• Sonuç bulunamadı

Yeni Kentsel Kurgular: “Stüdyo Daireler”

Günümüzde Avrupa ve Amerika toplumlarında alışılagelmiş mimari yapılar olarak vuku bulan “stüdyo daireler” farklı konseptleri ve mimari yapılarıyla dikkat çekmektedir. Stüdyo dairelerin varlığı beraberinde sosyolojik bir kategoride pek çok tartışmayı beraberinde getirmektedir. Kanımca ülkemizde stüdyo dairelerin ilk başta akıllara getirdiği konu ise farklı formatlarla var edilen bir yapı olması değil, bizzat sosyolojik temelli olan bu tartışmaların üzerine temellendiği noktalardır.

Kent esasen yalın bir olgu değildir. Çünkü kenti bizlerin nazarında birçok farklı alanda analiz meselesi haline getiren iki önemli husus vardır. Bunlardan birincisi, mimarlık alanına ilişkin kentsel yapıların fiziksel nitelikleridir. İkincisi ise, sosyolojinin içerisinde kendisine hayat alanı bulan kentin toplumsal yapısıdır. Bu iki faktörün bir araya gelmesinden mütevellit kent hem mimariyi hem de sosyolojiyi içerisinde barındıran bir görünürlük kazanmaktadır.

“Küreselleşen dünya” söyleminin hayatımızdaki yansımalarını her alanda görmek mümkündür. Ancak küreselleşmenin ve bu sürece bağlı olarak farklı kategorilerdeki toplumsal değişme süreçlerinin Türkiye açısından ifade ettiği en önemli şey, gerek fiziksel gerekse toplumsal açıdan patenti Batı’ya ait oluşumların hızlı bir şekilde Türkiye toplumuna sirayet etmesidir. Sözgelimi, ülkemizde “McDonalds” küreselleşme sürecinin çok klasik bir örneği olarak hemen her yerde karşımıza çıkmaktadır. Bu örnek üzerinden ifade edilmeye çalışılan anlam ise, tamamen Türkiye’nin geleneksel formlarından arındırılmış, ailevi ve kültürel yapısıyla bağdaşmayan bir beslenme sisteminin Amerika patentiyle Türkiye’ye uyarlanmasıdır. Hızlı bir şekilde besinlerin tüketilmesi anlamına gelen bu oluşum, yoğun gündelik yaşamın pek çok faaliyete zaman tanımaması temelinde gün içerisindeki öğünlerin de hızlı bir şekilde tüketilmesi olarak tasvir edilmektedir.

McDonalds’ dan yola çıkarak işaret edilen bu durum kentsel mekânlarda meydana getirilmek istenen kurguları anlamlandırabilmek açısından bizlere ışık tutmaktadır. Çünkü mcdonals örneğinde olduğu gibi kentsel mekânlarda günümüzde Türkiye toplumunun tarihsel ve kültürel gerçekliğinden uzaklaşarak bizzat Batı toplumlarının öncülüğünde kendisine hayat alanı bulan yeni kentsel kurguların oluşmasına zemin

hazırlamaktadır. Çalışmanın başat kavramı olan “stüdyo daire” mekânsalı da günümüzde söz konusu edilen bu durumun en somut ifadelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle stüdyo dairelerin kendilerine has formatı ve aynı zamanda bu dairelerin “stüdyo” ön adlandırmasıyla var olması her ne kadar mimarinin inceleme alanı gibi görünse de esasen yaşanılan mekânların toplumsal olguları ve toplumsal ilişkileri ne ölçüde dönüştürdüğünü görmemiz açısından sosyolojik bir boyuta vurguda bulunmaktadır.

Stüdyo tipi daireler esasen dar bir yaşam alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu dairelerin temel özelliği bütün yaşamsal faaliyetlerin küçük bir alanda gerçekleşmesine imkân tanıyor olmalarıdır. Alışılagelmiş bir “ev” in özelliği nedir? Ayrı odaları olan ve bu ayrı odaların her birinin kendisine has işlevleri olduğudur. Ev mekânında oturma odası ayrı bir mekanizmadır, yatak odası ayrı bir mekanizma. Çocuk odası, çocuklara ait bir dünyayı tasvir ederken, Türkiye toplumunun genelde evlerinde olmasını istedikleri misafir odası ayrı bir fonksiyonu temsil etmektedir. Hatta koridor ve antre dediğimiz eve ait parçalar da evin kimilerine göre önemli, kimilerine göre önemsiz ayrı bölümleri işlevi üstlenmektedirler. Haliyle stüdyo daire dediğimiz oluşum bu yapılanmadan bir hayli uzaktır. Çünkü stüdyo tipi evler genellikle 1+0, 1+1 ve son zamanlarda yeni yeni meydana getirilen 2+1 formatıyla oluşturulmaktadır.

Stüdyo evlerin en önemli özelliği kurgulandıkları bu 1+0, 1+1 gibi konumlandırmalara dayalı olarak ev ortamında insanının yapabileceği pek çok şeyi yalnızca bu sınırlandırmalar üzerinde yapılabilir imkânına getiriyor olmasıdır. Stüdyo dairelerde insanların uyudukları oda ile oturdukları, çalıştıkları hatta yemek yaptıkları ve yedikleri alanlar birbirlerinden ayrılmamaktadırlar. İlk bakışta insana “yadırganır” gelen bu durum evin mimarisini gördükten sonra insana “olabilir” bir durum gibi gelmektedir. Burada yer alan mutfaklar “Amerikan tarzı” adı verilen mutfaklardır. Aslında bir evin mutfağında bulunabilecek her şey mevcuttur bu tür mutfaklarda. Mutfakta en temel gereçler nelerdir? Mutfak dolapları, ocak, aspiratör, musluk, tezgâh vb. unsurların tamamı Amerikan tarzı mutfakta da mevcuttur. Ancak bu öylesine sınırlı bir alandır ki çoğu evde bulunan mutfak masası ve sandalyelerini içerisinde bulunduracak bir imkân yoktur stüdyo tipi evlerde. Ancak odaya bir yemek masası kurgulanarak bu unsur ihmal edilmeyebilir.

Stüdyo daireleri bir kentsel kurgu olarak kent mefhumundan bağımsız ele alamayız elbette. Çünkü esasen bu kentsel kurgular kentin tanıdığı olanaklarla kendisini var etmektedir. Weber (2012: 12) “Şehir: Modern Kentin Oluşumu” adlı eserinde stüdyo dairelerin çıkış noktasının bölgeleri olan Avrupa ve Amerikan şehirlerine yönelik şöyle belirtmektedir; “Modern Avrupa şehri, yüzyıllardır var; buna karşılık az sayıda Amerikan şehri on dokuzuncu yüzyıl öncesine dayanır. Amerikan şehirleri, Avrupa’da yalnızca Cermenik Doğu’nun yeni kurulan şehirleri için geçerli olduğu şekilde, uzun süreli yerel geleneklerinden ayrılmaktadır.” Yeni kentsel kurguların Türkiye toplumunun geleneklerinden arınmasıyla var olabileceğini savunan düşünceler temel alındığında bu durumun yalnızca Türkiye toplumuna özgü bir şey olmadığı, pek çok toplum için yeni olan bir şeyi inşa ederken eskinin terk edildiği bir yapıyı görmek mümkündür.

Weber (2012: 26) şehirdeki toplumsal dönüşümü ise şöyle yorumlamaktadır, “şehirdeki ticaret ve sanayiyi kolaylaştıran her araç, daha fazla iş bölümü ve görevde daha fazla uzmanlaşmanın ortamını hazırlar. Sonuçta, mesleğe ve mesleki ilgilere dayalı bir düzenin ikame olmasıyla aile bağlarına, yerel birliklere, kültüre, kasta ve statüye dayalı eski geleneksel, toplumsal ve ekonomik yapıların sürekli bir kırılması söz konusudur. Başka şeyler yanında bunun anlamı şudur: Şehrin büyümesi, doğrudan ve yüz yüze ‘birincil’ ilişkilerin yerine dolaylı ve ‘ikincil’ ilişkilerin almasıyla mümkün olmaktadır.” Weber’ in ifade ettiği şey aslında tam olarak stüdyo daireler konusunda toplumun ön yargılarını belirtmektedir. Şehirdeki köklü fiziksel değişimlerin yalnızca fiziksel boyutla sınırlı kalmayacağı çok açıktır. Zaten bu değişim ancak toplumsal alana sirayet ettiğinde köklü bir değişim olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir sonraki bölümde katılımcılarla yaptığımız alan araştırmasında stüdyo dairelerde kalan bireylerin toplumsal olguları nasıl yorumladıkları bağlamında bir tartışma yapılmıştır. Fakat stüdyo dairelerin sahip olduğu birtakım özelliklere değinmek bu noktada önemlidir. Her şeyden evvel şunu belirtmek gerekir ki stüdyo daireler yeni kentsel kurgulardır. O halde bireyler neden yeni kentsel kurgulara ihtiyaç duyarlar? Gün geçtikçe değişimin en şiddetli boyutunu her alanda daha derinden görme fırsatı elde ediyoruz. Bağı bahçesi, kendisine has bir fiziksel yapısı olan geleneksel mekânlardan nu yeni kentsel kurgulara geçiş bir anlamda olmamıştır kuşkusuz. Bu sürece giden yolda

dünyadaki değişimin kentlere ve kentsel yaşamlara sirayetiyle birlikte insanları artık geçmişte yaşadıkları mekânlar tatmin etmemekte farklı tarzda kentsel kurgulara ihtiyaç duyulmaktadır.

Bali (2011: 110-111) bu durumu sitelerin nasıl hayatımıza girdiğini temel alarak şöyle belirtmektedir, “kentleşme süreci Turgut Özal’ın serbest piyasa ekonomisini radikal bir şekilde uygulamaya başlamasıyla birlikte son yirmi yıl zarfında, kimsenin hayal dahi edemeyeceği gelişmelere sahne oldu. Bunun nedeni de 1980 sonrasında bu kesimin yükselen gelir düzeyiydi. Özal döneminde uygulanan iktisadi politikanın yarattığı gelir artışından en çok faydalananlar iş adamlarıyla özel sektör yöneticileriydi. Bunun yanı sıra eğlence ve basık sektörlerinde yaşanan olağanüstü gelişme sonucunda da bu alanlardaki yıldız isimler hayalini dahi kuramayacakları gelirler elde etmeye başladılar. Buna ek olarak İMKB’nin yükselişi hem borsaya yatırım yapanların, hem de borsacıların gelir düzeylerinde ciddi bir sıçrama meydana getirdi. Böylece toplum içinde çok yüksek düzeyde harcama yapma imkânlarına sahip yepyeni ve sayıca dikkate alınmaya değer bir kitle ortaya çıktı. Büyük ölçekli gayrimenkul yatırım projeleri geliştiren şirketler bu yeni sınıfın mevcudiyetinin farkında olup projelerini bu gerçeği dikkate alarak geliştirdiler.”

Bali’nin bahsetmiş olduğu kesimi “Optimum Evleri” ni tasarlayanlar bu sınıfın mevcudiyetinden şöyle söz etmekteler: “Türkiye’nin son yıllardaki sosyal yapısına baktığımız zaman profesyonel yöneticiler veya gerçekten büyük emeklerle oluşturulmuş şirketlerin yönetici sayılarının hiç de küçümsenmeyecek ölçüde fazla olduğunu görüyoruz. Bizim çıkış noktamız budur. Yani, belli bir lükse ya da gösterişe hitap eden evleri talep eden insanlardan ziyade ortak kültürü paylaşan, çağdaş bir konutta yılın dört mevsimini yaşamak isteyen, modern yaşamın gerektirdiği her türlü beklenti ve gereksinmelerini yaşadığı ortamda karşılamayı ve işten döndüğünde huzurlu bir ortamda kendi hobilerine zaman ayırabilmeyi arzulayan, evrensel kültüre sahip, özel yaşamına önem veren ve ne istediğini bilen insanların bir araya gelebileceği bir proje yarattık” (Aktaran: Bali, 2011: 11).

Bali (2011: 112-113) kentteki sitelerin toplum tarafından talep görmesini ise şöyle değerlendirmektedir; “1980 öncesinde iş piyasasında kadınların büyük bir payı yoktu; seksen sonrasında ise hızlı bir şekilde her iki tarafın da çalıştığı genç çiftçiler yaygın

model haline geldi. Çoğu zaman üst düzey yönetici veya serbest meslek sahibi olan bu geç çiftçiler, sosyal düzeylerine uygun bir yaşam tarzı sürmek istedi ve lüks konut arayışına girdi. Seçkinler bir yandan iş saatleri sonrasında sosyal ilişkilerini kendileriyle aynı düzeyde olan kişilerle sürdürmeyi, diğer yandan her türlü vakit geçirici ve keyif verici meşgalelerle oyalanma imkânlarına sahip olmayı, bunu da bulundukları mekândan ayrılmadan yapmayı arzuladılar. 1 Mart 1984 tarihinde yürürlüğe giren Toplu Konut Yasası bu potansiyel talebe cevap verecek olan sitelerin inşa edilmesi için gerekli yasal alt yapıyı kurdu. Toplu Konut Yasası başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde çok önemli değişimlerin yaşanacağının habercisiydi. Artık Avrupai, Amerikanvari uydu kentlerin veya sitelerin doğuşu yakındı.”

Modern sitelerin kamuoyuna tanıtımlarında vurgulanan bir diğer önemli özellik satın almanın sadece bir konut veya villa değil bir ‘yaşam tarzı’ olduğuydu. Bu sitelerde konut edinen kişiler bir daire edinmekten öte, elle tutulmayan, gözle görülmeyen ve ‘ayrıcalıklar dünyası’ şeklinde özetlenebilen bir katma değeri de satın almaktaydılar. Bu ‘ayrıcalıklar dünyası’ nın özelliği, sitelerin, zaman fukarası iş adamı ve yöneticiler için ‘nezih ve seçkin bir ortam’ da her türlü sporun yapılabildiği ‘fitness center’ ların, boş zamanları değerlendirmek için de sinema, lokanta ve gece kulüplerini içeren bir ‘club’ ın mevcut olduğu kendi kendine yeterli birer mini kent olmasıydı. Nitekim Ishak Alaton alanındaki ilk büyük yatırımlardan olan Alkent Bahçe Şehir için kullandığı pazarlama felsefesini, ‘Alkent diye bir site kurduk biliyorsunuz, biz orada daire satmadık, iddiamız yaşam satmaktı’ şeklinde açıklıyordu” (Ekşigil, 1990; akt: Bali, 2011: 115).

Sitelerin doğuşunu Türkiye ekseninde ele alan Bali’nin yer verilen bu ifadeleri aslında bir anlamda stüdyo dairelere ilişkin de bir analiz sunmaktadır. Çünkü site kavramını kullanmayıp ona alternatif olarak yaşam tarzı ifadesinin kullanılması stüdyo dairelerin de toplum tarafından karşılık bulan anlamlarından birisidir. Diğer taraftan, burada salt site olarak ele alınan mevzu günümüzde “güvenlikli siteler” olarak inşa edilmekte ve bu tür kentsel kurguların bir de “güvenlik” işlevleri ön plana çıkmaktadır. Stüdyo daireler genel olarak güvenlikle site formatında kurgulanmakta ancak güvenlikli site olmayan stüdyo daire yapılanmalarıyla da karşılaşılmaktadır.

Yeni bir kentsel kurgu olarak stüdyo dairelerin toplum tarafından yorumlanan bir başka özelliği de bu tarz mekânları yaşam alanı olarak seçmiş insanların ortak

paydalarının olduğu yönünde bir tahminde bulunulmasıdır. Bir sonraki bölümde alan araştırmasında da sorgulanacak olan bu mesele esasen düşünüldüğü gibi değildir. Çünkü modern çağ her şeyi homojen hale getirerek farklılıkları yok etmek amacına hizmet eden otoriter bir mekanizma olarak görülse de, bu durum kentte kendisine imkân bulmuş yeni kentsel kurguların doğasıyla çok da uyuşmamaktadır. “Site sakinlerine ayrıcalık ve aidiyet duygusu verebilmenin çaresi daire sahiplerini sadece kendilerine ait müstesna bir dünyaya adım attıklarına ikna etmekti. Bunun için de sitede yaşayacakların seçkin ve belli bir refah düzeyinin üstünde kişiler olmasına dikkat edildi. Seçkinler kendi kültür ve gelir düzeyinde kişilerle bir arada olmayı tercih ettiklerinden komşu adaylarını beğenmedikleri takdirde satışı veto etme imkânına sahipler” (Korkmaz, 1997; akt: Bali, 2011: 118). Tarihsel anlamda sitelerin yalnızca ekonomik üstünlüğü olan bireylere hasredildiği bir dönemde ileri sürülen bu tez günümüz için geçerliliğini korumamaktadır. Çünkü alan araştırmasında da görüleceği üzere bu tür şeyler artık lüks olmaktan çıkmış ve orta-üstü düzeyde ekonomik göstergelere sahip kişiler de bu tür mekânlara erişebilme imkânına sahip olmuşlardır. En azından çalışmamızın başat kavramı olan stüdyo daire sosyolojik anlamda yalnızca “seçkin” lere hitap eden bir nitelik taşımamaktadır.

Bir başka önemli boyutta tüm kent toplumundan apayrı stüdyo dairelerde farklı yaşamların aktığı yönünde bir düşünce olmasıdır. Esasen bazen stüdyo dairelerde yaşayan bireylerin de davranışlarıyla ve düşünceleriyle sebebiyet verdiği bu durum çağdaş sosyoloji kuramcılarından Baurillard’ ın simülasyon kavramıyla yakından ilişkilidir kanımca. Çünkü burada bazı bireyler için yaşadığı kentsel mekânı kimlik ifadesi olarak görüp kendi hayat tarzını veya şahsi özelliklerini başka bir şekilde ifade etmek söz konusu olmaktadır. Badrillard’a (2011: 16) göre; “gizlemek (dissimuler), sahip olunan şeye değilmiş gibi yapmak; simüle etmek ise sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmaktır. Birincisi bir varlığa (şu anda burada bulunmayan) diğeri ise bir yokluğa (şu anda burada bulunmamaya) göndermektedir. Ancak bu olay sanıldığından daha karmaşık bir şeydir. Çünkü simüle etmek ‘-mış’ gibi yapmak değildir. Simülasyon ‘gerçekle’ ‘sahte’ ve ‘gerçekle’ ‘düşsel’ arasındaki farkı yok etmeye çalışmaktadır.”

Baudrillard’ın belirtmiş olduğu “simülasyon” kavramı esasen hayatın pek çok alanında tanık olduğumuz olaylarda karşımıza çıkmaktadır. En başta sosyal medya

kullanımında karşılaşılan bu durum yeni kentsel kurgularda da kendisini göstermektedir. Stüdyo dairelerde yaşayan birey aslında hiçbir şekilde farklı bir yaşayışa sahip olmadığı halde, bunu etrafındakilere varmış gibi gösterebilir. Ama burada daha da önemli olan nokta, konuyla ilgili fikir sahibi olmayan toplumun yaklaşımı kişinin simüle ettiği bu durumu kabullenmeye hazır olduğu gerçeğidir. Toplumun sahip olduğu gerçeklikten uzak düşünceler adeta bir yanılsamaya yol açmaktadır.

Stüdyo dairelerin toplumda adeta bir otel odasından farksız bir biçimde algılanıyor olması bu durumun en somut göstergelerinden birisidir. Hâlbuki stüdyo daire otel odasından ayrıldığı en temel nokta ile “ev” dir. İnsanlar evlerinde kendilerine nasıl bir yaşam alanı belirliyorlarsa, stüdyo dairelerde de o şekilde bir yaşam alanı belirlemektedirler. Dolayısıyla stüdyo daire kesinlikle bir otel odası değildir. Nitekim Michelle Perrot (2013: 161) Odaların Tarihi adlı eserinde otel odasını şöyle tasvir etmektedir; “otel odası, çağdaş yolcunun iyi vakit geçirmesi için, gerekli ya da yeterli bir koşuldur. Yolcu otelde odasına çekilmek, gruptan ayrılmak ister; uyku için gereken sessizliğe, dinlenmeye elverişli bir yatağa, etkili bir havalandırmaya, özellikle kışın sıcaklığına, yazı masasına, çok şiddetli ya da yetersiz olmayan yumuşak bir ışığa, giysileri için dolaplara ve her şeyden önemlisi, bir banyo ve odaya ait tuvalete ihtiyaç duyar.” Perrot’un yolcuların geçici bir süre için kalmayı tasarladıkları oda olarak resmettiği otel odası hiçbir şekilde stüdyo daireyle eş tutulmamalıdır. Çünkü her ne kadar stüdyo daireler için bireylerin uzun yıllar yaşamayı düşünmedikleri gibi bir gerçek var olsa da, otel odaları kesinlikle stüdyo dairelerin sunduğu düzeni sunmamaktadır.

Stüdyo dairelerle ilgili en fazla tartışılan şey günümüzde bu tür kentsel kurguların Türkiye toplumunun tarihsel ve kültürel alt yapılarıyla bağdaşmadığı yönünde olmuştur. Öyle ki geçtiğimiz yıl devlet tarafından 1+1 formatındaki stüdyo evlerin inşasına yönelik yasak getirilerek bu mevzuda sınırlamaya gidilmiştir. Gerekçe ise stüdyo tipi dairelerin komşuluk gibi toplumsal değerlere zarar vermesi ve gayrimeşru ilişkilere olanak tanıması yönündedir. Ancak bu durumda sorulması gereken soru şudur. Bugün stüdyo daire dışındaki kentsel mekânlarda tarihsel ve kültürel alt yapı korunmakta

mıdır? veya gayrimeşru ilişkilere olanak tanıyan kentsel mekân yalnızca stüdyo evler midir?

Kişilerin sahip olduğu kültürel kimlik ve hayat görüşü çerçevesinde bir hayli tartışmalı olan bu sorulara verilebilecek cevaplar haliyle çok farklı boyutlarda olacaktır. Bu nedenle stüdyo dairelerde yaşam mevzusuyla ele alınacak olan bu hususu alan araştırmasında katılımcıların düşünceleri ekseninde yorumlamak stüdyo dairelerin ne gibi boyutlarda algılandığı ve kentsel kurgu olarak addettiğimiz bu mekânlarda yaşamayı tercih etmiş bireylerin gözünden ne gibi dönüşümlerin gerçekleştiğini sorgulamak meseleye dair daha net bir perspektiften bakmayı sağlayacaktır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ALAN ARAŞTIRMASI: “STÜDYO DAİRELERDE YAŞAM”