• Sonuç bulunamadı

Abdülkerim el-Cili ve İnsan-ı Kâmil’i Hakkındaki Makalesi

Kutbüddîn Abdülkerim b. İbrahim b. Abdülkerim el-Cili, XV. Yüzyılda yaşamış, verdiği eserlerle önemli etkiler sağlamış, özellikle el-İnsanü’l-Kâmil fi- Marifeti’l-Evahir ve’l-Evail adlı eseriyle tanınmış alim ve mutasavvıftır; 767/1365- 66 Bağdat yakınlarında olan Cil kasabasında doğmuştur. Tasavvufi eğitimini Şereffüddin İsmail bin İbrahim el-Ceberti’nin yanında yapmıştır.93

Abdülkerim el- Cili’nin, Gilani, Geylani, Cilani isimleriyle de anıldığı ifade edilmiştir. Katip Çelebi (v. m. 1657), ve ondan bilgilenen Brockelmann (v. m. 1956), Abdülkerim el- Cili’nin, Abdulkadir Geylani’nin (v. 562/1166) torununun oğlu olduğunu belirtmişlerdir. Abdülkerim el-Cili’nin özel hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Bıraktığı eserlerinden onun, Hanbeli mezhebine ve Kadiriyye tarikatına mensup olduğu düşüncesi çıkarılmıştır. Abdülkerim el-Cili, Bağdat’da, 832/1428 de vefat etmiştir.94

Abdülkerim el-Cili’nin el-İnsanü’l-Kâmil fi-Marifeti’l-Evahir ve’l-Evail adlı eseri, İbn Arabi’nin Fusûs’u kadar değilse de, tasavvuf tarihinde etkisi olan ve üzerinde şerhler yapılan önemli bir eserdir. Önemli tasavvuf araştırmacılarından biri olan Nicholson ve onun öğrencisi olan Ebu’l-Alâ Afifi’ye göre, Abdülkerim el- Cili, kendine özgü bir tasavvuf anlayışı olsa da, o bir İbn Arabi takipçisidir ve katı bir Vahdet-i Vucûd mensubudur.95 Nicholson’ın, Abdülkerim el-Cili’nin İnsan-ı- Kâmil’ini (the Perfect Man) incelerken, onun eserinde Vahdet-i Vücud izlerini aradığı söylenebilir.

Nicholson, “İnsan-ı Kâmil” teriminin ilk olarak İbn Arabi tarafından kullanıldığını söylemiştir.96 O, Abdülkerim el- Cili’nin, bütün yaratılmış şeylerin İlahi Güzelliğin yansıdığı bir ayna olduğunu, İnsan-ı Kâmil’in bütün İlahi Sıfatları

93 Ekrem Demirli, “Sunuş”, Abdülkerim el-Cili, İnsan-ı Kâmil, (trc. Abdüllaziz Mecdi Tolun),

İstanbul 2002, 9-22; 11

94 M. Nazif Şahinoğlu, ‘Abdülkerim el-Cili’, DİA, I, İstanbul 1988, 250

95 Demirli, a. g. m., 9-22; 10-11

yansıttığını97

ve Allah’ın kendi suretinde yaratılan bir kopyesi olduğunu ve onun da Muhammed (s.a.v.) olduğunu söylediğine98 değinmiştir. Nicholson, İnsan-ı Kâmil zümresinin sadece Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar gelen peygamberlere mahsus olmadığını, aynı zamanda sufiler arasında en üst derecedekilerini de kapsadığını ifade etmiştir. Bu kimselere ‘evliya’ dendiğini, tekil şekli olan ‘veli’ kelimesinin esas anlamının ‘yakın’ demek olduğunu, ‘dost’, ‘(protegé) korunan’, ‘ (devotee) aşık’ anlamlarında kullanıldığını söyleyerek velinin profilini çizmeye çalışmıştır. Onun tespitlerine göre: 1- aracı olarak, 2- kozmik bir güç olarak, velinin iki özel fonksiyonu vardır; İnsan-ı Kâmil, alemin varlığını devam ettirebilmesi ona bağlı olduğu için, ‘Bir’ ile ‘Çoğu’ birleştirendir.99

Nicholson, Muhammedi dindarların hayatında velinin önemli bir yer tuttuğuna değinmiştir; velinin türbesini ziyaret edenlerin, onun ruhuna tevdi ederek Allah’a dua ederlerse, onun adıyla Allah’ın onların dileklerini yerine getirdiğini, elbisesizlere yardım, hastalara şifa, çocuksuzlara çocuk, açlara yiyecek bağışladığını ifade etmiştir.100

Nicholson, veliler arasında en tepedeki ‘kutb’ dan en alttaki veliye uzanan bir hiyerarşi olduğunu belirtmiştir ve bu görünmez ve devlet sistemine benzeyen yönetim şeklinin devam edip gittiğini söylemiştir.101

Böylesi deneyimlerin ve inanışların (Tanrı ile insanın ilişkisinin), tek Tanrılı Kur’ân’dan uzaklaştırarak, panteistik ve monistik felsefeye meylettiğini ileri sürmüştür.102

Nicholson, birçok müslüman gibi sufilerin de, bir hıristiyan doktrini olan iki tabiatlı Tanrı’nın varlığına inandıklarını söylemiştir. Hallac’ın (v. 309/922) “Ene’l- Hakk!” sözünü bu bağlamda değerlendirmiştir. Yahudi geleneğindeki ‘Adem’i Allah’ın kendi suretinde yarattığı düşüncesinin, çok bilinen, “Ben gizli bir hazine

idim, bilinmek istedim.” Kudsi Hadis’inde de olduğunu öne sürmüştür.103

Nicholson, dindar Gazali’nin (v. 505/1111) bile hiçbir şeyin ona bu büyük sırrı ifşa ettiremeyeceğini söylemesine yer vermiştir. O, Hallac’ın Tanrı’nın özün özü aşk

97

A. y., 85

98 Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 86; Abdülkerim el-Cili, İnsan-ı Kâmil, trc. Abdüllaziz

Mecdi Tolun, İstanbul 2002, 372

99 Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 78

100

Nicholson, a. g. e., 78

101 A. y., 79

102 A. y., 79

olduğu, tanınmak, sevilmek için alemi ve insanı yarattığı ve insanı kendi suretinde yarattığını ifade eden sözlerine yer vermiştir. Bütün bunlarda Nicholson, Hıristiyanlık etkileri görmüştür. O, Hallac doktrinini, tek tanrıcılığın ışığı olarak görmüş, Hallac’ın zalimce şehit edildiğini söylemiştir.104

Nicholson, Abdülkerim el-Cili’nin, insanın Allah’ın suretinde yaratıldığına, evrenin de insanın suretinde yaratıldığına dair sözlerine değinerek, insanın makrokozmoz olduğunu ima etmiştir.105

Nicholson, “Abdülkerim el-Cili’nin eserindeki varlığın iki türlü olduğunu, ‘Mutlak Varlık (Pure Being)’ ve yoklukla karışık ‘Bir’lik olduğunu belirterek, insanı anlatırken Cili’nin ‘Anka’yı (efsanevi kuş) kullandığını, bunun da, insan gibi mutlak değil, yoklukla da karışık olduğunu vurgulamıştır. Abdülkerim el-Cili’nin bu fikrinin İbn Arabi ile örtüştüğünden bahsetmiştir.106

O, Abdülkerim el-Cili’nin ‘İnsan-ı Kâmil’inin Hz. Peygamber’in zahiri olduğunu, yani ‘Hakikat-ı Muhammediyye’ olduğunu söylediğini ifade ederek, onun bu anlatımıyla Hz Peygamber’i, varlığın özü olması ile Hz İsa (Christ) gibi görmüştür. Ama benzerlik ne kadar büyükse, Hz. İsa farklılıkta o kadar büyüktür (IV. İncil ve Paul’ün mektuplarına göre).٭ Nicholson burada, Hz. İsa imajıyla tamamen aynı olduğu düşüncesinde değildir. Abdülkerim el-Cili’nin fikirlerinin aslının, Hallac’dan ve kendisinden sonra gelenleri etkilemiş olan İbn Arabi’den alınıp, geliştirilmiş gibi olsa da her yerde onlarla örtüşmediğini, ancak onlarınki gibi açık ve anlaşılır olduğunu belirtmiştir.107

Nicholson, Cili’nin bu felsefelerine rağmen bir müslüman olarak kaldığını söylemiştir. “Jílí remains a Moslem in spite of his philosophy.” 108

Nicholson, Abdülkerim el-Cili’nin ‘Âma’ (Lâ Taayyun; Zat; Mutlak Vücud) konusundaki düşüncelerinin, İkbal, Schopenhauer ve Von Hartmann’ın teorileriyle

104 A. y., 80

105

Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 121; Cili, İnsan-ı Kâmil, trc. A. Mecdi Tolun, 24

106

Nicholson, a. g. e., 83

٭ “It brings Mohammed in some respects very near to the Christ of the Fourth Gospel and Pauline

Epistles. But if the resemblance is great, so is the difference. The Fatherhood of God, the incarnation, and the Atonement suggest aninfinitely rich and sympathetic personality, whereas the Muhammedan Logos tends to identify itself with the active principle of revelation in the Divine Essence.”

107 Nicholson, a. g. e., 87-88

karşılaştırılabileceğini söylemiştir. O, Cili’nin ‘Âma’yı, sıfatların ve nisbetlerin olmadığı, hiçbir şeyin zuhurunun olmadığı “Mutlak Varlık” olarak ifade ettiğini ve bu konuya Hz. Peygamber’in “Allah yaratmadan önce neredeydi?” sorusunun cevabı olarak açıkladığını belirtmiştir. Nicholson, Cili’nin varlık biliminin mantığa dayalı olduğunu ve onun metodunun garip bir şekilde Hegel’in mantığıyla٭ benzeştiğini iddia etmiştir.109

Nicholson, “İnsan-ı Kâmil” ile Hinduizm’deki Vedanta’daki٭٭ “Varlığı” karşılaştırmıştır. Her iki görüşte de, Allah’ın zatının tek olduğu, sıfatlarının çok olduğu düşüncesi vardır.110

O, İbn Arabi’de ve Abdülkerim el-Cili’de de olan bu fikrin, Jakob Böhme tarafından da zikredildiğini söylemiştir.111

Nicholson, Abdülkerim el Cili’nin, sufilerin kapasitelerine, bilgilerine, bağlılıklarına göre Allah’tan bilgi aldıklarını söylediğini, vurgulamıştır. O, Abdülkerim el Cili’nin, Allah’ın hulul olmaksızın, kendi varlığından insana bir ruh vermiş olduğunu, bu cevherin ne Allah’tan ayrı ne de gayrı olduğunu, buna da ‘Ruh’ül-Kudus’ dediğini belirtmiş, dip notta, ortaçağda bir çok Hıristiyan mistik tarafından bu doktrinin öğretildiğine vurgu yapmıştır.112

Nicholson’ın da belirttiği gibi, bu durum Abdülkerim el-Cili’nin İnsan-ı Kâmil kitabında, Hz. İsa’nın vasfıdır. “Biz onu,

Ruh’ül-Kudüs’le teyid ettik...” (Bakara 2/87) sözleriyle açıklanmıştır.113

Nicholson, Abdülkerim el-Cili’nin Vahdet-i Vücud anlayışını Panteizm gibi algılamış ancak, Abdülkerim el-Cili’nin anlayışında ceza olduğunu, günahkarların cehenneme atılacağını, onun delil gösterdiği “Benim rahmetim gazabımın önüne geçer.” Hadis’ini örnek vermiştir. Nicholson, panteizmin kötüye izin

٭

Tanrı'nın hem aşkın hem de içkin olduğu fikrinin, genelde Hegel ile anıldığı ve her şeyin Tanrı'da olduğu anlamına geldiği belirtilmiştir. (Metin Yasa, “Panenteizmin tarihsel Ardalanı Üzerine”, 129-

146; 131-132) bkz. http://dergi.samsunilahiyat.com/Makaleler/700160437_200519050102.pdf

06.08.2011’de erişildi.

109

Nicholson, a. g. e., 94

٭٭Vedanta, vedaların sonuncusu anlamına gelir; (bkz. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi,

“vedanta”, XIX, İstanbul 1986, 12130) veda, dini bilgi demektir.Rig veda, Atarva veda, Sama veda ve Vajur veda olmak üzere dört büyük bölümden oluşur. (bkz. Brian Hodgkinson, The Essence of

Vedanta, London 2006, 9-10) Kalbin arınması,derin düşünme ve insanın manevi aleme dönük,

gerçek Ben’in (Atman), Tanrı (Brahman) ile aynı varlık olduğunu idrak etme yoluyla, ölümsüzlüğün sırrı bulunabilir. (Hodgkinson, a. g. e., 63)

110

Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 97-99

111 Nicholson, a. g. e., 103

112 A. y., 128

vermeyeceğini٭ söyleyerek, Cili’yi yanlış anladığını göstermiştir.114 Zira Vahdet-i Vücud’da kötü yoktur, herkesin cehennemden kurtulacağı vardır veya insanın, verilecek cezayı hoşuna gidecek şekilde algılayacağı ve bu durumdan kurtulmak istemeyeceği vardır. Abdülkerim el-Cili’nin profilini çizdiği Allah, daha çok rahmet sıfatlarıyla tanımlanır.115

Bu konuya ısrarla dikkat çekerek, İslâm’da ceza ve korkutmanın olduğunu ve tasavvufun İslâm menşeili olmadığını sık sık vurgulamaya çalışmıştır.

Nicholson, İnsan-ı Kâmil kitabını okuyan birinin, Abdülkerim el-Cili’nin

Hıristiyanlık’tan alınmış fikirlerden derin bir şekilde etkilendiğini farketmekte sıkıntı çekmeyeceğini, bu fikirlerin, Yahudilik’ten mi, Gnostikler’den mi yoksa başka ilkelerden mi geldiğinin belli olmadığını söylemiştir. “No one who reads the

Insanu’l-Kamil can fail to discern that its author was profoundly influenced by Christian

ideas, though it is not always possible to separate these form the Jewish, Gnostic and other elements with which they are intermingled.”116 Nicholson, Abdülkerim el-Cili’nin

Hıristiyan fikirlerin tahrif edilmiş olduğunu söylemesine rağmen, yine de o, Cili’nin bu fikirlerden etkilendiğini iddia etmiştir. Hz. Peygamber ve Hz. İsa her ikisinin de Rabb’in Rububiyet sırlarını açıkladıklarını, ancak Hz. Peygamber’in sembollerle örttüğünü, Hz. İsa’nın ise açıkça söylediğini ileri sürmüştür. Bu durumun da Hz. İsa’nın takipçilerinin kafir olmalarına sebep olduğunu ve Üçlü Tanrı’nın üçüncüsü olarak Hz. İsa’ya tapındıklarını iddia etmiştir. Nicholson Üçlü Tanrı’yı (teslisi), Baba-Anne-Oğul şeklinde ifade etmiş ve bu üçlemenin Kur’ân’da da olduğuna dikkat çekmiştir. “On the other hand, both Jesus and Mohammed revealed the mystery of Lordship; but whereas Mohammed cloaked it in symbols and made it an esoteric matter, Jesus proclaimed it openly andworshipped him as the third of three Divine Persons, namely the Father, The Mother, and the Son. This form of Trinity, by the way, appears in the Koran; it is not a grotesque which still survives amongest the tribes of the Syrian desert.”117

٭

Panteizm, iyi ile kötü, faziletle günah, değerlilikle değersizlik arasındaki farkı yok ediyor. Çünkü panteizme göre her şey, ilâhîleşmiştir. Oysa ki her şeyi ilâhîleştirmek, her saçmayı doğrulamaktır. (Murtaza Korlaelçi, “Panteizm Vahdet-i Vücud mudur?”, Felsefe Dünyası, sayı 3, Ankara 1992, 43– 50; 48) http://www.tufed.org/1301-0875/03-1992/03-043.pdf 10 09.2011’de erişildi.

114

Nicholson, a. g. e., 136

115 Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 137

116 Nicholson, a. g. e., 138

O, Abdülkerim el-Cili’nin bir panteist٭ sayılması gerektiğini belirtirken onu, ne katıksız bir filozof, ne de onun her zaman vecd halinde olmadığını, söylemiştir. “Jílí must be called a pantheist in so far...”,“...the author of the Insánu ’l-Kámil is neither a pure philosopher at any time nor an ecstatic always.” 118

Nicholson, Abdülkerim el-Cili’nin Ayniyye’de, ‘İnsan-ı Kâmil’i şiirsel (edebi) formda özetlenmiş bir şekilde verdiğini söylemiştir. Onun Ayniyye kasidesinin British Museum’da bulunan elyazmasının Abdülgani en-Nablusi’nin yorumunu da içeren Arapça kopyesinden bir alıntıyı kitabına eklemiştir. O, Ayniyye’nin şiirsel biçimini beğenmemiştir; şiir olarak mükemmel bulduğu İbnü’l-Farıd’ın Taiyye’si ile kıyaslanamayacağını ileri sürmüştür. 119

Abdülkerim el-Cili’nin Ayniyye’sinden ve şiirlerinden kısa bölümler vererek biraz fikir edinebiliriz:

“Tecelli ettin eşyaya, ta, yarattığın zamandan; O işte...senden ırak gibi perde sarındığından... Bitişilmiş hiç değilsin, ne de ayrılan bir paysın; Sen, ancak bir pay verdin kainata güzel zatından... Rütbenin hükümleridir, eşya gerektirdi onu; Uluhiyet sıfatı zıddı da toplar olduğundan...

Kainat sensin bir Hak olarak, sensin önderimiz;...” 120

“Aşk-ı ilahi öyle bir şaraptır ki, sana gecenin en karanlık zamanında güneşi gösterir...

Bu şarabın evsafı ve mahiyetindeki meziyyatı, ifadeden balaterdir... Bu şarab, nur-ı mahz olan güneştir. Güneş değil, leyl-i zulmadır.

Bu şarab, bir hayret-i uzmadır ki, insana teenni ve tebassur usul-i aliyesini öğretir...

Ayn-ı ziya değil, yüz değildir. Mahz-ı hüsündür, mahz-ı hüsün değil, öperken dudakları parlatıcı olan yüzdür.

Kokudur, ıtır değil; ıtırdır, koku değil; şaraptır peymanesi yok. Şarap değil, ayn-ı peymanedir...”121

٭ Nicholson’ın Vahdet-i Vücudu, Panteizm gibi degerlendirdiğini ve tasavvufta bunun izlerini

aramaya çalıştığını daha önce belirtmiştik.

118 Nicholson, a. g. e., 141

119 A. y., 143