• Sonuç bulunamadı

4. SURİYE ARAP CUMHURİYETİNİN TARİHİ VE YAPISAL ÖZELLİKLERİ

4.1. Suriye Devleti Tarihi ve Yapısı

4. SURİYE ARAP CUMHURİYETİNİN TARİHİ VE YAPISAL

4.1.1. Suriye’de İslamiyet’in Yayılması ve İslamiyet Sonrası kurulan Devletler

Günümüzde Suriye; Arap asıllı Müslüman bir ülke olarak bilinse de aslında bünyesinde birçok etnik, dini ve kültürel farklılıkları bulunduran bir Ortadoğu ülkesidir. Suriye, Fırat nehri gibi önemli bir su kaynağını sınırları içinde bulundurması nedeniyle birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Sınır komşumuz olan Suriye’de İslamiyet’ten önce uzun süre Bizans hüküm sürmüştür. Suriye’de bu dönemde nüfusun büyük bölümü Hıristiyanlaşmıştır.

Bölgede, hâkimiyetin ve sınırların sürekli değiştiği bu dönemde Sasaniler kısa bir süreliğine bölge hakimiyetini ele geçirmişse de Bizans güçleri bölgeyi tekrar ele geçirmişlerdir. Suriye’nin İslamiyet ile tanışması Hz. Muhammed zamanına dayanmaktadır. Dönemin önemli ticaret merkezlerinden biri olan bu topraklarda bulunan kervansaraylara Arabistan’dan ticaret kervanlarının geldiği bilinmektedir. Hatta tarihi kaynaklarda bu topraklara Hz. Muhammed’in on iki yaşında bir kervan ile geldiği aktarılmaktadır. Bizans ordularıyla bu dönemde savaşılmış fakat bölgeden tamamen geri çekilmeleri Hz. Ebu Bekir döneminde gerçekleşmiştir. Bölgenin güvenliğini sağlamak için ilk önce Suriye’nin güneyindeki topraklarda hakimiyet sağlanmış ardından kuzeyine doğru ilerlenmiş ve Antakya’ya kadar İslam orduları ilerlemiş zaman içinde Lazkiye, Antartus gibi sahil şehirleri de İslam topraklarına katılmıştır. İslam fetihleri esnasında Bizans’ın hakimiyetinde yaşayan bu bölgedeki Hıristiyan halkın bir bölümü Anadolu topraklarına geçerken bir bölümü de İslamiyet’in hoşgörülü yönetimi sayesinde bu coğrafyada varlığını sürdürmüşlerdir (Tomar, 2009, s. 546).

Hz. Muhammed tarafından fethi emredilen Suriye topraklarında İslamiyet artık kalıcı hale gelmiştir. Bu bölgenin tamamına yönelik fetih akınları da zaman içinde devam etmiş ve ilerleyen zamanda Suriye toprakları İslam merkezi haline gelmiştir.

Dönemin önemli hükümdarlarından Muaviye ile Hz. Ali döneminde bu topraklarda kardeş kavgası nedeniyle ayrılıkçı hareketler görülmüştür. 661 yılında Hz. Ali’nin ölümüyle ile ortaya Haricilik ortaya çıkmış, ardından kurulan Emevi Devleti döneminde ise devam etmiş ve İslam’da ayrılık hareketleri başlamıştır. Hz. Ali’nin ölümü sonrasında çıkan “Şiilik”in ilk vatanı Suriye olmuştur ve günümüzde de bu görüş şiddetli bir şekilde savunulmaktadır (Bademci, 2014, s. 29).

661 yılına gelindiğinde ise Emevi Devleti ile bu Suriye’nin bölgedeki önemi artmaya başlamıştır. Mimariye verdiği önemle Emevi Devleti Suriye’nin pek çok yerine cami, saray ve kasır yaptırmıştır ve İslam tarihi acısından da önemli olan bu eserlerin birçoğu günümüze kadar gelmiştir. Ticaretin geçim kaynağı olduğu bu topraklarda Emeviler tarımında gelişmesi için sulama kanalları açmıştır (Tomar, 2009, ss. 546-547).

Bahsi geçen Suriye toprakları aslında baktığımızda daha geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Suriye bugün komşusu olduğu birçok devleti içine almaktaydı.

Batısında Akdeniz, kuzeyinde Toroslar ve doğusunda, batısındaki çöllerle aslında bir nevi doğal sınırlara sahipti. Lübnan, İsrail, Ürdün’ün yanı sıra Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Türkiye’nin güneydoğusundaki bazı şehirleri topraklarına dahil etmiştir. Bugün bile bu topraklarda var olan hakimiyet mücadelesi o dönemde daha yoğun bir şekilde yaşanmıştır (Gürson, 2010, s. 1).

Emeviler döneminde bu topraklar için Abbasi Devleti ile de mücadele edilmiş ve bu mücadele sonucunda Abbasiler merkezleri Irak olmasına rağmen Suriye toprakları üzerinde hakimiyet kurmak için mücadele etmiştir. Abbasi devleti bu dönemde Emevilerin baskılarına karşı Türk ordularından da destek almıştır. Türklerin, Suriye ile ilk temasları bu şekilde olmuştur. Suriye, Abbasiler için Bizans sınırı olmuştur. Aynı dönemde Abbasiler Türkleri İslam’a davet etmişler fakat Türkler tarafından kabul görmemiştir (Bademci, 2014, ss. 35-39).

Doğu’da varlığını sürdüren Karluklu Karahanlı Devleti ile ilk başta çatışmalar yaşansa da daha sonra Araplar ve Çinliler arasında yaşanan Talas ve Ahlat savaşlarında Türkler Araplara yardım sağlamış ve Türklerin Arap milletiyle yakınlaşması bu şekilde artmıştır. Böylece Karluklular İslamiyeti benimseyen ilk Türk grubu haline gelmiştir (Güngör, 2006, ss. 40-41). Birçok Türkün, Suriye topraklarında ordu komutanlığı yaptığı bu dönemde kaynaklarda aktarılanlara göre Oğuzlara bu bölgede Türkmen denilmekteydi (Bademci, 2014, s. 40).

Türkmenlerin İslamiyet’i kabul eden ilk Türk grubu olduğu bilinmektedir. XI. yüzyılda Karluk, Halaç ve Oğuzlar için siyasi bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra da sadece Oğuzlar için Türkmen terimi kullanılmıştır. XIII. yüzyıla gelindiğinde ise konar göçerler ile yerleşik hayata geçenler arasındaki farkı ortaya koymak için

kullanılan bir terim haline gelmiştir. Bu dönemde konar-göçerler için Türkmen terimi kullanılmıştır (Gündüz, 2015, ss. 9-12).

Suriye coğrafyasında geçmişten günümüze kadar varlıklarını sürdüren Türkmenlerin tarihi de bu şekilde Abbasi döneminde orduya girerek başlamıştır. Bu bölgeye Abbasiler döneminde ordu komutanlıkları için gelen Türk komutanlarının Mısır’dan Lübnan’a kadar olan coğrafyayı hakimiyeti altına alan Müslüman Türkler, Tolunoğulları ve İhşid devletlerini kurmuşlardır (Güngör, 2006, ss.72-73). Aynı dönemde bu bölgede Fatimi Devleti de varlık göstermiş hatta Fatimiler Dürzilik inancının da temellerini atmışlardır.

Fatimilerin bu bölgedeki hakimiyeti Büyük Selçuklu Devletinin Ortaya Asya’ya inmesiyle son bulmuştur (Tomar, 2009, s. 548).

Ortadoğu’da hem geniş topraklara hem de İslamiyet halifeliği için güç mücadeleleri devam ederken Asya’da Aral Gölü ve Hazar Denizi arasında yaşayan Oğuzların güneyde Müslüman devletlerle komşulukları sonrasında İslam’ı kabul edip Türkmen kimliğine sahip olanlar, Büyük Selçuklu Devletinin temellerini atmışlardır. Bugünkü Türkiye’de yaşayan Türklerinde bu bölgede yaşayan Oğuzların kolları olduğu bilinmektedir. Dönemin devletlerinden Gazneleliler ile girmiş oldukları Dandenakan Meydan Savaşı sonucunda Büyük Selçuklu Devleti kurulmuştur. Bu zaferden sonra Selçuklu Devleti İran, Irak ve Suriye Topraklarına inmiştir. Selçukluların yükseliş devrinin hükümdarı, Alp Arslan’ın oğlu Melikşah’ın kardeşi Tutuş Melikşah’ın ölümünden sonra Suriye valisi olmuştur. Tutuş’un Suriye’ye girmesiyle Suriye Selçuklu Devleti kurulmuştur (Güngör, 2006, ss. 76-90).

Tutuşu ve Tutuş’tan sonra gelen Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu, Halep’te vefat eden Kutalmış oğlu Süleyman Şah başta olmak üzere Türkmen beyleri özellikle Suriye ve Filistin’de büyük mücadeleler yaşamışlardır. Süleyman Şah, Suriye ve Türkiye’nin Güneydoğusundaki önemli şehirlerden Arap varlığını silmiştir. Süleyman Şah’ın kabrinin Suriye’deki Caber Kalesi, günümüzde dahi Türk toprağı olarak Türk askeri tarafından korunmaktaydı fakat iç savaş yüzünden değişikler yaşanmıştır (Bademci, 2014, ss. 63-64) (Selim, 2020, ss. 103-105).

Suriye topraklarını da hâkimiyeti altına alan Selçuklu Devleti ile Türkler artık bu topraklarda kalıcı hale gelmiştir. Zaman içinde çeşitli Türk toplulukları daimi olarak bu

bölgede varlıklarını sürdürmüştür halende bu topluluklarda izlerini görmekteyiz. Tarih boyunca Türkmenler Suriye’nin en önemli unsurlarından olmuştur.

Büyük Selçuklu hâkimiyetinden sonra Eyyübiler Suriye’yi ele geçirme fırsatı yakalamıştır. Aynı dönemde Mısır’da hüküm süren Memlük Devleti ile Eyyübiler arasında Mısır üzerinde hakimiyet mücadeleleri yaşanırken Asya’dan gelen Moğol tehdidi ile karşı karşıya kalınmıştır. Moğollar, önce Halep’e sonra Dımaşk’a kadar ilerlemiş ve Suriye’nin büyük kısmını ele geçirmelerine rağmen Memlükler tekrar Suriye’nin hakimiyetini ele geçirmiştir. Suriye’nin büyük kısmını ellerinde bulundurmalarına rağmen Eyyübiler bu bölgede XIV. yüzyılın başlarına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir (Tomar, 2009, s. 549).

4.1.2. Suriye’de ve Anadolu’da Beylikler Dönemi

XIV. yüzyılda Ortadoğu ile Anadolu sınırları iç içe geçmiş ve bölgenin hakimiyeti sürekli el değiştirmiştir. Büyük Selçuklu Devletinden sonra Anadolu’nun hakimiyeti Anadolu Selçuklu Devletin’de idi XIV. Yüzyılda Anadolu Selçuklu Devletinin dağılması sonucunda Anadolu’da beylikler dönemi başlamıştır. Yine bu yüzyılın sonlarında Orta Asya’dan, Irak ve İran taraflarına gelen Türkmenlerden Karakoyunlular, İran’ı, Azerbaycan’ı ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu ve Güneydoğu’daki beyliklerin bir kısmını hakimiyeti altında toplayarak bir çeşit imparatorluk niteliğinde siyasi hayatlarını sürdürmüşlerdir. Aynı şekilde Akkoyunlu Devleti de o dönemde Diyarbekir bölgesinde varlık göstermiştir. Karakoyunlu Devleti, Akkoyunlularla girmiş oldukları mücadele sonucunda tarih sahnesinden çekilmiştir. Akkoyunlu Devleti ise Doğuanadolu bölgesinde Osmanlı’ya karşı varlık gösterememiş ve Fatih Sultan Mehmed’in ordusuyla girmiş olduğu Otlukbeli Savaşı sonrasında merkezlerini Diyarbekir’den Tebriz’e taşımışlar ve Şii hakimiyetini ele geçirmiştir (Güngör, 2006, ss.114-153).

Dönemin bölgedeki güçlü devletlerinden Karakoyunlular ve Akkoyunlular’ın Türkiye açısından en önemli özellikleri; bugünkü Suriye’de halen varlığını sürdüren Türkmen boylarının adlarının genellikle Akkoyunlu ve Karakoyunlular dönemindeki boy isimleriyle örtüşmesidir. İran, Irak, Azerbaycan ve Suriye coğrafyasına büyük hizmetleri olan bu iki devletin sahip olduğu maddi, manevi birçok kültürel özellikleri halen devam etmektedir (Bademci, 2014, s. 86).

13. yüzyıldan 14. Yüzyıla geçilirken, Türkiye’nin doğusu ve Suriye coğrafyasında bunlar yaşanırken Anadolu coğrafyasında ise Anadolu’nun kuzeybatısından giren, Oğuz boylarından biri olan Kayı boyunun büyümesi sürmekteydi. Bizans İmparatorluğu’nun sahibi olduğu Anadolu’ya giren bir uç beyliği olan Osmanlı beyliği bölgede ilerlemesini sürdürmüş ve zamanla Marmara çevresine yayılmıştır. Aslen Büyük Selçuklulardan sonra varlığını devam ettiren Anadolu Selçuklularının bir kolu iken ilerleme kabiliyeti ve yeteneğiyle 1299’da bağımsızlığını ilan etmiştir (Zeybek ve Kara, 2012, ss. 8-9).