• Sonuç bulunamadı

Tasavvufta istikamet, Kur’ân’a ve Sünnet’e sarılmaktır. Kur’ân ve Sünnet’in emrettiği istikametin gerçekleşmesi için en önemli etken, edebtir.467

Hz. Peygamber’in izinden gidenlerin, sayısız nimetlere ulaşabileceğini ifade eden ayette

460

İbn Münevver , a. g. e., 146; Nicholson, a. g. e., 74

461 Attar, a. g. e., 827 462 İbn Münevver, a. g. e., 131-132, 163-165 463 A. y., a. g. e., 110, 365-366 464 A. y., 131, 328-329, 343 465 A. y., 255-261 466 A y., a. g. e., 164 467 Yılmaz, a. g.e., 37-38

Allah: “Her kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği enbiya, sıddıkın, şüheda, ve salihin ile birliktedir.” (Nisâ, 4/69)468

buyurmuştur.

Sufilerden Haris Muhasibi (v. 243/857), “Bir kimse, batınını murakabe ve ihlasla sağlamlaştırırsa, Allah onun zahirini mücahede ve Sünnet’e tabi olma hali ile süsler.”469

diyerek bu konuya değinmiştir.

Bu konuda Seri Sakati’nin (v. 257/870) düşüncesi şöyledir: “Tasavvuf üç mananın adıdır: sufinin marifet nuru, vera nurunu söndürmez. İrfanı arttıkça ameli fazlalaşır. Kitap ve Sünnet’in zahirine aykırı düşecek batıni bir ilimden dem vurmaz. Sonum kötü olur diye daima endişe eder.”470

demiştir.

Bu hususta Mevlâna, eserlerinde Kur’an ve Hz. Peygamber’e uymayı öğütlemiştir. Hz. Peygamber’in izinden gidenlerin şehitlik makamındaki en üst seviyede olanlardan da daha üstün olabileceklerini vurgulamıştır.471

İbn Münevver’in anlattığına göre, Ebu Said, Kur’ân ve Sünnet ışığında hareket etmiş, hemen her sözünü Ayet٭ ve Sünnet’e dayandırmıştır. O, Sünnet’e uyma konusunda da çok titiz davranmış, Hz. Peygamber’in yaptığını duyduğu, yapılmasını emrettiği herşeyi yapmış, her konuda O’na uymayı esas almıştır. Hatta o kadar önem vermiş ki, Hz. Peygamber’in Uhud Gazası’nda yaralandığı için namazını parmaklarının ucunda kılmak zorunda kaldığını duyunca, o da parmak ucuna basarak 400 rekat namaz kılmıştır. Bir sene kimseyle konuşmamış ve adı deliye çıkmıştır. Kendisine ‘deli’ denmesine, “İnsanlar bir kulu deli sanmadıkça,

onun imanı kemale ermez.”, “A man’s faith is not made perfect until he is supposed to be

mad!” Hadis’ini düşünerek önemsememiştir. Hz. Peygamber’in, “En kötü yerler pazar yerleri, en iyi yerler camilerdir.” buyurması üzerine çarşı-pazar dolaşmayarak camilerde zamanını geçirmiştir. Devamlı zahir ve batında davranışlarını Sünnet’e uygun şekilde yapınca, bu davranış biçimi onun huyu haline gelmiştir.472

Nicholson, bu bölümü Esrâru’t-Tevhîd’den olduğu gibi almıştır.

468 Yazır, Kur’an-ı Kerim Meali, 88

469 Kuşeyri, a. g. e., 103

470

A. y., 100

471 Mevlana, Mecâlis-i Seb’a, 14

٭ Ebu Said, hankah adabını on tane Ayet’e dayandırmıştı. (bkz. 76)

Esrâru’t-Tevhîd’de yer verilen başka bir menkıbede anlatılanlar, Ebu Said’in, Sünnet’e uyma konusundaki titizliğini teyid eder niteliktedir. O, son zamanlarında ağzında bir diş kalmış olmasına rağmen, her gece bir misvağı o tek dişinin etrafında dolaştırırmış, sonra elini yıkarken o misvağı da yıkarmış. Hz. Peygamber’in yemekten sonra misvak kullanılmasını buyurmasından dolayı böyle yaptığını, bu davranışının nedeni olarak açıklamıştır.473

Nicholson, bu menkıbelere yer vererek, Ebu Said’in Sünnet’e uyma konusundaki şu sözlerine değinmiştir: “Zahirde ve batında bütün davranışlarımda Hz. Peygamber’in Sünnet’ini model aldım; sonunda böyle hareket etmek tabiatım oldu.”, “ I modelled my actions, outward and inward, upon the Sunna of the Prophet, so that habit at last became nature.” 474

Ebu Said’in yakınında ve sohbetlerinde bulunanlar, onun Hz. Peygamber’in Sünneti’ne sıkı sıkıya bağlı olduğunu, hiçbir seferde, hiçbir hazarda (memlekette) Sünnet’i terk etmediğini açıklamışlardır.475

Ebu Said, tedbir alırken bile zeki birisiyle alınmasını önermiş, evrenin başlangıcından sonu gelinceye kadar gelmiş geçmiş en zeki kişinin Muhammed Mustafa (a. s. ) olduğunu ve tedbirin de onunla birlikte alınması gerektiğini, Hz. Peygamber ne demişse öyle davranılması gerektiğini, yasakladığı şeylerden uzak durulması gerektiğini vurgulamıştır.476

Nicholson, Ebu Said’in düşüncelerini ve uygulamalarını İslâm’ın dışında göstermeye çalışmıştır; bir yandan da, Ebu Said’in ısrarla Sünnet’e bağlılığını ifade etmesi üzerine, Hz. Peygamber’e bağlılığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Aynı durum günümüzde Mevlâna için de söz konusudur. Onun Kur’ân’a, Hz. Peygamber’e ve Sünnet’e bağlılığını ifade eden sözlerini görmezden gelenlerin sayısı az değildir ve genel olarak onu, yalnızca mistik ve filozof olarak görmek istemektedirler.

Nicholson, Ebu Said’in doğulu hayat hikayesinin sakin sakin devam ederken, aniden gençliğini harcadığı din ve Şeriatı bırakıp, tasavvufa döndüğünü söylerken şaşkınlığı satırlarına yansımıştır. O, Ebu Said’in topladığı bütün kitaplarını, defterlerini gömdüğünü Studies in Islamic Mysticism’de belirtip ve Esrâru’t-

473

İbn Münevver, a. g. e., 130; Nicholson, a. g. e., 37

474 Nicholson, a. g. e., 15

475 İbn Münevver, a. g. e., 80

Tevhîd’in bu konuyla ilgili bölümüne devam etmiştir.477

Orada şöyle geçer: Ebu Said, çocukluktan itibaren birçok ilim tahsil etmiş, pek çok kitap okumuş, biriktirmiş ve eserler yazmıştır. Kitaplara çok düşkün olmasına ve çok çabalamasına rağmen keşfinin açılmadığını görüp Allah’a dua etmiş ve bu niyazından sonra kitapları önüne alıp, Hakaika’t-Tefsir kitabını baştan sona okumaya başlamıştır; En’âm suresi “Allah de ve onları daldıkları oyunla başbaşa bırak!”, 61. ayetine gelince okumaya devam edememiştir. Ebu Said, bundan sonra kitaplarını toprağa gömmeye niyetlenmiş, kitaplarıyla “Sizler ne hoş delildiniz! Ama vuslattan sonra delille uğraşmak anlamsızdır.” sözleriyle vedalaşmıştır. (Nicholson, “Books, you are excellent guides!..” sözleriyle başlar.) Bu işin hokkaları ve kalemleri kırmak, defterleri yırtmak ve ilimleri unutmakla başladığını söylemiştir. Kitaplarını, eserlerini toprağa gömmüş, üzerine bir fidan dikmiş ve dibine de su vermiştir. Kitaplarını bağışlamasını söyleyenlere de yapılan bağışı, iyiliği hatırlamayı zihninden silmek istediğini söylemiştir. 478

Ebu Said, kitaplarını toprağa gömdükten sonra, üzerine bir de dükkan inşa ettirmiştir. Diktiği fidan kısa sürede büyümüş, kocaman ağaç olmuştur. Oğuzların Horasan’a saldırıp yıkıncaya kadar o ağaçtan insanlar teberrük amacıyla çeşitli nedenlerle gidip, ondan dallar koparmışlardır.479

Nicholson’ın, Oğuz Türkler’inin Horasan bölgesini işgalleri sırasında Ebu Said’in kabrinin ve onun kitaplarını gömdüğü yere diktiği ağacın, yerle bir olmasını yalnızca tek bir cümle ile ifade ettiğini tespit ettik.480

Buna benzer çok bilinen bir hadise Mevlâna ve Şems arasında da yaşanmıştır.

Hatırlanacağı gibi, Şems’de Mevlâna’nın bütün kitaplarını havuza atmıştır. Bu olaydan sonra Mevlâna, ‘kal’den ‘hal’e geçmiş, iç dünyası coşmuş, taşmış, Mesnevi ve Divan’ı Kebir gibi muhteşem eserleri ortaya çıkmıştır.

Nicholson’un ‘abandon’ kelimesini kullanması, Ebu Said’in tamamen Şeriatı ve zahiri ilimleri çalışmayı/ tedris etmeyi terkettiği anlamını ve başka bir dine geçmiş izlenimini verebilmektedir. “...Abú Sa‘íd immediately abandoned the study of theology and jurisprudence in which he had spent so much of his youth.”481

Sufilerin hiç

477 Nicholson, a. g. e., 20

478

İbn Münevver, a. g. e., 72; Nicholson, a. g. e., 20-21

479 İbn Münevver, a. g. e., 71; Nicholson, a. g. e., 20

480 Nicholson, a. g. e., 20

birisinin Şeriatı çalışmayı/tedris etmeyi terk ettiği görülmüş değildir, tam tersi pergel misali bir ayağı yerde (Şeriat’ta) sapasağlam sabit, diğer ayağı alemi dolaşır vaziyettedirler. Şeriat’a karşı olan ve karşı yönde hareket edenlere de sufi denilemez. Tasavvuf, sırlı bir yol olduğundan dolayı, zahirde yanlış gibi görünen şeylerin iç yüzü tam olarak anlaşılamadığı için sufiler, çoğu zaman suçlanmıştır; Şeriat’a aykırı bulunup başını verenler de vardır. (bkz. 66)