• Sonuç bulunamadı

İbû Hafs (Ebü’l-Kasım) Şerefüddin Ömer b. Ali b. Mürşid es-Sa’di el-Hamevi el-Mısri, 577/1182 yılında Kahire’de dünyaya gelmiştir. Ona Sultan-ül-Aşıkın (Aşıkların Sultanı) da denmiştir; daha çok İbnü’l-Farıd ismiyle tanınmıştır. Peygamber’in sütannesi Halime’nin kabilesi olan Benî Sa’d mensubu olduğu için ‘Sa’dî’ ismini, Hama’lı olduğu için ‘Hamevî’ ismini, Mısır’da doğduğu için de ‘Mısrî’ isimlerini almıştır. Babası Ali b. Mürşid, Suriye’nin Hama şehrindendir, fakat, deprem nedeniyle Mısır’a göç etmiştir.146

Babası, mahkemede kadınların miras ve nafakalarını tespit işiyle uğraşmasından dolayı “Farız” lakabıyla anıldığı

141 A. y., 157 142 A. y., 160 143 A. y., 153 144 A. y., 161

145 Nicholson, Mystics of Islam, 112

için o, “İbnü’l-Farıd (Farız)” ismiyle ünlenmiştir.147

Onun ilk hocası babasıdır; sonra Ebu Muhammed İbn Asakir’den hadis dersleri almıştır. O, Şâfii fıkhı, Arap dili ve edebiyatı dersleri de almış ve bu konuda ileri seviyelere ulaşmış olmalı ki, Münziri ve başkaları kendisinden hadis rivayet etmiştir. Sonra tasavvuf yoluna yönelmiş, yalnızlığa çekilmek için babasından izin alıp Mukaddam dağına, orada bulunan harabelerdeki terk edilmiş mescidlere gitmiş, oralarda bir süre kalmış ama, istediği noktaya gelememiştir.148

İbnü’l-Farıd, medreseye gittiği bir gün, Şeyh Bakkal’la karşılaşmış, onun abdest alış biçimini uygun bulmamıştır ama sonra onun bu hatayı bilerek, melamet için yaptığını öğrenmiştir ve ona itaat etmiştir. Şeyh Bakkal’ın onun aradığını Mısır’da bulamayacağını, Mekke’ye gitmesi gerektiğini söylemesi üzerine o, derhal Mekke’ye gitmiştir. Mekke civarındaki dağlarda, çöllerde çile çıkarmış ve manevi perdeler orada açılmaya başlamıştır.149

İbnü’l-Farıd, Mekke’de bulunurken 628 yılında Sühreverdî (v. 632/1234) ile görüşmüştür. Hemen Mısır’a dönmesini isteyen bir iç sesi üzerine Mısır’a dönmüş ve Şeyh Bakkal’ı ölüm döşeğinde bulmuştur; daha sonra onun cenaze namazında bulunmuştur. Onun Şeyh Bakkal’ın etkisi ile melameti özellikleri vardır. O, son yıllarını Kahire’deki Ezher Camii’nde vaaz ve sohbetlerle geçirmiştir. Konuşması düzgün, etkileyiciydir ve semaya önem vermiştir. İbnü’l-Farıd da Ebu Said gibi coşkuludur; onun, duyduğu her sesten, ritimden, görüntüden etkilendiği ve her yerde, her güzel şeyde ilahi güzelliği görerek, vecde gelip naralar atarak, raksederek, kendinden geçtiği anlatılmıştır.150

İbnü’l-Farıd, orta boylu, güzel yüzlü, güzel giyinen, hoş sohbet, insan ilişkileri güzel ve zarif bir kişi olarak tasvir edilmiştir.151

İbnü’l-Farıd hakkındaki bilgiler, kızından torunu ve Divan’ın derleyicisi Şeyh Ali’nin dayısının anlattıklarından, İbn Hallıkan ve Münziri’nin

147 Fatih Güllüce, Mehmed Nâzım Paşa’nın “İbn Fâriz Tercümesi ve Şerhi” -Metin ve İnceleme- ,

Yüksek Lisans Tezi, MÜSBE, İstanbul 2008, 1-152; 21

bkz. http://www.belgeler.com/blg/1ghl/mehmed-nazim-pasa-nin-ibn-fariz-tercumesi-ve-serhi-metin- ve-inceleme-mehmet-nazim-pasha-s-the-interpretation-and-commentary-of-ibn-fariz-text-and- analysis 05.05.2011’da erişildi.

148

Uludağ, “İbnü’l-Fârız”, DİA, 40; Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 164

149 Uludağ, a. g. m., 40; Nicholson, a. g. e.,164

150 Uludağ, a. g. m., 41; Nicholson, a. g. e., 165

yazdıklarından alınmıştır.152

Onun, şöhretten uzak durması, sultanla görüşmek istememesi, kendisi için türbe yapılması isteğini geri çevirmiş olması, onun melameti meşrepli bir sufi olduğunu kanıtlar niteliktedir. İbnü’l-Farıd, 632/1235 de Kahire’de vefat etmiştir.153

İbnü’l-Farıd’ın şiirleri, Arap edebiyatında ilahi aşkı ve tasavvufu işleyen şiirin en güzel örneklerindendir. Onun Divan’ında bulunan 750 beyitlik el-Kasîdetü’t- Taiyye en önemli kasidedir. O, bu kasidesine Hz. Peygamber’in rüyasında işareti üzerine Nazmü’s-Sülûk adını verdiğini söylemiştir. Onun diğer önemli ve daha kısa olan şiiri el-Kasidetü’l-Mimiye olarak da bilinen el-Kasîdetü’l-Hamriye’dir. Şeyh Ali tarafından derlenen Divan’da onun yirmidört kasidesi yer almaktadır. Arap edebiyatındaki tasavvufi şiirin en güzel örneklerinden olan bu şiirlere, o dönemin zahir ehlince çeşitli suçlamalarda bulunulmuş, zamanın veziri tarafından İbnü’l- Farıd’ın hulûle inandığı ileri sürülmüş, İbn Teymiye tarafından ağır eleştirilere maruz kalmış, hatta İbn Haldun bu kasidelerin çok zaralı olduğunu ve yakılması gerektiğini söylemiştir; bazıları bu şiirleri, domuz etine, bazıları da zehirli şerbete benzetmiştir. Bunun yanında Eyyubi sultanları, bazı mutasavvıflar, edebiyatçılar, halk, alimler ve bazı devlet adamları kendisini desteklemiş, yüceltmişlerdir. Osmanlılar’ın Mısır’ı ele geçirdiklerinde, Kur’ân okutmaya başladıkları yedi merkezden birisinin İbnü’l-Farıd’ın mescidi olduğu belirtilmiştir.154

İbnü’l-Farıd’ın ilahi aşkı anlatan coşkulu şiirlerinin Mısır ve bir çok Arap ülkesinde bestelenerek ilahi olarak okutulmuştur.155

İbnü’l-Farıd’ın şiirleri Batılı müşteşrikler tarafından da ilgi görmüş, Bengalce’ye, Almanca’ya, Farsça’ya, Osmanlıca’ya,٭ Latince’ye, Fransızca’ya,

152 Uludağ, a. g. m., 41

153

Uludağ, a. g. m., 40; Nicholson, a. g. e., 164

154 Uludağ, a. g. m., 40-43

155 Güllüce, a. g. e, 25

٭ İbnü’l-Farıd’ın şiirlerini Osmanlıca’ya çeviren üç yazar, dört eser tespit edilmiştir:

a) “Lemeât ül-berkiye fi şerh-i kasidet il-mimiye”, Mustafa Hulusi Alâiyev, Muhendisyan Matbaası, (İst. 1892-93-94)

b) “İbn-i Farız hazretlerinin yaiye, mimiye ve raiye kasidelerinin serhidir”, Mehmet Nazım, Şems

Matbaası, (İst. 1912-13)

c) “Şerh-i Kaside-yi yaiye li-cenab-i İbn il-Fariz”, Mehmet Nazım, Beyrut Ceridesi Matbaası, (Beyrut 1894)

d) “Sultan üş-Şair İbn Farid'in Kaside-yi hamriyesi tercümesi”, Mehmet Sait, Mühendisyan

İtalyanca’ya, İspanyolca’ya ve İngilizce’ye çevirileri yapılmış ve onun hayatı incelenmiştir. Nicholson, İbnü’l-Farıd’ın şiirlerine Studies in Islamic Mysticism’de yer vererek, mistik düşüncelerle örülü Arap şiirinin kısa bir tarihçesine değinmiştir; Sanai (v. 464/1071), Attar, Sadi, Hafız, Cami ve Rumi’den bahsederek, mesnevi, gazel, kaside hakkında kısa bilgiler vermiştir. Mistik Arap şiirinin aslında normal seküler şarkıdan, şiirden ortaya çıktığını söyleyip, bunlar üzerinde durmuştur.156

Nicholson, İbnü’l-Farıd’ın tamamen manevi anlamda Doğu’da bu kadar ünlü olamayacağını ifade etmiştir. O, İbnü’l-Farıd’ın şiirlerini çok beğenmiş ancak profan bularak, onların günlük duygulardan ve aşklardan etkilenmiş gibi göründüğünü söylemiştir; kullandığı sembollerin, onun mistik şiirlerini dış çevrenin etkisinde kalmış gibi gösterdiğini vurgulamıştır.157

İbnü’l-Farıd, sıradan bir aşk şairi değil, ilahi aşkı çok etkileyici bir biçimde şiirle dile getirmiş, mecazları, kinayeleri ve sanatsal dili onun sembolizmi (özellikle ilahi aşkı sembolize eden ‘şarap’ simgesi) çok güzel kullandığını göstermiştir. İbnü’l-Farıd’ın rüyasında Hz. Peygamber’in işaretiyle şiirinin adını koyduğunu açıklaması onun tasavvufi halini ortaya koymaktadır. İbnü’l-Farıd, şiirlerinde Hz. Peygamber’i övmemesine gerekçe olarak, O’nu Allah’ın övdüğünü, hiç kimsenin yeterince övemeyeceğini düşündüğü için yer veremediğini ileri sürmüştür.158

Nicholson, İbnü’l-Farıd’ın şiirlerini verirken yer yer aralara girerek yorumlar yapmıştır. Onun şiirlerinden İbnü’l-Farıd’ın panteist mi veya dindar bir mistik mi olduğunu anlamaya çalışmıştır, özellikle İbn Arabi’nin felsefi doktirininin yansımalarını şiirlerde aramıştır. “Does the Ta’iyya reflect the doctrines of Ibnu’l- Arabi...?” O, İbnü’l- Farıd’ın, ‘fenâ ’ halinde bir olmaktan (ittihaddan), bazen de varlığın O’ndan ibaret olduğundan söz etse de, bazı paragraflarında felsefi ögelere rastlansa da, İbnü’l-Farıd’ın, bir İbn Arabi takipçisi olduğunu teyid edemeyeceğini vurgulamıştır. Nicholson, İbnü’l-Farıd’ın panteist olduğunu düşünmediğini yinelemiştir.159

Nicholson’ın bu ifadelerinden, İbnü’l-Farıd’ın panteist olup olmadığı konusunda net bir karara varamadığını söyleyebiliriz. Nicholson, eserin Fa%CC%84rid%CC%A3%2C+%CA%BBUmar+ibn+%CA%BBAli%CC%84%2C&fq=&dblist=63 8&start=11&qt=page_number_link) 10. 08. 2011’de erişildi.

156

Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 162-163

157 Nicholson, a. g. e., 168

158 Uludağ, a. g. m., 40-43

önsözünde, İbnü’l-Farıd’ın Taiyye’sinin ne formunun, ne de içeriğinin İbn Arabi’den esinlenmediğini belirtmekle birlikte onun etkisinin ipuçlarına da rastlanabileceğini ifade etmiştir.160

O, Taiyye’yi, Abdülkerim el-Cili’nin Ayniyye’si gibi ilham veren şiirlerden farklı bulmuş, mistik bir otobiyoğrafi ve bir şairin iç dünyasının tanımı olarak değerlendirmiştir. İbnü’l-Farıd’ın panteist olduğunu düşünenlere karşı çıkmayacağını, yine de onun panteizminin bir his durumu olduğu, bir düşünce sistemi olmadığı görüşündedir.161

O, İbnü’l-Farıd’ın şiirlerini felsefi bulmamış, sembollerinde sufizmin terimlerinin pek az bulunduğu, sıradan ve süslü güzel şiirler olarak değerlendirmiştir.162

İslâm alimlerinden İbn Haldun, Nicholson’ın aksine İbnü’l-Farıd’ı Vahdet-i Vücudcu ve hulûlcu sufiler arasında değerlendirmiş,163

onun Vahdet-i Vücud yolunu geniş bir şekilde açanlardan birisi olduğunu ileri sürmüştür.164

İbn Haldun’un, İbnü’l-Farıd’ın kasidelerini yok edilmesi gereken zararlı eserler olarak değerlendirdiğini165

daha önce belirtmiştik. (bkz. 37) Nicholson’ın, İbnü’l-Farıd’ı panteist bulmamasının nedeni olarak, onun İbn Arabi gibi Vahdet-i Vücudcu olmadığını düşünmesi olarak değerlendirilebilir, çünkü onun Vahdet-i Vücudu panteizm gibi algıladığını ifade eden cümlelerine yer vermiştik.

İbnü’l-Farıd da, Mevlâna, Attar, Ebu Said gibi ilahi aşkı şiirle dile getirmiştir. İbnü’l-Farıd’ın çağdaşı, kendisinden yaşça küçük Mevlâna’nın onun Kasîde-i Hamriyye’sini tanımış olabileceği belirtilerek, Mevlâna’nın bazı mısralarının onun

Hamriyye’sinin yorumu gibi olduğu ileri sürülmüştür.166 Mecazlı şiir diliyle ilahi

aşkı anlatan sufilerin, Vahdet-i Vücud görüşüne uzak oldukları fikri, gerek Şark, gerek Garp alimlerinin bir kısmının ortak düşüncesidir. İbnü’l-Farıd’ın lirik dizelerinden birkaç tanesine bakmak bile onun ilahi aşkını anlamamıza yardımcı olabileceğini düşünüyoruz:

160 A. y., a. g. e., VII

161 A. y., VIII

162 Nicholson, a. g. e., VII-VIII

163

İbn Haldun, Şifâu’s-Sâil, (Tasavvufun Mahiyeti), haz. Süleyman Uludağ, 2. Baskı, İst. 1998, 262

164 A. y., 158

165 Uludağ, a. g. m., 42

“Zevkinde, sıkıntısında ganimet bildiğim “Hayf” ve “Melel” mevkilerinden ayrılmak için dünyaların lezzetleri beni hırslandıramaz.”167

“Ey şaşı rakib! Sana aşk lezzeti nasip olsa da mubarek Kubâ mevki’inin latif ağaçlarına ve nazarları üzerine çeken narin kaftan ile arz-ı endam eden sevgililere, kalbi meftun eden bir bakış arzu etsen, bendeki ayrılık ve gurbetin acısını pek tatlı görürdün.”168

“Ey idraksiz rakib! Artık beni rahat bırak. Sövüp saymalarının yanık yarası ile aklımın kulağını yakma...”169

...

“Hakk’ın nurunun peyder pey indiği fani cismi, aşk ile kederlenmiş ve korumasız bir nur ağacı olduğu halde çölde terk eylediğini söyle!”170

“Zâtî olan meşakkat ve zahmet sıfatları sebebiyle en açık sözleri bile hayat emaresi olmayacak derecede kapalı ve muhtasar olduğunu dahi söyle.”171

“Muhabbet yolunda yılanın sokması ile yaralanmasıyla hayattan sıyrılmış, bir garib zayıf bulunduğunu dahi söyle.”172

“Aşkın elemlerinin türlü türlü meşakkatlerine sabırlı ve gönülsüz şahit olarak aşka can atarcasına yönelen gönül deryasının aşığı olduğunu dahi anlat.”173

Görüldüğü gibi sufiler her nerede olsalar da, hangi zamanda yaşasalar da benzer sözler terennüm etmişlerdir. Onların İlahi Güzelliği ifade eden sözleri sanırız örnek teşkil eder niteliktedir.

İbnü’l Farıd: “Dünyada görülen her yakışıklı gencin ve güzel kadının güzelliği hep Hakk’ın iğreti verilmiş güzellikleridir.” (Taiyye, 242)174

Abdülkerim el-Cili: “Bütün kemal, bütün güzellikler, onun toplu güzelliğinden dağılmış hardal taneleridir.” (İnsan-ı Kâmil)175

167 Güllüce, a. g. e., 83 168 A. y., 83-84 169 A. y., 84 170 Güllüce, a. g. e., 50 171 A. y., 51 172 A. y., 52 173 A. y., 54

174 Şefik Can, “dipnot”, Mesnevi, Mevlâna Celâleddin Rumî, (Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî

Tercümesi), trc. Şefik Can, V, 45

Mevlâna: “Herkes kerpiç gibi topraktan olan bir güzelin karşısında yenini, yakasını yıtıyor, halbuki o kerpiç, yani o güzel, ilahi güzelliğin sadece bir yudumcuğunu içmiş.” (beyit 376)176