dinleyenler kendi aralarında bir tür ortaklık oluşturur.77 Bu birlikteliğin oluşması, Kur’an’ın kıraatin-den meydana gelen fonetik bütünlük sayesinde sağlanabilmektedir.

Arapların fıtri/tabiî bir şekilde konuştukları ve bundan dolayı Arap dilinin işitsel özellikler gösterdiği dile getirilmektedir. Özellikle nahivcilerin Arap dilini duyusal ve sessel (phonetic) görünümler ola-rak değerlendirmeleri konumuz açısından önemlidir. Câbirî’nin de belirttiği gibi Arapçada lafızların güzellik ve hoşluğunu belirleyen akıl değil, kulaktır.78 Bilindiği gibi İslam geleneğinin ilk dönemlerinde ha-dis alma usûllerinden biri sema’dır. Çünkü haha-dis rivayetinde talebe-nin, şeyhinden bizzat hadis dinlemesi gerekmektedir. Hatta bu hadis alma yöntemi diğer yöntemlerden daha önemli görülmüştür. Öyle ki bu yöntemde hadis talebesiyle hadis aldığı şeyhi karşı karşıya gel-mekte ve arada herhangi bir vasıta olmaksızın hadisler doğrudan doğruya şeyhten talebeye intikal etmekteydi.79 Burada görüldüğü

76 Sanders, Öküzün A’sı, ss. 31-32.

77 Bergue, “The Koranic Text”, ss. 26-27.

78 Bazı bedevîlerin nahivciler için söyledikleri “Siz bizim dilimizde, dilimizden olmayan bir dille konuşuyorsunuz.” şeklinde itham etmeleri, şüphesiz dilin kurallarının bir-takım mantık kurallarına göre derlenmeye çalışıldığı bir ortamda söylenmiş bir söz olduğu dikkate alınmalıdır. Bk. Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, ss. 125-127.

79 Koçyiğit, Hadis Usûlü, ss. 61-62. Hadis alma usûllerinden olan sema’ ve kıraa’, öğ-rencinin ezberden veya şeyhin kitabından nakledilen rivayeti dinlemesi ve bu şekilde hadis almasını ifade eder. Dolayısıyla sema’ ve kıraa’ ezbere hadis alma anlamına geldiği gibi aynı zamanda kitabete dayandığını gösterir. Hadis rivayetlerinin hem hâ-fızadan hem de kitaplardan yapıldığını öğrenmekteyiz. Burada hâfızaya dayanması gerektiği konusundaki görüşün, yine bir sözlü kültür özelliği olarak oryaya çıktığını söyleyebiliriz. Hadis alma yöntemleri konusunda daha geniş bilgi için bk. Sezgin,

gibi hadis, şeyhten bizzat alınan, onun şahsında olan ve talebenin şeyhine yakın olduğu bir durum söz konusudur. Hadis rivayetinde kullanılan çoğu terimlerin, dilin işitme yönünü çağrıştıran kelime-lerle ifade edilmesi rivayetlerin işitmeye dayalı olduğunu gösterir.80

Duruma bağlı düşünce daha az soyuttur. Yazı, konuşmayı işit-sel olduğu kadar görişit-sel bir inceleme nesnesi haline getirerek nesnel kılmaktadır. Bu ise muhatabın kulaktan göze, üreticinin de sesten ele kayması demektir.81 Temelde sözlü sözceler yazılı dil gibi nes-nemsi bir şekilde anlaşılmak yerine, olayların zaman içinde yeniden derlenmiş akışı olarak algılanırlar. Özellikle burada anılmaya değer bir konu, Kur’an’ın vahiy sürecinde yoğun bir anlam sorununun or-taya çıkmamasıdır. Çünkü konuşarak anlatılan her olay, belli bir zaman diliminde cereyan eder ve incelenmesi söz konusu değildir.

Bunun sebebi ise, hitap durumunda görüntüden çok işitilen sözcele-rin varolmasıdır.82 Sözlü kültürlerde ses, sadece yok olurken vardır.

Kelime söylenirken tam kalamaz; biz varlık kelimesinin lık hecesini söylerken var hecesi çoktan yok olmuştur.83

Yazılı kültürlerde metinler, sözlü kültürlerin aksine anlamı araş-tırılan, üzerinde inceleme yapılan bir nesne niteliğine dönüşmekte-dir. Metin bu anlamda görsel bir mekânla sınırlanmasından dolayı

Buhârî’nin Kaynakları, ss. 28-29. Genellikle ilk dönem âlimleri yazılı olmayan usûl-lerle bilgi aktarımını gerçekleştirmişlerdir. Bu aslında onların derslerini hazırlarken yazılı olanlara başvurmadıkları anlamına gelmemelidir. Bu bilgiler de gösteriyor ki, kitâbet hâfızaya yardımcı olacak şekilde kullanılmıştır. Bk. C. H. M. Versteegh, Ara-bic Grammer and Qur’anic Exegesis in Early Islam, E. J. Brill, Leiden 1993, ss. 49-51.

80 Bu bağlamda semi’tu, ahberanâ, haddesenâ gibi ifadeler örnek olarak gösterilebi-lir. Bunlar konuşma diline ait olan kavramlar olarak göze çarpar ve işitmekle ilgili çağrışımlara sahiptir. Aslında hadis rivayetinde bazı araştırmacıların gösterdiği gibi kitâbetin önemi büyüktür. Fuad Sezgin’in de belirtiği gibi muhaddislerin veya genel olarak Müslümanların çoğu Kur’an gibi hadislerin çoğunu ezberleme konusunda çaba sarf etmişlerdir. Bunların çaba sarf etmeleri yazılı malzemeye ihtiyaç duyma-dıklarını anlamına gelmemelidir. Nitekim hadislerin aynı zamanda yazılı bir kay-naktan nakledildiğini gösteren rivayetler de söz konusudur. Mesela ezbere rivayet edebilmekle gururlanan muhaddislerin aynı zamanda kitap veya yazılı malzemelere sahip oldukları bilinmektedir. Sufyân b. Uyeyne’nin (ö. 196/812), zuheyr b. Muâviye el-Cûfî’nin (ö. 173/790) kendisine “Kitaplarını göster!” demesi üzerine ona “Kafamda kitaplarının yardımından daha iyi muhafaza ediyorum.” cevabını vermesi aslında yazılı malzemeye gerekli durumlarda başvurulduğunu ve yazılı olanın hâfızaya yar-dımcı bir kaynak olduğunu gösterir. Sezgin, age, ss. 38-39.

81 Jack Goody, Yaban Aklın Eleştirisi, çev. Koray Değirmenci, Dost Kitabevi, Ankara 2001, s. 56.

82 Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, s. 120.

83 Ong, age, s. 111.

görünen, dokunulan, geriye doğru taranabilen bir özellik sergile-mektedir.84 Yazı sadece konuşmayı zaman ve uzam içinde koruduğu için değil, aynı zamanda konuşmayı dönüştürdüğü, bazı unsurlarını soyutlaştırdığı için daha bir önem kazanmaktadır. İşitmenin yerini gözle iletişimin alması, sözlü iletişimden farklı olarak yeni bir bilinç durumu oluşturur.85