Nicholson’ın Esrâru’t-Tevhîd’i incelerken en çok üzerinde durduğu konuların başında ‘zühd’ gelmektedir. Nicholson, halvet-uzlet-çileyi, riyazet ve mücahedeyi de zühdi hareketlerin içinde ele almıştır.
Zühd, lugatta, her türlü zevke karşı koyarak kendini ibadete verme, olarak anlamlandırılmıştır.346 Zühd tasavvufta, dünyaya karşı koymak olarak da ifade edilmektedir. Masivadan yüz çevirip Allah’a yönelmektir. Zühd, gerçekleştirilmesi amaçlanan ruhi olgunluğa götüren yalnızca bir araçtır, amaç değildir.347
342 Attar, a. g. e., 190-191 343 A. y., 349 344 A. y., 260-261 345 A. y., 289-290 ٭
Mantık al-Tayr, 62’de Hz. Süleyman’ın dünya saltanatı istemesi yüzünden diğer peygamberlerden beşyüz sene sonra cennete gireceği söylenmiştir. (beyit, 914)
346 Ferit Devellioğlu, “zühd”, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara 2005, 1193
Zühd konusunda Kur’ân’ın pek çok ayetinde bahsedilmiştir. Allah, “..Her
şeyden kesilerek tam anlamıyla Allah’a yönel.” (Müzemmil, 73/8)348
buyurmuştur. Yine Allah, “..Dünya alçak hayat aldatıcı bir metadan başka bir şey değil! ” (Âlu İmrân, 3/185)349
buyurmuştur.
Bu konuda Hz. Peygamber’in de sözleri vardır, “Altına, gümüşe, kumaşa, abaya kul olanlar helak oldu. Böyleleri kendilerine birşey verilince razı olurlar,
verilmeyince kızarlar.”,350
“Dünyaya rağbet gösterme, Allah seni sevsin, insanların
elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin.”351
buyururlar. Hz. Peygamber’in başında olduğu İslâm devletinin sınırları, Aden’den Suriye’ye kadar genişlemesine rağmen onun son derece sade bir hayatı olmuştur.352
Hz. Peygamber, vefat ettiği zaman, geriye altın, gümüş gibi maddi değeri olan bir şey bırakmamıştır. Yalnızca bindiği katırı, silahı ve yolculara vakfettiği bir arazisi kalmıştır. O, zahidane yaşama en güzel örnektir.353
Bu konuda sufilerden Süfyan Servi: “Dünyaya karşı zahid olmak, kanaat sahibi olmak demektir. Kuru ekmek yemek, aba giymek zühd değildir.” diye ifade etmiştir.354
Seri Sakati: “Hâk Tealâ, evliyayı dünyadan soyup çıkardı, (asfiyayı) saf insanları dünyadan korudu, aşıkların gönlünden dünyayı tamamen çıkardı, çünkü dünyanın bunlara bulaşmasına razı olmadı.” diye söylemiştir.355
Zühd konusunda Bayezid Bestami de şöyle demiştir: “Kim dünyada ‘zühd’ üzre bulunursa, kalbinde o nisbette uyanıklık meydana getirmiş olur.”356
Yahya b. Muaz Razi, “Kim, kader anahtarları olmadan (İlahi tayin ve taksime tabi olmadan) maişet kapısını açmak isterse, mahlukat ile başbaşa bırakılır.” demiştir.357
348 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Kur’an-ı Kerim ve Meali, İstanbul 1993, 573
349
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Kur’an-ı Kerim ve Meali; 73
350
Yılmaz, a. g. e., 31, Hadis içinden, Buhari, “Cihad”, 70; İbn Mace,”Zühd”, 812
351 İbrahim Canan, “zühd”, Hadis Ansiklopedisi (Kütüb-i Sitte), XVII, İstanbul -, 580
352 M. Zekai Konrapa, Peygamberimiz, İstanbul 1987, 400
353 Yılmaz, a. g. e., 32
354
Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, 208
355 A. y., 208
356 Yıldırım, Bayezid Bestami ve Islâm Tasavvufunun Özü, 227
Mevlâna’nın Mesnevi’sinde de dünya sevgisi ile ilgili beyitler çoktur:
“Seni dünya yönetir, gönlüne dünya sevgisi, mal, mülk sevdası kor da ahiretteki sonsuz gıdayı sana kolay gösterir.” (beyit: 4066)358
“Kamil insanın ayağının tozunu gözüne sürme et de, şu edepsizin, yani dünya sevgisinin başına vur, defet gitsin.” (beyit: 3373)359
Nicholson’a göre tasavvufun kökenleri İslâm’ın ilk asrındaki güçlü ve yaygın olan zühd hareketinde aranmalıdır. Her ne kadar erken dönem tasavvufunun teşekkülünde Hıristiyanlık bir etkinin de bulunduğunu vurgulasa da, Davud Tai, İbrahim b. Ethem, Şakik-i Belhi (v. 164/780) ve Fudayl b. Iyaz (v. 187/802) gibi ilk dönem sufilerinde görülen zühdî yaşam, tepki hareketi olarak ortaya çıkan II. zühdî harekettir. Bu zühdî harekette aşk ve sevgiden çok, korku ve hüzün hakimdir. Tasavvufa hazırlayan ve öncü hareket olarak kabul edebileceğimiz bu zühdi hareketin, ne Hıristiyanlık’tan360
etkilendiği, ne de başka yabancı kaynaktan etkilendiği söylenemez. Zühdün kaynağı İslâm’dır ve ilk zahidlerin asılları Arap’tır, ancak ‘ari ırk’, o dönemde pek etkili değildir. 361
Ona göre, ilk sufiler mistik sayılmazlar ve onların yaşamlarında takva ve zühd hakimdir; VIII. yüzyılda İslâm’da dinin ana kaynağı korkudur; Allah korkusu, cehennem korkusu, ölüm korkusu, günah ve ceza korkusu, ahiret korkusu hakimdir. Yalnızca Rabia’da Allah sevgisinin var olduğu söylenmiştir.362
Nicholson, zühd hareketinin, Hıristiyanlık’tan ilham aldığını ve İslâm’ın dünyevi zevklere dönük ruhuyla ve uygulamalarıyla zıtlık oluşturduğunu;363
zühd ve takva eğilimlerin Hıristiyan fikirlerle uyumlu olduklarını, zühdün bu teorilerden beslendiğini iddia etmiştir. Nicholson, Hz. İsa’ya atfedilen sözlerin, eski sufi eserlerinde de nakledilmiş olduğunu ve buna neden olarak da gezici rahipler yoluyla zahitlerin eğitildiklerini düşünmesi onu böyle bir kanıya ulaştırmıştır. Sukut orucu, zikr, zühdi diğer tavırların Hıristiyan kaynaklı olduğuna ısrarla vurgu yapmıştır.364
O, IX. yüzyılda zühdün başladığını, ancak bir otoriteye bağlı bir
358 Mevlâna, Mesnevî, V-VI, 326
359 A. y., 628
360 Derin, İngiliz Oryantalizmi ve Tasavvf, 211
361
Derin, a. g. e., 224; Yılmaz, a. g. e., 103
362 Nicholson, Mystics of Islam, 4
363 A. y., Mystics of Islam, 5
sisteminin olmadığını, bireysel olarak yaşandığını belirtir. O, ilk dönem sufilerden Hasan Basri, Habib A’cemi (v. 115/733) ve Davud Tai’nin mistikten ziyade zahid ve takva ehli olduklarını ifade etmiştir. Ebu Said’den önceki, Cüneyd Bağdadi gibi büyük mutasavvıfların, okullar kurduklarını söylemiştir. Daha sonraki süreçte, tasavvufun, büyük bir organizasyonla Hıristiyan keşişliğine doğru yön değiştirdiğini ifade etmiştir. “...while at a later period Sufism branched off into great organisations comparable to the Cristian monastic order.” Nicholson bu açıklamadan sonra Ebu Said’in ruhsal ilerlemesinden sonra Mihene’ye dönüp, yedi yıl çöllerde ve tenhada geçirdiği halvet hayatına değinerek, onun geçirdiği o süreci Esrâru’t-
Tevhîd de antıldığı şekliyle vermiştir.365
Nicholson, Ebu Said’in zühd esasları üzerindeki terimlerini maddeler halinde vermeyi uygun görmüştür. Onun tespitlerine göre, Ebu Said zühd uygulaması esnasında şunları yapmıştır:
1-Her namaz için şevkle gusul abdesti almış, 2-Devamlı hücresinin kapı ve duvarlarını yıkamış,
3-Hücresinin kapı ve duvarlarına asla yaslanmamış,
4-Daima tek bir gömlek giymiş, yırtıldıkça yama yapmış, yamaların çokluğundan dolayı elbisesi 20 okkaya kadar ulaşmış,
5-Zorlanmadıkça kimseyle konuşmamış, tartışmamış,
6-Gün boyu birşey yememiş, küçük bir ekmek parçayla orucunu açmış,
7-Gece ve gündüz uyumamış, hücresinin duvarlarında kendi boyu ve eni sığacak kadar bir yer açmış (savmanın duvarları kalın olsa gerek) ve kapı yapmış, zikirle meşgul olurken konsantrasyonu bozulmasın diye kulaklarını pamukla kapatmış, Allah Tealâ’dan başka hiçbir şeyin gönlünden geçmemesi için sırrını kontrol etmiştir.366
Tasavvufta gerekli olan bu zorlu zühdi yolculuk, önce zahiri ilimleri çok iyi öğrenmekle başlar, riyazet, mücahede ve halvetle pişinceye kadar devam eder; bu eğitim şekli, tasavvufta Seyr u Süluk’tür. Seyr u Süluğünü başarıyla tamamlayan derviş tüm varlığıyla insanlığa hizmet eder.367
Gerçekten Ebu Said, kırk yaşına kadar çok çetin bir zühdi yaşam süreci geçirmiştir. O, riyazet, çile ve uzlet hayatını
365 Nicholson, a. g. e., 11-12; İbn Münevver, a. g. e., 58
366 Nicholson, a. g. e., 11-12; İbn Münevver, a. g. e., 59
Allah rızasını kazanıncaya kadar sürdürmüştür. Kalemleri, hokkaları kırıp, kitapları gömdükten sonra divane bir yaşamla, ölmeden önce ölmeyi seçmiştir. Nicholson, sufilerin bu zühdi yaşamı ile Hıristiyan keşişleri arasında benzerlik kurmuştur. Keşişler, münzevi bir hayat sürerler ve yalnız kendileri için çabalarlar, halktan uzak, tecritte gibidirler. Nefislerini körelterek Allah’a yaklaşmak isterler. Ebu Said’in hayatına baktığımız zaman hayattan kopmadan kendi içsel ilerlemesini gerçekleştirmiş, sonra tamamen halkın arasına karışmış ve hizmet halinde görürüz. Öyle ki, diğer büyük sufler gibi, o da siyasete bile yön vermiş, sultanların danışmanı olmuştur.
Nicholson, tasavvuftaki takva ve zühd hareketlerinin Hıristiyanlık ile paralel olduğunu düşünmüştür; ona göre, sufi kaynaklar, İncil’den ve Hz İsa’dan sözler nakletmişler ve bu kaynaklarda Hıristiyan rahipler, sufilere öğüt vericidirler. İlâhi aşk doktirini, sessizlik orucu, zühdi yaşam, zikir, Hıristiyan kaynaklardan alınmış olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır. O, sufilerin de Hıristiyan ruhbanlar gibi, bir lokma bir hırka misali dünya zevklerinden uzak kalarak zühdi bir yaşam tarzını benimsediklerini iddia etmiştir ki, bu yaşam tarzını müslüman sufilerin Hıristiyanlıktan aldıkları iddialarını isbat etmek isteği farkedilebilir. Müslümanlıkta ruhbanlık yoktur, fakat, sanki tasavvufu ve özellikle onun zühdî yaşam tarzını, İslâm dinindeki Hıristiyanlıktan beslenen bir kolu gibi algılamış ve bu düşüncesini yer yer isbata çalışmıştır. Bu düşüncesinin önemli bir nedeni, Hıristiyanlıktan farklı olarak, Hz. Muhammed’in ümmetine hayatın içinde kalmalarını, inzivaya çekilmemelerini, dünya nimetlerinden ölçülü yararlanmalarını önerdiğini, ruhbanlık yerine cihadı tavsiye ettiğini, ayrıca Hz. Peygamberin kendisinin evlilik yapıp bu hususta ümmetini de teşvik etmesini delil olarak görmüştür. Genelde Hıristiyan din adamları evlenmez, tamamen dünyaya sırt çevirirler. Onlar, ömrünü tamamen Allah’a adamak adına nefse işkence edecek kadar ileri seviyelere gidebilir. İslâm her şeyde itidalli olma yolunu ve dengeyi teşvik eder. Sufilerin nefis mücadelesinde, nefsin aşırı isteklerini dizginleyip kontrol altında tutmak önemlidir. Tasavvufta nefis tezkiyesi yapılırken, Ebu Said’de görüldüğü gibi, geçici bir süre eğitilmek ve başarıya ulaşılınca sonlardırmak şeklindedir ve sufiler, dünyadan tamamen kopmadan, herşeyle ilgili olarak yaşamlarını sürdürürler. Ebu Said’in şu sözleri bir sufi profilini en öz biçimde açıklamaktadır: “Er odur ki, halkla birlikte
oturup kalkar, uyur, onlarla alışveriş yapar, haşır neşir olur, ama bir an bile Hakk’tan gafil olmaz.”368