• Sonuç bulunamadı

Postmodern Mimaride Yeni Kent Kurguları

Postmodernizm olgusu da tıpkı modernizm olgusu gibi sosyolojik pek çok meseleyi etkilemiş ve hızlı bir şekilde hayatımıza girmiştir. “Post” ön eki pek çok kavrama “… sonrası” anlamı atfetmiş ve bu bağlamda kavramları dönüştürmüştür. Söz gelimi postyapısalcılık, postkolonyalizm, postmodernizm bu kavramların en bilinenlerindendir. Postmodernizm temelde “modernizm sonrası” anlamına gelmektedir. Ancak ifade ettiği anlam bu yalınlıkla sınırlı kalmamış ve modernizme adeta muhalif bir oluşum olarak belirmiştir. Bu muhalifliği amaç haline getirmiş olan postmodernizm kavramı siyasetten müziğe, sinemadan kente kadar pek çok kategoride yaptığı etkilerle yeni anlayışların ve zihniyetlerin meydana gelmesine zemin hazırlamıştır.

Sözlük anlamı itibariyle “modern ötesi” anlamına gelen postmodernizm, kavram olarak modernitenin doğurduğu gerilimler ve sorunlara karşı eleştiri işlevini yerine

getiren bir akımın adıdır. 1972 yılında bazı mimarlar, postmodern diye niteledikleri, dışı canlı binalar gibi bir stil geliştirdiler. Bu imaj bir hayli güçlü oldu. Günümüze kadar da bu akımla mimarlık arasında bir bağlantı kurulageldi. Gerçi daha sonra postmodern kavramı tiyatro, resim, müzik, film gibi değişik sanat alanlarını da kapsayacak şekilde yaygınlık kazandı (Aydın, 2011: 341-342).

Gelenekselden moderne geçişin problemler doğurduğu, geçiş sürecinin bütünleştirici ve ilerlemeci bir süreç olmadığı, gerginlik ve çatışmalar yarattığı görüldüğü gibi, 21. yüzyılda bizzat modern denilen gelişmelere karşı çıkış ve tepkinin de iyice belirginleştiği gözlenir. Moderne doğru gidişte, bütünleşme, meşruluk, kimlik gibi krizler oluşurken, 21. yüzyılda modern toplumun, moderne geçiş krizlerinden farklı boyutta bir toplumsal kimlik krizi yaşadığı da ifade edilir (Kalyon, 2000; akt: Sezgin, 2005). Hatta modern dönemin yapısal ve kültürel temelinin değiştiği, etkin insan anlayışı yerine kişiliğini ve özgürlüğünü yitiren bir insan tipinin ortaya çıktığı belirtilir. Böylece modernden postmoderne veya sanayi toplumundan sanayi sonrası topluma geçiş sürecinden bahsedilir (Kortan, 1996; akt: Sezgin, 2005). Literatürde, yapılan çalışmalara bakıldığında “sanayi öncesi toplum” teriminin geleneksele, “sanayi toplumu” teriminin moderne ve “sanayi sonrası” teriminin ise postmoderne tekabül ettiğini görmekteyiz. Bu durum da esasen bahsedilen bu dönemsel kategoriler arasında keskin ayrımlar yapılmak istendiğini ifade etmektedir.

Swingewood (1998: 376) Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi adlı eserinde modernlikle postmodernlik arasındaki farkı Habermas’ın görüşlerini temel alarak şöyle ifade eder, “Habermas’ın modernlik teorisi, onun sosyolojik karakterini öne çıkarır: Postmodernliği ise, öznellik, görelilik ve akıl dışı tepkici felsefi temeli nedeniyle reddeder. Postmodermlik kavramı, tarihsel açıdan, sanayi üretimi, sınıfsal yapıyla çıkarların gerilemesini, bunun karşılığında tüketimcilik, teknolojik iletişim tarzları ve farklılaşmış statü yapısını vurgulayan postendüstriyel toplum teziyle bağlantılıdır. Modernlik kültürel alanı toplumsal alandan ayırdığı ve kitle kültürü ile eleştirel, yüksek kültür arasında temel bir ayrılığa yol açtığı halde; postmodernlik, popüler/kitlesel meta kültürünü modernist estetiğin biçimleriyle birleştirmektedir.”

Postmodernizm kavramını analiz etmeyi amaçlamış çalışmalar çoğunlukla modernizm ve postmodernizm kavramları arasındaki farkları temel alan bir yöntem

geliştirmeyi tercih etmişlerdir. Tam da bu doğrultuda “Bauman (1996: 10; akt: Aydın, 2009: 186) modern ve postmodern iki eğilimi karşılaştırır ve aralarındaki benzerlikleri ve farklılıkları göstermeye çalışır. Ona göre modern görüş, dünyanın özünde düzenli bir bütünlüğün olduğu varsayımına dayanıyordu. Buna göre görülen düzensizliklere bir açıklama getirilip bütünle bağlantıları gösterilebilir. Bu açıklama aynı zamanda bir denetim görevi yerine getirir. Bu konuda tabiat veya toplum fark etmez.”

Aydın (2009: 186)’a göre, “moderniteye göre ise bu açıklama ve elde edilen kurgu mantıksaldır ve nesnenin ötesinde ayrıca bir öz alanı yoktur. Ne var ki bu mantıksal kurgunun varlığın kendisiyle özdeş olduğuna ilişkin hiçbir dayanak yoktur. Bu zihni inşa, varlığı nihai bir varlıktan da bütünüyle soyutlar; uyduğu ilkelerinde kendisine has olduğunu kabul eder. Yani modernite yasa koyucudur. Buna karşılık postmodernite, her biri görece özerk pratikler tarafından üretilmiş, sınırsız sayıda düzen modeli var olduğu varsayımına dayanır. Düzen bu pratikten önce gelmez, dolayısıyla onların geçerliliğinin dıştan bir ölçüsü olamaz. Bu farklı düzen modellerinden her biri, yalnızca onu geçerli kılan pratikler çerçevesinde anlamlıdır. Buna göre de mantıksal kurgunun yeri yoktur. Geçerli olan o alana özgü geleneklerdir. Buradan genel geçer evrensel kurallar elde etmek, büyük anlatılar türetmek mümkün değildir. Ancak geçici bir yorum yapabiliriz.” O halde bu karşılaştırma için denilebilir ki modernizm, postmodernizme nazaran daha otoriter bir tarzla hayata nüfuz etmektedir.

Beriş (2010: 496)’e göre ise, “postmodern kelimesi, günlük dilimizde çoğunlukla alışılagelenden farklı, yeni karşılaşılan olgu ve durumlara karşılık geliyor. Kuşkusuz, günlük dildeki bu kullanım, postmodernizmi açıklamakta tek başına yeterli değildir; ancak, postmodern’in alışılandan farklı hallere karşılık geldiğini göstermesi bakımından işlevseldir.” Aydın (2011:342) gelinen noktada postmodernitenin özelliklerini şöyle özetlemektedir: Merkezin kaybolduğu, görüntünün belirsizleştiği, kuralın yitirildiği, mega anlatıların terk edildiği, mantıksal ve etiksel doğruluğa bile ihtiyaç duymayan eleştirel bir görüş biçimidir. Pek çok kişinin hoşuna giden tarafı da tedirginlik yaratan moderniteye yönelttiği bu eleştirilerdir. Ne var ki o hep yıkıcıdır, ama yıktıklarının yerine hiçbir şey inşa etmez, orası hep boş kalır. Öyle ki bu boşluk modern veya öncesi kalıplarla bile doldurulamaz hale gelir. Çünkü modern öncesi değer kalıpları da sonuç itibariyle postmodernitenin çok eleştirdiği birer üst anlatılardır.” Postmodernizm

kavramının ne ifade ettiğini belirttikten sonra postmodernliğin mimaride ve kentte nasıl bir etki yarattığını açıklamaya çalışmak kanımca aydınlatıcı olacaktır.

Postmodernizm olgusu, ilk başlarda gelip geçici moda akımlarından biri olarak değerlendirilmekteydi. Belli bir sistem önerisi olmayan, bütün gücünü modernizme yönelttiği eleştirilerden alan bir tutumun, kalıcı ve etkili akım olabileceğine ihtimal verilmiyordu. Postmodernizm, öncelikle, mimarinin kendisine kazandırdığı görselliğin etkisine dayanarak, yayılma en azından tartışılma olanağı buldu. İlerleyen zaman içinde yalnızca sanat ve edebiyatta bir tavır olmanın ötesinde, dönemsel özelliklerle kolayca birleşen bir hayat tarzı, düşünüş biçimi olarak tanımlanabilecek bir etki gücü kazandı; toplumsal koşullardaki değişime paralel olarak, popüler giyim kuşamın, gündelik davranış biçimlerinin, toplumsal hareket ve politika karşısında takınılan tavrın içeriği halini aldı Çubukçu (2005; akt: Karakurt, 2006: 12)’ ya göre.

Postmodernlik vurgusu günümüzde özellikle “mimari” alanında sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Çevremizde gördüğümüz binaların postmodern özellikte inşa edilmesi neyi ifade eder? Kanımca bu soruya uygun bir şekilde cevap verebilmek postmodern mimari olgusunu doğru analiz etmekle mümkün hale gelmektedir.

Gottdiener (2005: 178) postmodernliği pek çok açıdan analiz ettiği Postmodern

Göstergeler adlı eserinde bu konuya şu şekilde açıklık getirmektedir: “Hiç kuşku yok ki

postmodern düşüncelerin işlevi ve onların kültür üzerindeki etkileri en açık biçimiyle mimarlık alanında görülür. Bir yanda, kendini modernizm ya da daha açık biçimde ‘yüksek modernizm’ olarak tanımlamış mevcut bir mimari tasarım ideolojisi vardı ve halen sürmektedir; diğer yanda, ortak yapıtları ‘postmodern’ olarak kabul edilen, Philip Johnson gibi ünlü ‘modernist’ mimarları da etkileyerek ‘postmodern’ yapan Michael Graves ve Robert Stern gibi seçkin bir mimar topluluğunun yüksek modernizme karşı aynı ölçüde açık bir isyan bulunmakta ve süregelmektedir. Bu nedenle, mimari bir uygulama, ‘postmodern’ biçemi örneklediği varsayılan maddi nesnelerin yani binaların üretimiyle sonuçlanmıştır. Bu durumda, bütün öteki kültürel görüntülerin de üstünde, postmodern mimari maddi çevremizin yüzünü somut biçimde değiştirmiştir.”

Gottdiener (2005: 179-181)’e göre, “postmodern mimari hem bir ideoloji hem de maddi bir uygulama olarak ifade edilmektedir. Bu şekilde, postmodern mimari için

‘gösterge taşıyıcısı’ ya da postmodern bir ‘anlatım tözü’ yaratmak için kapitalist üretim pratikleriyle eklemlenen yeni bir mimari göstergenin hem bir ‘içerik biçimi’ hem de ‘anlatım biçimi’ olarak dile getirilir. Postmodern mimari, üst modernist mimarlarca tasarlanan uzam anlayışında bir değişiklik ya da bir yadsıma olarak bütünüyle farklı bir bakış olarak tanımlanmaktadır. Postmodern mimarinin göstergesi, ‘içerik biçimi’ ne öncelik veren zayıflatılmış ve sınırlandırılmış bir gösterilene sahiptir.” Beriş (2010: 497) ise, “mimaride postmodern ekolün, modern mimariye hâkim olan mekânın akılcı ilkeler çerçevesinde kendisinden en fazla yararlanılacak şekilde düzenlenmesine karşı çıktığını” belirtir. İşte bu noktada modern-postmodern gerilimine mimaride de rastlanmaktadır. Çünkü modern mimarinin kent kurgusuyla postmodern mimarinin kent kurgusu birbirinden farklıdır. “Yaratılmak istenene hâkim olan zihniyetin farklı olması” esas önemli olan budur. “Postmodern mimari, yerel ve özgül değerlere yönelerek, geleneksel ve tarihi dokuyu yansıtacak simgeler kullanır. Bu şekilde mimaride geleneksel ile ‘modern’ i eklemleyen yeni bir estetik anlayışı geliştirilir” (Beriş, 2010: 497).

Aydın postmodern mimarinin modern mimariye muhalefet ettiğini kabul etmiş olup, postmodern mimarinin alternatif net bir çerçeve çizmediğinden yakınmaktadır. Şöyle ki: “Bugün kent çevresinde pek çok sorun yaşanmaktadır. Mevcut kent mimarisi özgün bir çevre oluşturayım derken insanlar ezilip bunalmaktadırlar. Yoğun bir anarşi duygusu vardır ve bu gittikçe yer yer terörizmle sonuçlanmaktadır. İyimserlik ve şefkat gibi geleneksel ve dini erdemler çözüldükçe yerini şiddet doldurmaktadır. Modernitenin uzun zamandır inşa etmesiyle övündüğü açık toplum, gittikçe kapanmaktadır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde insanlar daha önceden yaşamadıkları düzeyde fişlenmektedirler. Bütün bunlar karşısında postmodernizmin ileri sürdüğü öneriler de iç açıcı değildir. Postmodernizm bu arada geleneksel kenti savunuyor gibidir. Ancak yine de açık bir görüş serd edememektedir. Mesela modernitenin çoğullaştırılmasına karşı savunulur gözüken ‘toplum yaşamının’, metropole karşılık çok açık olmasa bile ileri sürüldüğü hissedilen ‘küçük kent’ in nasıl olacağı belli değildir. Onun için de meşhur postmodern mimarın neyi gerçekleştirmek istediği belli değildir” (2009: 195-196) şeklinde yorumlamaktadır.

Sezgin (2005) ise postmodern mimariye net bir misyon yükleyerek şöyle belirtmektedir: “Modernden postmoderne geçişin gündeme geldiği ve ilk küreselleşme dönemi olan modern dönemden daha farklı bir küreselleşme dönemine geçildiği ve farklı yapı ve ortamda farklı olguların öne çıktığı gözlemlenmektedir. Postmodernizme ait yaklaşımların sonunda modernizm ve postmodernizm paradigmalarının ayrımı sağlanabilmektedir. Bu ayrıma göre özellikle mimaride modernizm; yıkıp yeniden ortaya koymayı savunurken, postmodernizm var olanı restore ederken yeniyi farklı yorumlarla ortaya koymayı savunur. Postmodernizm özne’yi merkezi kılarak, çoğul akılcılaştırmanın yolunu açar. Böylece, modernitenin evrensel içeriğini bozar. Bireyci toplumsal düzenlemelere olanak tanır. Hatta yerel olanı meşrulaştırır. Bu çerçevede, modernitenin yarattığı hiyerarşi, araçsal akılcılık ve bütüncül toplumsal düzenlemelerin karşısına; postmodernitenin eşitliği, değersel akılcılaştırması ve bireyci düzenlemeler geçer. Böylece, modernitenin tek, evrensel ve mutlak kıldığı gerçeklik de postmodernitede çoğul, tikel ve göreli hale dönüşür.”

Karakurt (2006: 12) postmodernizmin mimaride esas olmasını, “mimarların postmodern olarak nitelendirilen somut ürünler, yapılar ortaya koymasına” bağlamaktadır. Karakurt (2006: 12)’a göre, “ayrıcalıklı bir estetik dil olarak mimarlık Jameson’un öne sürdüğü gibi, ‘geç kapitalizmle postmodern deneyim arasında en dolaysız ilişki’nin gösterilmesini sağladığı için postmodernizm, tartışmalarda ön plana çıkmıştır. Foucalt’ın 19. yüzyılı bir zaman-tarih çağı; 20. yüzyılı ise bir mekân çağı olarak tasvir etmesi ve postmodernizmin temel olarak bir mekân estetiğini yansıttığı görüşü mimarlığın, postmodern tartışmalarında ön plana çıkmasının mantıksal kurgusunu ortaya koymaktadır. “Postmodern mimarlık, modern mimarlık gibi ekonomik, sosyo-kültürel değişimler paralelinde gelişmiştir. Sanayi sonrası diyebileceğimiz 60’lar sonrasında ‘sanayi toplumunun yerini bilişim toplumu’ almış, ‘emek/üretim paradigmasından enformasyon paradigmasına’ geçilmiştir” (Dostoğlu, 1995: 46; akt: Karakurt, 2006: 13). Dolayısıyla dönemsel koşullara bağlı olarak teknolojideki gelişimler de postmodernliğin ileri aşamalara gelmesine tanıklık etmektedir.

Mimaride vuku bulan postmodernizm olgusu aynı zamanda kent planlama anlayışında da etkisini göstermektedir. Çünkü kent dediğimiz olgunun barındırdığı

yapılar kent planlama anlayışını belirlemektedir. Kentin içerisinde inşa edilen yapıların postmodern mimari zihniyetiyle var edilmesinden, anlaşılan kentte de postmodernizm olgusunun tıpkı mimarideki gibi büyük ölçüde tesirlerini göstermesidir. Ancak kent planlama anlayışlarında postmodernizm olgusu mimarideki gibi başat hale gelmiş midir? Bu soru üzerinde düşünmek gerekir.

“Postmodern mimari anlayış doğrultusunda, hızla büyüyen kentleri tek biçim altına alarak ıslah etme ve onları düzenleme anlayışı ortadan kalkmaya başlamıştır. Postmodern mimariye göre; modern mimarlar birer sanat yapıtı olan planları ürettiler ama kent kendi başına bir sanat yapıtıdır” diyen Karakurt (2006: 14)’un da ifadesinden anlaşılacağı üzere, kenti etki altına almak çok kolay bir eylem değildir. Çünkü sanayileşme sürecinin kentlere sirayetiyle birlikte kentte modern kültürün tahakkümü söz konusu olmuştur. Modernizm için her şey tekçil olmalıdır ve modernizmin empoze ettiği doğruları koşulsuz kabul etmelidir. O zaman görülüyor ki modernizm- postmodernizm gerilimi kent planlama anlayışında da en şiddetli haliyle devam etmektedir.

Özbek (2005) kent planlama anlayışında postmodernizm olgusunu şu çerçevede değerlendirmektedir: “Kent planlama açısından bakıldığında postmodernizm, planlama mesleğine yöneltilen en büyük tehdidi oluşturur. Kente parçacı bir yaklaşımla bakan postmodernizmin, her soruna çözüm bulma iddiasındaki planlama çabalarının karşısında yer alır. Postmodernizm için, kent mekânının kendi başına anlamı vardır ve disiplin altına alınması imkânsızdır. Postmodernizm, kenti, çeşitliliğin, farklılığın mekânı olarak görmüş ve bunu ön plana çıkartmıştır. Modernizmin dayattığı ulusal kültür, ulusal kimlik ve ortalama insan ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik büyük projelerin aslında bizlere öğretilen bir kurgu olduğu, tek bir kültür ve tarih olmadığı gibi, insanların ihtiyaçlarının çok farklı olabileceği postmodern uygulamalarla ifade edilmeye çalışılmıştır. Postmodernizm kentte yaşamamızı sağlayan haritayı elimizden almış ve sağlam bir referans noktası olmayan haritasız kentler yaratmıştır” (Aktaran: Karakurt, 2006: 14-15).

Işık (1993: 32) ise, “postmodernizm, kenti bir bütün olarak görmemizi sağlayan mantıksal temelleri ortadan kaldırmıştır. Modernizmin kenti, uçaktan görmesine karşılık postmodernizm kenti bir anlamda sokakta yürüyen kentli insanların gözleriyle

görmemizi sağlamıştır. Bu kent, her türlü bütünlüğünden koparılmış, parça parça olmuş algılanan bir kenttir. Bu bakış içinde kent, sokakta yürüyen insan gözüyle algılanan parçaların özgüllüğü içinde görülür. Üstelik bu parçalar, bir bütünün parçaları değil, kendi başlarına anlamı olan birimlerdir; dolayısıyla da postmodernizm kente bakışında, kent parçalarının birbirine bağlayıcı bir mantık da aramaz” (Aktaran: Karakurt, 2006: 15). Buradan da anlaşılacağı üzere postmodern kentin en temel noktası farklılıklar üzerine kurulmasıdır.

Farklılık teması sosyal bilimlerde özellikle 90’larda o denli popüler ve etkili olmuştur ki toplulukçu/müzakereci/eşitlikçi her mezhebinin çeşitli disiplinler üzerindeki etkisini gözlemlemek mümkündür. Kent kuramlarının da bundan azade olmadığının iyi örneklerinden biri, Gary Bridge’nin farklı bir literatürün, felsefi pragmatizmin izini sürerek, Habermas’ın iletişimsel eylem teorisine referansla farklılık teması ekseninde yaptığı kent kavramlaştırmasıdır. Bridge (2005), ne modernist rasyonalitenin ne rasyonalitenin tamamen yıkıldığı postmodern kentin, farklılıkların karşılıklı ifadesine yer verebileceği kanaatindedir; ancak kentin sayısız iletişim mekânları farklılıkların diyaloğuna imkân verebilir (Özdemir, 2012: 172-173). Buradan da anlaşılacağı üzere; farklılık temelinde ele alından kent olgusunun postmodern zihniyete kapı açtığı söylenebilir.

Özdemir (2012: 173)’in bir başka sosyal bilimden referansla farklılık meselesine ilişkin ifadesi meseleyi daha manidar kılmaktadır. Şöyle ki: “Kimlik ve mekân eksenli kent okuması yapan Kian Tajbakhsh (2001), postmodern eleştirinin açtığı teorik zeminde, yine farklılık temelli bir kent analizi yapmıştır. Tajbakhsh, kenti yabancıyla, ötekiyle, farklı olanla karşılaşmanın sembolik mekânı olarak görmektedir. Tajbakhsh (2001)’a göre bu çoğulluğa iki şekilde karşılık verilmiştir: Birincisi, tüm farklılıklarda ortak olan unsuru araştırarak sabitlemek ve evrenselliğin unsuru olarak yeniden ileri sürmektir. İkinci cevap ise, çeşitliliği aşmaktan ziyade, daha güvenli, dışa kapalı, komünal alanlara doğru çekilme arayışıdır.” Bu komünal alanlar günümüzde “getto” olarak adlandırdığımız mekânlar olarak düşünülebilir.

Postmodern kentte bir araya gelmenin önemli bir yüzünü kimlik boyutu ve yaşam politikaları bağlamında dinsel özgürlük talepleri oluşturmaktadır. Bu anlamda modern dünyanın hareketli ortamında ülkeler arasındaki göç insanları modern metropollerde çok

kültürlü bir ortamda bir arada yaşamaya zorlamaktadır. Bu durumda ulus devletlerin homojen bir kültür üzerine kurulmuş, belirli, sabit noktalar üzerinde duran yapıları bu çok kültürlülüğün taleplerini karşılama noktasında zora düşmektedir (Yelken, 2012: 266). Dolayısıyla homojen olarak addedilen bu yapı toplumdaki her bireyin beklentilerini tek bir forma indirgeyen bir oluşum olarak tezahür ettiğinden farklı taleplere olanak tanımamaktadır. Bu noktada toplumsal beklenti ve talepleri görünür kılan postmodern kent kurgusu olarak düşünülmektedir. Çünkü daha önce de bahsedildiği gibi postmodern kent kurgusu toplumsal yaşama dair tek bir çerçeve çizerek toplumu bu çerçeveye indirgemez. Değişik çerçevelerin varlığına imkân tanıyan bir toplumsallığa işaret eder.

Gottdiener (2005: 195), “postmodern mimari, tersine, kent kurgusunda anlamı yeniden canlandırmakta” olduğunu belirtir. O’ na göre; ‘içerik biçimi’ düzeyinde yeni bir tasarım ideolojisiyle ve ‘anlatım biçimi’ düzeyinde biçimsel tasarım unsurlarını birleştirerek ‘anlatım tözü’ düzeyinde yeni mimari görünüşleri yeniden ortaya koyan postmodern kurgu, kent içindeki bağlamsal ayrımın yeni kaynaklarını yaratmaktadır. Yapı ile değiştirilen yapı arasındaki bitişik bağlantılar dokusunu kullanarak, anlamlamayı, görünüş düzeyinde, yalnızca düz değişmeceli bir biçimde yeniden yaratmaktadır. Kentin bu yeni anlamı, mimari anlamlamanın yeniden yaratılmasına karşın, mimarinin ürettiği bir şey değil; son dönem kapitalizmin koşulları altında hızla yeniden yapılanmış bir toplumun işlevleri olan kentteki toplumsal ilişkilerin değişen doğasının ürettiği bir şeydir.”

Sosyal bilimler literatüründe “modern kent” kavramının “sanayi kenti” kavramına karşılık geldiğini belirtmiştik. Aydın sanayi kenti ve modernim ilişkisi üzerine gördüğü sorunlu bir duruma vurgu yapar ve postmodernliğin bu anlamdaki işlevinden söz eder. O (2009: 195)’na göre; “modernite çoğu kere sınai-kent olgusu ile özdeşleştirilmişti ve bu onun büyük bir başarısı olarak görülüyordu. Ancak bugün, modernitenin kendisi göz ardı etmeye çalışıyorsa da söz konusu kent sorunlu hale gelmiştir. Postmodernizmin sorun olarak gördüğü kent, bazı sosyal teorisyenlerin ‘çarpık kentleşme’ diye nitelendirdikleri aksamalar değil, sanayi kentinin bizzat kendisidir. Bugün kent Weber’in tasavvur ettiği uygar ve rasyonel toplulukların yerleşmesi için planlanmış bir yer olmanın çok ötesine geçmiştir. Artık tarım kentlerinin homojenliği bozulmuş; enerji

tehdidi, belirsizlik, şiddet ve çözülme gibi özelliklerle malul heterojen bir yapı kazanmıştır. Bu durum modernitenin önem verdiği rasyonel merkezi düzen fikrini en çok tehdit eden olgulardan birisidir. Yani modernizmle özdeşleştirilen kent bugün artık ona meydan okumaktadır.” Bu değişim de postmodern kentin varlığının önemine işaret etmektedir.

Özdemir (2012: 174) “postmodern eleştiri içinde kent tanımlamasını mekân eksenli yapan çağdaş kuramcıların en tipik örneğinin Edward Soja olduğunu” belirtmektedir. “Soja (1989), hem Harvey ile birlikte Lefebvre’nin mekân kavramlaştırmasını yeniden formüle eden coğrafyacılardan biri hem de kenti, postmodern bir mekân olarak kavramlaştırmasıya en çok dikkat çeken çağdaş eleştirel kuramcılardan biridir. ‘Tarihsel anlatının mekânsallaştırmasını amaçladığını ifade eden Soja (1989: 1; akt: Özdemir, 2012: 174), zamanı mekânın merceğinden okumanın peşindedir” Özdemir (2012: 174)’e göre. “En azından geçen yüzyıldan beri, zaman ve tarih, Batı Marksizminin ve eleştirel sosyal bilimin pratik ve teorik bilincinde imtiyazlı bir yer işgal etmiştir. Tarihin nasıl yapıldığını anlamak, özgürlük kavrayışının ve pratik siyasal bilincin asıl kaynağı, toplumsal hayat ve pratiğinin eleştirel yorumu için büyük