Lugatta mürşid, irşadeden, doğru yolu gösteren, kılavuz; tarikat piri, şeyhi; gafletten uyandıran,429
anlamlarında ifade edilmiştir. Lugatta hırka-i sufiyye, tarikat erbabının, girdikleri tarikatın özelliklerine göre törenle giydikleri hırka,430
olarak ifade edilmiştir.
Tasavvuf, bir ilim olmasından dolayı, mürşid, şeyh, ya da pir denilen bir üstad gözetiminde ve onun eğitimi altında öğrenilir. Mürşidin, Hz. Peygamber’e uzanan, oradan zincir gibi birbirine bağlı halkalardan oluşan bir silsileye sahip olması gereklidir, çünkü Hz. Peygamber’in manevi otoritesini devam ettirmektedirler. Tasavvufta gayb alemine ait bilgilere, mürşidin irşadı ile zevk, hal, keşf, ve ruhi hallerle erişilebilmektedir.431
Mürşid konusunda Allah, “Rasûlüm onlara de ki: Eğer siz gerçekten Allah’ı
seviyorsanız hemen bana uyun ki; Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân, 3/31)432
buyurmuştur. Sühreverdi mürşidlik rutbesini, sufilerin yolunda, rutbelerin en yükseği ve Allah’a davette peygamber vekilliği olarak değerlendirmiştir. Mürşid,
427
Yılmaz, a. g. e., 297
٭ (bkz. 91)
428 Abdülbaki Gölpınarlı, “Açılama”, Feridüddin Attar, Mantık al-Tayr, trc. Abdülbaki Gölpınarlı,
İstanbul 2006, 355-372, 357
429
Devellioğlu, a. g. e., 735
430 A. y., 363
431 Yılmaz, Anahtarlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 21-22
müridini, Hz. Peygamber’in yoluna yönlendirmektedir. Bu şekilde o kul, Allah’ı sever, Allah da, o kulu sever.433
Bu konuda Hz. Peygamber, “Muhammed’in nefsini elinde bulunduran Allah’a yemin olsun; eğer isterseniz bu hususta yemin edebilirim. Şüphesiz, Allah Teâla’nın en sevgili kulları; Allah’ı kulllarına, kulları da Allah’a sevdiren, yeryüzünde hayır
ve nasihat için dolaşandır.” buyurmuştur.434
Sühreverdi, Hz. Peygamber’in bu ifadelerinin mürşidliğin (şeyh) Allah’a davet rutbesi olduğunu vurgulamıştır.435
Hz. Peygamber’in şu sözleri de tasavvuf pirlerini tanımlar gibidir, “Hiç kimse, bir alimin insanlar arasında yayaıp öğrettiği ilimden daha faziletli bir sadaka
vermemiştir.”436
Hz. Peygamber, insanlara akıllarının alacağı ölçüde konuşmuş ve herkese haline uygun buyurmuştur.437
Mürşid, bütün müridlerinin özelliklerine göre, kapasitelerini de göz önünde bulundurarak, her birine ayrı yol göstermektedir. Mürşidin, Kur’ân’ı ve Sünnet’i iyi bilen bir alim olması uygundur. Hakk’a vuslat ve Hakk’ın rızasını dileyen her müridin, iradesini Hakk’a ve mürşidine teslim etmesi gereklidir.438
Nicholson’ın da dikkat çektiği gibi, kırk yaş insan hayatında olgunluğu temsil etmektedir. Allah “İnsan güçlü dönemine erip kırk yaşına varınca..” (Ahkaf, 46/15)٭ ayetinde buyurmuştur ve bu ayete uygun olarak yüzyirmi bin peygambere peygamberlik mertebesi kırk yaşında verilmiştir; velilere de velilik mertebesi kırk yaşından önce verilmemiştir. Yalnızca Hz. İsa’ya ve Hz. Yahya’ya küçük yaşta peygamberlik verilmiştir. Nitekim Allah, Kur’ân’da Yahya için “Ey Yahya ! kitaba dört elle sarıl, biz ona daha sabi iken hikmeti verdik! ” ( Meryem, 19/12 ) diye buyurmuştur; Hz. İsa içinse, “Beşikte henüz sabi olan biriyle biz nasıl konuşuruz!” (Meryemi 19/20) buyurmuştur. Ebu Said’de tam kırk seneyi riyazet, mücahede ve çilelerle geçirmiş ve sonra hal ve keşf sahibi olmuştur.439
Tasavvufta, hırka giymek,
433 A. y., 102
434
bkz. Sühreverdi, a. g. e., 102, içinde Hadis, Beyhaki, Şuabu’l-İman, 1, 367; İbnu Ebi’d-Düya,
Risail (Kitabu’l-Evliya), 51
435 Sühreverdi, a. g. e., 102
436 Sühreverdi, a. g. e., 541, içinde Hadis, İbnu Mace, Mukaddime, 20; Tabarani, El-Kebir, VII, no:
6964
437
Sühreverdi, a. g. e., 537
438 Yılmaz, a. g. e., 186-187
٭ Studies in Islamic Mysticism’de Ahkaf, 46/14 olarak verilmiştir. ( Nicholson, a. y., 25)
mürşid ile mürid arasında bir bağlantıdır ve müridin nefsi ile kendi arasında mürşidin hakemliğini kabul etmesi olarak görülmüştür. Hırka giyen mürid, kendisini mürşidine teslim eder, her işinde onun tavsiyelerine göre hareket eder. Mürşid yani şeyh de, o müridi himayesi altına aldığını göstermek için, ona hırka giydirir. Hırka, mürşidin manevi sohbetine girmenin birinci basamağıdır.440
Hırka giydirmede mürşidin elinin, Hz. Peygamber’in eli yerine geçtiği için, müridin de mürşidine tam teslim olmasının, Allah ve Rasul’üne teslim olmuş gibidir. Mürşid, müridin önünde duran, Allah Tealâ ve Rasûlullah’ın razı olduğu şeyleri anlamaya çalıştığı bir ayna gibidir. Bu hususta Allah Teâlâ : “Gerçekten sana bey’at edenler, ancak Allah’a beyat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim seninle yaptığı ahdini bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur. Kim ahdine vefa gösterirse, Allah ona büyük bir ecir ve karşılık verecektir.” (Fetih 48/10) buyurmuştur.441
Yine başka bir ayet, “Ey iman edenler, Allah ve Rasulü’nün önüne geçmeyin; haddi aşmayın. Allah’dan korkun. Şüphesiz O, her şeyi işiten ve bilendir.” (Hucrât, 49/1) buyurmakta, müridlerin mürşidlerine karşı edebli olmaları konusuna dikkat çekmektedir.442
Tasavvufta hırka giymek, mürşid ile mürid arasında bir bağlantı ve müridin nefsi ile kendi arasında mürşidinin hakemliğini kabul etmesidir, çünkü mürşid, onu irşad edecek, Şeytan’ın kalbe giriş yollarını öğretecek, kendisine hidayet yolunu ve nefsin afetlerini gösterecek bir kimsedir.443
Tasavvufta hırka giyen kimse, şeriat, tarikat, ve hakikat ilimlerini bilmektedir ve onlarla amel ediyor demektir. Sufi, beşeri sıfatlarından temizlenmiştir ve nefsinden birşey kalmamıştır. Mürşid (Pir), irşadı ve rehberliğiyle müridinin hırkaya layık olduğunu düşünürse ona hırka giydirir ve mürid, cemaate kabul edilir. Tarikatın ekseni şeyhtir. Bir şeyhin rehberliğinde olmayan birisi, yüksek dereceler elde etse bile kendisinden birşey zuhur etmeyeceği söylenmiştir.444
Nicholson’ın değerlendirmesine göre, bir kimsenin belli bir mistik seviyeye bir pirin önderliği olmadan erişmesi durumunda,
440 Sühreverdi, a. g. e., 118-119 441 A. y., 122 442 A. y., 520 443 A. y., 118
sufiler onu kendi topluluklarına dahil etmemektedirler; bu sayede tasavvufun devamı güvence altına alınmaktadır.445
Ebu’l-Kasım Kuşeyri bu konuda mürşidi Ebu Ali Dekkak’ın şöyle dediğini söylemiştir: “Bir ağaç, kendisini bir toprağa diken, bir bakan olmaksızın kendi başına büyürse, yaprak verir ama güzel meyve vermez.”446
Mevlâna, Allah’ın en mükemmel tecellilerine mazhar olan İnsan-ı Kâmil’e447
ve insana çok üstün değer vermiştir fakat, onu asla ilahlaştırmamıştır.448
Mevlâna’nın Mesnevi’sinde de, bir şeyhin (mürşid-i kâmil) eteğine yapışmaktan bahseden beyitler az değildir:
“Ey gamlı, ey perişan adam! Ya bizim gemimize gir, ya o gemiyi bu gemiye bağla! Yani; ey kendini bir şey zanneden kişi! Ya bir mürşide bağlan, yahut da gemini mürşidin gemisine bağla da sana rehberlik etsin! Böylece doğru yolu şaşırma!” (4105. beyit)449
Tam tersi fikirde olan İbn Haldun’a göre ise, bir müslümanın şeyhe ihtiyacı yoktur çünkü, İslâm’ın saf ve halis ilk döneminde tasavvuf yoktur;450
istikamet vardır; yani, Kur’ân’ın ahlakıyla ahlaklanma vardır.451
Esrâru’t-Tevhîd’de, Ebu Said’in işin başında iki şeyin gerekli olduğu, bunları da, ‘sefer’ ve ‘üstad’ olarak açıkladığı sözleri yer almıştır. O, bu düşünce ile dolaşıp durduğunu, zorluklarla karşılaştığını, aciz kaldığı sırada, Şafii mezhebinden bir alim sayesinde meslesini hallettiğini söylemiştir.452
Ebu Said, şeyhsiz bu yolda gidilemeyeceğini, daha önce bu yolda yürümüş tecrübeli birisinin kılavuzluğunun gerekli olduğunu vurgulayarak, tasavvuf yolunda şeyhi olmayan bir kimseyi âvâre saymış ve şeyhe tutunan birinin ise, pirlerin eşiğinde el-pençe divan durma mertebesine ulaşıp, bu şekilde meşayıhın dergahında faydalar, feyzler kazanacağını söylemiştir.453
Ebu Said, bu görüşüne de Kur’ân’dan destek olarak. Hakk Tealâ’nın
445 Nicholson, a. g. e., 10 446 Sühreverdi, a. g. e., 119 447 Yılmaz, a. g.e., 334
448 Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlâna, 46
449 Mevlâna, Mesnevî, V-VI, 674
450 Süleyman Uludağ, “Giriş: İbn Haldun’un Tasavvufi Görüşleri ve Şifâu’s-Sail”, İbn Haldun,
Tasavvufun Mahiyeti, (haz. S. Uludağ), İstanbul 1998, içinde 17-76 ; 75
451 İbn Haldun, Şifâu’s-Sail, 220-221
452 İbn Münevver, a. g. e., 75
bu konuda: “Şeytanların azıtıp sahrada şaşkın halde bıraktığı kimse gibi...”, (En’am, 6/71) “Kim Rasûl’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur!” (Nîsa, 4/80) buyurduğu ayetleri delil olarak göstermiştir. Ebu Said, bu yolun esasının, pirin emirlerine uymak olduğunu ve pire itaat edeninse, Hakk’a itaat etmiş olduğunu söylemiştir.454
Nicholson, Esrâru’t-Tevhîd’de anlatılan ‘pir’ ve ‘hırka, teberruk hırkası’ gibi kavramları ele almıştır. Onun değindiği konular şöyledir: Meşayıh arasında, ‘Bir heptir, hep birdir.’ en önemli ilkedir. Alemdeki sufiler arasında zıtlık ve ikilik yoktur. Meşayıhın sözleri (ifadeleri) arasında fark olsa da anlam bakımından hepsi birdir. Böyle olunca da dervişin, bir pirden giydiği hırkaya ‘esas hırka’, sonradan giydiği hırkaya da ‘teberrük hırkası’ denilmiştir. Bu durumda hırkalarda da durum aynı olur ve birinin kabul ettiğini öteki de kabul etmiş demektir. İki hırka giyen derviş, iki şahide sahip olmuş gibidir.455
Nicholson, Ebu Said’in Pek çok din olduğuna fakat, yalnızca bir Tanrı’nın olduğuna, farklı yolların olduğuna fakat, yalnızca tek bir hedef olduğuna değinen sözlerine yer vermiştir.456
İbn Münevver’in bildirdiğine göre, Yüce Allah’ın, isimleri her yönden birdir, hiç bir şekilde ikilik yoktur. O’na gidilen yolda fark varsa da, hedefe varıldığında fark ortadan kalkarak, herşey birliğe dönüşür;457
eğer salikte beşeriyet sıfatlarından küçük bir kırıntı bile olsa o daha maksadına ulaşamamış demektir; çünkü maksada ulaşıldığında herşeyin soyut bir birliğe dönüştüğü ifade edilmiştir. Maksada varamamış müridin bir şeyhe daha ve onun rehberliğine ihtiyacının olduğu, onun şeyh olamayacağı ve maksadına ulaşabilenlerin şeyh olmasının uygun olduğu söylenmiştir.458
Ebu Said, Ebu’l-Fadl Hasan’ın terbiyesinde uzun bir süre geçirmesine rağmen ondan hırka giymediği rivayeti güçlüdür. Ebu’l-Fadl vefat ettikten sonra Ebu Abdurrahman Sülemi’nin hizmetine girdiği ve ondan hırka giydiği söylenmiştir.459
Şirvanlı Ebu Nasr, Ebu Said’in sadık bir mürididir ve neyi var neyi yoksa onun emrine harcamış, Nişabur’da şeyhine çok hizmet etmiştir. Ebu Said, Nişabur’dan ayrılıp Mihene’ye gideceği zaman, kendi yeşil hırkasını Ebu Nasr’a vermiş ve onun
454 İbn Münevver , a. g. e., 297
455 İbn Münevver , a. g. e., 75-76; Nicholson, a. g. e., 23
456
Nicholson, a. g. e., 23
457İbn Münevver , a. g. e., 76; Nicholson, a. g. e., 23
458 İbn Münevver , a. g. e., 76
memleketi Şirvan’a gidip halifesi olmasını istemiştir. O da, Şirvan’a gidip orada bir zaviye kurmuş, o yörede sufilerin önde gelen bir rehberi olmuştur. Bu hırkanın halâ o zaviyenin yüksek bir yerinde olduğunu, halkın ziyaret ettiğini, hatta kıtlık, veba gibi doğal afetlerde bu hırkanın sahralara çıkarılıp dua edildiği söylenmiştir. O yöredeki halk bu hırkaya ‘büyük panzehir’ adını vermiştir.460
Esrâru’t-Tevhîd’de Ebu Said’in zamanının büyük velisi ve kutbu olduğuna dair menkıbelere yer verilmiştir. Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya’da ondan ‘mutlak fani’, ‘Hak üzre bâki’, ‘maşuk-i namütenahi’, ‘mahbub-i İlahi’, ‘memleketin nazenini’, ‘marifet bostanı’, ‘felek-i seyrin arşı’, ‘alemin kutbu’, ‘şeyler üzerine padişah’, ifadeleri ile bahsetmiştir.461
Esrâru’t-Tevhîd’de anlatıldığına göre, ünlü Selçuklu sultanları Çagrı ve Tuğrul Beyler, Ebu Said’in himmeti ve duası sayesinde büyük devlet kurmuşlardır,462 ünlü vezir Nizamülmülk onun duası ve himmetiyle başarılı bir vezir olmuştur.463
Yine Sultan Tuğrul’un küçük kardeşi İbrahim Yenal ve veziri Hoca Ebu Mansur Verkani, Ebu Said’in fikirlerine değer vermiş ve ondan tavsiyeler almıştır.464
Müridi Dost Dada’ya (Ebu Sa’d) Bağdat’ı bağışlamıştır, o da gidip tekkesini kurmuş ve orada nüfuz sahibi biri olmuştur.465
Daha önce anlattığımız Sultan Mesud’un Ebu Said’in de bulunduğu kaleye yanlış saldırısı sonucunda kırk okçunun elini kesmesi üzerine, “Mesud kendi mülkünün elini kesti.” demiştir ve mülk Gazneli hanedanından Selçuklu hanedanına geçmiştir.466
Bu menkıbelerde, Ebu Said’in dünyadaki olayları ve sosyal etkinlikleri yönetip, yönlendirme yetkisine sahip büyük bir veli olduğu anlatılmak istenmiştir.