• Sonuç bulunamadı

Peter L Berger ve Thomas Luckmann: Gerçekliğin Sosyal İnşası

Peter Berger ve Thomas Luckmann “ Gerçekliğin Sosyal İnşası" adlı çalışmalarında gündelik hayat gerçekliğinin nasıl inşa edildiği üzerinde dururlar. Berger ve Luckmann bu görüşlerini inşa ederken pek çok düşünürün fikirlerinden esinlenir. Durkheim’in sosyal olguları nesnel bir gerçeklik olarak incelemesi, Marx'ın alt yapı-üst yapı ve bilinç hakkındaki görüşleri, Weber'in öznenin gücünü ön olana çıkarması, Schütz'un görünenin ardında gizli kalan gerçekleri araştırmak için bilgiyi kullanması, Mead'in ise sembolik etkileşim düşüncesi, Berger ve Luckmann’ın gündelik hayattaki gerçekliğin sosyal inşasının nasıl sağlandığını anlamasına yardımcı olmuştur. Bu düşünürlerden hareketle Berger ve Luckmann sosyal gerçekliği anlamak adına öznel olguların nasıl nesnel olgular haline dönüştüğünü ve insanın faaliyetinin nasıl kendisinin dışında bir dünya kurmada etkili olduğunu sorgulamışlar bunun izlerini ise gündelik hayatta aramaya başlamışlardır ( Berger ve Luckmann, 2018, 23- 28 ).

Berger ve Luckmann’a göre, her insan kendisine ait bir gerçekliği bulunan gündelik dünyada yaşamaya başlamaktadır. Bu dünyanın kendisine gerçek olarak görünmesinin altında ise birçok önemli neden bulunmaktadır. İlk olarak insan gündelik hayatta bulunan birçok alanı yorumlamış ve bu yorumlamalar tekrardan kendisine döndüğü için gerçekliği kavrayan bir kuvvete sahip olmuştur. İnsanın gündelik hayata

dair bu deneyimi gündelik hayatın en üst gerçeklik seklinde kendisi tanıtmasına neden olur. Bu yönüyle gündelik hayat, öznelerin yorumundan ve bu yorumlamaların tekrardan özneye dönmesi bakımından gerçeklik olarak kavranır. Gündelik hayatın özne ile olan bu ilişkisi onun belirli bir zamanda var olduğu inancını da doğurur. Her insanın kendisine ait bir şimdisinin olması yaşanılan gerçekliklerin kendine özgü ve nesnel doğasının göreceli olduğunu da gösterir. Bu bakımdan benim açımdan şuan yaşadığım şimdi, bir başkası için aynı değeri taşımaz. Her birey kendine ait bir zaman diliminde varlığını sürdürdüğü için gündelik hayatın gerçekliğini bireyler açısından göreceli bir şekilde deneyimlenir. Gündelik hayatın gerçekliği her ne kadar göreceli olsa da insanlar tarafından paylaşılmasından dolayı özneler arası paylaşılan bir gerçeklik alanına da denk düşer. Özneler arası paylaşılan gündelik gerçeklik ortak duyuların toplamını yansıtır. Bunun neticesinde yaşanılan gerçeklik ritim ve rutinler eşliğinde kolektif bir zeminde de kendini açımlar. Gündelik hayatın ritim ve rutinlere dayalı bir yanının olması toplumsal kaosları engelleyerek düzenleyici bir tarafının da bulunduğunu gösterir. Gündelik hayatın düzenli bir etkinlik şeklinde karşımıza çıkmasının sebebi ise özneler arası inşa edilen bir dilin tekrardan özneler arası iletişimi sağlamasında etkili olmasından kaynaklıdır. Dil sayesinde birçok olgu içselleşirken birçok olgu da yine dil sayesinde gündelik hayatin gerçekliğine aktarılır. Dolayısıyla gündelik hayatın gerçekliğinde birçok etkileşim iç içe geçmiş bir bütünlükte ahenk içinde inşa edilir ( Berger ve Luckmann, 2018, 30-42 ).

Berger ve Luckmann’a göre gündelik hayatın gerçekliğinin iç içe geçtiği alanlardan birisi ise sosyal etkileşimin oluşmasına yardımcı olan kurumsallaşmalardır. Kurumsallaşmanın gündelik hayatta yaşanan gerçeklik açısından önemli bir yeri vardır. Berger ve Luckmann insanların gündelik hayattaki sosyalleşme süreçlerine nasıl dâhil olduklarını ve bu süreci nasıl yönettiklerini anlamak adına Arnold Gehlen’in kurumsallaşma kavramına başvurur. Arnold Gehlen kurumsallaşma düşüncesini açıklığa kavuşturmak için insanın doğduğu andan itibaren kendi organizması ve toplumda kabul görmüş davranışlar arasında nasıl bir ilişki şekli benimsendiği üzerinde durur. Gehlen'e göre, insan dünyaya ilk geldiğinde içine doğduğu dünyanın kültürel ve insani güdümlemelerinden yoksun ve habersiz bir şekilde sosyalleşmeye başlar. Gehlen'in bakış açısı ile tabiri caizse insan bu noktada

boş bir bardak gibidir. İnsan zamanla içinde doğduğu dünyanın kültürel anlamlarını keşfeder ve içinde bulunduğu dünyaya uyum sağlamak adına içgüdüsel dayanakları hayatına geçirmeye başlar. İnsan bu süreçte dünyadan öğrendiği her bilgi ile sosyalleşme sürecine bir adım daha yaklaşır. İnsan sosyalleşme sürecinde kendini dünyaya açarak aynı zamanda dünya da kurulu olan düzenin bilgisinin kendisine aktarımını kabul ederek kendi gerçekliğinin inşasını devam ettirir. Bu durumda insan zamanla kendisine öğretilen davranışları yaşamına dâhil ederek boş olan bardağı doldurmaya başlar. Buradan hareketle Gehlen’e göre kurumlaşma, dünyadaki bilinmez boşlukları doldurmak adına insanların ortak kanıda toplandığı kolektif eylemleri ifade eder. Bu durumda kurumsallaşan davranışlar toplumsal düzenin bilgisine ulaşmış olurlar ( Turner, 2017, 160-162). Peter Berger ve Thomas Luckmann gerçekliğin sosyal inşasının nasıl ortaya çıktığını anlamak üzere Gehlen'in geliştirdiği kurumsallaşma kavramından yararlanırlar. Berger ve Luckmann kurumsallaşma sürecinin, iki kişinin edindiği bilgileri bir üçüncü kişiye aktarması ile vuku bulduğunu ifade eder. Berger ve Luckmann bu durumu şu örnekle ifade ederler. A ve B olmak üzere etkileşime geçen iki bireyi ele alalım. A ve B normalde iki farklı birey olsalar da etkileşime geçtikleri anda birbirlerini anlamak için birbirlerinin davranışları üzerinden bir anlam üretmeye başlarlar. Bu durumda A, B'nin ne yaptığını takibe alırken, B'de A’nın ne yaptığı ile ilgili meraklı izlenimini sürdürür. A, B'nin önceden yaptığı bir davranışı yeniden tekrarlandığını gördüğünde, bu davranış ona yabancı olmaktan çıkar ve bu durum A’nın, B’nin sergilediği davranışlar üzerinden tipleştirmeler yapmasına imkân sunar. Zaman geçtikçe A, B'nin kendisine atfettiği davranışları kendi rolleri haline getirir. Aynı şekilde B'de, A’nın kendisini nasıl gördüğü ile ilgilenecek ve onun tipleştirmeleri üzerinden kendisine toplumda roller edinecektir. Luckmann ve Berger bu durumu açıklığa kavuşturmak adına anne ve baba tiplerini örnek gösterir. Anne ve baba birbirlerini tanıyıp kendi kimliklerini birbirlerinin görüşleri üzerinden yeniden inşa ettikten sonra bu davranışları büyük bir ihtimalle ailede üçüncü şahıs olarak yerini alacak olan çocuklarına aktarırlar. Berger ve Luckmann’a göre kurumsallaşma tam olarak bu anda ortaya çıkar. Çünkü anne ve baba edindiği bilgileri çocuklarına dışsal bir bilgi biçiminde aktararak sosyal gerçekliğin bilgisini paylaşmış olacaklardır ( Berger ve Luckmann, 2018, 84-89).

Peter Berger ve Thomas Luckmann kurumsallaşmanın gerçekleşmesi sonucunda gündelik hayatta üretilen bilginin üç diyalektik süreçten geçerek gerçekliğe katkı sunduğunu ifade eder. Bu diyalektik süreç ise dışsallaştırma- nesnelleştirme – içselleştirme şeklinde birbirini takip eder. Kurumsallaşmanın gerçekleşmesiyle birlikte aktarılan bilgiler, deneyimlenen ve tekrarlanan tipleştirmelerden ortaya çıktığı için bireyler tarafından aktarılan dünya artık dışsal bir dünya haline gelmiştir. İnsanın ürettiği bilginin dışsal olması zaman geçtikçe insanın da dışında duran nesnel bir gerçekliğin oluşmasına zemin hazırlar. Bu bakımdan dışsal her bir gerçeklik dışarıdaki dünya ile etkileşime girdiğinde ve ortak kolektif bir anlam kazandığında bilgi nesnel bir gerçeklik kazanmış olur. Nesnelleşen bilgiler insanlar karşısında gerçekliğin başka bir boyutu olarak yerini alırken zamanla bu gerçeklik tekrardan insanlar tarafından tüketilir yani içselleştirilir. Dolayısıyla toplumsal gerçekliğin diyalektik ilişkileri, insanların etkileşime girmeleri sonucunda dışsallaşan, dışsal bilgilerin insanların gözünde gerçeklik kazanması bakımından nesnelleşen, nesnelleşen gerçekliğin ise tekrardan insan sosyalleşmesinde yoğrularak içselleşmesi şeklinde devamlılık gösterir ( Berger ve Luckmann, 2018, 87-99 ).

Berger ve Luckmann toplumsal gerçekliğin bu üç inşasının insanın sosyalleşmesi açısından merkezi bir öneme sahip olduğunu vurgular. Onlara göre, bir insan dünyaya gözlerini açtığında daha önce dışsallaşan, bunun sonucu olarak nesnelleşen pek çok bilgi ile karşı karşıya gelir. Bu yüzden insanın sosyalleşmesi için gerçekleştirdiği ilk uğrak içselleştirmedir. İnsan içselleştirme ile sosyalizasyon sürecine dâhil olur ve nesnel dünyayı tecrübe ederek toplumun üyesi olmaya başlar. Berger ve Luckmann bu süreci asli sosyalizasyon ve tali sosyalizasyon kavramları ile açıklar. Asli sosyalizasyon, bireyin çocukluk dönemini kapsaması ile birlikte içine dâhil olduğu dünyayı anlamlandırmaya başladığı ilk sosyalizasyondur. Birey asli sosyalizasyonda ‘anlamlı ötekilerin’9 dışsallaştırdığı ve nesnelleştirdiği dünyayı içselleştirerek, bu içselleştirme sürecini daha önceden tamamlamış diğer üyeler arasında yerini almaya başlar. Birey aynı zamanda diğer üyelerle ilişkiye girerken onlardan edindiği rol ve tutumlar ile sosyalleşme sürecini devam ettirir. Böylece birey

9 Berger ve Luckmann anlamlı ötekiler kavramı ile çocuğun sosyalleşmesine katkı sunan anne, baba,

bir yandan kimlik kazanmaya bir yandan da benliğinin taşlarını inşa etmeye çalışır. Birey sosyal ortamda bir üye haline gelmeye başladıkça kendi kimlik ve benliğinin dışında bulunan başka kimlik ve benlik ile sosyal ortamlarda varlığını sürdüren ‘genelleştirilmiş ötekileri’ de10 kabul eder. Dolayısıyla birey bu dünyayı sahiplenir ve bu dünyanın özneler arası paylaşılan bir dünya olduğunun bilgisine erer. Berger ve Luckmann’a göre asli sosyalizasyon genelleştirilmiş ötekilerin bireyin zihninde anlam kazanması ve farkındalığına varılması sonucunda yerini tali sosyalizasyona bırakır ( Berger ve Luckmann, 2018, 206-219). Berger ve Luckmann’a göre tali sosyalizasyon, aslı sosyalizasyon sürecini tamamlamış üyelerin birey olma yolunda gelişimini tamamlamasına katkı sunan diğer bir toplumsallaşma çeşididir. Birey bu sosyalleşme alanında dünyanın sadece kendi anlamlı ötekileri tarafından kurulmadığını bu doğrultuda başkaları içinde önemli olan pek çok anlamlı ötekilerin bulunduğunu kavrar. Bu durumdan kaynaklı olarak birey tali sosyalizasyonda başkaları tarafından da kurumsallaştırılmış birçok davranış ve rol modelleri ile tanışır. Bunları anlamaya ve içselleştirmeye çalışır fakat bu dünyanın içselleştirilmesi asli sosyalizasyonda olduğu gibi doğrudan gerçekleşmez. Asli sosyalizasyonda birey kendisine verilen gerçekliği sorgulamadan içselleştirirken tali sosyalizasyonda birey birçok şeyi asli sosyalizasyonda inşa ettiği için seçici bir tavır sergiler. Toplumda kurumsallaşmış her ritüel davranışı benimsemez ve bazılarının kendi dünyasında dışsal olarak kalmasına izin verir. Müslüman olan bir bireyin oruç tutarak kendi dininin ritüellerini yerine getirirken başka dinlerin ritüellerini benimsememesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Dolayısıyla tali sosyalizasyon asli sosyalizasyona kıyasla daha göreceli bir toplumsallaşma biçimi olarak da karşımıza çıkar ( Berger ve Luckmann, 2018, 206- 218 ). Peter Berger ve Thomas Luckmann gerçekliğin sosyalleşme boyutunu ele aldığı tali ve asli sosyalleşme görüşünü Karl Marx'ın alt yapı- üst yapı düşüncelerinden etkilenerek geliştirmiş oldukları söylenebilir. Zira Berger ve Luckmann’a göre Marx'ın alt yapı- üst yapı arasındaki ilişki birçok düşünür tarafından yanlış anlaşılmıştır. Fakat alt yapı ve üst yapı arasındaki ilişki “ insani faaliyet ve bu faaliyetlerin yarattığı dünya

10 Berger ve Luckmann genelleştirilmiş öteki kavramı ile bireyin sosyalleşmesine dolaylı katkıları olan

olarak kabul edilirse" o vakit anlamlı bir sosyalleşme sürecinden bahsedilebilir ( Berger ve Luckmann, 2018, 8 ).

Peter Berger ve Thomas Luckmann’ın ele aldığı kavramlar, cezaevinde yaşanan gündelik gerçekliğin inşasının nasıl sağlandığı hakkında bizlere ışık tutacaktır. Buradan hareketle cezaevinde gündelik hayatın eski tutuklu ve eski hükümlüler tarafından nasıl inşa edildiği, cezaevinde kurulu bir düzeni nasıl içselleştirdikleri, dışsallaştırdıkları ve nesnelleştirdikleri anlaşılmaya çalışılacaktır. Ayrıca cezaevinde anneleri ile birlikte yaşamını idame ettiren çocukların, cezaevi ortamında nasıl sosyalleştiklerini anlamak adına asli ve tali toplumsallaşma kavramlarından yararlanacaktır.