• Sonuç bulunamadı

4. SURİYE ARAP CUMHURİYETİNİN TARİHİ VE YAPISAL ÖZELLİKLERİ

4.2. Osmanlı Döneminde Suriye

13. yüzyıldan 14. Yüzyıla geçilirken, Türkiye’nin doğusu ve Suriye coğrafyasında bunlar yaşanırken Anadolu coğrafyasında ise Anadolu’nun kuzeybatısından giren, Oğuz boylarından biri olan Kayı boyunun büyümesi sürmekteydi. Bizans İmparatorluğu’nun sahibi olduğu Anadolu’ya giren bir uç beyliği olan Osmanlı beyliği bölgede ilerlemesini sürdürmüş ve zamanla Marmara çevresine yayılmıştır. Aslen Büyük Selçuklulardan sonra varlığını devam ettiren Anadolu Selçuklularının bir kolu iken ilerleme kabiliyeti ve yeteneğiyle 1299’da bağımsızlığını ilan etmiştir (Zeybek ve Kara, 2012, ss. 8-9).

Memluklu Devleti sınırlarına kadar; Güneydoğu Anadolu ve Suriye coğrafyasının bir kısmı Osmanlının hakimiyeti altına girmiştir. Bölgeye tam hakimiyet ise 1516 yılında yaşanan Mercidabık zaferi ile sağlanmıştır. Osmanlı’nın bu topraklar üzerindeki hayalleri, bu meydan muharebesiyle birlikte Memluklu Devletinin tamamen son bulmasıyla gerçekleşmiştir. Halep, Hama, Humus, Trablus ve Kudüs toprakları bu savaştan önce Osmanlıya bağlılıklarını bildirseler de resmi olarak Memluklu hakimiyetinin bölgeden silinmesiyle Osmanlı toprakları haline gelmiş ve bu bölgede herhangi bir karşı koyma olmadığı için tahribatta yaşanmamıştır. Ardından 1517’de Ridaniye Savaşı ile Mısır’ın fethi de gerçekleşmiş ve halifelik Osmanlı Sultanına geçmiştir. Ortadoğu’da hakimiyetini arttıran Osmanlı artık sadece geniş topraklara hükmeden bir İmparatorluk değil aynı zamanda İslam ülkelerinin de tabi olduğu bir yönetimi ele geçirmiş ve kutsal topraklar; Mekke ve Medine’yi de kendine bağlamıştır(Quataert, 2013, ss. 51-54) (Bademci, 2014, ss.104-108).

Osmanlı Devleti 16. yüzyıl boyunca Suriye’yi Osmanlı idari düzenine uygun bir şekle sokmaya çalışmıştır ve mülki, askeri açıdan merkeze bağlı Hanefi mezhebine uygun bir idare anlayış oluşturmuştur. Dönemin sultanları tarafından günümüze kadar ulaşan önemli yapıtların yapılması için emirler verilmiştir. Bunlardan en dikkat çekenlerinden biri Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırmış olduğu Süleymaniye Külliyesidir. Aynı zamanda Osmanlı Döneminde bu coğrafyanın ticaret yolu üzerinde olmasından dolayı ticareti arttıracak işler yapılmış; kervansaraylar, hanlar, medreseler, camiler inşa edilmiştir. Ticaretin yanında bu güzergah üzerinden kutsal topraklara gidiliyordu bu nedenle bölgede güvenliğin sağlanmasına da büyük özen gösterilmiştir (Buzpınar, 2009, s. 551).

Selçuklu gibi büyük bir devletten sonra bölgede farklı hakimiyetler varlık gösterse de Osmanlı gibi büyük bir gücün tekrardan bölge hakimiyetini sağlaması ile bölgede uzun süren huzur ortamı tekrardan sağlanmıştır. 19. ve 20. yüzyılda bütün Avrupa’da yaşanan değişikler ve Osmanlının bu değişimlere uyum sağlama çabaları ile yaşanan sürece kadar Suriye, Osmanlı’nın bir parçası olarak devam etmiştir. Uzun zaman bölgeye hakimiyeti, aynı coğrafyada yer almamız, aynı dini daireye mensubiyet ve eskiden beri bölgede varlığını sürdüren Türkmenler sayesinde dil ortaklığı şuan sınırların ayırdığı iki ülke halkını birbirine ayrılması zor bağlarla bağlamıştır. Bu topraklarda, günümüze kadar Türk varlığının devam etmesine imkan sağlamıştır.

17. yüzyıldan itibaren toprak kayıpları başlayan Osmanlının, 19. yüzyıla geldiğinde Balkanlardaki isyanlarla dağılma süreci başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu bu isyanları bastırabilmek için dönemin güçlü eyalet yöneticilerinden Kavalalı Mehmet Ali Paşa yardıma çağrılmış ve isyanın bastırılması sağlanmıştır. Fakat bu durum yeni bir sorunun ortaya çıkmasına neden olmuş; Kavalalı yardımlarının sonucunda kendisine verilmesini istediği toprakları alamamış ve oğlu İbrahim Paşa’nın Suriye ve Güneydoğu topraklarından başlayarak Anadolu’ya doğru ilerlemesi Osmanlıyı yeniden büyük bir buhranın içine çekmiştir. Osmanlı bu ayaklanmayı bastırmak için yabancı devletlerin arabuluculuğuna sığınmıştır. Rusya, İngiltere ve Avusturya devletlerinin araya girmesiyle Halep, Şam merkezli Suriye tekrar Osmanlı toprağı haline gelmiş Mehmet Ali Paşaya da Mısır yönetimi verilmiştir (Bademci, 2014, s. 111) (Quataert, 2013, ss.96-101).

Yaşanan bu olaylar bölgede varlığını sürdüren farklı etnik ve dini kimliklerin cesaretlenmesine neden olmuştur. Özellikle bu dönemden sonra Arap milliyetçiliğinin güçlenmesi bölgede bir daha eski hakimiyetin sağlanamayacağını kanıtlamıştır.

19. yüzyılın en önemli dönemlerinden bir olan Tanzimat devrinde ise Suriye yeni bir idari yapıya kavuşmuştur. Halep, Şam, Kudüs’ü içine alan Sayda vilayeti oluşturulmuştur ve bölgede eyalet divanı yerine gayri Müslimlerin temsilcilerinin de bulunduğu bir meclis kurulmuştur. Daha sonra çıkarılan Vilayet Nizamnamesi ile Trablusşam, Sayda ve Şam Suriye adı altında birleştirilmiş ve tarihte ilk defa Şam merkezli vilayetin resmi adı Suriye olarak belirlenmiştir (Buzpınar, 2009, s. 552).

Meşrutiyet öncesi inişli çıkışlı Suriye ilişkileri yaşansa da 93 Harbine kadar merkeze bağlı olan Suriye bu savaşın Osmanlıya verdiği zararlar sonucu Suriye’de Osmanlı aleyhtarı söylemlerin yaygınlaştığı görülmüştür. II. Abdülhamid döneminde ise burada muhalefet yoğunlaşmış ve Arap milliyetçiliğini kışkırtıcı hareketleri kendini göstermiştir. 1908’de II. Meşrutiyetin ilanından sonra Osmanlı’nın içinde bulunduğu durum Osmanlı’nın dağılmasını kolaylaştırmıştır. Suriye cephesinde ise bu dönemde Şam-Musul hattının kuzeyinde genel olarak Türklerin varlığını koruması nedeniyle bu bölgede yoğun ayrılıkçı hareketler görülmemesine rağmen Türklerin bulunduğu bölgenin güney kısmındaki Arapların milliyetçilik hareketlerinden etkilendiği görülmüştür. Özellikle Lübnan, Filistin bölgelerinde din, mezhep ayrımı yapmadan

Osmanlı topraklarındaki amaçlarını gerçekleştirmek için Batı ülkeleri Arap milliyetçiliğini destekleyici faaliyetlerde bulunmuşlardır. Hiçbir şekilde Hıristiyan-Sunni-Şii ayrımı yapılmadan Arap milliyetçiliği alevlenmeye başlamıştır. II.

Meşrutiyetin karmaşık ortamından yararlanarak merkezi Suriye, Filistin ve Mısır olan açık ve gizili cemiyetler faaliyet göstermeye başlamış ve bölgede yapmış oldukları çalışmalarla hilafetin Türklerden Araplara geçmesi yönünde düşünceler halka yayılmıştır. Osmanlı, bu süreçte aynı anda İtalyanlar ile Trablusgarp’ta; Bulgar ve Sırplar ile de Balkanlarda savaşmak zorunda kalmış ve bu iki cephede yürüttüğü şiddetli savaşların sonucu Osmanlı İmparatorluğunun dağılma süreci hız kazanmıştır (Bademci, 2014, ss. 115-123).

Osmanlı almış olduğu bu ağır yenilgilerle milliyetçilik ayaklanmalarının artık önünde duracak gücü kalmamış ve I. Dünya Savaşına girmek zorunda kalmıştır. Savaşla birlikte Osmanlı bu bölgedeki kontrolünü kaybetmiştir.

Ortadoğu tarihi boyunca Suriye önemli bir yer tutmuştur. Büyük devletlerin güç gösterilerine meydan olan bu topraklarda Osmanlı hakimiyeti süresince huzur ve istikrar sağlanmış olsa da Avrupa’da yaşanan değişiklikler sonucu Avrupa devletlerinin Ortadoğu’ya olan ilgisinin artmasıyla bu bölgenin huzuru ve istikrarı sona ermiş ve çatışmalar yaşanmaya başlamış günümüzde de bu durum devam etmektedir. Ortadoğu coğrafyasının sadece Müslüman Sunni Arapların bulunduğu bir bölge olmaması nedeniyle de sorunlar her daim yaşanmıştır. Azınlık olarak görülen Hıristiyan, Yahudi toplulukların çıkarlarını koruma bahanesiyle Avrupa ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda müdahalede bulunmuşlardır.

4.3. I. Dünya Savaşından Sonra Suriye Topraklarında Hakimiyet