• Sonuç bulunamadı

3.2. Araştırma Bulguları ve Yorumu

3.2.2. Ev İmgesi Olarak Stüdyo Daireler

Ev; barınak, çadır, yurt, gecelemek, yuva kurmak anlamlarında kullanılır. Ev yapmak yahut ev almak hemen hemen toplumun tüm kesimleri açısından önemli bir husustur. Ev, ailenin bir mekân bulması, bir yere yerleşmesi, bir yerle irtibatlı hale gelmesinin göstergesidir (Alver, 2010: 61). İnsanın bir sığınma adacığı olan ev, hayatın karmaşıklaştığı, değerlerin yitirildiği bir dünyada sosyo-psikolojik ve ötesinde sofistike olarak kendi olabildiği ana mekândır. Öyle ki tarihin her döneminde insanoğlu evde yaşamıştır. Tarih-insan ilişkisi kadar eski olan ev, ilk zamanlar bir ağaç kovuğuydu ya da bir mağara köşesiydi. Sonraları yapraklar ve dallar bütünleşik bir hal aldı ve vazgeçilmez olan taş-toprak oldu meskenin malzemesi. Şimdilerde ise çelik ve cam girdi işin içine. Dolayısıyla insanın doğa ile mücadelesinin bir sonucu olarak ev hep biçim değişikliğine maruz kaldı (Yasak, 2010: 636). Dönemsel koşullar değiştikçe evin var edildiği formatta bu değişimden nasibini almıştır.

Alver evi fiziksel bir mekân olmaktan öte manevi ve duygu boyutuyla analiz etmektedir. “Bir barınak olma yönüyle ev, kişinin aile hayatı içinde kendini olumsuz dış faktörlerden korumasına dönük bir işlev üstlenir. İnsanın temel ihtiyaçlarından barınmaya karşılık gelen ev, toplum hayatının merkezine yerleşir. Biçimi ve nitelikleri ne olursa olsun ev, ana rahmini çağrıştırır. İnsanı sarıp sarmalayan, koruyan, besleyen, tüm tehlikelerden uzak emin bir yerde büyüten ana rahmi gibidir ev. Evinde olmayı arzular insan, uzun yolculuklardan sonra evine dönmeyi. Evini özler ve insan ancak evinde rahat eder. Eviyle bütünleşir. Başka hiçbir mekânla bütünleşemediği kadar evi ile hemhal olur insan. Anne gibi vazgeçilmez, anne gibi unutulmazdır ev” Alver (2010: 63)’e göre.

Ev sahibi olmanın psiko-sosyal değeri, bütün toplumlarda değişik olsa da geçerli bir durumdur. Çünkü ev sahipliği ile kimlik arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır (Agnew, 1982; akt: Alver, 2010: 61). O bakımdan evin sadece mekânsal değil aynı zamanda toplumsal, insani, sembolik karşılıklarını spit etmek gerekir (Alver, 2010: 61). Alver (2010: 62)’e göre; “ev, en yalın haliyle yuvadır; çoğunlukla insanın ailesiyle birlikte huzur ve sükûn içinde yaşadığı, yeni nesiller edindiği, yeni nesilleri eğittiği ve topluma kattığı vazgeçilmez bir mekândır. Yuva ihtiyacı, insanın hem biyolojik hem de kültürel varlık olarak hayatının devamı açısından kaçınılmazdır. İnsanı var kılan yuvadır; yuva edinebildiği, yapabildiği için insan hayatta kalabilmektedir.”

Evin önemli özelliği onun bir “sığınma mekânı” olmasıdır. Çünkü evin üyeleri dışarıda işlerini hallettikten sonra evlerine dönerler. Akşam olduğunda herkes evindeki yerini alır. Çünkü ev kamusal değil özel bir alandır ve bir mahrem alandır esasen. “İnsan birçok sebepten ötürü bazen sığınma ihtiyacı duyabilmektedir. Sığınılacak mekânların başında ise ev gelmektedir. Çünkü ev özeldir; dışarıya, ötekine, yabancıya, düşmana kapalıdır. Bir anlamda kapanmadır ev. Bir sığınma mekânı olarak ev, mahrem bir dünyadır, korunmuş ve kollanmış bir dünyadır, korunmuş ve kollanmış bir dünyadır. İnsanın hayatını, dünyasını ördüğü bir mekândır (Şakar, 2006; akt: Alver, 2010: 64).

“Mahremiyet” kavramı ev için son derece önemlidir. Çünkü kişi en yalın haldeki aktörlüğünü evinde gerçekleştirir. “Ev, insana başkalarından uzakta kalmayı, saklanmayı, gizlenmeyi sağlar. Böylece insan öteki ile mesafeli bir ilişki kurma imkânına ulaşır. Bir mahremiyet alanı olan ev, insanın kendisi olduğu, kendisine karşı

hesapsız olduğu ender mekânlardan biridir” (Alver, 2010: 65). Bu nedenledir ki, İnsan başka hiçbir ortamda evdeki kadar doğal hissetmez kendisini. Kişi evine geldiğinde tüm kimliklerini dışarıda bırakır. Yalnızca aile içi kimliği söz konusudur evinde. Bu nedenle insan başka hiçbir ortamda bulamadığı huzuru evinde bulmaktadır.

Ev, zamansal ve mekânsal olarak insanın sosyo-psikolojik varlığının dışsallık kazanma durumudur. Ya da Cooper’ın belirttiği gibi ev temelde insanın kendini ve dışarıyı nasıl gördüğünü yansıtmaktadır. Daha ötede ruhsal yapıda yeni iç âlemde inşa edilenin veyahut oluşturulan soyut değerler manzumesinin gerçek dünyada bir hayat tarzı olarak ev şeklinde karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Belki de ‘coğrafi görünümün bir parçası olarak ev’, insanların nasıl yaşaması gerektiği, aile bireylerinin birbirleriyle bağlantısının nasıl olması gerektiği ve ev sakinlerinin dış dünya ile nasıl bağlantı kurmaları gerektiği hakkında fikirleri sembolize ederler. Diğer taraftan ev, yalnızca bireyden bireye değişen beklentilerin değil, aynı zamanda toplum içinde her yeni nesille birlikte değişen isteklerinde simgesi olmuştur. Gelenekselden, modernizm, postmodernizm ve bilgi-teknoloji dönemlerine evrildiğimiz bu süreçte değişim kaçınılmaz olmuştur. Dolayısıyla değişen toplumsal süreçle birlikte paradigmadaki değişim ev hem biçimsel hem de yüklenen anlam (içerik) itibari ile dönüşmüştür (Turan, 1994; Cooper, 1974; Ökten, 1995; Tümertekin, Özgüç, 1998; Riley, 1999; akt: Yasak, 2012: 639).

Eve yüklenen anlamların farklılık arz etmesiyle birlikte evin bir “yaşam tarzı” olarak addedildiğini de göstermektedir. Bireyin müstakil, güvenlikli site, apartman gibi mekânlardan birisini yaşam alanı olarak, ev olarak tercih etmesi aynı zamanda kişinin yaşam biçimine dair tahminler yürütülmesine de neden olmaktadır. Çubuklu (2001: 75; akt: Alver, 2010: 73) bu durumu şöyle ifade etmektedir; “modern kapitalist toplum evin iyi ve kötü yanlarını ortadan kaldırarak onu ‘nötr’ kıldı. Evi emlak haline getirdi. Evler belirli bir yaşam tarzına koşullandırılmış tüketicilere sunulan standardize edilmiş değişim değerlerine dönüştüler. Evin insanla ilişkisindeki sahicilik zayıfladı… Modern kapitalizm bireyi evi karşısında özgürleştirdi. Bu özgürleştirme on binlerce insanın sokakta yaşamaya mahkûm edilmesiyle birlikte gerçekleşti. Artık insanlar istedikleri an evlerini değiştirebiliyorlar. Yine de bir yurttaş olarak bir ikametgâha sahip olmaları gerekiyor. Modern toplumun düzenli bir hayata sahip her yurttaşı bir ev sakinidir.”

Toplumsal yapıdaki değişimlere bağlı olarak eve yüklenen anlamlar da dönüşüme uğramıştır. Burada önemli olan husus zamanın ilerlemesine paralel olarak bilim ve teknolojideki değişimler yeni evsel mekânların oluşumuna zemin hazırlamıştır. Alver (2010: 73) bu durumu şöyle belirtmektedir; “kısa-uzun tarihi göz önüne alındığında evin büyük dönüşümlere uğradığı, biçim, muhteva ve anlam açısından farklılaştığı görülmektedir. Bir meta haline gelmesi, tüketilmesi, alınıp satılması, primlere konu olması evin insandaki karşılığının yeniden gözden geçirilmesine yol açmaktadır. Ne ki tüm bunlara karşın insan evsiz kalamamakta, bir ev düşünü içinde büyütmekte ve evsiz kaldığında kendini sürgün gibi görmektedir. Dolayısıyla evin insan için vazgeçilmezliği günümüzün karmaşık ilişkilerinde dahi geçerliliğini korumaktadır.”

Evin günümüzde metalaşıp küresel tüketim kültürüne endekslenmesi, evin anlam dünyasına yeni bir boyut ekler. “Öncü’nün (1999: 29) tespit ettiği gibi evin tüketimle özdeşleşerek kentsel orta sınıf kültürü ve yaşam tarzının en belirleyici ve ayrıştırıcı öğelerinden biri haline gelmesi, yakın zamanların ürünü… Tarihsel bir kurgu olarak ideal evin konfor, rahatlık, saygınlık gibi sembolik çağrışımlarıyla orta sınıf kültürünün odak noktası haline gelmesi, 19. Yüzyılın sonlarıyla 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde, değer ve özlemlerin tüketimle iç içe geçmeye başladığı döneme rastlıyor” (Aktaran: Alver, 2010: 72).

“Evin belli bir yaşam tarzını dile getirmesi, ev ile millet, ev ile insan arasındaki bağın daha rahat kurulmasına izin vermektedir. Eldem, evlerin birbirinden farklı olmasını, üç düzlemde değerlendirmektedir: milletlerin kültür ve şahsiyetlerindeki farklılık, evlerin yapıldığı yerlerin gerektirdiği yapı usulleri ve yapının inşa edildiği mıntıkadaki yapı endüstrisinin durumu. Dolayısıyla milletlerin ruhu, evlerine sinmektedir. Biçim, kültürdür, kültüreldir. İnşa edilenin biçimi kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Biçim ile kültür arasında bağ kuran araştırmacılar, özellikle evin biçiminin karmaşık sosyo-kültürel ilişkilerin sonucunda oluştuğuna dikkat çekmektedir. Her milletin kendi evini dolayısıyla kendi hayat tarzını oluşturduğu gerçeği, ev ile kültür arasında, kültürel farklılaşmanın evi biçimlendirme gücü yönünde bir analizin yapılmasına yol açmaktadır. Örneğin Türk evi, Alman evi, İslam evi, Amerikan evi gibi tanımlamalar aynı zamanda bir yaşama kültürüne ve bir hayat tarzına işaret etmektedir” (Soykan, 1999; Gür, 1996; Akın, 1995; akt: Alver, 2010: 74-75).

Ev de tıpkı kent gibi yalnızca fiziksel bir organizasyondan meydana gelmemekte toplumsal/kültürel anlamda pek çok işlev üstlenmektedir. Evin barınma ve sığınma mekanizması olmasından ziyade aynı zamanda kimlik ifadesi olması da önemli işlevlerinden birini göstermektedir. Ev dönemsel koşulların etkisiyle her dönem farklı konseptlerle şekillenmiş bilimsel/teknolojik ilerlemelerle biçim ve içerik bakımından değişik formatlarla karşımıza çıkmıştır. Rezidanslar ve çalışmamızın temellendirildiği kavram olan stüdyo daireler bu formatlardan bazılarıdır. Hani mimari yapıda meydana gelirse gelsin evin üstlendiği manevi/duygusal boyuttaki misyonlar her birey için ayrı önem teşkil etmektedir.

Stüdyo daire tartışması fiziksel/sosyal pek çok kategori üzerinde temellendirilebilir. Ancak her şeyden önemlisi stüdyo daire bir evdir. Dolayısıyla gündelik hayatta aşina olduğumuz ve kendimize özgü anlamlar yüklediğimiz “ev” kavramı ile stüdyo daireler arasında katılımcıların nasıl ilişkiler kurduğunu sorgulamak icap etmiştir.

Yaşadığınız stüdyo daireyi “ev” olarak benimsiyor musunuz?

“Açık söylemek gerekirse ben bazı zamanlarda benimsemiyorum. Çünkü ev benim gözümde genişliği olan bir şey. Stüdyo dairede her eylem aynı oda içerisinde gerçekleşiyor. Yemeği bile uyuduğun yerde pişiriyorsun bir anlamda. Evin içinde dolaşmaya imkân bulabilirsin. Fakat stüdyo dairede dolaşmanın imkânı yok. Türk insanının alışkanlıklarından biri uzanıp televizyon seyretmektir. Stüdyo dairede yere uzanmakta pek mümkün görünmüyor. Bazen o geniş evlerin özlemini duymuyor değilim. Ancak buradan şikâyetçi olduğum sonucu çıkmasın.” (H.G, 28, K).

“Evlenmeden önce ailemle birlikte müstakil bir evde yaşıyordum. Evlendikten sonra stüdyo dairede yaşamaya başladım. Açıkçası ben şuanda stüdyo daireyi evden farklı bir mekân olarak görmüyorum. Sadece ev olarak tanımladığımız mekânlara nazaran daha küçük o kadar. Onun dışında insan dışardan yorgun bir şekilde evine geldiğinde nasıl huzur bulursa ben de o şekilde huzur buluyorum. Bana göre evi ev haline getiren fiziki yapısı değil insanın onu nasıl algıladığıdır. Benim için şuan oturduğum stüdyo daire herhangi bir evden farksızdır.” (A.E, 31, E).

“Ben bu tartışmanın yapılmasını bile anlamsız buluyorum. Biraz eleştirel olacak ama soruyu sorma tarzınız bile stüdyo dairelerin ev olmadığı yönünde. Nihayetinde ev nedir? diye sorarsanız ben “insanın kendine ait özel alanıdır, işten çıkınca akşam döndüğü yerdir” diye tanımlarım. O nedenle ev müstakilmiş, apartman

dairesiymiş, stüdyo daireymiş bu ayrıntılar önemsiz. Ben eğer akşamları geldiğimde ailemden insanları o ortamda buluyorsam ve günlük yaşamımın en özel alanı o ortamsa orası benim evimdir. Gerisi teferruattır bana göre.” (S.K, 31, E).

Bu üç katılımcının verdiği cevaplara bakılırsa katılımcıların stüdyo daireyi ev olarak benimsemesi veya benimsememesi onların algılarıyla ilgilidir. Daha doğrusu ev kavramına nasıl bir anlam yükledikleriyle alakalıdır. Bu nedenle stüdyo daire bir evdir veya ev değildir gibi bir net söylem sosyal gerçeklikle uyuşmamaktadır. Çünkü gerçekten de kimisi evi fiziksel bir yapıdan ibaret görürken kimisi fizikselden ziyade içerisinde yaşanılan maneviyat olarak değerlendirmekte. O nedenle her katılıcının ev algısı birbirinden farklı nitelikte zuhur etmektedir. Aşağıda görüşleri belirtilen iki katılımcı yine stüdyo daireyi evden farklı bir konsept olarak nitelendirmektedir.

“Ben aslında tam bir Anadolu çocuğuyum. Yani demek istediğim geleneksel-muhafazakâr bir aile içerisinde büyüdüm. Eğer benim ailem Konya’da yaşasaydı ne ben ne de onlar stüdyo dairede yaşamama sıcak bakarlardı. Yanlış anlaşılma olmasın. Benim burada kastettiğim gayri ahlaki bir durumun olması değildir. Kastettiğim şudur: Söz gelimi en basitinden bayramlarda eve akrabaların, arkadaşların, dostların ziyarete gelmesidir. Sürekli eşe dosta ev oturmasına gidilmesi onların da aynı şekilde size gelmesidir. Günümüzde yitirilmeye yüz tutmuş bu tür ilişkileri stüdyo dairede hayal etmek pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla stüdyo daire bana göre evin sahip olduğu toplumsal işlevlerden oldukça uzaklaşıyor. Bu nedenle ben burada yaşamaya başladığımdan beri stüdyo daireyi ev olarak benimseyemiyorum.” (E.K, 25 ,E).

“Bana göre stüdyo daire ev değil tam anlamıyla bir konsepttir. Çünkü her şeyden önce ev bir genişliktir. Farklı odalarda farklı hayatların akması demektir. Mesela yatak odası farklı bir nitelik arz eder oturma odası farklı bir nitelik. Gel gelelim ki stüdyo dairede hepsi aynı mekânda olunca hiçbir farklılıktan bahsetmek mümkün olmuyor. Aksine odalara yüklenen tüm anlamlar stüdyo dairede tekçi bir hal alıyor. Ev dediğimiz şey biraz da maneviyattır bence. Ama burada böyle bir işlev söz konusu değil. Stüdyo dairede yaşamak bana pek çok avantaj sağlasa da ben stüdyo daireyi gerçekten de evim gibi benimseyemiyorum.” (E.S, 29, K).

Katılımcıların stüdyo daireleri ev olarak algılamaması esasen çok da yadırganacak bir durum değildir. Çünkü ev dediğimiz olgu geçiciliği değil kalıcılığı yansıtır. Çevremizde öyle insanlar görüyoruz ki dededen kalma bir evde üç kuşaktır yaşıyorlar.

Bu da evi ev yapan toplumsal niteliği ağır basan bir özellik olarak vuku bulmaktadır. Ancak stüdyo dairede böyle bir durum pek mümkün gözükmemektedir. Katılımcılar ister kiracı ister ev sahibi olsun ifadeleriyle bir anlamda uzun yıllar stüdyo dairelerde yaşamayı planlamadıklarının sinyallerini vermektedirler. Bu durum da onların stüdyo daire tipi mekânları ev olarak algılayıp benimseyememeleri noktasında rol oynamaktadır.

“Ben stüdyo daire satın alıp orada yaşamayı tercih etmeyenlerdenim. Bunun nedeni ise tam olarak şuan sorduğunuz bu soru. Benim için ev çok önemlidir. Öyle ki benim bir müstakil evim var. Çatı katını geçen yıl tadilat yaptırdım ve orayı eş, dost, akrabalarla sohbet etmek ve çay içmek için şark odası haline getirdim. Özellikle kış aylarında oturmak bizler için çok keyif verici. Çünkü oraya bilhassa kalorifer taktırmadım. Çünkü kış akşamlarında soba yakıyor üzerinde kestane patlatıyor ve çayı da bu sobanın üzerinde demliyoruz. Dolayısıyla bu tür zevkleri olan benim ve ailem için stüdyo daire ev olmaktan oldukça uzakta yalnızca bir gelir kaynağı olarak var olmaktadır.” (R.T, 42, E).

“İnsanların evden bekledikleri nedir ki? Dinlenilecek, insanın özel anlarını ve mahremiyetini ailesiyle paylaşacağı yer değil midir ev? Bu tanımı düşündüğümüzde stüdyo dairenin evden bir farkı yoktur bana göre. İnsan nerede yaşarsa yaşasın bu bahsettiklerimi gerçekleştirebiliyorsa orası onun bizzat evidir bence. O nedenle ben de eşim de yaşadığımız stüdyo daireyi evimiz gibi benimsedik. Yakında bir çocuğumuz olacak ve o zaman çekirdek bir aile olmanın bilinciyle evimize daha fazla bağlanacağız.” (T.Ş, 32, E).

“İtiraf etmeliyim ki stüdyo daireye ilk taşındığımızda ilk birkaç ay ben çok bocaladım. Bir türlü benimseyemedim. Kendimi bu dar alana ait hissedemedim. Ama zaman geçtikçe önceki evimde kurduğum düzeni burada da kurmaya başladım. Mesela ben büyük boy puzzle yapıp çerçevelettirip duvarlara asmayı severim. Burada da duvarlara birkaç puzzle yapıp astım. Onun dışında evimde babamın, annemin, kardeşimin fotoğrafları birçok yerde yer alırdı. Burada da onlara yer verdim. Bir de baktım ki aslında kendi zevklerime göre düzenlediğimde evin 1+1 daire olması çok da mühim değildi. Öyle öyle stüdyo adı verilen bu daireyi kendi evime çevirdim. Şimdi benim için önceki evimden farksız.” (Z.B, 30, K).

Görülüyor ki, stüdyo daire kimisine göre “ev” den farksızken kimisine göre ise ev imgesinden bir hayli uzaktır. Kanımca bu durum kişilerin kafalarında geliştirmiş olduğu ev tahayyülünün nasıl biçimlendirildiğiyle alakalıdır. Ev her şeyden önce kişiye has özel bir alandır. Eve dair belirtilen bu “özel” alanın vurgulanması gerekir. Çünkü

kentsel mekânların bir özelliğinin de “kamusallık” niteliği taşıyan mekânlar olarak belirtmiştik. Kamusallıktan kastedilen en temel haliyle “herkese açık” anlamı içermesiydi. Ancak bir kentsel mekân kategorisinde incelediğimiz ev olgusunu herkese açık mekânlardan farklı olarak kamusal olarak addedemeyiz. Çünkü ev dediğimiz mekân bireye veya aileye hasredilmiş bir alandır. “Mahremiyet” vurgusunu da temelinde taşıyan “ev” kavramı için özel alan yorumlamasında bulunabiliriz. Dolayısıyla kişiye veya aileye ait olan bu özel alanın dizaynı da burada yaşayanlara aittir.

Ev bir anlamda da fiziksel özellikleriyle nitelik kazanmaktadır. Sözgelimi ev eşyalarının düzeni ve yerleşimi evin bireyleri tarafından tercih konusu edilen bir husustur. “Ev gibi ev eşyaları da farklı açılardan değerlendirilmelidir. Ev ve eşya ilişkisi, belki de evin bir hayat tarzını yansıtması açısından ilk elden öne çıkarılacak meseledir. Çünkü ev bir yönüyle eşyalarıyla vardır. Her ev eşya barınağıdır aynı zamanda. Evdeki eşyalar; dolaplar, mobilyalar, çerçeveler, kitaplıklar, bardaklar, tabaklar, sandalyeler, halılar, avizeler, perdeler, giysiler, biblolar vb. nesneler, evdeki hayatın vazgeçilmez elemanlarıdır. Tıpkı evin sakinleri gibi eşyalar da o evdeki hayatın vazgeçilmezleridir. Hayata katılır, hayatın tam da merkezinde yer bulur eşyalar” (Alver, 2010: 68). Bu anlamda stüdyo daireler normal bir ev düzeninden farklı mıdır? Kişilerin bu noktadaki tercihleri yaşadıkları yerin stüdyo daire olması sebebiyle değişiklik gösterir mi? Araştırmada bu meselede sorgulanmıştır.

Evinizin eşyalarını düzenlerken evin stüdyo daire formatında olması sizin açınızdan herhangi bir sorun teşkil etti mi?

“Kısmen sorun oldu diyebilirim. Çünkü stüdyo dairenin biçimi çok fazla eşya sığdırmaya müsait değil. Benim de eşyam fazlaydı. O nedenle bir kısmını getirebildim buraya. Özellikle koltuk takımımın biraz büyük olması odada fazla yer kapladı. Ama bir şekilde stüdyo dairenin yapısına uygun bir şekilde ayarladım eşyaların düzenini.” (E.K, 25,E).

“Benim stüdyo daire konusunda tek yakındığım şey bu oldu sanırım. Çünkü ben geniş ev modeline uygun bir şekilde eşya düzeni hayal etmiştim evleneceğim zaman. Ama şartlar gereği eşimle stüdyo daire tutunca onu gerçekleştiremedim. Şimdi de memnuniyetsiz değilim. Ama her türlü eşyamızı sığdıramıyoruz. Bu nedenle ev eşyası almaya ara verdik. İleride daha geniş bir eve çıkarsak o zaman ona uygun bir düzene gideriz. Fakat şimdilik stüdyo dairenin imkân verdiği kadarıyla idare ediyoruz.” (H.G, 28, K).

“Eşim eşya düzeninden bayanların daha iyi anlayacağını düşünerek bana bıraktı. Ben de yeni evli olduğumuz için çok fazla eşyaya gerek göremedim. Hem de stüdyo dairenin alabileceği eşya bilindiği gibi sınırlı. O nedenle ilk başta önemli ihtiyaçları almayı uygun gördüm. Mesela oturma odasında oturma grubu ve stüdyo dairenin diğer odası olan yatak odasında yatak odasında yer alacak birkaç eşyamız var o kadar. Yatak, ayna, dolap falan. Stüdyo dairede yaşamayı seçince mecburen evin düzeni de ona göre oldu. Ama bu ne benim ne de eşim için herhangi bir sıkıntıya neden olmadı.” (T.Ş, 32, E).

“Biz üniversite öğrencisi olunca öyle çok eşyaya ihtiyaç duymadık. Zaten iki kişiyiz. Ev arkadaşım ve ben. O yüzden memleketten birkaç eşya ben getirdim birkaç eşya da arkadaşım getirdi. Birkaç küçük şeyi de buradaki spot malzeme satan yerlerden aldık. O şekilde stüdyo daireyi bir ev düzeni haline getirdik. Belki öğrenci olduğumuz için beklentimiz küçük. Ama ne benim ne de ev arkadaşımın bu konuyla ilgili sorun haline getirdiği bir şey olmadı diyebilirim.” (A.P, 19, K).

“Ben biraz sorun yaşadım açıkçası. Çünkü ben yapı olarak biraz kalabalık döşenmiş evleri seviyorum. Ama 1+1 şeklindeki bir daireyi ne kadar kalabalık döşeyebilirdim ki. Sadece belli eşyaları yerleştirebildim. Bu yüzden biraz bu duruma canım sıkıldı. Tam olarak alıştığım söylenemez ama yavaş yavaş alışıyorum sanki.” (E.S, 29, K).

“Sorun olmak bir kenarda dursun beni ve arkadaşımı bu durum memnun bile etti diyebilirim. Zaten o kadar çok maddi gücümüz yoktu. O nedenle çok eşya alamazdık. Bizim için ihtiyaç da