• Sonuç bulunamadı

3.2. Araştırma Bulguları ve Yorumu

3.2.5. Aile Kurumu ve Stüdyo Daireler

İnsani ve toplumsal hayat kurumların belli işlevleri yerine getirebilmesine bağlıdır. Antropologlar ve sosyologların belirlemelerine göre bunların en temel olanları genel olarak insanın maddi ihtiyaçlarının giderilmesi, aşkın ile bağlantı kurabilme sorunlarını giderebilmesi, birbirleriyle uyum içinde yaşayabilmesi, yani insanın topluluğa uyarlanması, ortak düzenin sağlanması, mevcut vakitlerinin insana özgülüklerde değerlendirilebilmesi ve nihayet soyun sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi olarak sıralanabilir. Sırayla ekonomi, din, eğitim, siyaset, boş zaman değerlendirmesi ve aile gibi belli kurumlardan söz ettiğimiz bellidir. Aile bu temel işlevlerden insan soyunu sürdürme, cinsel hayat başta olmak üzere birincil ilişki

ihtiyacını gideren bir kurumdur (Sarı, 2013: 17). İnsan birlikteliğini mümkün ve meşru kılan, temel toplumsal bir kurum olan ailenin varlığı, insanlık tarihiyle özdeştir Ulutaş (2013: 335)’a göre.

Toplumsal kurumların en başat kurumu olan “aile” diğer toplumsal kurumları da etkileyebilme gücüne sahiptir. Çünkü aile tercihlere bağlı meydana gelen bir toplumsal kurum değildir. Bireyin ailesini seçmek gibi bir olanağı yoktur. Bu bakımdan aile kişinin “olmazsa olmaz” ıdır denilebilir. Aydın (2011: 26) aile kurumunun tanımlamasını önemi üzerinden yapmaktadır; “insanın yeryüzünde yaşayabilmesi için gerekli yeme-içme, barınma, kutsalla bağlantı kurma, yeni nesli topluma uyarlama, sosyal düzeni sağlama gibi en temel işlevlerden birisi de neslin devam ettirilmesidir ki bu işlevi aile kurumu yerine getirmektedir. Dünyaya gelen hemen pek çok canlı kısa bir süre sonra kendine yeterli hale gelirken insanoğlu uzun bir zaman başkalarına muhtaç durumdadır. Bunun için antropologlar insanı prematüre (erken doğmuş) bir varlık olarak nitelendirirler. Yani insan yavrusu bu yetersizliği uzunca bir dönem aile denen bir birincil grup içinde tamamlayabilir. Dolayısıyla insan türü için aile, olmasa da olur türünden bir kurum değildir.”

İnsanlığın sosyal/kültürel gelişmesinin hemen her basamağında yer alan aile kurumu genelde iki cins arasındaki ilişkileri, neslin devamını düzenleyen, standartlaştıran bir sistemdir. Hatta belli bir insan birlikteliğini kastettiğimiz takdirde bir gruptur da. Yani aile; evlilik, soy akrabalık gibi kavramlarla özetleyebileceğimiz bir ilişkiler sistemi olduğu kadar bir insan birlikteliğinin oluşturduğu, dolayısıyla sosyal dinamiğe sahip bir gruptur (Aydın, 2013: 45). Sayın’a göre (1990; akt: Aydın, 2013: 46); aile, biyolojik ilişki sonucu insan türünün devamını sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal vb. yönleri bulunan toplumsal bir birimdir.

Sosyal bilimlerde aileyi tanımlama noktasında iki tür yaklaşım göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki aileyi sosyal bir kurum olarak gören ve işlevleri üzerinden aile tanımlamasına giden bakış açısıdır. Bu bakış açısına göre, sosyal bir kurum olarak aile, cinselliğin kontrol altına alınması, neslin devamı, çocukların yetiştirilmesi, önceden

tanımlanmış olan statülerin ve kültürün öğretilmesi ve duygusal yönden güven ortamı sağlamak gibi pek çok işlev yerine getirmektedir. Toplumu oluşturan en küçük yapı taşı olarak tanımlanan bu bakış açısında aile, işlevlerini yerine getirdiği ölçüde devamlılığını sağlayabilmektedir. Modernite ve sanayileşme ile birlikte ailenin işlevlerindeki dönüşümler neticesinde ailenin de yapısı değişmektedir (Sarı, 2013: 23-24). İkinci bakış açısı ise daha biyolojik temelli yaklaşan ve antropolojik bir tasvirde bulunan yaklaşımdır. Buna göre aile, biyolojik ihtiyaçtan doğmuş ve bir araya gelerek üreyen çiftlerin oluşturduğu, kan bağı gibi yakınlık dereceleri ile tarihsel süreçlerde oluşturulmuş ve zaman zaman değişik formlar alan antropolojik bir birliktir (Jary ve Jary, 2000; akt: Sarı, 2013: 24).

Aileyi tanımlayan en genel ifade “toplumun temel yapı taşı” olduğu yönündedir. Bu son derece haklı bir söylemdir. Çünkü ailenin toplumsallığı diğer kurumlara nazaran daha fazladır. Birekul (2013: 272) bu durumu şöyle tasvir etmektedir, “aile diğer kurumlarla karşılaştırıldığında gerçekten toplumsal yönü daha ağırlıkta olan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Neredeyse o pür sosyal bir yapıya sahiptir. Onun bu özelliği eskiden beri pek çok sosyal bilimcinin dikkatini çekmiş ve birçoğu bu nedenle aileyi topluma, toplumu da aileye indirgeme eğiliminde olmuşlardır. ‘Örneğin Le Playcilere göre aile sadece toplumun küçük bir parçası değil, hemen pek çok özelliğini taşıyan bir parçasıdır’ (Aydın, 1997; akt: Birekul, 2013: 272). Bu anlamda Le Play mikro-sosyal çevre biçiminde toplumun en küçük ünitesi olarak nitelediği aileyi, küçük bir toplum kabul etmektedir. ‘Atomun madde için önemi ne ise ailenin de toplum için önemi odur diyen Le Play bu özelliğin her toplum için değişebilen özel bir gelişme biçimi olduğunu da ifade etmektedir’ (Doğan, 1991; akt: Birekul, 2013: 272). Bu açıdan bakıldığında ailenin sosyal örgütlenmenin temel birimlerinden biri, hatta toplumun temel taşı olduğu bir gerçektir.

Aydın (2011: 28), “aileyle ilgili olarak üzerinde durulması gereken önemli konulardan birisinin de taşıdığı işlevler olduğunu” belirtmektedir. Aydın’a göre aile sosyolojisine göre ailenin işlevleri şu üç noktada toplanabilir:

1) Ailenin temel işlevleri: İnsan soyunu sürdürmek, buna bağlı olarak cinsel hayata meşruiyet kazandırmak ve birincil düzeyde dostluk ilişkilerini sağlamaktır.

2) Diğer kurumsal ilişkilere ait ikincil işlevleri: Aile, genel bir kurumsal ilişki kuralına uygun olarak, bütün kurumların görevlerini kısmen yerine getirmeye çalışır. Mesela biraz eğitim, biraz üretim, biraz dini bilgiler ve pratiklere imkân verir. Bu açıdan bakıldığında ailenin, ikincil işlevi en fazla kurumlardan birisi olduğu söylenebilir.

3) Sosyal işlevler: Bunlar genel olarak, toplumsal kontrol, bireye kişilik kazandırma ve grupsal kimlik görevini yerine getirmektedir.

Toplumsal bir kurum olarak aileyi aile yapan özelliklerden birisi de yaşanılan evdir hiç kuşkusuz. Çünkü aile bireylerinin bir araya geldikleri özel alandır ev. Bu anlamda “ev” figüründen bahsettiğimizde aklımıza çoğunlukla birkaç odadan oluşan geleneksel ev gelir. Peki aile sosyal bir kurum olması sebebiyle stüdyo tipi dairelerde aynı anlamı taşır mı? Katılımcılara yöneltilen soruda esasen bu mesele sorgulanmıştır.

Toplumsal anlamda “aile” nin önemli bir kurum olduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Stüdyo dairede yaşayan biri olarak sizce stüdyo dairelerin özellikleri aile yaşantısı açısından uygun mudur?

“Fikrimi peşinen söyleyeyim ben geniş bir ailenin uzun yıllar stüdyo dairede yaşamasını ailenin devamlılığı konusunda sakıncalı buluyorum. Ben bir senelik evliyim. Elbette ki eşim ve ben bir aileyiz. Ancak şuan ki ailevi pozisyonumuz stüdyo dairede kalmaya engel değil. Ama birkaç çocuk sahibi olduğumda ve bir süre sonra çocuklar büyüdüğünde stüdyo dairenin mekânsal olarak bize yetmeyeceği de çok açıktır. Belirtmek istediğim şey yalnızca mekânsal büyüklük değildir. Mesela çoğumuz duymuşuzdur. Türk toplumunda akşam yemeğinde ailenin tüm bireyleri masada bulunmalıdır. Akşam yemeği sofrası evin içerisinde aile için bir buluşma mekânıdır bu anlayışa göre. Ancak bu stüdyo dairede ne kadar mümkündür? Bence mümkün değildir. O nedenle ben stüdyo dairede çok uzun yıllar geniş ailelerin yaşayabileceğine inanmıyorum. Bu mümkün kılınsa bile problemli bir durum olacaktır.” (N.E, 30, E).

“Benim şuan itibariyle kalabalık bir ailem yok. Belki de böyle bir ailem olmadığı için bu mekânda yaşamayı tercih ettim. Ben ailenin stüdyo daire kavramıyla bağdaştırılabileceğine pek ihtimal vermiyorum açıkçası. Neden derseniz, aile yalnızca sembolik olarak başını bir mekâna sokan insan topluluğu değildir bana göre. Ev ile bütünleşen bir şeydir. Neden evlerin yatak odaları, oturma odaları, çocuk odaları ayrı. Çünkü hepsinin farklı bir işlevi vardır. Dolayısıyla hepsi aile bireyleri için başka başka şeyler ifade eder. Peki bu ifade ettiğim durum stüdyo dairelerde ne kadar mümkün olabilir? Stüdyo dairenin ifade ettiği anlam ile aile ve ev arasındaki ilişki arasında ben şahsım adına bir bağlantı kuramıyorum. O nedenle aile kavramının

ifade ettiği şey ile stüdyo daireler çok da bağdaşamaz diye düşünüyorum.” (M.K, 30, E).

“Ben altı aydır evliyim. Sorduğunuz bu soru bana eğer çocuklarım ve geniş bir ailem olsaydı yine burada yaşamayı tercih eder miydim? Sorusunu sormayı gerektirdi. Cevabım şu: Kısa bir süreliğine stüdyo dairede oturmayı tercih ederdim. Uzun yıllar ailemle birlikte stüdyo dairede yaşamayı tercih etmezdim. Bu nedenle ben özellikle çocuklu aileler için bu formatın çok uygun olmadığı kanısındayım.” (Z.T, 28, E).

“Bence sorduğunuz bu soru kişinin aileden ne anladığıyla yakından ilişkilidir. Eğer kişi aileyi mekânsal yapı ile ilişkilendiriyorsa elbette bu noktada aileyi stüdyo daireyle bağdaştıramayacaktır. Ancak aileyi aile yapan yaşadığı yer değil, yalnızca aile bireylerinin birbirleriyle olan ilişkisidir şeklinde yaklaşıyorsa stüdyo dairelerin aileye uygun olmadığı gibi bir şey ortaya çıkmayacaktır. Benim fikrim ise şu yönde stüdyo daire bana göre bir veya iki kişinin barınabileceği bir mekândır. Dolayısıyla aile olduğunuz zaman çok çocuklu olun ya da olmayın evinizde gelip giden misafirler bile ailenin uzaktan üyeleri olacaktır. Öyleyse denilebilir ki ailenin yaşantısı ve varlığı için stüdyo daireler uzun süre için uygun mekânlar değillerdir.” (İ.S, 29, E).

“Toplumda belirli algılar var şüphesiz. Bu algıları değiştirmek bir hayli zor. Mesela ben stüdyo dairede yaşamaya başlamadan önce hep şunu duyardım: ‘Genellikle o evlerde öğrenciler kalıyor.’ Hemen hemen hiç kimse stüdyo dairelerde ailenin yaşayabileceğine ihtimal vermiyordu. Bazı yönleriyle eksik olan bu ifade tamamen haksız değildir elbette. Çünkü gerçekten de ben çok çocuklu bir aileye bu mekânlarda rastlamadım. Çocuklu aileler var ama onlar da küçük yaştalar. Yani söylemek istediğim eğer ailemle birlikte yeni bir ev satın alıp bu evde yaşamayı düşünseydim kesinlikle stüdyo tipi daire tercih etmezdim. Ailenin özellikleri itibariyle bu mekânsal yapıda varlığını sürdürmesi mümkün değildir benim için.” (N.E, 30, E).

Aile kurumunun yaşam alanı olarak stüdyo daireler olması katılımcılar tarafından çok onaylanan bir durum değil. Görüşlerini gerekçeleriyle birlikte ifade eden katılımcıların sebepleri kendilerine göre haklı sebeplerdir elbette. Burada çarpıcı olan husus, stüdyo dairelerde yaşayan katılımcıların uzun süre bu mekânlarda yaşamayı düşünmedikleri aile kurumunun sorgulandığı bu soruda tekrar gündeme gelmektedir. Onun dışında evli çiftlerin olduğu söylenebilir. Fakat onlar da bir müddet sonra aile kurumuna daha fazla hitap edebilecek evlere geçmeyi düşünmektedirler. Katılımcıların görüşlerinin yorumlanması noktasında daha kolaylık sağlayabileceği düşünüldüğünden genellikle aynı yönlere işaret eden görüşler birlikte kategorize edilmeye çalışılmıştır.

“Benim bir çocuğum var. Yani ailenin özelliklerini göz önüne aldığımızda ben, eşim ve oğlum bir aileyiz. Aile olarak stüdyo dairede yaşıyoruz. Açıkçası ben şuana kadar stüdyo dairede yaşamanın aile yaşantıma herhangi bir sorun getirdiğine şahit olmadım. Yani biz bir apartman dairesinde oturduğumuzda aile olarak kendimizi nasıl konumlandıracaksak, ben eşimi ve oğlumu kafamda nasıl resmedeceksem stüdyo dairede de aynı şekilde algılıyorum. O nedenle ben stüdyo dairelerin aileye hiçbir şekilde uygun olmadığı yönündeki düşüncelere katılmıyorum. Ama şunu da belirtmem gerekir ki, çocuğum biraz büyüdüğünde ve ikinci bir çocuğum olduğunda stüdyo tipi bu daire aile olarak bizi tatmin etmeyecektir. Bunu şimdiden görebiliyorum. O nedenle stüdyo daireyi satın almayı hiç düşünmedim. Çünkü bir müddet sonra ailem genişleyecek ve ben daha makul bir ev arayışına gireceğim. Eğer stüdyo dairelerin aile yapısına uygun olmamasının ifade edilmesi bu sebepleyse o bakımdan bu eleştirilerin haklı yönleri vardır diyebilirim.” (Ç.Ö, 33, E).

“Ben üniversite öğrencisi olduğum için stüdyo daireler aileye uygun mudur? Değil midir? Tartışmasının bizzat içinde değilim. Ama bu mevzu hakkında daha önce ailemle sohbet etmiştik. O zamanlar babam da memleketimizde bir stüdyo daire almayı düşündüğünü söylemişti. Annem de karşı çıkmıştı bu fikre. Daha sonra araştırdığında babam 2+1 stüdyo tipi dairelerin de inşa edildiğinden bahsettiğinde annem yine karşı çıktı. Şöyle ki, ‘annem için stüdyo dairenin küçük ya da büyük olması meselesi değildi önemli olan. Önemli olan bizim alıştığımız mahalle ve aile kültürüne yakın olmamasıydı. Mesela evimize misafir geldiğinde bu dairede nasıl ağırlayacağız? Ben bir ev için mutfağın önemli bir alan olduğunu düşünürüm. Stüdyo dairelerde oturma odasının içerisine inşa edilen mutfak bir aile için uygun değildir’ gibisinden düşüncelerini aktarmıştı. Annemim söyledikleri benim açımdan da çok mantıklıydı. Bu nedenle şuna kanaat getirdik ki bizim ailemiz için böyle bir ev biçimi uygun değildi.” (A.P, 19, K).

“Bu soruya ben şöyle cevap vereyim. Ben şuanda kardeşimle beraber stüdyo dairede kalıyorum. Yani aslında biz de bir aileyiz. Anne-babamız yanımızda olsaydı bizim aile yaşantımız nasıl olursa şuan da biz öyle bir aile yaşantısının içerisinde yer alıyoruz. Sabah ben işime, kardeşim okuluna gidiyor. Dışarda işimiz bittikten sonra da evimize dönüyoruz. O bakımdan bence aileyi aile yapan binalardan çok ilişkilerdir. Ben kendimle ilgili şunu iddia edebilirim k, ben nerede yaşarsam yaşayım ailemin bana öğrettiği şekilde bir aile yaşantısı kuracağıma inanıyorum. Ama belki şu açıdan stüdyo daire aileye uygun olmayabilir. Haliyle bu daireler şekilleri gereği küçük daireler. Dolayısıyla kalabalık bir ailenin stüdyo eve sığması bir hayli zor gözükmektedir. Kültürel olarak aile yaşantısının mekânlara bağlı olmayacağı kanısını taşıyorum. Fakat mekânın fiziksel boyutu stüdyo dairenin aile için uygun olup olmadığını tartışmalı hale getirmektedir.” (M.A, 27, K).

Bu noktada denilebilir ki, her ne kadar evin hangi formatla var edildiğinin aile için bir önemi olmadığını iddia eden görüşler olsa da, aslında bu düşüncenin bile muhakkak dayanacağı bir başka pencere bulunmaktadır. Çünkü katılımcıların görüşleri bir bütün halinde düşünüldüğünde karşımıza ailenin stüdyo tipi dairede varlığını sürdürememesi meselesi en yalın haliyle stüdyo tipi dairelerin mekânsal özellikleriyle ele alınmaktadır. Aile kurumunun stüdyo dairelerde hangi boyutta görüldüğünün sorgulanmasının amaç edinildiği bu bölümde genellikle fiziksel açıdan bir mekân paradigması geliştirilmiştir. Stüdyo dairelerin toplumsal/kültürel formlarla ilişkilendirildiği “stüdyo daireler ve toplum” ve aynı zamanda “stüdyo dairelerde komşuluk” gibi olgularla aile meselesi tekrar gündeme gelmiştir.