• Sonuç bulunamadı

Çok Partili Hayat: Ulus İnşası Sorunu ve Şiddetten Faydalanan Gruplar ve Elitler

GÜVENLİĞİ” YAKLAŞIMLARI

BÖLÜM 2: ÜÇÜNCÜ DÜNYA GÜVENLİĞİ YAKLAŞIMLARI KAPSAMINDA AFRİKA’NIN BÜYÜK GÖLLER

2.1. Afrika’nın Büyük Göller Bölgesi’ndeki Çatışmaların Genel Yapısı

2.3.1. Burundi’deki Çatışmaların Nedenleri ve Tarihsel Gelişimi

2.3.1.4. Çok Partili Hayat: Ulus İnşası Sorunu ve Şiddetten Faydalanan Gruplar ve Elitler

Mart 1992’de uluslararası toplumun baskılarıyla demokratik bir adım niteliğinde muhalif siyasi partilerin varlığını kabul eden Burundi hükümeti (İnat ve Telci, 2010: 103), diğer BGB ülkeleriyle ve diğer üçüncü dünya ülkeleriyle bu noktada da ortak

147

kaderi paylaşmıştır. 1993 yılındaki parlamento ve devlet başkanlığı seçimlerinde Hutular ilk kez tek partileri olan Burundi Demokrasi Cephesi (Front pour la Démocratie au Burundi-FRODEBU) ve parti başkanı Melchior Ndadaye ile seçimlere girerek bu seçimleri büyük bir çoğunlukla kazanmışlardır (Ajulu, 2001: 9). Böylece UPRONA’nın 1966 yılından beri süregelen iktidarı ilk kez bir Hutu partisi tarafından sona erdirilmiştir. İktidar gücünü kaybeden ve mevcut durumdan rahatsız olan Tutsiler ülkede yeni bir kargaşa ortamı yaratmış ve sonucunda ordunun da ayaklanıp darbe girişimlerinde bulunmasına, ayrıca Ndadaye’nin ve diğer Hutu siyasetçilerin tutuklanarak öldürülmelerine neden olmuşlardır. Ülkede aristokrasi ve ordu gücünü elinde bulunduran azınlık olan Tutsiler, ilk kez yönetimi Hutulara 1993 yılında teslim ederken ikinci kez 30 Nisan 2003 tarihinde Burundi Devlet Başkanlığı’nı Hutu lider Ndayizeye’ye teslim etmişlerdir (Reyntjens, 2005: 118). Fakat çatışmalar her iki durumda da azalmamıştır. İki seçim dönemi arasında yaşanan güvenlik sorunları arasındaki tek fark, 1993 yılında Tutsilerin durumu kabullenmeseler de yönetimi Hutulara teslim etmek zorunda kalmalarına karşın 2003 yılında Hutu milislerin ordu ve üst düzey bürokrasiyi de ele geçirme talepleri nedeniyle çatışmaların son bulmamasıdır. Halk tabanından gelen taleplerle gerçekleşmeyen demokratikleşme, uluslararası sistemin baskısıyla zorla gerçekleştirilmiştir. Burundi’ye uygun olmadığı bilinen ve sonuç vermesi beklenmeyen bu girişim, daha önce olduğu gibi binlerce Hutunun ölümüne neden olmuştur. Dolayısıyla ulus inşa sürecinin de Batılı tarzda gerçekleşmesini ve bu sürecin Batılı ülkelerde yaşandığından çok daha kısa bir zaman diliminde olmasını beklemek oldukça yanlıştır.

İki etnik grup arasındaki çatışmaları durdurmak ve ülkede ve bölgede barış ve istikrarı sağlamak amacıyla ancak 2000 yılında gerçekleştirilebilen ve bölge devletlerinin desteğiyle sağlanan Tanzanya’da Arusha Antlaşması ve Güney Afrika’da Pretoria Antlaşmaları, Burundi’ye ilişkin de hüküm içermekte ve iki etnik grubun gücü paylaşmalarını öngörmekteydi. (Jarstad, 2008: 112-127). Bu anlaşmaların nispeten başarılı olduğu ifade edilebilir.

Diğer yandan Burundi’deki çatışmaların sadece etnik unsurlar ve sömürgeci güç ekseninde değerlendirilmesi ya da küresel bakış açısının sadece ekonomiyi göz önünde bulundurarak değerlendirmelerde bulunması da oldukça yanlış olacaktır. Bununla

148

birlikte iç dinamiklerin göz ardı edildiği ve düşmanın sadece dışarıdan geldiği fikrini savunan realist teori de Burundi’deki çatışmaları açıklamada oldukça yetersizdir. Çünkü karmaşık nedenlerden oluşan Burundi’deki çatışmaların ve güvenlik sorunlarının nedenleri, tek bir bakış açısı ile analiz edilememektedir. Uluslararası ve bölgesel dinamiklerin tetiklediği iç dinamikler aracılığıyla gerçekleşen Burundi’deki çatışmaların nedenleri olarak, tarihsel arkaplanda yaşanan güvenlik sorunları, sosyal yapının çeşitliliği, yönetsel düzenin olmayışı, liderlerin etkin olmaması, ülke elitlerinin çıkarlarını gözetmeleri, ekonomik yapılanamama, kurumsallaşamama ve demokratikleşeme gibi faktörler nitelenebilmektedir.

Bölgesel etkileşim de üçüncü dünya güvenliği sorunlarından bir diğeridir ve üçüncü dünya ülkelerinde çatışma ve barış ortamlarının oluşumunda oldukça etkili olan bir faktördür. Burundi’deki barışta etkili olan bölge ülkeleri gibi, Burundi de bölgesel çatışmalarda barış elçiliği konusunda etkili olmuştur. Bu duruma somut bir örnek olarak Burundi’nin OAU’da barış elçisi olarak Somali’de sarfettiği çaba verilebilmektedir (Frazer, 2007).

Dolayısıyla bölgesel güçlerin BGB ülkelerinde oldukça etkili olduğunu söylemek mümkündür. Bu etki barışın tesisi çabalarının yanısıra çatışmalarda da görülmektedir. Komşu ülkedeki aynı etnik kökene sahip soydaşlar, gerilla tarzı saldırılarıyla çatışmalara müdahil olmakta ya da bölge ülke liderleri barışın tesisi konusunda destek olmaktadır. Diğer yandan Ruanda’da yaşanan çatışmalara misilleme yapan Burundili Hutuların varlığı, bölgesel bir etki iken, Güney Afrika’nın lideri Nelson Mandela’nın Burundi’ye yönelik üç yıllık geçiş dönemi hükümetini içeren 2001 yılındaki çözüm planı da bölgesel bir etkidir. Dolayısıyla üçüncü dünya ülkelerinden biri olan Burundi’nin uluslararası dinamiklerden daha çok, yakınında bulunan ve kendisini daha yakından tanıyan bölgesel dinamiklerden etkilenmesi de oldukça normaldir.

Bölgedeki çatışmalarda öne çıkan en önemli etkileşim Burundi ve Ruanda halkları arasında gerçekleşmiştir. Bu etkileşim 1994 Ruanda soykırımında en üst seviyeye çıkmış olsada başlangıcı daha öncesine dayanmaktadır. Komşu ikizler arasındaki çatışmaların geleneksel nedeni, her seferinde Tutsi bürokrasisi ve ordusuna sahip Ruanda ve Burundi hükümetlerinin çoğunluk olan Hutulara yönelik baskıcı ve şiddet içeren “üstünlükçü monarşi” politikaları olmuştur (Nyangoni, 1985: 241).

149

Üçüncü dünya güvenliği yaklaşımları kapsamında değerlendirildiğinde, iç dinamiklerin etkili olduğu çatışmalar, Hutu kökenli devlet başkanının ve Tutsi kökenli başbakanın olması nedeniyle, Burundili Tutsileri isyan ettirmiştir. Halkın isyanları orduyu da harekete geçirerek Tutsi çoğunluktaki ordunun halka ve siyasetçilere saldırmalarını teşvik etmiştir. Dolayısıyla Hutu kökenli devlet başkanı orduyu kontrol edememiş, mevcut uluslararası toplum tarafından benimsetilmeye çalışılan iki etnik grubun birlikte yönetimi paylaşması uygulamada başarısız olmuştur. Tutsi saldılarına Hutu milislerin de karşılık vermesi, sivil halktan binlerce Hutu ve Tutsi’nin ölümüne yol açmıştır. Tutsilerin elinde bulundurduğu bürokrasi ve ordu ile birlikte 1994’de Ruanda’da iktidarı ele geçirmeleriyle Burundi’deki FRODEBU, mevcut resmi görerek UPRONA’ya daha fazla güç devretmiştir. Fakat FRODEBU’nun Tutsileri yumuşatma siyasetleri beklenildiği sonucu vermeyerek başkan Ntibantunganya’ya suikast girişimine neden olmuş, bu suikast de ülkedeki iki etnik grubun yeniden çatışmalara girmesini tetiklemiştir. Dolayısıyla yerel dinamiklerin oldukça etkili olduğu Burundi’deki çatışmalarda bir kısır döngünün olduğu gözlemlenmektedir. Bu kısır döngüyü Ayoob, üçüncü dünyanın çıkmazları olarak tanımlarken, Reno üçüncü dünyanın uyuşmazlık analizleri olarak nitelemektedir.

Nigel Watt, çatışmalar konusunda Ruanda’nın ikizi olan Burundi’deki halkın onbinlercesinin katledilmesinin ardında yer alan neden olarak Ayoob gibi iç dinamiklerin ve kültürel yapının tetiklenmesini hatta yönetici elitin halkı yanlış yönlendirmesini göstermektedir. 2007’deki genel durumu inceleyen Watt, uluslararası boykotun uygulandığını ve ülkeye hiçbir uluslararası uçuşun gerçekleşmediğini söyleyerek aslında uluslararası destek alması gereken çatışma içindeki üçüncü dünya ülkesinin uluslararası toplum tarafından yalnız bırakıldığına işaret etmektedir. Watt, uluslararası toplumun ve yönetici elitin üstüne düşeni yapmadığını, üçüncü dünya ülkelerindeki çatışmalardan ders çıkarılarak bir kez daha tekrarlanmasını önleyemediklerini ifade etmektedir. Başka bir soykırım daha gerçekleşmeden potansiyel çatışmaların belirtileri görüldüğünde önlem alınması gerektiğini savunmaktadır (Wolfers, 2009: 108-110).

Ülke elitlerinin izledikleri politikaların diğer ülkelere nazaran üçüncü dünya ülkelerinde çok daha etkili/belirleyici olduğunun örneğini Tutsi Başbakan Kanyenkiko ve Antoine

150

Nduwayo’da görmek mümkündür. Yumuşak politika izleyen Kanyenkiko, Tutsi eliti tarafından tasvip edilmeyerek yerine daha sert politika izleyen Antoine Nduwayo getirilmiştir. Bu nedenle ülke elitlerinin yanı sıra liderlerin de ülkedeki çatışmalarda ve izlenen politikalarda etkili olduğu üçüncü dünya ülkelerinden biri Burundi’dir. Bagaza ve Buyoya’nın darbeyle iktidara gelmelerine rağmen reformist ve barış yanlısı siyaset izlemeleri ve Hutu milis güçlerinin lideri Nyangoma’nın Tutsilere karşı Hutuların haklarını ancak silahlı mücadele yoluyla alabileceklerine inanarak hareket etmesi Burundi’deki çatışmalarda etkili olmuştur.

Burundi’nin içinde bulunduğu güvenlik çıkmazlarında etkili olan ve yerel dinamikler arasında yer alan, ve yerel halkın yaşadıklarını gösteren diğer faktörler; çocuk askerlerin silahlandırılması, şiddetin en çok kadına uygulanması, tecavüzlerin olması ve işkence ile öldürme gibi savaş suçlarının var olmasıdır. Üçüncü dünyaya özgü olarak yaşanan bu gelişmeler, çoğu BGB ülkelerinde yaşandığı gibi Burundi’de de yaşanmıştır ve bölge için olağan olarak nitelendirilmektedir.

İç dinamiklerin önemine vurgu yapan fakat uluslar arası yapılanmaların önemini de göz ardı etmeyen üçüncü dünya yaklaşımlarına göre anlam verilemeyen husus, BM gibi uluslararası bir örgütün bölgede varlığını gösterememiş olmasıdır. Bunun da en temel nedeni örgütü oluşturan devletlerin politikalarıdır. Diğer yandan kendilerini koruyamayan BM askerlerinin bölgede barışı sağlama gücü de tartışılır bir konudur. Dolayısıyla, mevcut suçlar gerçekleşirken bölgede olmayan BM, soykırımlar sonrasında da uluslar arası yaptırımların uygulanamamasıyla yetersiz kalmıştır. Buna somut bir örnek olarak soykırım, savaş suçları ve insanlık suçlarını cezalandırmak için kurulan Doğruluk ve Uzlaşma Komisyonu (Truth and Reconciliation Comission) ve Araştırma ve Kovuşturma Özel Mahkemesi’nin görevlerini yerine getirmemesi verilebilmektedir. Genel olarak değerlendirildiğinde, Ruanda ve DKC’deki BM güçlerinin başarısızlıkları gibi Burundi’deki Birleşmiş Milletler Burundi Operasyonu (United Nations Operation in Burundi-ONUB) da 2004 yılında gerçekleştirilen Gatumba’da yaşanan katliamları önleyememişlerdir (Daley, 2006: 310).

BM, IMF, DB ve AB gibi uluslararası kuruluşların Burundi ve Ruanda başta olmak üzere tüm BGB ülkelerinde barışın sağlanmasında siyasi, sosyal ve ekonomik destekleriyle birlikte etkili olması beklenirken çatışmaların dindirilememesi bir

151

uluslararası handikap olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bölgesel olarak OAU, uluslararası camiada ise BM, IMF ve DB gibi örgütlerin gerektiği şekilde müdahale etmemeleri ve ülkeleri kaderlerine bırakmaları nedeniyle sorumlu oldukları ifade edilebilmektedir (Buzan ve Wawer, 2003: 226).

Burundi’deki çatışmaların önlenmesi hususunda görevlerini yerine getiremeyen BM, daimi üyelerinin çıkarlarına uygun olmadığı için ülkedeki barışın tesisinde yetersiz kalmıştır. Bu bağlamda 1996’da BM Genel Sekreteri Butros Gali’nin Burundi’ye BM Barış gücü gönderilmesi talebi, BM Güvenlik Konseyi’nde uzlaşma sağlanamaması ve Burundi hükümetinin reddetmesi gibi nedenlerle gerçekleştirilememiştir. Bu nedenle sonuç olarak BM, kuruluş anlaşmasında yer alan barışı koruma görevini yerine getirmemiş ve Burundi’ye silah ambagosu uygulama kararını da üyelerinden bazılarının karşı çıkması üzerine hayata geçirememiştir (İnat ve Telci, 2010: 106-107).

2000’li yıllarda Burundi’de yaşanan çatışmaların temel aktörü hükümet karşıtı Ulusal Kurtuluş Cephesi (National Liberation Front-FLN/FROLINA) dir. Koruma altındaki kamplara saldıran ve köyleri yağmalayan grup, yönetimin etnik gruplar arasında eşit dağılımını talep etmektedir.

Burundi’nin bağımsızlık öncesi dönemine kadar uzanan tarihsel arkaplandaki çatışmalar ve güvenlik sorunlarında yer alan yerel dinamiklerden olan ve günümüzde de etkinliğini sürdüren FLN ile Eylül 2006’da barış antlaşması imzalamasına rağmen (BBC News, 2010a) hükümetten taleplerini alamayan FLN, 17 Nisan 2008’de başkent Bujumbura’yı bombalamaya başlamıştır. Çatışmaların tırmanması beklenirken ülkedeki yeni barış antlaşması 26 Mayıs 2008’de imzalanmış ve bu antlaşma, mülteci konumundaki Burundililer için bir umut olmuştur. Ancak daha sonra, bulundukları ülkelerde mülteci kamplarının kapanmasıyla 450 bin Burundili mülteci güvenlik sorunlarının üstesinden gelmeye başlayan Burundi’ye dönmüştür ve halen DKC ve Tanzanya’da bulunan Burundili mülteciler ise ülkelerine geri dönmeyi planlamamaktadırlar (İnat ve Telci, 2010: 106-107).

Bu olumlu gelişmelerin olumsuz bir tarafı da bozuk bir ekonomiye sahip Burundi’de kişi başına düşen milli gelirin oldukça düşük olmasıdır. Dolayısıyla mültecilerin ülkeye dönüşüyle birlikte ülkedeki vatandaşlar ile aralarında arazi çatışmaları başlamıştır. 12 yıl süren iç savaşın sonrasında barışın geldiğini düşünen yöneticilerin, halkın yaşadığı

152

ekonomik sıkıntılar nedeniyle yeni çatışmaların olabileceğinin farkında olması gerekmektedir (BBC News, 2010a).

Devlet dışı aktörlerin ve kişiselleşmiş rejimlerin varlığı tüm üçüncü dünya ülkeleri gibi Burundi’de de mevcuttur (Buzan ve Waewer, 2003: 228-229). Kişiselleşmiş rejimlerin yanısıra diğer üçüncü dünya ülkeleri ile ortak özelliklere sahip Burundi’de yaşanan çatışmaların temel nedenleri arasında; istikrarsızlık ve istikrarsız liderler, darbeler, iyi yönetilemeyen ekonomiler, komşu ülkelerin etkileri, eski sömürgeci ülkelerin halkın güvenliksizliğinde etkili olması yer almakta, sonuçları arasında ise; insan hakları ihlalleri, katliamlar, uluslararası ve bölgesel güçlerin yokluğu ve soykırımlar bulunmaktadır.

Benzer Belgeler