• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. SÖZLÜ KÜLTÜRÜN TEMEL ÖZELLİKLERİ

2.5. Geçmişe Bağlılık/Ata Kültürü

Sözlü kültür üzerine şekillenen toplumların diğer bir özelliği de ata kültürüne bağlılıktır. Özellikle bütün kutsal kitaplarda atalara yapılan vurgular dikkat çekmektedir. Kur’an-ı Kerim’de atalara yapılan vur-gular –ister olumlu isterse olumsuz– anlamda olsun oldukça fazladır.

Ama onlara “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz yal-nız atalarımızdan gördüklerimize uyarız!” diye cevap verirler. Peki ama ata-ları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onata-ların yoluna uyacaklardır).106

Onlara ayetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, “doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin!” demek oldu.107

Ey Muhammed şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme. Onlar sadece, daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Şüphesiz biz onlara (azaptan, paylarını eksiksiz olarak vereceğiz.108

Hac ibadetlerinizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın.109

Ayette geçen “ataları anar gibi Allah’ı anmak” ifadesi İslam öncesi dönemde Araplarda ata kültürünün boyutlarını göstermesi bakımın-dan önemlidir. rivayetlere göre câhiliye döneminde Araplar haccı ta-mamlamalarından sonra Mina mescidiyle Mina dağı arasında topla-nırlar ve atalarının yaptıkları en iyi şeylerle övünerek kendilerine bir pay çıkarmaya çalışırlardı. Övündükleri konular ise atalarının yapmış olduğu kahramanlık, cömertlik, sıla-i rahim gibi konulardan oluşur-du.110 Özellikle câhiliye dönemi sosyal hayatı, insanların şan, şeref, nesep, cömertlik ve geçmiş atalarıyla övünmelerinden oluşurdu. Hata bazen toplanıp mezarlıkta şu şudur, şu bunlardandır şeklinde bazı eylemlerde bile bulunuyorlardı.111

106 Bakara, 2/170, Diğer Örnekler için bk. Mâide, 5/104; Hûd, 11/109; Yâsîn, 36/6;

Sâffât, 37/126; Hac, 22/78; Tekâsür, 102/2.

107 Câsiye, 45/25.

108 Hûd, 11/109.

109 Bakara, 2/200.

110 Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-beyân an te’vîli âyi’l-kur’an (ö.

310/922), Dâru’l Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1992, c. II, s. 308; Ebû zekeriyyâ Yahyâ b.

ziyâd el-Ferrâ, (ö. 207/823) Meânî’l-kur’an, tahk. Muhammed Ali en-Neccâr; Ahmed Yûsuf Necâtî, Dâru’s-Surûr, Dâru’s-Surûr, ts., c. I, s. 122.

111 Cevâd Ali (ö. 1408/1987), el-Mufassal fi târihi’l-arab kable’l-islam, yy., 1993, c. IV, s.

589.

Kur’an’da ölüleri saymaya varıncaya kadar bir zihniyet yapısının olduğu bilinmektedir. Bu, öyle bir hal almıştı ki insanların mezarda ki ölülerini bile saymaya kalkıştıkları göze çarpmaktadır.112 Aslında atalara veya kabileye bağlılık şeklinde tezahür eden bu anlayışın te-melinde birtakım sosyo-kültürel etkileri görmek mümkündür. Şöyle ki kabileler arasındaki dayanışma çöl şartlarının getirmiş olduğu bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu ise kabilecilik anlayışının deva-mını sağlamıştır. Özellikle bedevi Arapların hem çetin tabiat kuvvetle-rine hem de çölde karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı –savaş ve çölün getirmiş olduğu birtakım görünmez tehlikeler– mücadele etmek duru-munda kalmaları bir ölçüde kabile dayanışmasını kuvvetlendirmiş-tir. Bu mücadelenin başarılı bir şekilde sürdürülebilmesi için men-sup olunan kabilenin veya soyun himayesi önemli olmaktadır. Çünkü mensup olunan kabile, aynı zamanda kabile üyelerinin haklarını ko-ruyup, onlara hâmilik yapmaktaydı. Birisi başkasına saldırmak iste-diğinde, saldırdığı kimsenin haklarını koruyan bir kabilenin olduğunu bilmesi saldırı yapmasını engelliyordu. Dolayısıyla kişilerin kendi ne-sebine ve kabilesine içten bağlanmasını, kabilecilik ve coğrafi şart-lar zorluyordu.113 Kabileler arasındaki bazı gerginlikler ve kan davası gibi olaylarda kabile dayanışmasının önemi bir kat daha artmaktadır.

Buna bağlı olarak Araplarda kimin hangi soydan geldiği, ne yaptığı türünden konular o dönemin insanları için ilgi odağı olmuştur. Buna bağlı olarak soy dökümünün ve nesep bilgisinin önemli hale gelmesi bu anlamda üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Hatta bu düşüncenin nesep ilminin doğmasına bile zemin hazırladığını rahat-lıkla söyleyebiliriz. Bu bağlamda bazı kişilerin kendi kavminin nesep bilgilerini içeren kitaplara sahip olduklarına dair haberlerin varlığı

ne-112 Ayet meâlen şöyledir. “Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya kadar oyaladı.”

Tekâsür, 102/1-2; Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî (710/1310), Tefsî-ru’n-Nesefî, Kahraman Yay., İstanbul 1984, c. IV, s. 374.

113 Bu konuda bk. Cevâd Ali, age, c. I, s. 466; Sabri Hizmetli, İslam Tarihi,AÜİF Yay., Ankara 1991, s. 71. İslam tarihinde apokrif (uydurma-kurmaca) tarih yazıcılığının arkasında da kabilecilik ve bir kahramanı yüceltmek gibi anlayışlar bulunmaktadır.

Cemel ve Sıffin savaşları başta olmak üzere erken dönem iç mücadelelerinin ar-kasında bu kabilecilik anlayışının etkilerini görmek münkümdür. Hatta Emevilerin yıkılışının en büyük nedeni olarak asabiyet duygusu gösterilmektedir. Bu konuda ve kabilecilik dayanışması hakkında bk. İrfan Aycan, Mahfuz Söylemez, Necmeddin Yurtseven, Apokrif Tarih Yazıcılığı, Araştırma Yay., Ankara 2003, s.10; M. Şemseddin Günaltay, İslam Öncesi Arap Tarihi, Sadeleştiren: M. Mahfuz Söylemez, Ankara Oku-lu Yay., Ankara 2006, ss. 24-25; M. Mahfuz Söylemez, Bedevîlikten Hadâriliğe Kûfe, Ankara Okulu Yay., Ankara 2001, s. 290.

sep bilgisinin önemini göstermesi bakımından anlamlıdır.114 Örneğin nesep bilginleri İslam’ın doğuşuna kadar varlığını aslî haliyle koruyan Kureyş kabilesinin soy kütüğünü, İsmail’in Kayzar evladından olan Adnan’a varıncaya kadar isim isim tespit ettiklerini tarihî kaynaklar-dan okumaktayız. Adnan ile İsmail arasını ise batınlar halinde tespit etmişlerdir.115 Şairlerin bile geçmiş toplumların menkıbe ve kusurları-nı öğrenip övgü veya yergiyle anabilmeleri için nesep ilmini ve insanla-rın geçmiş günlerini (eyyâmu’n-nâs) iyi bilmeleri gerekli olan bir şart-tı.116 İslam öncesi Arap toplumunda kabileler hangi nitelikleriyle ön plana çıkıyorlarsa bu vasıf üzerine anılıyorlardı. Bu vasıflar binicilik, işitme, görme, dildeki maharetleri veya şeref ve başkanlık (riyaset) gibi nitelikler olabiliyordu ve kabileler için bu bir övünç (müfâhare) kayna-ğıydı.117 Kabileler kendilerinin ne yaptıklarından daha çok atalarının ne yaptığı, nasıl yaşadığı vb. konularla ilgiliydiler. Çünkü diğer kabi-lelere karşı bunu bir koz olarak kullanıyorlardı. Ayrıca nesep bilgisi, bazı kabilelerin nesep iddiasının doğru olup olmadığı gibi konularda, bu iddianın doğruluk değerinin araştırılması için kullanılıyordu. Bu anlamda iyi bir nesep bilgisine sahip olan Ebû Bekr, Hz. Peygamber’in kabilelerle tanışma anlarında kendisine yardımda bulunarak onların nesepleri hakkından bazı bilgiler sunmuştur.118 Hz. Peygamber’in bazı sözleri Araplarda nesebin önemini göstermesi bakımından önemlidir.

İbn Abbas’tan gelen bir habere göre Peygamber’e “Önce yakın akraba-larını uyar!”119 şeklindeki ayet nâzil olduğu zaman Peygamber Kureyş

114 Haberin tamamı şöyledir: Mâlik’in şöyle dediği nakledilir: “İbn Şihâb’ın yanında kav-minin nesep bilgisini içeren kitaptan başka bir kitap bulunmuyordu.” İbn Abdilberr, Câmiu beyâni’l-ilm, s. 109.

115 Şâtıbî, Arapların sahip oldukları ilimleri sayarken, tarih bilgisine ve geçmiş milletlerin haberlerine önem verdiklerini ve bu bağlamda Kur’an’da geçmiş milletlerin haberlerine dâir birçok bilginin bulunduğunu vurgular. Bk. Şâtıbî, el-Muvâfakât, c. II, s. 383. Ne-sep bilginlerinin tespitlerine göre Adnan’dan İsmail’e kadar kırk batın geçmiştir ve ad-ları tespit edilmiştir. Batınad-ların isimleri için bk. Hizmetli, İslam Tarihi, ss. 79-80. Gü-nümüzde de insanların nereden geldikleri, hangi soya ait olduklarının önemli olduğu şeklinde bir itirazla karşılaşabiliriz. Fakat günümüzde hangi soya ait olduğumuzdan daha çok, ne yaptığımız şeklinde tezahür eden, daha bireysel bir zihin yapısına sahip olduğumuz söylenebilir. Sözlü kültür üzerinde şekillenen Arap toplumunda bunun önemli bir zihniyet olarak belirleyici bir faktör olduğu söylenebilir.

116 Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 127.

117 Muhammed b. Mansûr et-Teymî es-Sem’ânî (ö. 562/1167), el-Ensâb, tahk.Abdur-rahmân b. Yahyâ el-Muallimî, c. I, ss. 62-63. Nesebi bilme geleneğinin örnekleriyle ilgili olarak bk. Aynı eser, c. I, ss. 62-88.

118 Sem’ânî, age, c. I, s. 63.

119 Şuarâ, 26/214.

soyundan olan Fihr oğullarını ve Adiyyoğullarını çağırarak davette bu-lunmuştur.120

Ata kültürünün etkisi, genellikle ziraat ve göçebe toplumlarda daha yoğun hissedilirken, şehir toplumlarında –bu toplumların tica-rette, kültürde, yazı vb. medeniyette gelişmiş oldukları göz önüne alı-nırsa– daha az hissedilmektedir. İbn Haldûn’un da belirttiği gibi şehir hayatının gelişimiyle yazı ve kültürün gelişimi arasında bir paralellik vardır.121 Kur’an-ı Kerim böylesi bir zihniyet yapısına ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çatışmanın varlığına dikkat çeker. Çirkin bir iş yaptıklarında “biz atalarımızı bu iş üzerinde bulduk” veya “atalarınızı üzerinde bulduğumuzdan daha iyi bir işe gelin dendiğinde” “biz size in-dirileni kabul etmiyoruz, atalarımız daha doğru yolda idi”122 vb. cevap-larda bunun izleri görülür. Ümmîlerin özellikle Kur’an mesajına, bu gerekçelerle karşı çıkmalarında atalarıyla kendi aralarında bulunan birtakım ekonomik ve siyasi ilişkilerin zayıflayıp bozulmasına yol aça-cağı endişesi yatıyor olsa gerektir. Bu yapı da, yürürlükte olan mevcut sosyal yapının bozulması anlamına gelmekteydi. Genellikle asabiyet dediğimiz durum tamamen sosyo-kültürel yapıyla yakından ilgilidir.

Bir kabilenin başka bir kabileye üstün gelebilmesi veya bir kabile-nin diğer kabilelere karşı sözünün geçmesi asabiyetin güçlü olmasına bağlıydı. Bu bağlamda Kureyş kabilesi diğer kabilelere karşı bir üs-tünlüğe sahipti.

Genellikle kutsal kitaplarda kimin hangi soydan geldiği, kimlerin atası olduğu, bunların ne yaptığı vb. konular bir kimlik sorunu etra-fında şekillenerek ortaya çıkmaktadır. Temeli sözlü geleneğe dayanan düşünce biçimlerinin yazıya döküldüğü Tevrat metninde soy döküm-leri, sözlü gelenekte anlatının bir parçası olarak yer almaktadır. Bu anlatımlarda insan isimlerinin peş peşe sıralanması yerine, kimin ne yaptığı, kimin babası olduğu anlatılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de

özel-120 Benzer örnekler için bk. Buhârî, el-Câmiu’s-sahîh, Kitâbu’l-Menâkıb,13. Ayrıca bu konuda bk. Ahmed b. Yahya b. Câbir el-Belâzuri, (ö. 279/895), Ensâbu’l-eşrâf, Dâ-ru’l-Fikr, Beyrût 1996, c. I, s. 134.

121 İbn Haldûn, Mukaddime, s. 417. Ayrıca bu konuda bk. Muhammed Ahmed Hale-fullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, çev. Şaban Karataş, Ankara Okulu Yay., Ankara 2002, s. 114. Ahmed Halefullah’a göre bu iki toplumda yani ziraat ve göçebe top-lumlarında ata kültürünün baskısı daha fazladır. Bu olgudan dolayı (câhiliye) Arap toplumunun Peygamber’i kabullenmesinin zor olduğunu vurgulayarak sebebini ise ata kültürüne bağlamaktadır.

122 Bu konuda bk. Enbiyâ, 21/53; zuhruf, 43/22-23; Lokman, 31/21.

likle peygamberler bağlamında soy dökümünün verilmesi ve birtakım Peygamber isimlerinin peş peşe verilmesi bu saydığımız özellikle ya-kından ilişkilidir. Kur’an-ı Kerim’de peygamber isimleri genellikle belli pasajlarda ve peş peşe verilmiştir.

Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nuh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsa’yı ve Hârun’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâ-fatlandırırız. Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik.

Bunların hepsi Salih kimselerden idi. İsmail’i, Elyesa’yı, Yunus’u ve Lut’u da hidayete erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık. Babalarından çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da.123

Kitab-ı Mukaddes’in çeşitli yerlerinde soy dökümü verilerek kimin ne yaptığı ve kimin babası olduğu anlatılmaktadır.

Ve Kâin Rabbin önünden çıktı ve Aden’in şarkında Nod diyarında öldü ve bir şehir bina etti. Ve şehrin adını oğlunun adına göre Hanok koydu. Ve Ha-nok İrada doğdu ve İrad Mehuyael’in babası oldu ve Mahuyael Metuşael’in babası oldu ve Metuşael Lamekin babası oldu. Ve Lamek kendisine iki karı aldı. Birinin adı Ada, öbürünün adı Tsilla idi. Ve ada Yabali doğurdu; çadır-da oturanların ve sürü sahiplerinin atası bu idi ve kardeşinin adı Yubal idi.

Çenk ve Boru çalanların hepsinin atası bu idi. Ve Tsilla kendisi de Tubal-kâi-ni doğurdu; tunç ve demir, bütün keskin aletleri döven bu idi ve Tubal-kâin’in kızkardeşi Naama idi.124

Bahsettiğimiz kutsal kitaplarda bulunan bu küme küme anlatım-ların nedeni kısmen sözlü gelenekte kalıp kullanma alışkanlığına; kıs-men de belleği tazelemek için, anlatım üslubunun korunmasına (de-ğişmeyen özne-nesne-yüklem dizesi) bağlanabilir. Çünkü cümlelerin ritimli olması ve insan isimlerinden daha çok niteliklerin ön planda olması, daha kolay anımsanmasını sağlamaktadır.125 İsimlerin nitelik-leriyle beraber belli bir kalıpla anlatılması, zihinde daha kalıcı olma-sını sağlamaktadır; çünkü “insan” ismi tek başına soyut ve her hangi

123 En’âm, 6/84-87. Ayrıca benzer anlatımlar için bk. Nisa, 4/163; Âl-i- İmrân, 3/84.

124 Tekvin, 4/16-23. Ayrıca bk. Tekvin, 5/1-32; Tekvin, 6/1-13. Yeni Ahit’te de ben-zer ifadeler vardır. “İbrahim oğlu Davud oğlu İsa Mesihin nesebinin kitabıdır. İbrahim İshakın babası idi. Yakup Yahuda ve kardeşlerinin babası idi. Yahuda Tamardan doğan Perets ve Zerrah’ın babası idi. Hetsron Ramın babası idi. Ram Amminadab’ın babası idi. Amminadab Nahşonun babası idi; Nahşon Salmon’un babası idi. Salmon Rahab’dan doğan Boaz’ın babası idi; Boaz Ruttan doğan Obedin babası idi; Obed Yesse’nin babası idi. Yesse kral Davud’un babası idi.” Matta, 1/1-6.

125 Ong, age, ss. 119-120.

bir çağrışımı olmayan bir ifadedir. Dikkat edilirse isimler babalarıyla veya yakın akrabaların isimleriyle verilmektedir. Bu ise isimlerin tek başına fazla bir anlamının olmadığı; ancak atalarıyla, yakın akrabala-rıyla anlam kazandığı tipik bir ataerkil tutumdur. Bu tutumun izleri, günümüz köy yaşamlarında isimlerin yanında lakaplarla insanların çağrılmalarında görülebilmektedir. Çünkü isimler tek başlarına soyut olan ve çağrışımı olmayan bir şeydir.