• Sonuç bulunamadı

1.1.8. Fenomenoloji

1.1.8.1. Edmund Husserl ve Fenomenoloji Görüşü

Alman bir düşünür olan Edmund Husserl(1859-1938), farklı çağlarda yaşamış düşünürlere felsefe, pozitivizm, psikoloji ve bilim alanlarında getirdiği eleştiriler ile tanınmaktadır. Bu eleştirileri Husserl, Kesin Bilim Olarak Felsefe adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde ele alır. Felsefe bilimini, sosyoloji bilimi ile yoğuran Husserl, felsefenin ilk çağlardan bu yana büyük bir bilim olma girişiminde bulunduğunu fakat bu iddiasını hala gerçekleştiremediğini söyler. Felsefenin kesin bir bilim olmasının önündeki engellerden birisi ise, pozitivizmin 18. yy'dan bu ana kadar hâkim düşünce olarak benimsenmesinden kaynaklıdır. Dönemin hâkim düşüncesi olan pozitivizm, nesnelerin bilgisine ulaşmadan hareket etmekte, bilginin ne olduğunu ve nereden geldiğini sorgulamadan nesneleri incelemektedir. Pozitivizm akımını kendisine yöntem edinmiş psikoloji ise mantık ve felsefeden uzak kalmış, varlık sahasını ise

istatistik ve deneysel veriler ile incelemiştir. Pozitivizm yerine felsefeyi merkeze almayı hedefleyen Husserl, felsefenin doğa bilimlerinin yasaları ile bir tutulamayacağını, tarihsel süreçte felsefenin pozitivizm fikrinin gölgesinde kaldığını, tabiri caizse üzerindeki ölü topraktan bir an önce kurtarılması gerektiğine değinir. Bunun yolu ancak “ bütün bilimlerin en yükseği ve kesini olmayı amaçlayan felsefe" öğretisi ile gerçekleştirilir (Husserl, 2014, 8). Husserl için bu ancak ve ancak felsefenin yeni bir bilim olma yolunda yeni bir yöntem ve öğreti sistemi üretmesiyle mümkündür. Husserl fenomenoloji biliminin yöntemini, ‘epokhe’, ‘askıya alma’, ‘paranteze alma’ ya da ‘doğal tavır alma’ gibi farklı kavramların kullanılması ile karşımıza çıkarır. Fenomenoloji biliminin yöntemi, bilginin sorgulanması sürecinde kendinden önce var olan bilimleri reddetmeden askıya alarak, bu bilgilere karşı doğal tavır takınılması ile felsefenin bilgiyi sorgulamadaki gücünün ortaya çıkmasını sağlar. Bu tutum ile Husserl, daha önceden dünyayı anlamlandırmaya çalışan bilgilere sınır çekmiş ayrıca bireyin yorumunu göz ardı eden pozitivizm algısının üzerinde bir felsefi görüş inşa etmeye çalışmıştır. Husserl epokhe ile inşa sürecinin tamamlanmasının ardından fenomenlere geçebileceğimize değinir. Dünya artık fenomenoloji alanının dünyasıdır ve bilgi ancak fenomenlerin bilince görünümleri üzerinden anlaşılmalıdır. “ Fenomen sözcüğü, görünen (Erscheinen) ile görünen şey (Erscheinendem) arasındaki özsel bir bağlılaşım nedeniyle çift anlamlıdır” (Husserl, 2015, 12). Fenomen bir nesne olarak orada vardır fakat aynı zamanda fenomen, bilinç doğrultusunda nesneden bana geçen yorumdur. Bu yönüyle felsefenin fenomenleri değerlendirebilmesindeki asıl nokta bilincin etrafını yorumlamaya başladığı andır. Örneğin; Edip Cansever bir şiirinde “ Bir renk değildir, mavi huydur bende” diyerek görünen ve görünen şey arasındaki ilişkiyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Bir renk olarak verilmiş olan, insanın kendi bilincinde uyanan başka bir duygu, his, yaşantı haline dönüştüğü için, bilince görünen bu bakımdan mavinin renk olması değil, bir huya dönüşmesidir.

Husserl ’in bilgi sorgulaması bireyin gündelik hayatındaki boşlukları bilinç ile doldurduğu, gizli kalan görüntülerin gün yüzüne çıkarılması doğrultusunda başlar. Husserl bunu sağlamak için bireyin bilinç ile kurduğu ilişkiye yer verir. Bireyin sahip

olduğu bilinç onun dünya ile kurduğu bağın en önemli göstergesidir. Bu bakımdan bilinç ‘Saf Ben’ olarak her yerde kesinliği kaybolmaksızın var olan bilinçtir. Husserl bu ifadesiyle kuramsal kurallar ile insanın yönlendirildiği sosyoloji düşüncesinden ayrılarak, bireyin kendisine koştuğu bir düşünce şekli benimser. Saf ben, etrafta düşünceler yanıp sönerken, anılar gelip geçerken, bütün anlamlar uçuşurken varlığından şüphe duyulmayacak tek şeydir. O vardır ve şimdinin inşa edici etkenidir. Bu yüzden ‘Saf Ben’ olarak öznel bilinç, gerçeklik temelinde kendindeki ve etrafındaki gündelik hayatı kuran aktörlerde barınan bilinçtir. Öznel bilincin aktif olma özelliği onun aynı zamanda yönelimsel bir varlık olduğunu gösterir niteliktedir. Husserl’ de yönelimsellik, epokhe kavramının fenomenolojik felsefe dışında kalan bilgileri paranteze almasıyla yakından ilişkilidir. Bilincin paranteze alma yetisi, bilincin diğer verilmiş olanlarda zuhur ettiği yaşantı dünyasında belirmesine olanak tanır. Zira epokhe’nin amacı, bireyin kendi farkındalığının farkına vararak yaşantı içerisinde yeniden üreten konumuna gelmesini sağlamaktır. “ Kısaca özne, önce fenomenolojik bir var oluşa, sonra ‘içsel farkındalığa’ ve sonunda yönelimsel deneyime sahiptir”( İsbir, 2018, 106).

Bilinç ile kurulan “ yönelimsellik Husserl ’de yaşantı(Erlebnis) kavramıyla iç içe olan bir kavramdır”( Topakkaya, 2009, 125). Yönelimsellik kavramı, gündelik hayatın yaşantısında meydana gelen somut veya soyut alanlarda, özne ile nesne arasındaki geçişli diyaloğun sağlandığı bir bağlama sürecinde kendini gösterir. Bağlama işlemi bilincin yönelmeye yatkın bir varlık olmasından mütevellittir. Bilincin çevresindeki varlığa(özne-nesne, nesne-özne) yönüyle yönelimsel olması onun aynı zamanda, yaşantı zamanında akt kurabilme yetisinin oluştuğunu gösterir. “ Aktlar süje ile obje arasında bağ kurmaya yarayan bağlardır”( Aydın, 2013, 20). Aktlar yaşantı dünyasında özne ile nesne arasında ilişki kurarak, kurulan bu ilişkinin özne ile özne arasında aktarılan bilgiler haline gelmesini sağlar. Yaşantısal olarak varlığını devam ettiren özne-nesnenin yönelimsel olması için özneler arası bir şekilde akt ilişkisi kurması gerekir. Özne ise bunu ‘cogito’, kavramından hareketle ortaya çıkarır. Buradan hareketle her cogitonun yorum yapabilme kabiliyeti oluşur. Çünkü ‘Ben’ birçok cogito kurabilme hakkına sahiptir. Husserl, cogitonun aktif olduğu zamanını şimdilik çerçevesinde değerlendirir. Çünkü ona göre şimdi olmadan ne geçmişten

bahsedilir ne de geleceğe doğru düşünsel bir ufuk gerçekleşir. Bu yüzden bilincin yorumsama özelliği zamanın doğal yaşantısında, ‘epoche’nin belirleyiciliğinde, yönelimsel hareketlilik temelinde, özneler arası paylaşılmayla neticelenmektedir (Husserl, 2015).