• Sonuç bulunamadı

HarezmĢahlar Döneminde Dînî, Tasavvufî ve Kültürel Hayat

Belgede Necmeddin Kübra ve Kübrevilik (sayfa 45-53)

HarezmĢahlar devrindeki dînî hayatın genel hatlarıyla Büyük Selçuklular‟ın devamı niteliğinde olduğu kabul edilmektedir. Selçuklular da kendilerinden evvelki Sâmânîler (874-999)‟in ve Gazneliler (963-1186)‟in takip ettikleri sünnî siyaseti daha büyük bir gayretle sürdürmüĢlerdir. Bundan dolayı toplumsal bünyede kendisine en fazla yer bulan anlayıĢlar sünnîlik ve hanefîlik olmuĢtur. Fıkıhta hanefîlikten sonraki en mühim mezheb Ģâfiîliktir. Yâkut el-Hamevî, Necmeddîn Kübrâ‟nın doğum yeri olan Hîve‟nin Ģâfiî ama Harezm‟in diğer bütün bölgelerinin hanefî olduğunu söylemektedir.153 Bu iki mezheb mensupları arasında zaman zaman ortaya çıkan Ģiddetli kavga ve tartıĢmalar kaynaklarda yer almaktadır.154

ġiîlik de KâĢân, Kum, Sebzvâr ve Kûhistân gibi bazı yerlerde kendisine uygun zemin bulabilmiĢtir.155

HarezmĢahlar hanefîlik ve Ģâfiîlik gibi iki büyük sünnî mezhebin himâyeciliğini yapmıĢlar, Ģiîler ve ismâilîler gibi, siyâsî gayeler güden zümrelerin ortadan kaldırılması için yoğun çaba göstermiĢlerdir. Devlet adamları ve halk arasında hanefîlik hâkim konumda olmasına rağmen Ģâfiîler de devlet kademesinde önemli mevkilere gelebilmekteydiler. TekiĢ‟in Rey‟deki Ģâfiîlerin reisi Ġmam Sadreddîn Muhammed b. el-Vazzân (ö. ?)‟a karĢı büyük teveccüh göstermesi, tanınmıĢ Ģâfiî fakihlerinden ġihâbüddîn el-Hîvekî (ö. ?)‟nin Sultan Muhammed‟in en nüfûzlu müĢâvirlerinden biri olması buna örnek olarak gösterilebilir.156

152 Taneri, “Celâleddîn HârizmĢah”, DĠA, VII, 248-250. 153 Yâkut, II, 415.

154 Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezheb Kavgaları, Ġz Yay., Ġstanbul, 2007, ss. 95-97. 155 A. Bausani, “Religion in The Seljuq Period”, The Cambridge History of Iran, ed. J. A. Boyle,

Cambridge University Press, Cambridge, 1968, V, 283-296; Köprülü, “HârizmĢahlar”, ĠA, V/1, 284.

156

37 Harezm‟deki fikrî medeniyetin yüksekliğine, akıl ve fikre dayalı bir kelâm mezhebi olan mu‟tezile‟nin daha V./XI. yüzyılda burada geniĢ ölçüde yayılmıĢ ve VII./XIII. asırda da bu yayılmanın zirvesine ulaĢmıĢ olması tanıklık etmektedir. Harezm‟in düĢünce ve ilim hayatından bahseden Arap âlimleri bu ülkede dînî münâkaĢaların büyük bir edeb içinde yapıldığını, hiçbir taassup eseri gösterilmediğini ve konuĢanlardan birinin kendi fikrini savunurken kaba kelimeler kullandığı takdirde derhal sözünün kesildiğini belirtmektedirler. Mu‟tezile mezhebinin Moğol istilâsından sonra da hayâtiyetini sürdürmesi, onun Harezm‟de ne kadar derinleĢmiĢ ve kökleĢmiĢ olduğunu göstermektedir.157

Buna delil olabilecek iki hâdiseyi aktarmak istiyorum. Ġlki Necmeddîn Kübrâ ile ilgilidir. Anlatıldığına göre, icâzetini aldıktan sonra, mürĢidi Ammâr-ı Yâsir ona “Hadi, Harezm‟e git.” der. Bunun üzerine Ģeyh, “Orada tuhaf insanlar vardır,

tasavvuf ve kıyâmette müĢâhedeyi inkâr ediyorlar.” cevabını verir ve memleketine

dönmek istemez.158

Bu ifadeler mu‟tezilenin bazı karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır. Ġkinci rivâyet ise çok daha sonraki bir tarihe aittir. Buna göre, Harezm‟de bulunduğu sırada rü‟yetullah konusunda ihtilâfa düĢen âlimler NakĢibendî meĢâyihinden Alâaddîn Attâr (ö. 802/1400)‟ı hakem tayin etmiĢler, o da bunu inkar edenlere üç gün sohbet ve mânevî teveccühte bulunmuĢ, sonunda hepsi rü‟yetullahı kabul etmiĢlerdir.159

Yöneticilerin, halkın dînî inanç ve düĢüncelerine karĢı gösterdikleri himâyeci yaklaĢımlarda veya sert tutumlarda, genellikle siyasî menfaatlerin birinci derecede âmil olduğu unutulmamalıdır. Mesela Sultan TekiĢ, Kum, Rey ve Âve seyyidlerinin nakîbi olan Ġzzeddîn Yahyâ (ö. ?)‟yı öldürtmekte tereddüt etmemiĢti. Halbuki oğlu

157 Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 196.

158 Câmî, s. 594. Necmeddîn Kübrâ‟nın “kıyâmette müĢâhedeyi inkâr ediyorlar” sözü Kelâm ilminde “rü‟yetullah” baĢlığı altında tartıĢılmıĢtır. Bu terim Allah‟ın âhirette gözle görülmesini ifâde etmektedir. Ehl-i sünnet kelamcıları bunu aklen ve naklen câiz görürken, mutezile mensupları Allah‟ı yaratıklarına benzeteceği düĢüncesiyle rü‟yetullaha karĢı çıkarlar. Bu husustaki tartıĢmalar için bkz. Sabri Yılmaz, “Kadı Abdulcabbar ve Gazâli‟de Tevil Problemi”, (BasılmamıĢ Doktora Tezi), Dan. Osman Karadeniz, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ġzmir, 2004, ss. 108-136.

159 Bkz. Necdet Tosun, Bahâeddîn NakĢbend, Hayatı, GörüĢleri, Tarîkatı, Ġnsan Yay., Ġstanbul, 2002, s. 128.

38 Alâaddîn Muhammed, yukarıda da iĢâret ettiğimiz gibi, Halife Nâsır‟ın yerine Tirmiz seyyidlerinden birini halife ilan edecek kadar ileri gitmiĢti.

ġüphesiz ki Harezm toplumunda müderrisler, vâizler, imam ve hatipler gibi din adamlarının da büyük bir nüfûzu vardı. Sultan Muhammed‟in halifeye karĢı olan siyâsetinde pek de baĢarılı olamamasında, bu din adamlarının ve çevresindeki insanların tesiri çoktu.160

***

Bütün bunların yanısıra, dînî dokunun çok mühim bir parçasını teĢkil eden tasavvuf hareketlerine değinmemiz gerekmektedir. Zîrâ on birinci yüzyılın ikinci yarısından on üçüncü asrın baĢlarına kadarki süreç, tasavvuf tarihinin en mühim devrelerinden biri sayılmaktadır. Bu dönem, tasavvuf cereyânının artık tarîkatlar adı altında teĢkilatlandığı ve Ġslâm dünyasının tümüne yayıldığı bir zamana tekabül etmektedir. Özellikle Horasan, Mâverâünnehir, Ġran, Irak, Mısır ve Hindistan‟daki bazı büyük sûfîler yaĢadıkları bölgelerde dergâhlar açmıĢlar, birçok halifeler yetiĢtirmiĢler ve kendi isimlerine nispet edilen ana tarîkatları kurmuĢlardır. Bu tarîkatların nerede kurulup geliĢtiklerini Ģu Ģekilde tasnif etmek faydalı olur kanaatindeyim:

I- Irak:

-Kadiriyye: Abdülkadir Geylânî (ö. 562/1167) - Rifâiyye:Ahmed er-Rifâî (ö. 578/1182)

- Sühreverdiyye: ġihâbüddîn es-Sühreverdî (ö. 632/1254)

II- Mısır:

- ġâzeliyye: Ebu‟l-Hasan Ali eĢ-ġâzelî (ö. 656/1258) - Bedeviyye: Ahmed Bedevî (ö. 675/1276)

- Desûkiyye: Ġbrahim Desûkî (ö. 676/1277)

III- Ġran, Türk ve Hind toprakları:

- Kâzerûniyye: Ebu Ġshak Kâzerûnî (ö. 426/1035) - Yeseviyye: Ahmed Yesevî (ö. 562/1167)

- Kübreviyye: Necmeddîn Kübrâ (ö. 618/1221) - NakĢibendiyye: Bahâeddîn NakĢibend (ö. 791/1389) - ÇiĢtiyye: Muînüddîn Hasan el-ÇiĢtî (ö.633/1236)161

160 Köprülü, “HârizmĢâhlar”, ĠA, V/1, 285.

161 Bu tasnifi yaparken Ģu kaynaktan yararlandık: J. Spencer Trimingham, The Sufi Orders in Islam, Oxford University Press, New York, 1998, ss. 31-66.

39 Türkler‟in yoğun olarak yaĢadığı Harezm, Horasan162

ve Mâverâünnehir bölgeleri tasavvuf hareketinin ilk dönemlerinden itibaren çok önemli mutasavvıflara, bunların yazdıkları eserlere ve meydana getirdikleri ekollere sahne olmuĢtur. Ġbrahim b. Edhem (ö. 161/777), Abdullah b. Mübârek (ö. 181/797)163, Fudayl b. Ġyâz (ö. 187/803) ve ġakîk Belhî (ö. 194/810) gibi daha ikinci asırda yaĢamıĢ zâhidlerden tutun da Hakîm Tirmizî (ö. 320/932), Ebu Nasr Serrâc et-Tûsî (ö. 378/988), Kelâbâzî (ö. 380/990), KuĢeyrî (ö. 465/1072) ve Gazzâlî (ö. 505/1111) gibi tasavvufun klâsik eserlerini telif eden ve bu hareketin sünnî inanç sistemi içerisindeki yerini sağlamlaĢtırmasına katkıda bulunan kiĢilerin hepsi söz konusu topraklarda faaliyetlerde bulunmuĢlardır. Yine Hucvirî (ö. 465/1072)‟nin zikrettiği on makbul tasavvufî fırkanın altısının önderi buralarda hayat sürmüĢtür.164

Tuğrul ve Çağrı Bey‟in kendisine büyük bir saygı gösterdiği Ebu Saîd Ebu‟l-Hayr (ö. 440/1049)165

, Gazzâlî‟nin üstâdı Ebu Ali Farmedî (ö. 477/1084)166

ile Buhara‟nın meĢhur Ģeyhi Hâce Yusuf Hemedâni (ö. 535/1140)167

de üzerinde durulması gereken önemli sîmâlardır.

Harezm bölgesiyle iliĢkisini kesmeyen ve bu topraklarda hizmet eden önemli bir Yesevî derviĢi de Hakîm Ata (ö. 582/1186)‟dır. O, Harezm‟de doğmuĢ, Anber Ana‟yla olan evliliğinden Muhammed Hoca, Asgar Hoca ve Hubbî Hoca adlarında üç çocuğu olmuĢ, bunlardan ilk ikisini Harezm‟e ilim tahsiline göndermiĢtir. Ahmed Yesevî tarzında sûfiyâne hikmetler yazmak, Yeseviliğin bir esası olduğundan Hakîm

162 Bu konuda bkz. Konur, “Horasan‟ın Ġslam ve Tasavvuf Tarihine Katkısı (H. I-V. Asırlar)”, Dokuz Eylül Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 21, 2005, ss. 1-23; Mürsel Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2001.

163 Bu kiĢi için bkz. Konur, “Hicri II. yüzyılda Bir Türk Alim ve Zahid: Abdullah Ġbnü‟l-Mübârek”, Uluslararası Türk Dünyasının Ġslamiyete Katkıları Sempozyumu Kitabı, Isparta, 31 Mayıs- 01 Haziran 2007, ss. 253-262.

164 Bu on tasavvufî fırka için bkz. Hucvirî, KeĢfü’l-Mahcûb (Hakikat Bilgisi), haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yay., Ġstanbul, 1996, ss. 283-387. Söz konusu altı fırka Ģunlardır: Kassâriyye, Tayfûriyye, Sehliyye, Hakîmiyye, Hafîfiyye, Seyyâriyye.

165 Muhammed b. Münevver, Esrârü’t-Tevhîd (Tevhidin Sırları), haz. Süleyman Uludağ, Kabalcı Yay., Ġstanbul, 2004, ss. 163-164.

166 Bu zât hakkında bkz. Demirci, “Gazali‟nin Tasavvuftaki Üstadları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 2, 1985, ss. 75-80.

167 Bu zât ve eserleri için bkz. Hâce Yusuf-i Hemedânî, Hayat Nedir (Rutbetü’l-Hayât), çev. Necdet Tosun, Ġnsan Yay., Ġstanbul, 2000.

40 Ata edebiyat ve sanat bakımından da Ģeyhine uymuĢ, onu taklide çalıĢmıĢtır. O, mürĢidi kadar olmasa da söylediği hikmetlerle Ġslâm dinine yeni ısınan Türkler‟in dînî ve ahlâkî anlayıĢlarının ilk mimarlarından biri sayılmaktadır. 168

Hicrî üçüncü asırda Hamdun Kassâr (ö. 271/884) öncülüğünde, sûfîlerin âdâb-erkân ve kıyâfetlerine bir tepki hareketi olarak doğan melâmetîliğin merkezi de Horasan‟dır. Bu hareket, Ebu Osman el-Hîrî (ö. 298/910), Abdullah b. Münâzil (ö. 331/942) ve Ebu Amr b. Nüceyd (ö. 365/975) öncülünde NiĢabur‟da geliĢmiĢ ve tasavvufî bir meĢreb olarak diğer tarîkatlara da tesir etmiĢtir. Türkler‟in ĠslâmlaĢma sürecinde çok önemli rolleri olan ve Anadolu‟ya kadar gelen Horasan Erenleri iĢte bu melâmî anlayıĢı temel alan zümreleri ifade etmektedir.169

Necmeddîn Kübrâ‟nın seyr ü sülûkün gereklerinden bahsederken, “Sâlik,

rızkını helal yollardan sağlamak için elinden geleni yapmalıdır.”170

demesi, dergâhındaki derviĢlerin ve dıĢarıdan gelen misafirlerin elbiselerini kendi elleriyle yıkayacak kadar alçakgönüllü olması171, onun bu düĢünceden veya en azından bazı esaslarından etkilenmiĢ olabileceğini akla getirmektedir. Yine Ģeyhin Ģu dörtlüğü de melâmî tavra örnek olarak gösterilebilir:

Eğer tâatimi bir ekmeğin üzerine nakĢetsem Ve o ekmeği havlayan bir köpeğin önüne atsam Ve o köpek de bir yıldır zindanda aç olsa Arından dolayı o ekmeğe diĢ vurmaz172

Bunların dıĢında, bahsi geçen yerlerde ilginç kıyafetleri, hal ve davranıĢlarıyla dikkat çeken Kalenderî derviĢlerine de rastlanmaktaydı. Bu kiĢilerin, gerek halk gerekse yöneticiler katında önemli bir mevki elde ettikleri görülmektedir. Buna delil olabilecek Ģöyle bir olaydan bahsetmek istiyorum: Selçuklu Sultanı

168 Bu zât için bkz. Hayati Develi, Ahmed Yesevî, ġule Yay., Ġstanbul, 1999, s. 40; Mustafa Kara, “Hakîm Ata”, DĠA, XV, 184.

169

Bu konuda geniĢ bilgi için bkz. Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, Ġnsan Yay., Ġstanbul, 2003, ss. 13-14.

170 Kübrâ, Âdâbü’s-Sülûk Ġlâ Hazreti Mâliki’l-Mülk ve Melikü’l-Mülûk, Farsça‟ya tercüme: Hüseyin Muhyiddin KumĢehi, Câvidân-ı Hıred/Sophia Perennis, Cilt: 4, Sayı: 2, 1981, s. 23. 171 Yahya Bâharzî aynen Ģu ifadeyi kullanmaktadır: “ġeyh Necmeddîn Kübrâ, leğeni koyuyor,

misafirlerin elbiselerini topluyor ve kendi mübarek elleriyle yıkıyordu.” Y. Bâharzî, s. 109.

172

41 Sencer 541/1147 yılında üçüncü Harezm seferine çıktı, iki aya yakın muhâsaradan sonra Hezâresb kalesini zaptetti, baĢkent Gürgenc‟e doğru ilerledi. HarezmĢah Atsız bir kez daha boyun eğmek mecburiyetinde kaldı, af diledi, hediyeler gönderdi ve Ahû-pûĢ adı verilen bir Kalenderî derviĢini de aracı olarak gönderdi. Gerek Atsız‟ın istirhamları, gerekse dervîĢin niyâzları sultanı yumuĢattı ve anlaĢma sağlandı. Târîh-i

CihângüĢâ müellifi Cüveynî bu hâdiseyi bize Ģöyle nakleder:

“Sultan Sencer, Harezm kapılarına varınca, yiyeceğini ve giyeceğini ceylan

derisinden temin ettiği söylenen Zâhid-i Âhû-pûĢ adındaki bir derviĢ, sultanın huzuruna geldi ve ona verdiği güzel öğütler yüzünden Sultan Sencer Ģehir halkını bağıĢladı.”173

Selçuklular ve HarezmĢahlar dönemleri, tasavvuf ile devlet ricâli arasında gittikçe geliĢen iliĢkilere de Ģahit olmuĢtur. Fakat bu iliĢkiler her zaman iyi bir Ģekilde devam etmemiĢ, Aynulkudât Hemedânî (ö. 525/1131) ve ġeyh Kübrâ‟nın halifesi Mecdüddîn Bağdâdî‟nin katledilmelerinde görüldüğü üzere aksi durumlar da vuku bulmuĢtur. Hem Hemedânî‟nin hem de Bağdâdî‟nin öldürülmelerinde siyâsî mülâhazaların birinci derecede rol oynadığı muhakkaktır. Bununla birlikte Yesevîlik, Hâcegân ekolü ve Kübrevîlik, Horasan ve Mâverâünnehir insanını cezbeden en önemli üç tasavvufî ekol olarak karĢımıza çıkmaktadır.174

***

HarezmĢahlar devletinin resmi dili Farsça‟ydı. Ġlim ve din hayatında Farsça‟nın yanı sıra Arapça da kullanılmaktaydı. Saray ve orduda ise Türkçe konuĢuluyordu. BaĢkent Ürgenç, Atsız döneminden itibaren ilmî ve fikrî bakımdan bir çok geliĢmelere sahne olmuĢ, zamanın ünlü âlimlerinin ikamet ettiği bir Ģehir haline gelmiĢti. Burada Nizâmülmülk (ö. 485/1092) tarafından bir Nizâmiye Medresesi inĢâ edilmiĢ, çeĢitli kütüphaneler açılmıĢtı. Buhara, Merv ve NiĢabur gibi

173

Bkz. Cüveynî, s. 254; Kafesoğlu, ss. 58-59. Âhû-pûĢ hakkında ayrıca bkz. Ahmet YaĢar Ocak, Osmanlı ĠmparatorĢuğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1999, s. 22.

174

Bu konuda bkz. A. Bausani, “Religion in The Seljuq Period”, ss. 283-302; Elias, “The Sufi Lord of Bahrabad: Sa‟d al-Din and Sadr al-Din Hamuwayi”, s. 53; K. A. Nizami, “Popular Movements, religious trends and sufi influence on the masses in the post-Abbasid Period”, History of Civilizations of Central Asia, ed. M. S. Asimov-C. E. Bosworth, Unesco Publishing, Paris, 1998, IV, 368-374.

42 Ģehirler ise Selçuklular devrinden beri, medreselerin ve kütüphânelerin çokça bulunduğu birer ilim yuvası haline gelmiĢti.

Sultan Atsız, Ürgenc‟i Merv ile rekabet edebilecek bir ilim merkezi haline getirmek için Horasan seferinden dönüĢünde bir takım meĢhur alimleri buraya getirmiĢti. Kadı Ebu‟l-Fazl Kirmânî (447-544/1065-1150), Vâiz Ebu Mansûr Abbâdî (ö. 547/1152), Kadı Hüseyin Arsâbandî (ö. 548/1153) ve Feylosof Ebu Muhammed Harakî (ö. 540/1146) bunlardan bazılarıdır. MeĢhur tabip ve müellif Seyyid Ġsmail Cürcânî (ö. 531/1137), Fahr-i Harezm lâkabını taĢıyan ZemahĢerî (ö. 538/1144), Ģâir ve münĢî ReĢîdüddîn Vatvat (ö. 573/1178), Fahreddîn Râzî (ö. 606/1209), ġihâbüddin Hîvekî (ö. ?) ve Kadı ġemseddin Muhammed ez-Zabî (ö. ?) gibi tanınmıĢ bir çok âlim ve Ģâir buralarda yaĢamıĢtır.175

175 Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, ss. 197-198; Köprülü, “HârizmĢâhlar”, ĠA, V/1, 288; Taneri, “HârizmĢahlar”, DĠA, XVI, 231.

43 Necmeddîn Kübrâ‟nın yaĢadığı dönemdeki HarezmĢahlar Devleti‟nin sınırlarını

44

Belgede Necmeddin Kübra ve Kübrevilik (sayfa 45-53)