• Sonuç bulunamadı

Gregoire Kayibanda Dönemi: Ulus İnşası Sorunu ve Etnik Çatışmalar Belçika’nın desteğini kuruluşundan itibaren alan PARMEHUTU, Hutuların partisiydi

GÜVENLİĞİ” YAKLAŞIMLARI

BÖLÜM 2: ÜÇÜNCÜ DÜNYA GÜVENLİĞİ YAKLAŞIMLARI KAPSAMINDA AFRİKA’NIN BÜYÜK GÖLLER

2.1. Afrika’nın Büyük Göller Bölgesi’ndeki Çatışmaların Genel Yapısı

2.2.1. Ruanda’daki Çatışmaların Nedenleri ve Tarihsel Gelişimi

2.2.1.1. Bağımsızlık Öncesi Dönem: Dış Güçlerin Etkisi

2.2.1.2.1 Gregoire Kayibanda Dönemi: Ulus İnşası Sorunu ve Etnik Çatışmalar Belçika’nın desteğini kuruluşundan itibaren alan PARMEHUTU, Hutuların partisiydi

ve Tutsi katliamlarının ilki olan 1959’daki soykırımın mimarıydı. PARMEHUTU, desteğini aldığı Belçika’nın izin vermesiyle Ruanda’da monarşiyi ortadan kaldırmış ve 1 Temmuz 1962’de Belçika Ruanda’ya bağımsızlığını vermiştir (Saha, 2006: 116). Bağımsızlık döneminde eski sömürgeci devlet olan Belçika’nın Ruanda’nın bağımsız olmasındaki etkisi, üçüncü dünya ülkelerinin özellikle Afrika bölgelerine özgü bir niteliğini ortaya koymaktadır. Afrika ülkelerinin büyük çoğunluğu özgürlüklerini mücadeleler sonucu kazanmamışlar, ülkelerin bağımsızlıkları eski sömürgeci devletler tarafından kendilerine verilmiştir. Bu nedenle eski sömürgeci devletler Afrika ülkeleri üzerinde daima büyük etki sahibi olmuşlardır. Bu husus, Ayoob’un dış güçlerin etkisinin sürmekte olduğu gerçeği nedeniyle üçüncü dünyanın çıkmaza girdiği analiziyle ile açıklanmabilmektedir.

Bağımsızlık döneminde ortaya çıkan çatışmalar da ancak Ayoob ve Reno’nun analizleriyle açıklanabilmektedir. Bağımsızlık döneminde yaşanan ve yerel dinamiklerin dış güçlerden olumsuz etkilendiği en önemli çatışma 1959 Katliamı’dır. 1959’da yaşanan Ruanda katliamı, bağımsızlık öncesi dönemde Belçika’nın Hutu çoğunluğa sahip Ruanda’da halkın çoğunluğunun desteğini almak amacından ibarettir. Bağımsızlığa kadar yönetici olarak daima Tutsileri muhatap alan Belçika’nın birden PARMEHUTU’yu kurup Hutulara destek olmasının başka bir amacının olmadığı düşünülmektedir. Diğer yandan Hutulara karşı ılımlı politikalar izleyen kral III. Mutara Rudahigwa’nın Bujumbura/Burundi’deki esrarengiz ölümü sonrasında daha katı olan diğer bir Tutsi lider V. Kigeli Ndahindurwa’nın yönetime gelmesi neticesinde Hutuların siyasi, ekonomik, sosyal eşitsizliklere isyanı artmış ve Hutuların gittikçe artan Tutsi düşmanlığına Belçika’nın destek vermesiyle 1959 Tutsi katliamı gerçekleşmiştir (Prunier, 1998, 349).

Eski sömürgeci devletlerin müdahaleleri, ülke yönetiminin zayıflığı ve yönetici elitin varlığı ile Ruanda’da büyük bir katliama neden olmuştur. Etnik görünüme sahip fakat aslında siyasi, sosyal ve ekonomik ötekileştirmenin gerçek neden olduğu Ruanda soykırımlarında uluslararası normların ve kurumların müdahil olmadığı da görülmektedir. Ayrıca Ruanda’da kral III. Mutara Rudahigwa’nın esrarengiz ölümü,

102

üçüncü dünya güvenliği yaklaşımları çerçevesinde değerlendirildiğinde suikastlerin varlığına işaret etmektedir. Diğer BGB ülkelerinin çoğunda yaşanan suikastlerden birinin, Ruanda’da da bağımsızlık döneminde kral III. Mutara Rudahigwa’ya düzenlenmiş olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemek mümkündür.

1959’da Ruanda’da ilk kez patlak veren etnik ayrımcılık zamanla giderek artmıştır. Bunun nedeni ulus inşa sürecinde iç ve dış faktörler tarafından oluşturulan yeni devletin, kurumsal yapı ve siyasi, sosyal ve ekonomik yönden istikrar yakalamasının önlenmesidir. Her ne kadar ülkelerin sınırları belirlenmiş olsa da, etnik yapı olarak Hutu ve Tutsi etnik grubunun tüm BGB ülkelerinin sınırları içerisinde varlığını sürdürmesi nedeniyle, binlerce Tutsinin öldürüldüğü ve yüz binlercesinin de komşu ülkeler olan DKC, Uganda, Burundi ve Tanzanya’ya kaçtığı 1959 Ruanda soykırımında, komşu ülkeler de çatışmalara taraf olmuş ve çatışmalar ulusallıktan çıkararak bölgesel bir nitelik kazanmıştır (Jefremovas, 2000: 298-307). 1959 katliamında Ayoob’un belirttiği gibi devlet dışı aktörlerin saldırıları ve çatışmaların ihracı gerçekleşmiş ve çatışmalar bölgeselleşmiştir.

Başarısız bir devlet niteliğinde olan Ruanda’daki etnik çatışmalar, ülke halkının mülteci konumuna düşmesine ve komşu ülkelere toplu göçlerin gerçekleşmesine neden olmuştur. Çünkü çatışmalardaki insani kayıpların artışı sonucunda halkın güvensizlik endişeleri giderek artmıştır. Böylece bölgeselleşen Ruanda çatışmaları (Kieh, 2002: 55) üçüncü dünya ülkelerindeki çatışmaların ülke sınırlarında kalmadığını da göstermektedir.

Ayrıca, komşu ülkelere göç eden Ruandalı mültecilerin hem Tanzanya ve DKC gibi komşu ülkelerdeki çatışmalarda etkin olduğu ve hem de etnik düşmanlık besleyen aynı coğrafyadaki aynı etnisite mensuplarının Ruanda’daki çatışmalara sınır ötesinden gerilla saldırılarıyla müdahil oldukları bilinmektedir (Scherrer, 2002: 234-237; Umutesi, 2004: 9-10). Dolayısıyla Ayoob ve Reno’nun yaklaşımları çerçevesinde üçüncü dünya ülkelerinin güvenlik sorunlarının çözümü için sadece ulusal düzenlemeler yeterli değildir. Bölgeye yayılmış etnik toplulukların farklı ülkelerde yerleşik olarak veya mülteci konumunda yaşamaları bölgedeki herhangi bir ülkedeki çatışmalarda etkili yerel güç olmalarına neden olmaktadır. Bu nedenle mülteci sorununun çözümlenmesi, Ruanda’daki ve bölgedeki çatışmaların önlenmesinin önemli bir parçasıdır.

103

Siyasi iktidar olma savaşı bir yana bırakılacak olursa bir üçüncü dünya ülkesi olan Ruanda’daki çatışmaların temel nedenleri olarak; etnik düşmanlık, eğitimsizlik, liyakat sisteminin olmayışı, kayırmacılık, halkın güvenliksizlik hisleri, halkın eski sömürgesi ve ülke yönetimine itimatsizliği, eşitliksizlik, yoksulluk, refah düzeyinin düşüklüğü ve işsizlik (özellikle gençlerin gelecek beklentisi olmayışı) ile birlikte sürekli artan nüfus ve ülkede kriz yönetiminin olmayışı sayılabilmektedir. Doğrudan veya dolaylı olarak etkili olan bu faktörlerin bölgesel ve uluslararası güçler tarafından desteklenmesiyle Ruanda başta olmak üzere BGB ülkelerinde çatışmalar kaçınılmaz olmuştur ve çatışma çözümü teorilerinin yetersiz kalması bu durumun sürmesinde etkili olmuştur. Bu bağlamda çözüm önerileri de getiren üçüncü dünya güvenliği yaklaşımlarına göre, çözüm halka dayatılmamalı aksine en yerelden başlayarak benimsetilmeli ve halkın bilinçlenmesi sağlanmalıdır.

Bağımsızlık sürecinde çatışmalara neden olan etkenler açısından siyasi süreç değerlendirildiğinde, Ruanda’da tüm üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi bağımsızlık kazanılmadan siyasi partilerin üstelik de etnik aidiyete dayalı olarak oluşturulması ve seçimlere gidilmesi söz konusu olmuştur. Ayoob’un ve Reno’nun ulus ve devlet inşa süreçlerinde önemle üzerlerinde durdukları siyasi sürecin ve demokrasinin oluşmadığı bir ülkede çok partili bir düzene geçilmesinin beklentisinin oldukça yanlış olduğu fikri Ruanda analizinde oldukça doğru bir tespittir. Bunun en somut örneği, 1960’da Belçika sömürge yönetiminin aceleyle yaptığı seçimlerde hile ile Gregoire Kayibanda liderliğindeki PARMEHUTU’nun ezici bir üstünlükle yönetime geçmesidir. Batı’nın model alınarak bir anda bağımsızlıkları verilip ulus inşa süreçlerini çok kısa bir sürede tamamlamaları beklenen tüm üçüncü dünya ülkeleri gibi Ruanda’da da çatışmalar sömürgecilik süreci sonrasında devam etmiştir.

1959 katliamı sonrasında Tutsiler, Ruanda’da ve tüm BGB ülkelerinde kendilerini güvenliksiz hissetmeye başlamışlardır. Sömürgeci güçlere güvenmenin hata olduğunu gören Tutsiler, Hutu lider olan Kayibanda’nın Ruanda’nın ilk cumhuriyetinin cumhurbaşkanı (Buckley-zistel, 2006: 105) olmasıyla güvenliksizlikleri daha da artmış ve buna bağlı olarak ülkeyi terk eden Tutsilerin sayılarında büyük artışlar olmuştur. Aynı zamanda bağımsızlık döneminde katliamlar hızla devam etmiştir. Bu katliamların nedeni, ülkeyi terk ederek Burundi, Uganda ve Kongo’ya kaçan Tutsi mültecilerin

104

1963’te buralardaki mülteci kamplarından Ruanda’ya saldırmalarıdır. 20.000’den fazla Tutsi’nin hayatını kaybettiği (Grünfeld ve Huijboom, 2007: 31) katliamla beraber Ruanda’nın Hutu yönetimi, ülkedeki tüm muhalif grup ve partileri yasaklamıştır (Adelman ve Suhrke, 2000: 63-67).

Üçüncü dünya güvenliği yaklaşımı kapsamında değerlendirildiğinde özellikle bağımsızlık döneminde Ruanda’daki güvenlik tehditleri dış faktörlerden çok iç faktörlerden kaynaklanmaktadır. Ulusal kimlikten çok etnik kimliklerin ön plana çıktığı Ruanda’da Batılı ülkelerin beklentisinin tersine bağımsızlıkla beraber demokratik bir yönetim gelişmemiştir. Aksine zayıf devlet yapısı ve yönetimin hâkimiyet erozyonu gerçekleşmiştir. Halkın ekonomik, siyasi ve sosyal olarak ayrıma tabi tutulması, etnik yayılmacılığı ve ayrımcılığı desteklemiştir. Soykırım sonrası gerçekleşen göçler ve komşu ülkelere olan mülteci akınları çatışmaların ulusal sınırları aşacağının sinyallerini vermiş olmasına rağmen hiçbir önlem alınmamış ve Ruanda diğer üçüncü dünya ülkelerine olduğu gibi kendi kaderine terkedilmiştir.

Kendi kaderine terk edilen ve bağımsızlık döneminde büyük sorunlar yaşayan Ruanda’da 1960’ların sonunda ve 1970’lerde Kayibanda’nın desteğiyle diğer üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi hükümet ve üst düzey idari kadroların tamamı Hutulardan oluşmuştur. Fakat her Hutu, hükümet ve üst düzey idari kadroda görev alamamıştır. Çünkü Kayibanda bu görevlere ancak kendi memleketi olan Gitarama’dan yani güney Ruanda’dan gelenleri yerleştirmiştir. Güvenliksizlik hisleri ve ülkede tek güç olma hırsı nedeniyle Kayibanda liderlik ettiği Ulusal Cumhuriyetçi Hareket (Democratic Republican Movement-MDR)’in ülkenin tek partisi olmasını sağlamış ve Tutsilerin eyaletlerdeki yönetim etkinliğini iyice azaltmıştır. Ayoob’un belirttiği ülke yöneticilerinin ve elitlerinin rolü ve Reno’nun çatışmalardan faydalanan elitler ve gruplar analizlerinde yer verildiği gibi Kayibanda döneminde, 1962 yılında ve 1963– 1964 yıllarındaki katliamlarda kadın, erkek ve çocuk tüm siviller dâhil oldukları düşünülen Tutsi kimliklerinden dolayı öldürülmeye başlanmıştır (Adelman ve Suhrke, 2000: 61-63). 1959 ve 1962’de meydana gelen çatışmalar hakkında geniş bilgi mevcut olmasa da 1994 soykırımının başlangıcı olduğu şüphesizdir.

1962 yılında gerçekleşen Ruanda katliamları da 1959 yılı katliamları gibi uluslararası platformda ilgi çekmemiş, sadece Ruanda’da bulunan Katolik misyonerlerin ve BM

105

temsilcilerinin sunduğu raporlarda ve sınırlı akademik çalışmada yer almıştır. İki çatışmada da ortak nokta, saldırıların cevap niteliğinde ve misilleme olarak başlamış olması ve geniş çaplı ölümlere neden olmasıdır (Beigbeder, 2006: 293-294).

Dolayısıyla üçüncü dünya ülkesi olan Ruanda’da etnik çatışmalar, zamanla karşı gruba olan nefretin neticesi olarak ve daha önce karşı grup tarafından kendilerine yönelik gerçekleştirilen bir saldırıya misilleme olaylarına dönüşmüştür. 1962’de Ruanda dışına sürgün edilen veya kaçan Tutsiler ve UNAR liderleri ülkenin kuzeyinden, önce ufak çaplı olarak ve sonrasında artan şekilde saldırılarda bulunmuşlardır. Bu saldırılar sonucunda Tutsiler tarafından bazı Hutu polisleri ve devlet memurları öldürülmüş ve Byumba eyaletinde sınırlı da olsa kontrol ele geçirilmiştir. 1994 yılındaki soykırımda da sürekli dile getirilen ve hamamböcekler anlamına gelen “İnyenzi” ifadesi Tutsilerin 1962 yılındaki saldırılarını gece gerçekleştirmiş olmaları nedeniyle Tutsileri nitelemek için kullanılmıştır. 1962’deki UNAR’ın ufak çaplı baskın ve saldırılarından bir gün sonra, tam olarak açıklanamayan sebeplerle, katliamlar başlamıştır (Mamdani, 2002: 128-129).

Katliamların iki gün sürdüğü ve 1000–2000 kadar Tutsi sivilin öldürüldüğü ileri sürülmektedir (Mamdani, 2002: 129). Bu katliam hakkında birçok cevapsız soru halen zihinleri meşgul etmektedir. Katliamları organize eden birisi veya birilerinin olup olmadığı, şiddetin başlamasının ve sona ermesinin nasıl olduğu, ufak çaplı Tutsi saldırılarının büyük çapta katliamlara nasıl dönüştüğü, Belçika’nın katliamlardaki rolünün olup olmadığı ve varsa bu rolün ne olduğu, katliamlar en çok nerelerde yoğunlaştığı gibi soruların cevapları açık değildir.

1962 yılında yaşanan katliamların sorumlusu olan PARMEHUTU yöneticileri, Reno’nun belirttiği şiddet olaylarından faydalanan grup ve elitler olarak nitelenebilmektedir. Dolayısıyla mevcut durumdan sorumlu oldukları için ülkedeki kaos ortamının kendilerine yönelmesinden çekinen PARMEHUTU yöneticileri, güvenliksizlik hisleriyle birlikte 1963 yılı sonunda Ruanda dışında yaşayan yüz elli bin Tutsi mülteciden çekinir hale gelmişti. Çünkü Ruanda Silahlı Kuvvetleri bin askerden oluşurken İnyenzi11’nin on bin askeri olduğu tahmin edilmekteydi ve PARMEHUTU

11 İnyenzi: Kinyarwanda dilinde hamamböceği anlamındadır ve Hutular Ruanda katliamı sırasında

106

yöneticileri, bu askerlerin Ruanda içindeki Tutsilerle bağlantı kurmasından endişe etmekteydi (Mamdani, 2002: 128-129). PARMEHUTU yöneticilerinin içinde bulundukları güvenliksizlik algıları, şiddete daha fazla destek olmalarına neden olmaktaydı.

Üçüncü dünya güvenliği yaklaşımları kapsamında değerlendirildiğinde, PARMEHUTU yöneticilerinin içinde bulundukları güvenliksizlik ve kendilerine yönelecek tehdit algıları, Hutu liderlerince abartılmıştır. Bunun nedeni sadece yöneticilerin ülke içindeki karışıklık ortamından etkilenmesi değildir. Zira Partilerin içlerinde de düşmanlıklar mevcuttu. Hem PARMEHUTU hem de UNAR kendi içinde fikir birliği olan partiler değillerdi. Dolayısıyla şiddetten faydalanan elitler kendi aralarında da uyuşmazlıklara düşmekte ve birbirlerine tehdit oluşturmaktaydılar. Böylece 1963 seçimleri geldiğinde Kayibanda rejimi içindeki bölünmeler açığa çıkmaya başlamıştır (Mamdani, 2002: 128-129).

Bu noktada üçüncü dünya güvenliği yaklaşımlarının üzerinde durduğu “güvenliğin ve tehdidin nasıl algılandığı”nın önemi ortaya çıkmaktadır. Ülke içindeki halkın güvenlik tehdidi algıları ile yönetici ve elitlerin halktan gelecek ya da birbirlerinden gelecek güvenlik tehdidi algıları Ruanda’daki çatışmaları yönlendiren en önemli faktör olmuştur.

Bağımsızlık döneminde Ruanda’da Reno’nun yaklaşımı çerçevesinde bölgeselleşen gizli ekonomiler sorunu dikkat çekmektedir. 1963 yılında Ruanda’nın en önemli ihraç maddesi olan kahve üretiminde düşüş olmuş ve Ruanda ve Burundi hükümetleri arasında ticari ve parasal konulara ilişkin gerginlikler ortaya çıkmaya başlamıştır. Ruanda hükümeti aynı anda çok yönlü kriz ortamı ile başa çıkmak zorunda kalmıştır (Millwood, 1996: 14). İki ülke arasındaki bu sorun her iki ülkede de çatışma içinde olan Hutu ve Tutsilerin mevcut düşmanlıklarıyla birleşerek tırmanışa geçmiştir. Bu noktada üçüncü dünya güvenliği yaklaşımları üçüncü dünya ülkelerinin güvenlik sorunlarının kendilerine özgü olduğu analiziyle hareket ederek gelişmiş ülkelerin görüşlerini içeren diğer yaklaşımlardan ayrılmaktadır.

21 Aralık 1963’te yaşanan gerginlik ve belirsizlik içerisinde Tutsi mülteciler ok, yay ve el yapımı silahlarla Burundi’den Ruanda’yı işgale başlamışlardır. Ruanda içinden de Tutsileri kendilerine dâhil ederek Ruanda’nın başkenti Kigali’ye doğru ilerlemişlerdir.

107

Bu ilerleme karşısında Hutulardan oluşan Ruanda askeri birliklerinin ilk tepkisi paniğe kapılmak olmuştur. Çünkü Ruanda birlikleri eğitimini yeni almaya başlayan askerlerden oluşmaktaydı.(Baker, 1970: 148).

Çatışmalar Belçikalı danışmanların yardımıyla durdurulmuş, eski sömürgeci devlet tarafından büyük ağabey rolü başarıyla sonuçlanmıştır. Ruanda hükümeti bölgeselleşmek üzere olan saldırıların ilerlemesini Belçika’nın desteğiyle durdurmuş ve ülke içindeki isyancı Tutsilere yönelmiştir. UNAR ve Ruandalı Demokratik Yarış (Rassemblement Democratique Rwandais-RADER) partilerindeki Tutsi siyasi liderleri ve ırk ayrımına karşı olan ve pan-Afrikanizme yakın Hutular yakalanmış, birçoğu idam edilmiş, bir kısmına da şiddet ve işkence uygulanmıştır (Mutebi, 2008: 3-5).

Bir sonraki adım Tutsi sivil halkının yok edilmesiydi ve bunun için Başkan Kayibanda yerel savunma birlikleri oluşturma kararı almıştır. Bu birlikler, askeri karakterli olmaktan çok yerel halkı içeren savunma birlikleri halini almıştır. Aynı zamanda hükümet yetkilileri radyo aracılığı ile halka, Tutsi teröristlerine karşı kendilerini savunma çağrısı yapmıştır. Medyanın da çatışmalara alet edildiği Ruanda’da liyakatsiz yöneticilerin kişisel çıkarları uğruna kendi etnik gruplarını ayaklandırdıkları görülmektedir. Şiddet bir hafta ile üç hafta arası bir zaman diliminde devam etmiştir (Desforges, 1999: 8-9).

Ülkede bulunan BM’nin ve Katolik misyonerlerin çatışmaların şiddetlenmesine engel olamadığı, BM temsilcileri ve Katolik misyonerlerin Ruanda’ya ilişkin raporlarında, hükümetin şiddeti yönlendirdiği, yönetimin kontrolünün olmadığı veya az olduğu yerlerde ise yerel savunma birliklerinin propagandaları ile şiddetin yönlendirildiği ve savaş olarak adlandırıldığı ve son olarak halkın çoğunluğunun Tutsilerin öldürülmesini normal karşıladığı belirtilmiştir (Desforges, 1999: 39-40, 73, 130). Dolayısıyla üçüncü dünya güvenliğinde hem Ayoob’un hem de Reno’nun yer verdiği şekilde devlet ve insan güvenliği Ruanda’da liyakatsiz yönetimler tarafından yok sayılmıştır.

1963’te yaşanan şiddet olaylarının genel karakteri 1994’te yaşanan soykırımla nitelik açısından benzerlik göstermektedir. İki şiddet olayında da bölgelerin ileri gelenleri etnik düşmanlığı destekleyerek sıradan çiftçileri tarım aletleriyle Tutsilere saldırmaya yöneltmişlerdir. Aynı şekilde iki çatışmada da yollara barikatlar kurulmuş ve geniş çaplı bir katılım beklenmiştir. Bu çatışmalarda dikkat çeken diğer bir husus da, katliamların

108

meşru müdafaa adı altında yapılmış olmasıdır. Ayrıca her iki şiddet olayında da hedef Tutsi topluluk olsa da rejim karşıtı olduğu düşünülen Hutular da cezalandırılmış veya öldürülmüştür. 1963’teki şiddet olaylarında 1959 ve 1994 katliamlarında olduğu gibi misilleme amaçlı saldırılar gözlenmektedir. Tutsi saldırılarına karşı Hutular harekete geçirilmiştir. Ayrıca, Tutsi saldırılarının ardından kısa süreli bir otorite boşluğunun olması ve otoritenin tamamen dağılmasının muhtemel hale gelmesi bir panik ortamı yaratmıştır. Hutuların kendi içlerindeki bölünmeler de kontrolün kaybedileceği korkusunu arttıran önemli bir etkendir. Kontrolün kaybedilme korkusu, kendisini tehdit altında hisseden ülke yönetiminin şiddete başvurması ile devam etmiştir.

1963’ten 1970’lerin başına kadar Kayibanda rejiminin ülke içindeki güvenliği Belçika’nın desteğiyle birlikte göreceli olarak sağladığı görülmektedir ve en azından herhangi bir etnik grup temelli çatışmaya rastlanmamaktadır. 1964 ve 1967 yılları arasında İnyenzi saldırıları ufak çapta devam etse de geniş kapsamlı bir çatışma olmamıştır. Bu dönemde ülkedeki askeri güç daha güvenilir ve daha organize hale getirilirken, Ruanda fiili olarak tek partili yönetimin hâkim olduğu bir ülke olmuştur. Birçok üçüncü dünya ükesinin yaşadığı tek partili yönetim döneminde de çekişmeler, bölgesel ayrımcılık ve düşmanlık devam etmiş ve 1968 yılında zayıf bir darbe girişimi yaşanmıştır. Fakat rejime ilişkin bir panik ya da çatışma yaşanmamıştır. Dolayısıyla Ruanda’da olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilecek siyasi istikrardaki algılama 1970’lerin başında değişme göstermiştir. O dönemde genel olarak istikrarsızlık yaratacak üç olay gerçekleşmiştir.

Bu üç olaydan ilki, ülkedeki başkanlık seçimleri yaklaştığında, Kayibanda’nın tekrar seçime girmesi anayasaya aykırı olmasına rağmen, tekrar yönetime gelmeyi zorlayacağı izlenimi vermesi ve bu durumun ülkede siyasi istikrasızlık olacağına ilişkin bir algılama yaratmış olmasıdır. İkincisi, ülkenin kuzeybatı kesiminden gelen subayların darbe hazırlıklarına başlamış olmasıdır. Üçüncüsü ise, Burundi’de meydana gelen çatışmaların Ruanda’da geniş tabanlı etkisinin olmasıdır.

Üçüncü olay kapsamında değerlendirildiğinde, 1972’de muhalif Hutular Burundi’de Tutsi yönetimine karşı çatışmaya yönelik bir hareket başlatmışlardır. Bu harekete karşılık olarak da Tutsi yönetimi, ordu yardımıyla Hutulara karşı katliama başlamış ve Hutu elitlerini ve eğitimli Hutu nüfusu ortadan kaldırmıştır. Çatışma, Ruanda’ya olan

109

Hutu mülteci akınına ve her iki ülkenin Hutu elit kesiminde Tutsilere karşı zaten var olan düşmanlığın artmasına neden olmuştur.

İstikrarsız bir yapılanmada olan ve yönetici elitin kışkırtmalarıyla başlayan Ruanda’nın bağımsızlık süreci, Habyarimana dönemine de etki etmiş ve üçüncü dünya güvenliği açısından en önemli çıkmaz olan yönetici elitin mensup olduğu etnik grubu harekete geçirmesi ve kışkırtarak ülkede istikrarsızlık oluşturması, halkın yoksulluğuyla birleşerek kartopu etkisine neden olmuştur. Güvenliksizliğin kartopu halindeyken çığa dönüşümü de 20 yıl sonra gerçekleşerek Ruanda soykırımına neden olmuştur.

2.2.1.2.2. Juvenal Habyarimana Dönemi: Bölgeselleşen Üçüncü Dünya Güvenliği

Benzer Belgeler