• Sonuç bulunamadı

2.1. PKK ve Devletin Güvenlik Politikaları

2.1.5. PKK ile Mücadele Stratejisi

Devletin Kürt meselesiyle cebelleşmesi tek düze olmamıştır. Devlet, Kürt meselesini hemen her zaman bir asayiş sorunu olarak görmüş ve meseleyle daha çok

baskı siyasetiyle meşgul olmuştur. Ancak, asayiş algısına başka algılar, baskı siyasetine başka siyasetler eşlik etmiştir. Kürt meselesi, devlet nazarında bir asayiş meselesi olduğu kadar, Kürtlerin ‘ilkel’ toplumsal yapılara bağlılığı da mesele olmuştur. Kürtlerle meskûn bölgenin ekonomik geri kalmışlığı da Kürt meselesinin sebebi olarak görülmüştür. Asimilasyon en az tedip ve tenkil, yani, Kürtleri yola getirme ve cezalandırma kadar merkezi bir siyaset olmuştur. Kürt meselesiyle meşgul olunurken takip edilen siyasetler kataloguna ayrımcılık siyaseti de, tanıma siyaseti de girmiştir (Yeğen, 2011b: 21).

Kürt sorunu, beraberinde PKK sorununu da doğurmuştur. Siyasi otoriteler, PKK’nın, Kürt sorununun bir sonucu olduğunu fark etmemiş ya da fark etmek istememiştir. Bu durum, 2005 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada, ‘Kürt Açılımı’nın ipuçlarını vermesine kadar devam etmiştir. 15 Ağustos 1984 yılında yapılan ilk eylemden 2005 yılına kadar, olaya bir asayiş sorunu gözüyle bakıldığından, PKK ile mücadele tamamen askeri yöntemlerle yürütülmüştür. Devlet yönetiminde militarist bir bakış açısı hâkim olduğundan, diplomatik yaklaşımlar gibi unsurların ürettiği çözümlerin uygulamasında birtakım hatalar yapılmıştır. Ancak diplomatik ve siyasi yöntemlerin uygulanamaması ya da uygulanmasına rağmen başarı elde edilmemesi durumunda askeri yöntemlerin kullanılabileceği hususu dikkate alınmamıştır (Özdağ, 2010: 205).

PKK'ya karşı sürdürülen mücadele, 1984'ten bu yana çeşitli aşamalardan geçmiştir. Mücadele, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Jandarma Asayiş Komutanlığı üzerinden yürütülmüştür. Bölgedeki illerde valiler, Güvenlik Komutanlıkları ve İl Emniyet Müdürlükleri, PKK ile mücadeleden sorumlu tutulmuşlardır. Mücadelede kullanılan kuvvetler ise; Özel Kuvvetler, Özel Harekât Timleri, Komando ve İç Güvenlik Birlikleri, Polis Özel Harekât Timleri, Geçici Köy Korucuları, TSK ve Jandarmadır (Fuller & Barkey, 2011: 196; Kışlalı, 1996: 189).

Türkiye’de PKK ile mücadele, ilk olarak konvansiyonel sistem üzerinden yürütülmüştür. Konvansiyonel sistemlerle başarıya ulaşılamayacağı ancak, 1990’lı yılların başında anlaşılabilmiştir. Batı dünyasında, Düşük Yoğunluklu Çatışma şeklinde yürütülen mücadele türünün önemi, Türkiye’de, Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’ta doğan boşluğu PKK’nın doldurmasından sonra anlaşılabilmiştir. O zamana

kadarki gelişmeler, TSK'nin konvansiyonel savaşa yönelik bünyesinde değişiklik meydana getirmemiştir. Ancak, bazı komando birlikleri terör ile mücadelede uzmanlaşmış, biraz da yetişme tarzları ve işlevleri hakkında fazla ayrıntılı bilgi edinilemeyen "Özel Kuvvetler Komutanlığı Personeli", deneyim kazanan devamlı birlikler olmuştur (Fuller & Barkey, 2011: 204; Kışlalı, 1996: 191).

Devlet Yetkilileri, PKK’nın, 1920'ler ve 1930'lardaki Kürt isyanlarında olduğu gibi çok büyük kuvvetlerle, sınırsız asker kullanılarak ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığını, iç güvenlik harekâtında görevlendirilen kuvvetlerin, harekâtın gerektirdiği eğitim düzeyi ile imkân ve kabiliyetlere ulaştırılması ve örgütün vatandaş desteğinden tamamen yoksun bırakılmasının daha etkili olacağının farkına varmışlardır. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Türkiye’de yanlış bir şekilde Kontrgerilla olarak adlandırılan, “Özel Kuvvetler”in PKK ile mücadelede görev yaptığını ifade etmiştir. Ancak, olayın hesap edilemeyecek boyutlara varması, mücadelenin sadece ‘Özel Kuvvetler’le yapılmasını imkânsız kılmıştır (Fuller & Barkey, 2011: 206; Kışlalı, 1996: 195).

Kış dönemlerinde hedef, PKK üzerindeki baskının sürdürülmesiyle, PKK’nın ağır darbelerin etkilerini gidermesinin engellenmesi ve daha önceki dönemlerde olduğu gibi toparlanıp eğitimlerini yapmasına olanak verilmemesi olmuştur. Bunun için de bir taraftan kışın barınacakları mağaralara yiyecek istif etmelerinin engellenmesi için geniş çaplı bir ‘yiyecek engellemesi’ kampanyası yürütülmüş, kentlerden yöre halkının, kendi zorunlu ihtiyacı dışında yiyecek ve lojistikte kullanılabilecek birtakım gereçler götürmemesi için ciddi kontroller oluşturulmuştur (Kışlalı, 1996:197).

PKK ile mücadelede çok önemli olan unsurlardan biri de halk desteğidir. Örgütlerin halk desteğini arkasına almadan varlığını uzun süreli sürdüremeyeceği gerçeğinden hareketle, dönemin yetkilileri, PKK’nın ciddi halk desteğini elde etmesini engellemek için bölge halkının desteğini kesmek adına, birtakım ekonomik ve sosyal programlar açıklamıştır. Ancak bu programların çoğu, istenilen düzeyde yürürlüğe girememiştir.

Ekonomik ve sosyal programları uygulayamayan yetkililer, halk desteğini kesmek adına, askeri yöntemler geliştirmişlerdir. Geliştirilen yöntemlerden biri de köy

koruculuğu sistemidir. Bu sistem, başta Güneydoğu Asya ve Afrika ülkelerinde olmak üzere, birçok yerde İngiltere ve Fransa tarafından kullanılmıştır. Sistem, esasta ayaklananlara karşı yöre halkının yönetim yanlısı bölümünü kullanma isteğinden kaynaklanmaktadır. PKK, koruculuk sistemine daha başından karşı çıkmış, ortadan kaldırılacak ilk hedef olarak görmüştür. Korucusu olan köyler ve korucuların aileleri PKK’nın ilk sıradaki hedefleri arasında yer almış, korucuların silahlarını bırakmaları yönünde PKK tarafından yoğun bir mücadele yürütülmüştür. Devlet yetkililerinin ısrarı ve politikaları ise, silah bırakan korucularının sayılarının düşük kalmasına neden olmuştur (Binghamton University, 2008; Kışlalı, 1996: 199).

PKK sorunun devam etmesinde PKK dışındaki örgütlenmeler ya da grupların provokatif eylemler gerçekleştirenlerinin payı büyüktür. Bunların başlıcaları arasında derin devlet yapılanmaları gelmektedir. Bu durumun bariz bir örneği, 9 Kasım 2005’te Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde patlak veren olaylardır. Şemdinli’de, Hakkari Jandarma Komutanlığına bağlı iki askeri personelin ve bir PKK itirafçısının, Hakkari’deki bir kitap evini bombaladığı ve bu olayı gerçekleştirenlerin yerel halk tarafından yakalandığı iddia edilmiştir. Vatandaşlar tarafından yakalan bu kişilerin, polise teslim edildikten sonra asker olduklarını açıklamaları ile olayın iç yüzü ortaya çıkmıştır. Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun, Hakkari Şemdinli İnceleme Raporu’nda(2005) yer alan görgü tanıklarının ifadelerinde bu olayların ilgili kamu görevlileri tarafından işlendiği ortaya konmuştur. Ancak, kısa bir süre sonra, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, bu askeri personeller için “tanırım, iyi çocuklardır” ifadelerini sarf etmiştir (Habertürk, 2012).

Bu durum, bazı olayların, aslında düşük rütbeli askeri personelin münferit bir girişimi olmadığı, devletin üst kademelerindeki bürokratlar ve siyasetçiler tarafından uygulanan bir politika olduğuna dair çok ciddi kuşkular uyandırmıştır. Demokratik Sol Parti’nin (DSP) oluşturduğu heyetin olay yerinde yaptığı incelemelerde de bunun bir politika eseri olduğuna işaret edilmektedir. Heyetin raporunda şu ifadeler yer almaktadır:

“…olayların sürdüğü sıcak anlarda, bir güvenlik görevlisinin bir partinin genel başkanını arayarak yardım istemesi ve bu siyasi kişinin geçmişte güvenlik kurumları içindeki hukuk dışı yapılanmalar ve eylemlerle

ilgili olarak adının neredeyse özdeşleştirilerek anılması da bombalama eyleminin devletin işi olduğu iddialarına önemli bir dayanak oluşturmaktadır” (Akçura, 2011: 224).

Devlet içerisinde, PKK’ya karşı mücadele yöntemi ve anlayışı açısından farklı görüşlerin olduğunu söylemek mümkündür. Bu durum, devletin PKK’ya karşı bir strateji oluşturmasının önünde önemli bir engel olmuştur. Devletin gerçekten de bir stratejisi olmadığı, devlet yetkililerinin ifade ettiği Kürt realitesinin ne olduğu ve içeriği konusunda bir netlik olmadığı, PKK ile etkin mücadele veren Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları tarafından da ifade edilmiştir (Yalçın, 1994: 47). Askeri yetkililerin, Kürt sorunu ve bu sorunun çözümüne ilişkin devlet yetkililer tarafından her dönem farklı ve tutarsız açıklamalar yapıldığı hususunda şikâyetleri söz konusu olmaktadır (Kundakçı, 2007: 201).