• Sonuç bulunamadı

Önceki başlık altında ifade edilmeye çalışılan kentleşme söylemi esasen başlangıcı ve etkileri eskilere dayanan ve geçmişten günümüze pek çok çalışmaya konu olmuş bir olgudur. Kentleşmenin yanında son dönemlerde gelişen kentler için bir başka önemli eylem ise “kentsel dönüşüm” dür. Kentsel dönüşüm günümüzde pek çok kentte hayat alanı bulmuş ve gittikçe de ileri aşamalara ulaşan bir süreçtir. Özellikle değişen dünya düzeni ekseninde kentlerde inşa edilen alışveriş merkezleri, plazalar, gökdelenler

ve çalışmamızın başat kavramı olan stüdyo daireler gibi yeni mimari yapılara taleplerin artması kentsel dönüşümü de beraberinde getirmektedir. Kentsel dönüşüm meselesini doğru okuyabilmek için öncelikle sosyolojide “dönüşüm” olgusunu doğru anlamlandırabilmek gerekir.

Aydın (2011: 465) sosyolojik bir kategori olarak ele aldığı dönüşüm kavramını, “sosyal bilimlerde, öz olarak da sosyolojide dönüşüm, genelde bir değişim sorunudur. Ancak sıradan bir değişmeden farklı olarak dönüşüm, birbirini izleyen değişimleri ifade eder. Değişim, içerik olarak devinim ile arkasından gelen bir yapılanmayı kapsar. Birbirini izleyen bir seri değişme ise, ilkece ayrı alınabilecek değişim halkalarıdır. İşte dönüşüm bu halkaların oluşturduğu zincirin/sürecin adıdır” biçimiyle değerlendirmektedir. “Dönüşüm, hayatın birçok alanında değişimi barındırır. Bu, aynı zamanda yeni ve daha üst düzey örgütlenme yapılarını içeren yeni bir sosyallşeme ve toplumsal değişim sürecidir” (Ataöv ve Osmay, 2007: 74). Gündelik hayatta kullandığımız kavramlar, bilim temelli ele alındığında farklı adlandırmalarla da karşımıza çıkmaktadır. Söz gelimi, çoğumuzun dönüşüm olarak telaffuz ettiği eylemi sosyoloji literatüründe “transformasyon” olarak görmek de mümkün olmaktadır. “Transformasyon, sosyal/kültürel değişme ile ilgili bir düzine kadar kavramdan birisidir. Önceleri fizik ve biyoloji gibi doğa bilimlerinde kullanılan ve genel olarak başkalaşım olarak çevrilen transformasyon daha sonra sosyolojide de kullanılır olmuştur. Kelime olarak Batı dillerindeki trans, geçiş, yol, formation, şekillenme anlamına gelen sözcüklerin birleşmesiyle oluşan transformasyon, eski dile tahavvül (veya tahvil), güncel Türkçe’ ye ise dönüşüm olarak çevrilebilir” (Aydın, 2011: 465). O halde kentsel dönüşüm nasıl bir transformasyonu ifade eder? Üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken soru budur.

Özden (2008: 52) kentsel dönüşümün, “belirli bir kentsel alanın yıkılıp yerine yeni bir mekânın inşa edilmesini, yolların ve caddelerin yeniden düzenlenmesini içermektedir” şeklinde yorumlamaktadır. Tanımda geçen kentsel alanları ise; bu belirli kentsel alanlar genellikle köhneleşmiş, fiziksel ve sosyal açıdan çöküntü haline gelmiş, yoksulluğun yaygın ve derin bir biçimde yaşandığı, yasa dışı faaliyetlerin bulunduğu alanlar” (Aktaran: Şentürk, 2012: 350) olarak nitelendirmektedir. “Kentler toplumların sosyo-ekonomik ve siyasal koşullarının değişmesi ile birlikte tarihsel süreç içerisinde,

doğalarının gereği olarak, değişip dönüşürler. Burada kentsel dönüşüm ile kastedilen kentlerin doğaları gereği yaşadıkları değil, dışardan müdahale yoluyla meydana gelen değişimlerdir” Yıldız ve Zümrüt (2012: 399)’ e göre. Esasen kentler doğal bir dönüşüme maruz kalabilirler. Ancak kentsel dönüşümün kendisi doğal bir dönüşüm değil bizzat karar verici mercilerin eliyle yapılan bir eylemdir.

Genç (2008: 127-128) kentsel dönüşümün gerekliliğine yönelik; “kentlerin içinde bulundukları sürekli dönüşüm sürecini, kentlerin mevcut kaynaklarının, alt yapı ve yatırımlarının verimli biçimde kullanılmasını sağlamak ve nihayetinde kentlerin uzun vadeli planlar çerçevesinde gelişimlerini kontrol etmek için kentsel dönüşüm etkili bir araç olabilir. Özellikle Türkiye gibi başta doğal afet riskleri olmak üzere sorunları çok olan kentlerin daha güvenli, yaşanabilir hale getirilmesinde; özgün niteliği olan kentlerin kültür ve tabiat varlıklarının korunarak yaşatılmasında kentsel dönüşümden faydalanabilir” şeklinde yaklaşmaktadır. Hangi biçimde hayata geçirilmesine ilişkin ise; “kentsel dönüşüm sadece fiziki yenilemeyi değil, kapsamlı bir sosyokültürel programı, yerel kalkınma programını da içermeli, kapsamlı bir dönüşüm programının parçası olarak katılımcı yaklaşımlara olanak verecek biçimde hayata geçirilmelidir” formunda değerlendirmektedir.

Değişime uğrayan kentsel bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel sorunlarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem olarak tanımlanan kentsel dönüşüm, kentsel bozulma süreçlerinin anlaşılması ve üzerinde uzlaşılması, toplum sağlığı için düşük yaşam koşullarının iyileştirilerek fiziksel ve sosyal alt yapı eksikliklerinin giderilmesi, fiziksel koşullar ile toplumsal sorunlar arasında ilişki kurularak sosyal dışlanmanın azaltılması, kentsel politikanın çok paydaşlı ve katılımlı planlama yoluyla demokratik bir doğrultuda şekillendirilmesi, yeni alanlar yerine var olan kentsel alanların planlanması ve yönetimi ile kentsel dokuda yitirilmiş sürekliliklerin yeniden sağlanması gibi çeşitli amaçlara yöneliktir (Yıldırım, 2006: 8; aktaran: Yıldız ve Zümrüt, 2012: 399). Kentsel dönüşümüm amaçlarına yönelik pek çok saik sıralanabilir. Ancak bu amaçlardan kanımca en bariz olanı fiziksel anlamda kentin yeniden tasarlanmasıdır. “Kentin düzenlenmesi ve estetize edilmesi kentsel dönüşüm çalışmalarının başat amaçlarından birisidir. Düzenlemeye ve estetize etmeye yönelik kentsel dönüşüm çalışmaları temelde yıkımları/istimlakları beraberinde getirmektedir.

Yıkımlarla/istimlaklarla kentsel mekan yeniden düzenlenir, çirkinlikler ortadan kaldırılır ve kent mekanı estetize edilmiş olur. Yıkmak ve istimlak etmek düzeni sağlamanın ve kenti estetize etmenin temel aracıdır. Kentin yıkılarak güzelleştirilmesi planlanmaktadır. Yıkımın sağladığı estetik değeri ile yetinilmeyip yeni eklemeler ve inşa süreçleriyle de kentsel mekanın güzelleştirilmesi sağlanmış olur” (Şentürk, 2012: 355). Bu noktada kentin estetize edilerek günümüzdeki bilimsel ve tekonolojik gelişmeler temelinde talep edilen bir forma dönüştürülmesi kentsel dönüşümün en temel amacı olarak zuhur etmektedir.

Sözü edilen güzellik anlayışı Şentürk (2012: 355)’e göre, “genellikle modern kent/batılı kent/Avrupa Kenti anlayışı/felsefesi çerçevesinde geliştirilmiştir. Kent mekânı modern değerler etrafında düzene kavuşturulmaya ve güzelleştirilmeye çalışılmıştır. Bunlar düz ve geniş yollardan oluşan yol şebekesini, birbirlerini kesen sokakları, simetrik caddeleri, sokakları ve bahçeleri, meydanları, birbirinin aynısı olan konutları içermektedir. Yollarla ilgili yapılan düzenlemeler artık insanlar için değil otomobiller içindir.” Bu yorumdan da anlaşılacağı üzere modern hayat temelde tek tipleştirici olmaktan yanadır. Dolayısıyla bir kentte farklılıklar ve zıtlıklar içeren inşaların varlığı modern kentin talep ettiği anlayışla bağdaşmamaktadır. Esasen kentsel dönüşüm de bunu amaçlamaktadır. Nasıl ki yeni dünya düzeninde küreselleşme sürecinin bireyi yalnızlaştırdığını ve eşyayı bireyden daha değerli hale getirdiğini gözlemliyorsak, aynı şekilde küreselleşmenin bir uzantısı olan kentsel dönüşüm sürecinde de aynı etkiler vücut bulmaktadır. “Son yıllarda politik ve yasal araçlarla dönüşen kentsel alanlar yanında son elli yıldır kendiliğinden dönüşen veya dışsal etmenlerle dönüştürülen ve toplumsal dönüşümleri tetikleyen süreçler de kentsel dönüşüm olgusu kapsamında kabul edilmektedir. Bu tanım kentsel alanların gecekondu gelişimi ile dönüştürülmesi, kentsel saçaklanma bölgelerinin toplu konut alanı olarak geliştirilmesi, çöküntü bölgelerinin yeniden yapılandırılması veya tarihi kent merkezlerinin korunması ve canlandırılması gibi gerek fiziksel gerek toplumsal boyutları birlikte içeren dönüşüm biçimlerini kapsamaktadır” (Ataöv ve Osmay, 2007: 57). Planlanan kentsel dönüşüm sürecinde bahsedilen fiziksel ve toplumsal unsurları dönüştürmek birlikte hayata geçtiği takdirde kentsel dönüşümün daha kapsamlı sonuçları ile karşılaşılabilir.

Kentsel dönüşüm bağlamında yapılan çalışmalar farklı zamanlarda değişik ilkelerden hareket etseler de neredeyse tamamına yakını kenti modern bir görünüme kavuşturmak, daha açık bir ifadeyle modernleştirmek amacıyla yapılmaktadır. Kent modernleştirilmelidir. Zaman içerisinde Avrupa kenti, batı kenti, marka kent, dünya kenti, küresel kent gibi farklı isimler alsa da bu kent tahayyülü modern batı kentini işaret etmektedir. Bu açıdan kent, dönüşüm çalışmalarıyla modernleşmenin, modernleştirmenin mekânı olmuştur (Şentürk, 2012: 362). “Kentsel dönüşüm olgusu ilk kez gelişmiş Batı ülkelerinin kentlerinde sosyal ve ekonomik açıdan çöküntü alanlarının yeniden canlandırılmasına yönelik müdahaleler yapılmasıyla başlamıştır. Genelde kentin, nüfusunu kaybetmiş ya da düşük gelir gruplarının kötü ekonomik ve fiziksel şartlarda yaşadıkları ve sosyal dayanışmanın kaybolduğu konut alanlarında, eski boş liman ve sanayi alanlarında kentin ekonomik gelişimine katkıda bulunacak projelerin uygulanması biçiminde olmuştur” (Ataöv ve Osmay, 2007: 58). Ancak kentsel dönüşüm politikaları yaygınlık kazandıkça daha farklı amaçlar üretir olmuş ve uygulamaları daha farklı boyutlara ulaşmıştır.

Kentler, gerek kentsel gelişim sürecine özgü sanayileşme, göç gibi nedenlerle gerekse savaş, afetler gibi olağandışı nedenlerle dönüşüme uğramaktadırlar. Kentsel dönüşüme konu olan alanlar, köhneleşmiş veya bir şekilde mevcut planlamalar dışında kalmış alanlardır. Örneğin; cazibesini yitirmiş eski merkezi iş alanları, kentsel site alanları, kent içindeki sağlıksız ve kaçak yapılar, gecekondu alanları gibi. Bunların yanında kentsel dönüşüm ihtiyacı yangın, deprem gibi afetler nedeniyle de ortaya çıkabilmekte; afetin ardından meydana gelen yıkımı ortadan kaldırmak veya afet olmadan önce olası zararları azaltmak amacıyla da kentsel dönüşüm uygulamaları yapılabilmektedir (Genç, 2008: 115). Roberts (2000)’a göre kentsel dönüşüm; “değişime konu olan alanın ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarının sürekli iyileştirilmesini sağlama amacı güden ve kentsel problemlerin çözümünü sağlayan kapsamlı ve tümleşik bir vizyon ve eylemdir. Friesecke (2007), kentsel dönüşümü; yerleşim alanlarının fiziksel, ekonomik ve sosyal refahının güçlendirilmesi şeklinde tanımlarken, Şahin (2003) ise kentsel dönüşümü; fiziksel yapılaşma açısından bakıldığında var olan yapı stokunda bir değişim; ortak akıl ve sağduyu düşünüldüğünde kent içinde belirli gerekçelerle arzulanmayan kentsel alanların belli bir aktör tarafından

dönüştürülmesidir şeklinde ifade etmektedir” (Aktaran: Kalaycıoğlu, Duduhacıoğlu, Karacalı ve Beyaz, 2009: 895).

Kentsel dönüşüm olgusu kente ve yaşama dair pek çok olanak sunuyor olsa da, toplumda meydana getirdiği olumsuz sonuçlar da vardır. Burada üzerinde önemle durulması gereken nokta, kentsel dönüşümün kim(ler) in eliyle yapıldığıdır. Günümüzde kentsel dönüşüm uygulayıcıları açısından öyle noktalara ulaşmıştır ki, toplumun talep ve beklentilerinin görünürlüğü yok denecek boyuta ulaşmıştır. Ataöv ve Osmay (2007: 75)’ a göre bu durum; “kentsel dönüşüm sürecinin katılımlı yapılması, kentte hak iddia eden ilgili tüm grupların karar verme sürecine katılmasını öngörür. Bir ilgi grubunun aleyhine alınacak karar böylelikle önceden engellenmiş, zaman, çaba ve maddi kaynak boşu boşuna kullanılmamış olur. Karar o ilgi grubunun aleyhine alındığı takdirde, planlamanın ileride bu karara tepki vermeye, kararı durdurmaya ve/veya plan kararlarını değiştirmeye kadar giden yorucu bir sürece dönüşmesi kaçınılmazdır. Bunun yanında, ilgi sahipleriyle birlikte kentle ilgili konularda karar almak, karar alma sürecini demokratikleştiren bir yaklaşımdır. Katılımlı planlama süreçleri açık diyalog ortamlarının oluşturulmasını ve bu ortamlarda herkesin eşit düzeyde söz almasını öngörür. Bu demokratik ve katılımcı bir toplumun gelişiminde çok önemli bir araçtır.”

Şentürk (2012: 354) ise kentsel dönüşümün olumsuz yanına şu açıdan yaklaşmaktadır; “kentsel dönüşüm çalışmalarını yapanlar kendilerini bir nevi cerrah olarak tanımlamaktadırlar. Amaç kenti ameliyat ederek ya da ilaç vererek mikroplu yaralardan kurtarmaktır. Fakat bilindiği gibi modern tıp bir şeyi düzeltirken, bir mikrobu öldürürken başka bir tarafı bozmaktadır. Ameliyat amaçlı kentsel dönüşüm çalışmaları da benzer bir nitelik göstermekte, kentsel sorunları çözmek isterken yeni sorunların oluşmasına neden olabilmektedir. Bu durum sürekli olarak yeni temizleme ve ameliyat faaliyetlerine ihtiyaç duyulmasına neden olmakta ve kentsel dönüşüm çalışmaları bu döngü içerisinde devam etmektedir.” Bunlardan en önemlisi ise kentsel dönüşümün mimarlarının daha çok bürokrasi ve devletin ön görmüş olduğu kişiler eliyle gerçekleşmesidir. Bu da bir anlamda toplum mühendisliğine neden olmakta ve kentsel dönüşümün anti-demokratik yollarla hayata geçirilmesine neden olmaktadır. Şentürk (2012: 357) bu durumu şöyle açıklamaktadır;

“Kentsel dönüşümün önemli amaçlarından biri kenti rasyonel ilkeler etrafında planlamaktır. Plansız, çarpık, şekilsiz gelişen kent dokularının planlı hale getirilmesi için kent planları ve tasarım projeleri yapılmaktadır. Kentlerin bilimsel olarak hazırlanmış planlar ekseninde yeniden düzenlenmesi söz konusu olmaktadır. Kenti modern bilimin gereklilikleri çerçevesinde rasyonel bir biçimde planlamak temel amaçlardan biri olmuştur. Hatta planlama bazı dönemlerde her şeyin önüne geçebilmekte ve bir planlama fetişizmi yaşanmaktadır. Bilimin, rasyonalitenin, aydınlanmanın temsilcisi olarak kabul edilen planlamaya yüklenen bu anlam toplumsal olanın giderek ihmal edilmesine yol açmıştır. Planlamanın öngördüğü kent ile toplumun talep ettiği (ihtiyaç duyduğu) kent arasında farklılıklar bulunmaktadır. Dolayısıyla kenti ve kentteki her şeyi planlamak kimi zaman bir toplum mühendisliğine dönüşmüştür. Kent belli toplumsal gruplar (kent yöneticileri, sermaye, devlet) tarafından planlanmaktadır. Kentlilerin talepleri ve ihtiyaçları ikincildir. Temel amaç kentin modern/Batılı standartlarda oluşmasıdır.”

Kentsel dönüşüm olgusunu genel anlamda tanıdıktan sonra Türkiye ekseninde tartışmaya açmak icap etmektedir. Pek çok gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler gibi Türkiye’de kentsel dönüşüm konusunda yol kat etmeye başlamış ve devam etmektedir. “Ülkemizde Osmanlı döneminde yaygın bölgelerinin yeniden inşası ile ilk örnekleri görülen kent yenileme uygulamalarını kültür ve tabiat varlıklarını koruma anlayışı içinde, kentsel sitelere yönelik çalışmalar izlemiş, günümüzde ise, yasa dışı ve yaşam kalitesi düşük kentsel alanların yasallaştırılması ve sağlıksızlaştırılması, prestijli yeni merkezi iş alanları, fuar, alışveriş ve eğlence merkezleri, uluslararası tatil köyleri, golf sahaları gibi dönüşüm uygulamaları ile devam etmiştir. Son dönemlerde ise gecekondular, afet riski olan bölgeler gibi kentsel sorun alanlarının çözümüne yönelik uygulamaların kent yenileme/dönüşüm projelerinde ön plana geçtiği görülmektedir” (Genç, 2008: 117).

Türkiye’de yoksulluğun ve gecekondu bölgelerinin büyük oranda olduğu çok açıktır. Kentsel dönüşümün kendi içerisindeki felsefesi de gecekondu bölgeleri gibi kentin estetik değerleriyle bağdaşmayan alanların ortadan kaldırılarak yeni bir formatla var edilmesidir. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede kentsel dönüşümün bu felsefeyle uygulanması, kentsel dönüşümün olumsuz sonuçlarına yönelik çizdiğimiz

kavramsal çerçevenin en abartılı haliyle hasıl olmasına zemin hazırlamaktadır. Çünkü Türkiye’de kentsel dönüşüm, toplumsallığın devre dışı bırakılarak yalnızca kentin fiziksel yanına vurgu yapmaktadır. “Sorunlara çözüm getirmek için, Batı’daki mekânsal biçimlenmeye yönelik müdahale yöntemleri her dönemde belli ölçülerde Türk planlama sisteminde de uygulanmıştır. Ancak dönüşüm müdahaleleri genelde politik ve ekonomik nedenlerle gündeme geldiği için bilinçli bir yaklaşım çerçevesinde gelişmemiştir. Uygulamalar genelde kentin fiziksel yapısını değiştirmiş veya yenilemiştir. Bu tür fiziksel süreçler toplumsal dönüşüm bağlamında irdelenmemiştir” (Ataöv ve Osmay, 2007: 58). Bu durum da kentsel dönüşümü Türkiye toplumunun her kesimi için avantajlı kılmamış hatta bazı durumlarla dezavantajlı hale getirmiştir.

Yıldız ve Zümrüt (2012: 403)’ün değerlendirmeleri söz konusu dezavantajlı durumu görünür kılmaktadır; “Türkiye’deki kentsel dönüşüm projeleri, sadece fiziksel değişimi esas alan, toplumsal boyutu dışarda tutulan ve katılımı ortadan kaldıran faaliyetlere indirgenmiştir. Mevcut sosyal dokunun parçalanması, yoksulların yerlerinden edilmesi ve kentsel rantlar uğruna geleneksel konut yapısının yanı sıra yeşil dokunun tahrip edilmesi; bu uygulamalarda salt mekânsal görünümde değişim ile elde edilecek ekonomik rantların belirleyici olduğunu göstermektedir. Batıdaki örneklerinin aksine, Türkiye’de uygulamaya konulan kentsel dönüşüm projeleri, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve nihayetinde yaşayanların görüşleri, istekleri dikkate alınmadan ve sonuçları öngörülmeden hayata geçirildiklerinden hukuk devleti ve sosyal devlet ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır.”

Türkiye’de kent planlama ve düzenleme faaliyetlerinde sorunun tek boyutlu olarak ele alınması, bütünlükçü yaklaşımların benimsenmesi yerine görünür sonuç üzerine odaklanılması, sorunların kökenine inmeyi imkânsız hale getirmekte ve sonuçta problemler azalmak yerine mantar gibi çoğalmakta ve yaygınlaşmaktadır. Gecekondu sorunu da, temeline inilmediği için varlığını sürdürmekte, sadece yeri ve şekli değişmektedir. Oysa gecekondulaşma, göç, yoksulluk, istihdam gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişmektedir ve bu faktörlerin de çeşitli yapısal nedenleri bulunmaktadır. Gecekondularda oturanların herhangi bir bedel alınmaksızın daha nitelikli konutlara aktarıldığını varsaysak bile, bu, sorunu ortadan kaldırmayacak, sadece yoksulluğun apartmana taşınmasına neden olacaktır. Üstelik yeni yaşama alanlarının giderleri çok

daha fazla olduğu için de yoksulluk daha da derinleşecektir. Manuel Castells’in de çok haklı olarak ifade ettiği gibi, ‘Gecekondusunu yıkmak, onunla belli bir anlaşmaya vararak kişiyi alıp bir başka yere götürüp yerleştirmek, çok katlı yapılara, apartmanlara sokmakla hangi amaca ulaşılmak isteniyor? Yapılmak istenen şey, gerçekte, yoksulluğu bir yerden alıp başka bir noktaya taşımaktan başka bir şey değildir. Oysa önemli olan, yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır (Yıldız ve Zümrüt, 2012: 404).

Kentsel dönüşüm ne yazık ki pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de toplumun hassasiyetlerini ön gören ve toplumsal yapıda iyileştirmeye yönelik bir misyon üstlenememektedir. Böyle bir anlayışla, toplumun ekonomik ve kültürel açıdan üst tabakayı haiz bireylerin memnuniyetine ancak alt tabakada yer edinmiş bireylerin memnuniyetsizliğine sebebiyet verilmektedir. Bu durum da alt gelir gruplarıyla üst gelir gruplarının çatışmasına neden olmaktadır. Özellikle Türkiye tekelinde ele aldığımız bu durum kentsel dönüşümü tamamıyla olumsuz bir perspektifte var etmemelidir. Bugün kullandığımız alışveriş merkezleri, plazalar, spor alanları gibi pek çok modern yapı kentsel dönüşümün bizlere sunduğu olanaklar olarak görülmelidir. Ancak kentsel dönüşümün kentsel mekânı fiziksel açıdan estetik değerlerle süslemesinin yanı sıra toplumsal açıdan da sorunlarına çözüm üretmeyi misyon edinmesi her anlamda daha yapıcı, daha demokratik ve sivil toplum anlayışını var edecektir.