• Sonuç bulunamadı

Lugatte keramet, kerem, bağış; ikram, ağırlama; velilerin lüzumu dahilinde gösterdikleri fevkalade hal; ermişcesine yapılan iş, hareket veya söylenen söz, fikir olarak ifade edilmiştir.482 Kerametler, bir duanın kabulu, zaruret halinde bir yemeğin zuhur etmesi, susuzluk çekilirken suyun ortaya çıkması, uzun mesafelerin çok kısa bir sürede katedilmesi, düşman elinden kurtulunması, hafiften bir hitabın işitilmesi gibi olağandışı durumların meydana gelmesi şeklinde olabilirler.483

Evliyada zuhur eden kerametlerin en büyüğü, devamlı olarak ibadet ve taat işlemeye yetkin kılınmışlar, günahlardan korunmuşlar ve emirlere uymada dikkatli ve titiz olmuşlardır.484

Kur’ân’da Yüce Allah, Hz. Meryem hakkında, “ Zekeriyya, mihrapta bulunan Meryem’in yanına her girişinde orada rızık bulur ve ‘bunlar nereden geliyor?’ diye

sorardı. Meryem ise, ‘o, Allah’ın nezdindendir.’ derdi.” (Âlu İmrân, 3/37)485

buyurmuştur.

Bu tür olağanüstü olaylar yüzyıllardır vardır ve günümüzde de varlığı kabul edilmiş, incelemeye değer bulunmuş ve parapsikolji ilmi doğmuştur. Parapsikoloji (Psikoloji ötesi), bilinen tabiat kanunları ile açıklanamayan paranormal olayları inceler. Geçmişte bu tür olağan dışı hadiseler zihin fonksiyonlarından meydana gelen bir rahatsızlık olarak görülmekteydi. Bilim ancak tekraralanabilir olayları bilimsel veya gerçek olarak kabul eder. Parapsikolojik olayların ise istenildiğinde tekrar edilememe özelliği vardır ama, hiç olamayacağı anlamına gelmez. Parapsikoloji kelimesini ilk kullanan ve Duke Üniversitesi’nde 1930 yılında

482

Devellioğlu, a.g.e., 508

483 Kuşeyri, a. g. e., 437

484 A. y., 439

parapsikoloji labaratuvarını ilk kuran kişi, Joseph B. Rhine’dır. Telepati, duru görü gibi olağan üstü hadiseleri açıklamak için temel alınan teknik terim duyular dışı idrak kavramıdır. Bu yetenek kimilerinde ‘altıncı his’ diye adlandırılır. Bunlara ruh çağırma, medyumluk, olacakları rüyada görme, telepati, eşyayı gözleriyle hareket ettirme, Hint fakirlerinin kor ateş üzerinde yürümeleri, şiş batırma gibi spontene olayları sayabiliriz. Gelecekten haber vermeye Fransız kahin Nostradamus’u örnek verebiliriz. Onun 1555 yılında yazdığı Centuries adlı eserinde günümüzde olacakları bile bildiği iddia edilmektedir. Nazar olayı da bu bağlamda değerlendilmiştir.486

Keramet konusunda bazı sufilerin görüşleri de şöyledir: Bayezid Bestami’ye, (v. 262/875) ‘Falan zat bir gecede Mekke’ye gidiyor.’ denmiş, o da, “Şeytan da bir gecede meşriktan mağribe gider, fakat Allah’ın lanetindendir.” diye cevap vermiştir; “Falan zat su üzerinde yürüyor ve havada uçuyor.”denildiğinde, “Kuş da havada uçuyor, balık da su üstünde yürüyor. Marifet Şeriat’ın ahkamını tatbik etmektir, keramet göstermek değil.” diye cevap vermiştir.Sehl b. Abdullah Tüsteri bu konuda, (v. 283/896) “ Kerametlerin en büyüğü kötü huylarından bir huyunu değiştirmendir.”487

demiştir.

Beyazid Bestami’ye atfedilen bu menkıbe, Ebu Said’e de benzer şekilde atfedilmiştir. Ebu Said’e, “Falan kişi su üstünde yürüyor.” diye söylenince, o, “Basit bir şey, kurbağa ve küçük başlı deve (su kuşu) de su üstünde yürüyor.”diye cevap vermiştir; yine: “Falan kişi havada uçuyor.” dediklerinde, o, “Önemli değil, karga ve sinek de havada uçuyor.”demiştir; onlar yine: “Falan kişi bir anda bir şehirden diğer birine gidiyor.” deyince, o yine, “Şeytan da bir nefeste dünyanın bir ucundan öbür ucuna gidiyor. Böyle şeylerin önemi yoktur. Er odur ki, halkla birlikte oturup kalkar, uyur, onlarla alışveriş yapar, haşır neşir olur, ama bir an bile Hakk’tan gafil olmaz.”488

diye cevap vermiştir. Görüldüğü gibi Bayezid Bestami ile Ebu Said daha önce olduğu gibi hemen hemen aynı cümleleri sarfetmişlerdir. Daha önce de belirttiğimiz gibi sufiler kendilerinden önce gelen sufilerden etkilenmiş, onlara benzer, hatta aynı sözler söylemişlerdir. Bunun böyle olmasının

486 Ali Köse, “Hârikulade”, DİA, XVI, İstanbul 1997, 185-188

487 Kuşeyri, a. g. e., 446

bir nedeni de, Hz. Peygamber’den itibaren Hz. Ali’den aşağı inen bir eğitme ve öğretme metodunun olmasıdır; ‘altın zincir’ denilen bu silsile metodu ile bilgilerin, deneyimlerin, menkıbelerin sürekli olarak bir sonraki kuşağa aktarılmasının çok büyük etkisi olduğunu düşünüyoruz.

Ebu Said’in kerametleriyle etkili olan bir şeyh olduğunu, Esrâru’t-Tevhîd’de anlatılan pek çok menkıbeden anlayabiliriz. Ona karşı olanlar, onun sohbetlerine önyargıyla gelenler, onun kerametlerinden etkilenip saygı duymuştur ve bir çoğu da onun müridi olmuştur. Özellikle zihinden geçenleri okuyup, cevaplar vermesi insanları çok etkilemiştir. Esrâru’t-Tevhîd’de ünlü mutasavvıf Abdulkerim Kuşeyri’nin de, Ebu Said’in tasavvuf anlayışını kabul etmeyenlerden olduğuna değinilmiştir. Kuşeyri’nin, kendi müridlerinin çok istemesi üzerine Ebu Said’in sohbetlerine katıldığına dair anekdotlara yer verilmiştir. Ebu Said’in, Kuşeyri’nin gönlünden geçenleri bildiği, onun da çok etkilenip onun gücünü kabul ettiği ve aralarında bir dostluğun başlamasına vesile olduğu anlatılmıştır.489

Nicholson’un yer verdiği, Esrâru’t-Tevhîd’deki Ebu Said’in kerametini anlatan bir menkıbe de şöyledir: Nişabur’da birisinin Ebu Said’den, keramet göstermesini istemesi üzerine, Ebu Said, Ebu’l-Abbas’ı örnek vermiştir; onun babasından kasaplığı öğrendiğini, sonra ona gelen tecelli ile onun aklının başından gittiğini, kendisini Bağdat’ta bulduğunu, Ebu Bekir Şibli’nin onu Mekke’ye gönderdiğini, oradan Medine’ye, oradan da Mescid-i Aksa’ya, sonra Hızır’ın gösterildiğini, sonra buraya geri atıldığını, daha sonra bütün insanların ona gelip, Allah’ı onda aradıklarını anlatmış ve bundan iyi keramet olamayacağını ifade etmesine rağmen, adamın yine de ondan keramet göstermesini istemesi üzerine, Ebu Said, kendisini tümüyle Kerim Allah’a verenin bütün davranışlarının keramet olduğunu ve eğer Allah, bir kulu arındırırsa kulun davranışlarının, tavırlarının, hallerinin ve sözlerinin hepsinin keramet olacağını söylemiştir.490

Fakat o, kerametlere değer vermeyen, kendi kerametlerinin, riyazet ve mücahedesinin gizli kalması taraftarı olan bir veli profili çizmektedir.491

Tasavvuf açısından doğru olan

489 Uludağ, a. g. m., 7-39; 11

490 İbn Münevver, a. g. e., 276-277; Nicholson, a. g. e., 66-67

da budur. Bu anlatılanlardan Ebu Said’in, ‘telekinesis’,٭ ‘tayy-i mekan’ gibi olayları yaşadığı, fakat onun bu olağandışı olayları sergilemeyi önemli bulmadığı, ona göre gerçek insan olmanın esas olduğu anlamı çıkarılabilir.

Esrâru’t-Tevhîd’de anlatıldığına göre: Ebu Said, bir sorunu olsa, yalınayak Serahs’a gidip, sorununu Piri Ebu’l-Fadl’a arz edip, halettirip, sonra geri döndüğü anlatılmıştır. Bu durum Abdüssamed’den doğru bir şekilde ulaşan rivayete göre, Ebu Said’in Serahs’a çoğu zaman yer ile gök arasında, havada yürüyerek gittiğini ancak, bunu tasavvuf ehli olanlardan başkasının göremediği söylenmiştir. Şeyh Ebu’l-Fadl’ın Ahmed isminde bir müridi, Ebu Said’i havada yürürken görmüş, “Mihene’li Ebu Said yerle gök arasında geliyor.” demiştir. Ebu’l-Fadl’ın, “Sen onu gördüysen sen ölmeden önce ama olacaksın.” dediği ve ömrünün sonuna doğru Ahmed’in kör olduğu anlatılmıştır.492

Ebu Said bir süreliğine Serahs’da kalırken, Ebu’l-Fadl Hasan’ın yanında ‘Allah’ kelimesinin hakkını vermeye uzun bir süre çabalamış, sonunda sinesinde bir pencere açılmış, tepeden tırnağa kadar bu ‘Kelime’ haline gelmiştir ve Ebu’l-Fadl bu kelimedeki (Logos) harflerin kapısının ona açılmış olduğunu söylemiştir.493

Esrâru’t-Tevhîd’de evliyaların öldükten sonra bile kerametlerinin devam ettiğine dair örneklerden bahsedilmiştir. Bunlardan birisi de şudur: Dervişler, ‘Nasa’ şehrine ‘Küçük Şam’ adını vermişlerdir zira, orada 400 tane evliyanın kabri bulunmaktadır. Hırka giyen velilerden ve velayet sahiplerinden bir çoğunun da orada yaşıyor olduğu belirtilmiştir. O devirde yaygın olan, “ Horasan’da bir bela ve bir fitne zuhur etse, Nasa’ya yönelince defolup gider.” sözünün doğruluğunun pek çok defa gözlemlendiği söylenmiştir. Nasa şehrinin fitne, baskın, yağma, talan, yakıp-yıkma ve katliam olaylarından senelerce kurtulmayı başarmış olduğu anlatılmıştır.494

Nicholson, Ebu Said’in kerametlerini anlatan menkıbelerinin çoğunu olduğu gibi vermiştir. Müridi Hoca Hasan Müeddib’den nakledilen bir menkıbesine göre:

٭ Telekinesis, nefesle tedavi, ölüleri diriltme, su üstünde durma, uçma, yağmur yağdırma, olayları

önceden bilme, tahmin etme, düşünceleri okuma, olayları kontrol altına alma..vs. gibi olağanüstü hallerdir. (Nicholson, Mystics of Islam, 139; Köse, “Hârikulâde”, 185-188: 186 )

492 Nicholson, Studies in Islamic Mysticism, 14; İbn Münevver, Esrâru’t-Tevhîd, 63

493 Nicholson, a. g. e., 8-9; İbn Münevver, a. g. e., 57

Ebu Said, sülukunun başlangıcında Nişabur’da meclis kurup sohbetlerine başlar, kürsüde şiirler okumaktadır. Ebu Said, görkemli sofralar kurdurup, ziyafetler çekmektedir; sürekli coşkun sema yapmaktadır. Kerramiye٭ mezhebinin önderi Ebu Bekir Ishak (v. 410/1019), Ehl-i Re’y’in٭ ve Rafızilerin önderi Kadı Said, Ebu Said’e şiddetle tepki göstermişler ve Gazne sultanına şikayet etmişlerdir. Onun toplantılarını dine aykırı bularak, ona karşı birlikte savaşa karar vermişlerdir. Kadı Said 30 000,٭٭ Ebu Bekir Ishak 20 000, Sultan 100 000 asker ve 700 filli bir ordu hazırlanmıştır; bu tarafta sadece 120-150 kişi vardır. Ancak, Ebu Said, onların düşüncelerini okuyarak, onlara çeşitli dersler vermiş ve onları pişman etmiştir. İdam edileceklerini düşünen kendi sohbet ehline dönerek, “Dünden beri korkunuzdan titriyordunuz ve idamda kullanılan ipleri sizinle yağlayacaklarını sanıyordunuz değil mi? Hüseyin b. Mansur Hallac gibi olmak gerek, Çağında Doğu’da-Batı’da tasavvufi bilgilerde bir benzeri yoktu. İdam iplerini onun gibisi için yağlarlar, çapulcular ve namertler için ipi yağlamazlar.” diyerek kavvaldan şiir okumasını istemiştir ve müridleri coşarak, naralar atarak, sema etmişlerdir.495

Nicholson, anlatılan bu menkıbenin hayal ürünü olabileceğini, müslümanların velilerine telapatik güçler yükleyerek abartabileceklerini belirtmiş, Ebu Said’in de kaydedilmiş mucizelerinin büyük bir bölümünün bu çeşit olabileceğini ifade etmiştir. O, Muhammedi velilerin, anlatılan menkıbelerinde sık sık düşünce okuyucu olarak gösterildiklerine değinmiştir. Ona göre, onların delille söylenen menkıbelerinin çoğundan şüphe duyulabilir. Ebu Said’in, tehdit eden miydi, yoksa değil miydi, sorusunu sormuştur. Onun lüks hayat tarzıyla ve ehliyetsiz

٭ Kerramiyye: h. III./IX asrın sonlarından itibaren Horasan ve Mâverâünnehir'de Mürciî/Hanefî

çevrelerde kendine has siyasi, itikadi, fıkhi ve tasavvufi görüşleri ile ortaya çıkan ve buradan diğer bölgelere yayılarak VII./XIII. asrın başlarına kadar varlığını sürdüren ve adından sık sık bahsedilen İslâm düşünce ekollerinden birisidir. Bu mezheb'in kurucusu Ebû Abdullah Muhammed b. Kerram (v. 255/868) olduğu söylenmektedir. Kerramiler, imanı sadece dilin ikrarı olarak tanımlarlar, kalb ile bilmek iman olmadığı gibi, dil ile ikrarın dışında hiç bir şey de iman değildir. Onlara göre, Hz. Peygamber olsun veya olmasın, bütün müslümanlar imanları bakımından eşittirler. Çünkü her mümin gerçek mümin, her kafir de gerçek kafirdir. İkisi arasında üçüncü bir yer yoktur. Ölümle birlikte mürsel görevi sona erdiğinden Hz. Muhammed kabrinde sadece resuldür; cisim yok olunca, sıfatta yok olur. Yine onlara göre, veli, nebiden faziletlidir. Allah'ın akılla bilinmesi vaciptir. bkz.http://www.sonmezkutlu.com/?&Bid=205161 10. 08. 2011’de erişildi.

٭ Nicholson, parantez içinde ‘liberal teologlar’ olarak vermiştir.

٭٭ Bu sayı Esrâru’t Tevhîd’de 3000 dir. Fillerin sayısı, 750 dir.

uygulamalarıyla, katı din adamlarında öfke yaratmasını anlayabileceğini belirtmiştir.496

Ebu Said’e atfedilen menkıbelerde abartılan yönler olabilir, ancak, çoğu veli gibi Ebu Said’in de düşünce okuması şaşılacak bir şey değildir. Bu Allah tarafından veli kullarına verdiği lutuflarından birisidir. Ebu Said’e karşı toplanan ordunun sayısının çok abartılı olduğu söylenebilir. Nicholson’un verdiğine göre toplam 150 000 kişilik bir ordu ve savaşçı 750 fil çok büyük bir rakamdır. Ebu Said ve beraberindekiler en fazla 150-200 kişidirler. Rakamların yüksek tutulması, Ebu Said’in bu büyük techizatlı orduya korkmadan meydan okuması ve onları düşünceleri okuyarak yenmesinin anlatılması, onun manevi gücünün büyüklüğünü sergileme isteğinden kaynaklanmış görünmektedir.

Nicholson, Mystics of Islam’da da keramet konusunun üzerinde önemle durmuş, müslümanların kerametlerine bakış açılarını eleştirmiştir. Kerametlerin, tabiat yasalarını bilmeyen müslümanlar için önemli ve etkili olduğuna değinerek, o, kendisinin akıldışı ve imkansız bulduğu bu çeşit olayların, mantıklı bir açıklamasını bulmak mecburiyetini hissettiğini söylemiştir.497

Nicholson, bir insanın kendi kalb nuru ile Allah’ı aramasını tehlikeli bulmuş ama, başkasının kalb nuru ile O’nu aramasını, çok daha tehlikeli bulduğunu vurgulamış, sahte kutsallık olarak değerlendirmiş ve telafisinin olmadığını söylemiştir.498

G. Riyazet-Mücahede

Nicholson, Hıristiyan keşişliğine benzettiği Ebu Said’in riyazet ve mücahede dolu yaşamına geniş yer vermiş ve bu pratiği ”self-mortification” kelimesi ile anlamlandırmıştır. Zaman zaman zühd ile karıştırmış, ‘ascetics’ kelimesini kullanmıştır.

Lugatta mücahede, uğraşma, savaşma; nefsi yenmeye olan çalışma; din düşmanlarıyla savaşma anlamlarına gelir.499

Mücahede, sözlükte, “güç ve gayret

496

Nicholson, a. g. e., 32-33

497 Nicholson, Mystics of Islam, 146

498 Nicholson, İslam Sufileri, trc. Dağ vd.,124

sarfetmek, bir işi başarmak için elinden geleni yapmak” anlamındaki cehd kökünden türer.500

Riyazet, lugatta, nefsi kırma, dünya lezzetlerinden ve rahatından sakınma, perhizle, kanaatle yaşama olarak ifade edilmiştir.501

Tasavvufta, insanın nefsinin arzularına, kötü isteklerine ve şeytana karşı direnip, savaşmasıdır. Mücahedeye ‘nefs ile cihad’ da denir. Nefs ile cihad, düşmanla cihaddan daha zordur. Mücahede ve riyazet birbirine yakın kavramlardır; mücahede, nefsi iyiliğe zorlamak, riyazet nefsi bu işe alıştırmaya çalışmaktır. Önce mücahede ile işe başlanır, riyazetle devam edilir, sonucunda da müşahede gerçekleşir.502

Allah Tealâ’nın: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere gelince, elbette biz

onlara yollarımızı gösteririz...” (Ankebut, 29/69)503

ayeti bu manevi cihada işaret sayılmıştır.

Ebu Said ve Kuşeyri’nin şeyhi Ebu Ali Dekkak (v. 405/1014), bu konuda şöyle demiştir: “Dışını mücahedeyle süsleyenin içini Allah, müşahedeyle güzelleştirir.”504

Ünlü sufi, Ebu Osman Mağribi (v. 373/983) de, nefsiyle sıkı bir mücâhedeye girişmeyen salikin tasavvuf yolunda yeni birşey öğrenemeyeceğini belirtmiştir.505

Mevlâna da, dünya sevgisinin, ‘benlik’ ve ‘nefis’ sevgisinden kaynaklandığı, nefsin hoşuna giden şeylerin genelde dünyalık olduğu düşüncesindedir.506

Onun Mesnevi’sinde riyazet ve mücahedeye teşvik eden dizeleri vardır:

“Aziz Peygamber’imizin şu sözünden ders al: ‘Düşmanların en korkuncu, en zalimi, senin içinde bulunan nefsindir.’ ” (beyit: 4064)507

“Bu nefis düşmanının atıp tutmasına kulak verme, ondan kaç; çünkü inadında, ısrarında, ayak direyişinde o, İblis’e benzer.” (beyit: 4065)508

500

Süleyman Uludağ, “Mücahede”, DİA, XXXI, İstanbul 2006, 440

501

Devellioğlu, a. g.e., 895

502 Yılmaz, a. g.e., 193

503 Yazır, Kur’an’ı Kerim ve Meali, 403

504 Yılmaz, a. g. e., 193

505

Uludağ, “mücahede”, 440

506 Mevlâna, Mecâlis-i Seb’a; 93

507 Mevlâna, Mesnevi, III-IV, 325

Hallac-ı Mansur, asılması sırasında kendisine öğüt vermesini isteyen kişiye nefis ile mücahedeyi tavsiye etmiştir: “Sana tavsiyem nefsindir; çünkü sen ona binemezsen , o sana biner.” 509

demiştir.

Abdülkadir Geylâni bu konuda: “Nefis üzerinden mücahede sopasını kaldırmayın, onun felaketlerinden gafil olmayın, vahşi hayvanın uyumasından gafil olmayın, o vahşi hayvan uyur gibi görünür, ama gerçekte avını gözetlemektedir. İşte o vahşi hayvan nefistir.”510

diyerek nefsi vahşi hayvana benzetmiştir.

Ebu Said, hemen hemen ömrünün çoğunu mücahede ve riyazet ile geçirmiştir. O, çoğu zaman eski bir ribatta oturmuş, uzun süre perhizkar bir yaşam sürmüş, çeşitli çileler çekmiştir. Bu ribatlardan üç tanesi Mihene civarındadır.511

Ebu Said uzun bir halvet ve çile hayatından sonra, Şeyhi Ebu’l-Fadl’ın işaret etmesi üzerine, Mihene’ye gidip halkı irşat etme yetkisi vermesine rağmen, Mihene’ye gelip riyazet ve mücahedesini artırmıştır.512

Kendisine onsekiz şeyi yapmayı görev bilmiştir ve onsekiz bin alemin kapısının açılmasına sebep olmuştur. Devamlı oruç tutmuş, haram lokma yememiş, daima zikirle meşgul olmuş, geceleri uyumamış, yanını yere koymamış, sadece oturarak uyuklamış, kıbleye doğru oturmuş, hiç bir şeye yaslanmamış, hiçbir oğlana kötü gözle bakmamış, haramlardan sakınmış, kimseye kul olmamış, dilenmemiş, kanaat etmiş, teslim olup işin sonunu beklemiş, daima mescitte oturmuş, çarşı-pazar dolaşmamış, her gün hatim indirmiş ve görmemiş, duymamış, kimseyle konuşmamıştır; bu şekilde nefsini zelil etmeye uğraşmıştır.513

İbn Münevver, Ebu Said’in riyazet ve mücahedesine şahid olanların anlattığı birçok menkıbeye yer vermiştir. Ebu Said’in babasının anlattığı bir olayda, her gece babasının, oğlunun odasının kapısını zincirlemesine, onun uyuyup uyumadığını kontrol etmesine rağmen, birçok gece Ebu Said’i odasında ve evde bulamamış, kapının zincirinin de yerinde olmadığına şahit olmuştur. Sabah ezanıyla onun sessizce gelip, odasının kapısını tekrar zincirleyip uyuduğunu farketmiştir. Bir gece onu takip etmiş, onun ribata gittiğini, içeri girip kapısını kilitlediğini görmüş, bu yüzden onu damdan izlemek zorunda kalmıştır; Ebu Said’in ayağına ip bağladığına

509 Dilaver Gürer, Abdülkadir Geylâni, Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İstanbul 2006, 261

510

A. y., 260

511 İbn Münevver, a. g. e.,60

512 A. y., 60

ve kendini baş aşağı kuyuya sarkıtarak tan ağarıncaya kadar Kur’ân okuduğuna şahit olmuştur. Onun Kur’ân’ı baş aşağı, kuyuda hatmetme şekilindeki riyazeti uzunca bir zaman sürmüştür.514

Bir gün Ebu Said, kendi kendine ilmi, ameli, murakabeyi elde ettiğini düşünmüştür, sonra bunları hatırına getirmemek için dervişlerin her türlü işlerini yapmıştır. O, dervişlerin ateşlerini yakmış, zaviyelerini süpürmüş, tuvaletlerini temizlemiş, ihtiyaçlarını alıp getirmiş ve hatta halktan dilenmiştir. Nefse en zor gelen şeylerden biri de dilenmek olduğunu belirtmiştir. Zamanla halk artık bağış vermemeye başlayınca, başındaki sarığı ayakkabılarını, daha sonra da cübbesini satarak onların ihtiyaçları için çalışmıştır. Ayrıca sürekli olarak camileri silip süpürmüş, elinde ne varsa dervişler ve halk için harcamıştır.515 O, “Ya Rab, bana ben lazım değil, beni benden kurtar.” diye yakarmış, Kur’ân’ı hatmederken, “Allah, onlara karşı sana yeter, O, işitir ve görür.” (Bakara; 2/137)٭ ayetine gelince kendiden geçmiş ve işler değişmiştir. Anlatılamayacak kadar zorlu çileler çekmiştir ve kendisinin başardığını sandığı şeylerin aslında Hak Tealâ’nın desteğiyle başardığını farketmiştir.516

Esrâru’t-Tevhîd’de anlatıldığına göre, Ebu Said, Amul’deki Ebu’l-Abbas Kassab’ın yanında bir yıl, ya da iki buçuk yıl kalmıştır. Ebu Said, onun hankahında her gece sabaha kadar namaz kılıp gündüzleri oruç tutmuştur. Ebu’l-Abbas Kassab’ın hankahında kırk bir yıl halvete beraber girdiği dervişlerinin fazla ibadetlerine müdahele etmesine rağmen, Ebu Said’in fazla ibadet yapmasına hiç müdahalede bulunmamıştır. Ebu’l-Abbas’ın, kan verdiği bir gece sargısı çözülmüş ve eli ve elbisesi kan içinde kalmıştır. O sırada gece ibadetini yapmakta olan Ebu Said, onu görmüş ve kendi elbisesini hocasına vermiş, onun kanlı elbisesini gece yıkayıp, kurutup getirmiştir. Ebu’l-Abbas, kalkıp eliyle yıkanmış elbisesini Ebu Said’e giydirmiş ve bu da Ebu Said’in giydiği ikinci hırka olmuştur.517

Ebu Said, nefis galipken çıkan nefesin, nefes olmadığını, bacadan çıkan dumana benzediğini, nefis ezilir ve yenilgiye uğratılırsa o zaman İslâm’ın nurunun

514 İbn Münevver, a. g. e., 61-62; Nicholson, a. g. e., 13-14

515İbn Münevver, a. g. e., 62

٭ Studies of Islamic Mysticism’de ayet numarası (Kor: 2/131) olarak verilmiştir.

516 İbn Münevver, a. g. e., 64-65; Nicholson, a. g. e., 16

galip geleceğini, işte o zaman bedenden saf ve iyi nefesler çıkacağını söylemiştir.518

Ebu Said, şu dizelerle de nefisten kurtulmak gerektiğine dikkat çekmiştir: “Vahdet yolunda ne küfür var ne iman

Nefsinden bir adım çık ve yolu gör. Ey cihanın canı! Ve İslâm’ı seçen

Engerek yılanıyla ol, ama nefsinle olma!”519

Hz. Peygamber’in: “Sıddıkların başından en son çıkan şey, baş olma sevdasıdır.” buyurmasına örnek olarak Esrâru’t-Tevhîd’de Ebu Said’in müridlerinden Hoca Hasan Müeddib örneği verilmiştir. Hasan Müeddib, Nişabur’da kendisini ve elindekileri şeyhine hizmete adamıştır; şeyhi de onu çeşitli çilelere sokmuş, dervişlere hizmet ettirmiştir. Ama onun içinde efendilik ve baş olma