• Sonuç bulunamadı

Radiyyüddîn Ali Lâlâ (ö 642/1244)

Belgede Necmeddin Kübra ve Kübrevilik (sayfa 135-141)

1.3. NECMEDDÎN KÜBRÂ‟NIN ESERLERĠ

2.1.2. Radiyyüddîn Ali Lâlâ (ö 642/1244)

Radıyyüddîn Ali Lâlâ, hem Necmeddîn Kübrâ hem de Mecdüddîn Bağdâdî‟nin elinde tasavvufî eğitim görmüĢ önemli bir Ģahsiyettir. ġeyh Kübrâ‟nın, bu zâtın terbiye ve irĢâd görevini, aynen Necmeddîn Dâye‟de olduğu gibi, en yakın halifesi Bağdâdî‟ye havâle ettiği bilinmektedir.418

Dolayısıyla o, biri Kübrâ diğeri de Bağdâdî tarafından verilen iki icâzete sahiptir.419

Günümüze kadar uzanan Kübreviyye silsilesi de Ali Lâlâ vasıtasıyla devam edegelmiĢtir. Bu önemli noktaya iĢâret ettikten sonra onun hakkındaki bilgilere geçebiliriz.

Tam adı Ali b. Saîd b. Abdülcelîl el-Gaznevî olan Radıyyüddîn‟in doğum tarihi bilinmemektedir. Fakat DevletĢâh‟ın, “Bazıları 76, bazıları 79 yıl yaĢadığını

söyler.” 420

sözünden yola çıkarak, onun 563/1167 veya 566/1170 yılında dünyaya geldiğini söyleyebiliriz. Babası ġeyh Saîd (ö. ?), ünlü Ģâir Hakîm Senâî (ö. 526/1131)‟nin amcasının oğluydu.421

Senâî ile birlikte hacca gitmiĢlerdi. Cüveyn

413 Ali Lâlâ‟ya verilen bu icâzetnâme metni Kerbelâî‟nin eserinde yer almaktadır. Bkz. Kerbelâî, II, 308-311. Bağdâdî hakkında genel bilgiler için bkz. ReĢat Öngören, “Mecdüddîn el-Bağdâdî”, DĠA, XXVIII, 230-231.

414 DâniĢpejûh, Hırka-i Hezâr Mîhî, ss. 160-162, 168-174. 415 Berthels, ss. 453-459.

416 Bağdâdî, Tuhfetü’l-Berere, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1695, vr. 2a. 417

Ahmed Münzevî, Fihrist-i Nüshahâ-yı Hattî-yı Fârisî, Müessese-i Ferheng-i Mıntıka, Tahran, 1969, II/I, 1384.

418 Bkz. Câmî, s. 608; NurbahĢ, s. 53.

419 Bunlardan Necmeddîn Kübrâ‟ya ait olanı hilâfet icâzeti, Mecdüddîn Bağdâdî‟ninki de sohbet ve terbiyet icâzeti olarak kabul edilebilir. ġeyh Kübrâ‟nın icâzeti için bkz. Süleymaniye Ktp., ġehid Ali PaĢa, nr. 2800, vr. 24b-25b. ġeyh Bağdâdî‟nin icâzeti için bkz. Süleymaniye Ktp., ġehid Ali PaĢa, nr. 2800, vr. 27a-28b.

420 Bkz. DevletĢah, s. 342.

421 Bu yakınlık bir çok kaynak tarafından vurgulanmaktadır. Bkz. DevletĢah, s. 342; E. Ahmed Râzî, I, 343; Ġsfizârî, I, 290; ġüsterî, II, 133.

127 vilâyetine bağlı olan Husrev-i ġurgîn‟de kethüdâ idi. Onun doğumu da burada gerçekleĢmiĢti.422

Alâuddevle-i Simnânî, Radıyyüddîn‟e “Lâlâ” lakabının verilmesiyle ilgili olarak Ģöyle bir nakilde bulunmaktadır: “Yusuf Hemedânî aslında bu ismi

Radıyyüddîn‟in babası ġeyh Saîd‟e vermiĢti. Böylece onu Merv‟deki ashâbının büyüğü olarak tayin ediyordu. Merv ehli ona „Bozürg ve Rakîb Lâlâ‟ diyordu.”423 Buradan anlaĢıldığı kadarıyla bu isim ona babasından miras olarak kalmıĢtır.

Radıyyüddîn, daha Necmeddîn Kübrâ ile tanıĢmadan evvel babasının yanında sülûk ile meĢgul oluyordu.424

Kaynakların ittifakla üzerinde durdukları bir husus, onun birçok Ģeyhin yanında bulunması ve hırka giymesidir. Bu mürĢidlerin sayısı 113 ile 124 arasındadır.425

Hattâ DevletĢâh‟a bakacak olursak Radıyyüddîn, dünyanın meskûn olan dörtte birini dolaĢmıĢ ve 400 büyük Ģeyhten icâzet almıĢtır. Hindistan‟a kadar gidip Baba Ebu‟r-Rızâ Reten‟e mülâkî olmuĢtur. Baba Reten, Hz. Peygamber‟in ashâbından veya Hz. Ġsa‟nın havârilerinden biri olarak kabul edilen efsanevî bir kiĢiliktir. Rivâyete göre bu zât, kendisine emânet edilen Hz. Muhammed‟in tarağını Ali Lâlâ‟ya vermiĢ ve akabinde vefât etmiĢtir.426

Simnânî o tarağı bir hırkaya, hırkayı da bir kâğıda sarmıĢ ve bu kâğıdın üzerine Ģunları yazmıĢtır: “Bu tarak, Resûlullah‟ın taraklarındandır ki, bu zaîfe onun

sahâbesinden eriĢti. Bu hırka da Ebu‟r-Rıza Reten'den yine bu fakîre ulaĢtı.” Yine

422 DevletĢah, s. 342.

423 Simnânî, Tezkiretü’l-MeĢâyih, s. 321. 424 Sistânî, s. 185.

425 NurbahĢ, s. 53; Dârâ ġükûh, s. 106; Ġsfizârî, I, 290; E. Ahmed Râzî, I, 343; Nefehât müellifi Abdurrahman Câmî ise bunun 120 adet olduğunu söylemektedir. Bkz. Câmî, s. 609. Radıyyüddîn Ali Lâlâ‟nın, ġeyh Ziyâüddîn Ebu Bekir b. Ebu‟l-Alâ el-Hâtimî adında, hakkında herhangi bir bilgimizin bulunmadığı bir Ģeyhle de görüĢtüğü rivâyet edilmektedir. Bkz. DeWeese, “Two Narratives on Najm al-Dîn Kubrâ and Radî al-Dîn Ali Lâlâ from a Thirteenth-Century Source: Notes on a Manuscript in Raza Library, Rampur”, ss. 298-339. Ferîdüddîn Attâr da Bâyezîd‟den bahsederken, onun 113 pîrden istifâde ettiğini söyler. Bkz. Attâr, s. 172. Cüneyd-i Bağdâdî ise “Ġki yüz pirin hizmetinde bulundum, bunların içinde yedi tanesinden fazlası örnek alınmaya

yaraĢır bir halde değildi.” Attâr, s. 388.

426

128 müellifin belirttiğine göre, yukarıda sözü edilen emânet Hz. Peygamber‟in, Ali Lâlâ‟ya olan emâneti idi.427

Radıyyüddîn‟in Necmeddîn Kübrâ‟yı arayıĢı, uzun seyahatleri ve sonunda ona intisâb etmesi menkıbevî mâhiyette olduğu için, ġeyh Necmeddîn Kübrânı ġehîd

Kılıb ġehr-i Hârezmni Harâb Kılğânının Beyânı isimli menâkıbnâmedeki bilgilerle Çihil Meclis‟tekiler arasında bazı benzerlikler bulunmaktadır. Ġlkine göre onun

hikâyesi Ģöyledir:

Bağdat‟ta yaĢlı bir kadın yaĢamaktadır ve Abdurrahman isminde bir oğlu vardır. Bu çocuk bir rüyâ görür ve bunu annesinin yorumlamasını ister. Rüyâsı Ģöyledir: Bir minâre vardır ve ona çıkmak ister. Etrafındaki bütün insanlar da oraya çıkmak isterler, fakat o bunu baĢaramaz. Kalendere benzeyen bir adam onu tutar ve minârenin tepesine çıkarır. Annesi bu rüyayı Ģu Ģekilde yorumlar: “Bir derviĢ sana

büyük bir makāma eriĢmen konusunda yardım edecek.” Bunun üzerine kadın, oğlunu

bu zâtı bulması için gönderir. Çocuk yolunu kaybeder, ağlar ve amacına nasıl ulaĢacağını bilemez.

Bu sırada Necmeddîn Kübrâ, Harezm‟de bir tarîkat kurar ve çok meĢhur olur. Her taraftan müridler onun yanına gelir. Abdurrahman yedi yıl boyunca ĢaĢkın bir halde dolaĢır, sonunda Ģeyhin adını iĢitir ve Harezm‟e gider. Onu görünce, bu kiĢinin, rüyasındaki derviĢ olduğunu anlar ve kalbi mutmain olur. ġeyh onu müridliğe kabul eder ve kendisine “Mecdüddîn” lâkabını verir. Bu kiĢi aradan yedi gün geçince bir mürĢid olarak hizmet etmek üzere Ģeyhinden icâzet alır.

Mecdüddîn, bir gün sokakta emîrin dâmâdını görür. Bu kiĢi atını onun üzerine doğru sürünce Ģeyh yere düĢer, çok kızar ve Ģöyle der: “Ey câhil! Hangi geri kafalı

sâhib ve boĢ beyinli emîr bu salağa kızını verdi?” Sonra yerden doğrulur ve gider.

Emîrin dâmâdı bu sözlere öfkelenir ve intikam alma yolları arar. Birkaç gün sonra sarhoĢ bir haldeyken sokakta ansızın Ģeyhle karĢılaĢır. Kaplan gibi onun üzerine atlar ve baĢını kılıçla keser. Müridler dehĢet içinde kaçıĢırlar. Bu sırada o kiĢinin altındaki at delirir ve onu yere çarpıp öldürür. Emîr, Ģeyhe olan izzet ve saygısından dolayı

427

129 onu toprağa verir, onun için hayırlar yapar ve dâmâdının Ģerrinden kurtulduğu için de çok sevinir.428

Bu menkıbedeki Abdurrahman‟ın hikâyesi, bir dereceye kadar Çihil Meclis ve Nefehât‟teki Radıyyüddîn ile ilgili anlatılanlara benzer. Fakat olay, çeĢitli bakımlardan farklılıklar göstermektedir. Mecdüddîn Bağdâdî‟nin öldürülmesi hâdisesi de bunun içine katılmıĢtır. Evvela Ali Lâlâ, Bağdadlı değil, Horasan‟daki Cüveyn vilâyetindendir. Ġkincisi o, herhangi bir emîr veya yakını tarafından öldürülmemiĢtir. Ayrıca ġeyh Kübrâ‟nın ona “Mecdüddîn” lâkabını verdiğine dair herhangi bir bilgimiz de bulunmamaktadır. Muhtemelen Çihil Meclis ve Nefehât kaynaklı bu hâdise, aradan geçen uzun süreçte karıĢtırılmıĢ ve halk muhayyelesinde değiĢik bir hüviyete bürünmüĢtür. Daha erken tarihli ve çok kabul gören hikâye ise Ģudur:

Necmeddîn Kübrâ, hadis tahsil etmek için Hemedân‟a gittiğinde, buraya bir fersah mesafede bulunan Radıyyüddîn‟nin köyüne uğradı. ġeyh Kübrâ henüz tasavvuf yoluna sülûk etmemiĢti. O gece, Ali Lâlâ, göğe yükselen bir merdiven gördü. Birisi merdivenin baĢında durmuĢtu. Halk teker teker onun önüne geliyor, o da onları, ellerinden tutarak, göğe çıkarıyor ve merdivenin baĢında duran baĢka bir Ģahsa teslim ediyordu. Yukarıda, merdivenin baĢında duran ikinci Ģahıs her birini göğün kapısından içeri aldı. Radıyyüddîn‟i de merdivenden yukarı çıkardılar. Elini onun eline verdiler. O da tıpkı diğerleri gibi onu göğün kapısından içeriye aldı.

Ali Lâlâ bu hâdiseyi Ģöyle anlatır: Ben de koĢup Ģeyh hazretlerine vardım. Elimi ona verip tutunmak istedim. Fakat Ģeyhin iĢâreti üzerine elimi bir baĢkasına verdim. ġeyh onun elini tuttu ve her ikimizi birden göğe çıkardı, arĢa eriĢtirdi. O anda Ģeyhin sûretini gördüm. ArĢa oturmuĢtu. Ben, “Onun bedeni cân, cânı beden

oldu. Bedeni orada, cânı buradadır.” dedim.

Radıyyüddîn bu olayı babasına anlatınca, babası ona, “Bu Ģahsı tanır, adını

bilir misin?” diye sordu. O, “Evet, tanır ve adını bilirim.” dedi. Bunun üzerine

babası, “Öyleyse onu arayıp bulman gerekir. Senin anahtarların onun elindedir.” diye cevap verdi.

428

130 Ali Lâlâ bu Ģahsı bulmak için yola çıktı. Nice yıllar dünyayı dolaĢtı. Fakat Necmeddîn Kübrâ‟nın Harezm‟e gelip tarîkatını yaymasına kadar onun izine hiçbir yerde rastlayamadı. O sırada Radıyyüddîn, Türkistan‟da Ahmed Yesevî‟nin dergâhındaydı.

Bir gün halvette iken bir Ģahsın Harezm‟den geldiğini ve Ģeyhin ona, “Harezm‟de hiç derviĢ var mı, halk ile meĢgul oluyorlar mı?” diye sorduğunu duydu. Adam, “ġu sıralarda bir genç geldi. Halkı irĢâd ile uğraĢıyor. Bir kısım insanlar

onun etrafında toplandı.” dedi. Ahmed Yesevî, “Adı nedir?” diye sorunca, adam,

“Necmeddîn Kübrâ‟dır.” Ģeklinde cevap verdi.

Bu sözü duyan Ali Lâlâ halvetten dıĢarı çıktı. Hemen sefer kuĢağını kuĢandı. Ahmed Yesevî: “Ne oldu?” diye sordu. O, “Yola çıkıyorum.” dedi. ġeyh, “KıĢ

geçinceye kadar sabret.” buyurdu. Fakat o, “Bekleyemem” diye cevap verdi.

Sonunda Necmeddîn Kübrâ‟nın hizmetine girdi ve sülûk ile meĢgul oldu.429

Radıyyüddîn‟in mürĢidini bulmak için uzun yıllar sehayat yaptığı bilinmektedir. Yine o böyle bir seferdeyken, bir grup insan onu Ruzbihân-ı Baklî‟ye yönlendirir. Bunun üzerine o, ġîrâz‟a gider ve Ruzbihân‟ın dergâhına varır:

ġeyh bu sırada küçük bir kaptan abdest almaktadır. Ali Lâlâ‟nın kalbinden, “Bu kadar az suyla abdest almak Ģer‟an câiz değildir.” diye bir düĢünce geçer. Ruzbihân buna vâkıf olur ve Ģöyle diyerek onu uyarır: “Ey Ģeyh, sen az suyla abdest

alan derviĢleri inkâr mı ediyorsun? Eğer sen hep böyleysen, kötü huylarını iyiye çevirememiĢsin, beĢerî sıfatlarını „Allah‟ın ahlâkıyla ahlâklanınız‟ sözü gereğince Rabbânî sıfatlara tebdîl edememiĢsin.” Bu sözleri iĢiten Radıyyüddîn ĢaĢırır, utanır

ve Ģeyhin ayağına kapanır. Ruzbihân ona Ģunları söyler: “KeĢke senin terbiye ve

kalbinin açılma iĢi bana havâle olunsaydı. Fakat sen ġeyh-i Cihân Necmeddîn Kübrâ‟ya havâle edildin. Senin fütûh anahtarın onun müridlerinden birinin

429 Sistânî, ss. 185-186, 189; Câmî, ss. 607-608. ġeyh Radıyyüddîn‟in tarih itibariyle Ahmed Yesevî ile görüĢmesi mümkün görünmüyor. Belki Ahmed Yesevi‟nin dergâhında ondan sonraki bir Ģeyhle bu konuĢmaları yapmıĢ olabilir. Yine Câmî‟nin, “ġeyh Ali hac niyetiyle yola çıktığında

Horasan‟a uğramıĢ ve ġeyh Ebu Yakub Yusuf Hemedânî‟nin sohbetinde bulunmuĢtu.” (Câmî, s.

607) Ģeklinde verdiği bilgi, eğer 535/1140 yılında vefât eden Yusuf Hemedânî ise, ki anlatılanlardan öyle bir çıkarımda bulunabiliriz, bunu da kabul etmemiz mümkün değildir.

131

elindedir.” Radıyyüddîn bu duruma çok üzülür, çaresiz bir Ģekilde onun izniyle

tekrar sefere çıkar.430

Kerbelâî‟nin anlatımına göre o, Ahmed Yesevî‟nin dergâhından Necmeddîn Kübrâ‟nın yanına geldiğinde Ģöyle bir tabloyla karĢılaĢmıĢtır:

Ali Lâlâ, Ģeyhin huzuruna girdiğinde onu bir Türk çocukla satranç oynarken gördü. Kalbinde Ģüphe duyguları belirdi ve içinden Ģöyle dedi: “ġeyh-i Cihân‟a böyle

güzel yüzlü bir çocukla satranç oynamak yakıĢmaz.” ġeyh firâset nûruyla buna vâkıf

oldu, ona doğru döndü ve dedi ki: “Ey Ali Lâlâ, Hak yolu böyle talep edilmez.

ġirâz‟a gittin, ġeyh Ruzbihân‟ı inkâr ettin, o bunun cevâbını verdi. Buraya geldin, yine aynı Ģeyi yapıyorsun. Bu Türk, büyük bir kiĢinin oğludur. Onun vücûduna vilâyet konulmuĢtur. Senin ve bir çok kâmilin Ģeyhi olacaktır. Sen o gece Ģöyle bir rüyâ görmedin mi? Biz yerden arĢa kadar uzanan tahtadan yapılmıĢ bir merdiven koymuĢtuk ve halkı oraya çıkarıyorduk. ġimdi, o arĢ bu Türk‟ün vücûdudur, tahta merdiven de bu satrançtır. Ben satranç vasıtasıyla onun üzerinde tasarrufta bulunuyorum ve onun vücûdundaki kötü sıfatları çıkarıp atıyorum ki onun nefsinin Ģâhı mat olsun ve „Ölmeden önce ölünüz.‟ sıfatlarıyla muttasıf hâle gelsin. O zaman, „O gün arz baĢka bir arzla değiĢtirilir.‟ (Ġbrahim, 14/48) âyetinde geçen yeryüzünden parlak Rabbânî nurlar doğsun ve „Arz, Rabbinin nûruyla aydınlandı.‟ (Zümer, 39/69) âyetindeki gibi olsun. Bu duruma eriĢince, ebedî bir hayat ve ahlâkla müzeyyen olur ve üns meclisinde Bâkî olan Allah‟ın kadehinden Ģarâb-ı kudsü içer. Hz. Ġzzet‟in elinden Ģeref hil‟atini giyer. „Onun kulağı, gözü, dili ve eli olurum.‟ konumuna yükselir. Allah‟ın fazlını arayan kiĢi fuzûlî Ģeyleri terk etmelidir.” Bu sözleri duyan

Ali Lâlâ ĢaĢkınlık içerisinde kaldı.431

Netîce itibariyle Necmeddîn Kübrâ‟ya bağlanan Radıyyüddîn, Ģeyhi tarafından Mecdüddîn Bağdâdî‟nin ellerine teslim edilir. ġeyh Mecdüddîn‟in ona

430

Bkz. Ruzbihânnâme, haz. Muhammed Takî DâniĢpejûh, ĠntiĢârât-ı Encümen-i Âsâr-ı Millî, Tahran, 1347, ss. 199-200; Ebu‟l-Abbâs Zerkûb ġîrâzî, ġîrâznâme, haz. Ġsmail Vâiz Cevâdî, ĠntiĢârât-ı Bünyâd-ı Ferheng-i Ġran, Tahran, trs., ss. 160-161; Kerbelâî, II, 305. Buradaki rivâyet, Necmeddîn Kübrâ ile Ģeyhi Ruzbihân Kebîr-i Mısrî arasında cereyân eden hâdiseyi akla getirmektedir. Muhtemelen bu ilk hâdise daha sonraları Radıyyüdîn Ali Lâlâ‟ya da atfedilmiĢ ve iki farklı olay ortaya çıkmıĢtır.

431 Kerbelâî, II, 313-314. Fahreddîn Irâkî de bu olaya atıfta bulunmaktadır. Bkz. Irâkî, UĢĢâknâme, Külliyât-ı Irâkî içinde, haz. Saîd Nefîsî, Kitâbhâne-i Senâî, Tahran, 1368, ss. 358-360.

132 “ferzend-i azîz” yani “azîz oğul” diye hitap etmesinden432, Radıyyüddîn‟in Ģeyhi tarafından çok sevildiği söylenebilir. Harezm‟de ne kadar kaldığı bilinmeyen Ali Lâlâ‟nın Moğol istilâsından önce Ġsferâyin taraflarına gittiği ve orada irĢâd faaliyetlerine devam ettiği bilinmektedir. Zîrâ kendisinden sonra Kübreviyye tarîkatının silsilesini devam ettiren ve aynı zamanda akrabası olan Cemâleddîn Ahmed Cûrfânî (ö. 669/1270), Ġsferâyinli‟dir.433

Radıyyüddîn 642/1244‟te vefat etmiĢtir.434 Fazlu‟t-Tarîka‟da onun Ġsferâyin‟in köylerinden Gûrfân veya Cûrfân‟a defnedildiği belirtilmektedir.435

Sefînetü‟l-Evliyâ müellifi ise onun kabrinin Gazne‟de olduğunu ve orayı ziyâret

ettiğini söylemektedir.436

Kaynaklarda bazı rubâileri437

dıĢında herhangi bir eserine rastlanmayan Ali Lâlâ‟nın, araĢtırmalarımız esnasında iki adet risâlesine ulaĢtık. Bu risâlelerden Farsça olarak kaleme alınan birincisi Süleymaniye Kütüphânesi, ġehid Ali PaĢa, nr. 2800, vr. 142a-145a‟da, zikirle ilgili âyet ve hadisleri içeren ve Arapça olan diğeri ise yine aynı mecmuadaki vr. 145b-147b‟de yer almaktadır.

Belgede Necmeddin Kübra ve Kübrevilik (sayfa 135-141)