• Sonuç bulunamadı

I. Dünya Savaşından Sonra Suriye Topraklarında Hakimiyet Mücadeleleri

4. SURİYE ARAP CUMHURİYETİNİN TARİHİ VE YAPISAL ÖZELLİKLERİ

4.3. I. Dünya Savaşından Sonra Suriye Topraklarında Hakimiyet Mücadeleleri

Osmanlı topraklarındaki amaçlarını gerçekleştirmek için Batı ülkeleri Arap milliyetçiliğini destekleyici faaliyetlerde bulunmuşlardır. Hiçbir şekilde Hıristiyan-Sunni-Şii ayrımı yapılmadan Arap milliyetçiliği alevlenmeye başlamıştır. II.

Meşrutiyetin karmaşık ortamından yararlanarak merkezi Suriye, Filistin ve Mısır olan açık ve gizili cemiyetler faaliyet göstermeye başlamış ve bölgede yapmış oldukları çalışmalarla hilafetin Türklerden Araplara geçmesi yönünde düşünceler halka yayılmıştır. Osmanlı, bu süreçte aynı anda İtalyanlar ile Trablusgarp’ta; Bulgar ve Sırplar ile de Balkanlarda savaşmak zorunda kalmış ve bu iki cephede yürüttüğü şiddetli savaşların sonucu Osmanlı İmparatorluğunun dağılma süreci hız kazanmıştır (Bademci, 2014, ss. 115-123).

Osmanlı almış olduğu bu ağır yenilgilerle milliyetçilik ayaklanmalarının artık önünde duracak gücü kalmamış ve I. Dünya Savaşına girmek zorunda kalmıştır. Savaşla birlikte Osmanlı bu bölgedeki kontrolünü kaybetmiştir.

Ortadoğu tarihi boyunca Suriye önemli bir yer tutmuştur. Büyük devletlerin güç gösterilerine meydan olan bu topraklarda Osmanlı hakimiyeti süresince huzur ve istikrar sağlanmış olsa da Avrupa’da yaşanan değişiklikler sonucu Avrupa devletlerinin Ortadoğu’ya olan ilgisinin artmasıyla bu bölgenin huzuru ve istikrarı sona ermiş ve çatışmalar yaşanmaya başlamış günümüzde de bu durum devam etmektedir. Ortadoğu coğrafyasının sadece Müslüman Sunni Arapların bulunduğu bir bölge olmaması nedeniyle de sorunlar her daim yaşanmıştır. Azınlık olarak görülen Hıristiyan, Yahudi toplulukların çıkarlarını koruma bahanesiyle Avrupa ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda müdahalede bulunmuşlardır.

4.3. I. Dünya Savaşından Sonra Suriye Topraklarında Hakimiyet

I. Dünya Savaşından çok önce başlamıştır. Avrupa özellikle azınlıkları bu konuda kullanmıştır. Toplumsal olarak farklı etnik ve dinsel grubu bir arada bulunduran Suriye topraklarında Hıristiyan Araplar ile birlikte Yahudilerin, Marunilerin, Dürzilerin, Şiileri ve Alevilerin Sunni yönetimine karşı çıkması bölgenin bütünlüğünü bozan etkenlerdendi. Avrupa’da sömürgeciliğin yükselen değer olduğu dönemde özellikle İngilizler ve Fransızlar için bu topraklar sömürgelerine giden yolda bir güvenlik sınırı oluşturması nedeniyle önemliydi. İngilizlerin Hindistan’daki, Fransızların da Kuzey Afrika’daki sömürgelerini koruyabilmek için bu bölgenin hakimiyetinin Müslümanların eline geçmesini önleme yönündeki çalışmaları daha sonra petrolün de bu bölgeden çıkarılmasıyla Avrupa her daim bölgede başka kuvvetlerin varlığını bertaraf etmek için istikrarı bozucu çalışmalar yapmıştır. Özellikle de 19. yüzyılda Osmanlıya buradaki azınlıkların haklarına yönelik baskılarda bulunmuştur. Ardından Arap milliyetçiliği başta olmak üzere bu bölgede etnik ve mezhepsel ayrılığı körüklemiştir (Gürson, 2010, ss.5-12).

Bir İslam coğrafyası olan Ortadoğu’da, Müslümanlığın kapsayıcı özelliğinden dolayı etnik ve mezhepsel ayrılıkların daha önce hiçbir önemi olmamasına rağmen Avrupa’daki milliyetçilik akımıyla ayrımcılıklar başlamıştır. Batı menşeli milliyetçilik düşüncesinin Ortadoğu’da yaygınlaşmasını yine Batı desteklemiştir. Bu düşüncelerden en çok etkilenen ülkelerden biri de Suriye olmuştur. Türklerin ve Arapların yanında farklı dini grupların varlığı ile mezhepsel yapılarda ayrılmalar başlamışken I. Dünya Savaşı meydana gelmiştir.

Osmanlı devletinin Almanya’nın yanında girmiş olduğu I. Dünya Savaşında Suriye Osmanlı için en önemli cephelerden biriydi. Osmanlı’nın hakimiyeti altında olan Ortadoğu coğrafyası özellikle Fransa ve İngiltere tarafından paylaşılmayı bekleyen hazine konumundaydı. Osmanlı’nın hilafeti elinde bulundurması nedeniyle Müslüman Arapları cihada çağırmasından İngilizler endişelenmiş ve bu aşamadı İngilizler dönemin Mekke emiri Şerif Hüseyin’i kendi yanlarına çekmeyi başarmışlar, ayaklanmaya neden olmuştur. Ayaklanmadan önce İngilizleri Mısır’dan çıkaramayan Osmanlının Arap milliyetçiliği karşısında almış olduğu idam kararları Suriye’nin Osmanlıdan uzaklaşmasına neden olmuştur. Bu süreçte Fransız ve İngilizler kendi aralarında bölgeyi paylaştıkları Sykes-Picot Antlaşması ile Suriye Fransa’ya verilmiştir. Fakat bu anlaşmadan Şerif Hüseyin’in haberi olmamış çünkü Şerif Hüseyin’e ayaklanmayı

çıkarması sonunda Suriye’yi de içeren Arap yarımadasının krallığı vaat edilmiştir.

Avrupa’nın vaatlerini gerçekleştirmemesi Araplar için büyük hayal kırıklığı yarattı savaş devam ederken bazı Arap grupları Osmanlı tarafına tekrar dönse de artık Arap birliğinin dağılması kaçınılmaz olmuştur. Osmanlı da savaş sırasında başta Halep ve Filistin olmak üzere bu topraklar için çok mücadele vermiştir. Mustafa Kemal komutasındaki “Yıldırım Orduları Grubu”nun bu bölgede büyük mücadeleleri başarılı olamamıştır. 1917 yılına gelindiğinde Rusya’nın ülkesinde yaşanan ihtilal sonucu savaştan çekilmesiyle Fransa’nın ve İngiltere’nin yapmış oldukları gizli antlaşmalar su yüzüne çıkmış ama Osmanlı bu topraklar üzerinde hiçbir hak iddia edememiştir. 1918 yılında ise Osmanlı’nın Mondros Antlaşmasını imzalamasıyla Suriye resmi olarak Osmanlı’dan ayrılmıştır. Savaş sonrasında ise bu topraklarda Fransa ve İngiltere’nin yanında Almanya, ABD arasında çıkar mücadeleleri yaşanmıştır (Buzpınar, 2009, s.

553) (Gürson, 2010, ss. 13-17) (Bademci, 2014, ss. 120-137).

I. Dünya Savaşının sona ermesinden sonra toplanan Paris Barış Konferansında alınan kararlarla Osmanlı’nın ve Osmanlı’nın çekilmiş olduğu Ortadoğu coğrafyası yeniden şekillendirilmeye çalışılmıştır. 1918 yılında savaşı bitirmek adına insancıl ve barışçıl maddelerin olduğu ileri sürülen, 14 maddeden oluşan, Wilson İlkeleri dünyaya duyurulmuştur. Savaş sonrasında değişen sınırlar ve ilişkilerin bu temeller üzerinde yeniden şekillenmesi için çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan biride Milletler Cemiyetinin kurulmasıdır. Wilson İlkelerin 12. maddesi Türklerin geleceğini tayın etmek adına düzenlenmiştir. Osmanlı topraklarında yaşan azınlıkların, milliyetçilik esasına dayanarak kendi yönetimlerini ellerine alması gerektiği yönündeki fikirler empoze edilmeye çalışılmıştır. Türklerin yoğunlukta olduğu bölgelerin bile paylaşılmasına yönelik adımlar atmışladır. Savaştan sonra sadece Osmanlı değil Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın da sınırlarının yeniden belirlenmesi ve güç dengelerinin yeniden kurulması için Paris Barış Konferansı toplanmıştır. Konferans toplandıktan sonra İngiltere, Fransa, ABD, İtalya ve Japonya arasında Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağı kararlaştırılmaya çalışılmıştır. Wilson ilkelerine göre azınlıkların kendi kendini yöneteceği bir yapı oluşturulacaktı fakat savaştan yeni çıkıldığı için azınlıktaki halkın kendi kendini yönetecek gücünün olmamasını bahane ederek bir devletin bu bölgeyi himayesi altına alması gerektiğini savunuyorlardı. Hatta Türklerin ve Araplarında bir devlet kontrolüne girmesi gerektiği söyleniyordu ve

bununda adına sömürgecilik yerine yönetim adını vermişlerdi. Toplantıda Ermenistan, Suriye, Irak, Filistin ve Arabistan’ın tamamen Osmanlı’dan koparılmasına karar verilmiştir (Köse, 2014, ss. 217-220) (Boztaş, 2014, ss. 163-165).

Savaştan yeni çıkmış olan Osmanlı, savaşın sonunda imzalamış olduğu Mondros Ateşkes Antlaşmasının ve Paris Barış Konferansında alınan kararların ağır şartlarıyla düşman devletler tarafından işgal edilmeye başlamıştır. Mustafa Kemal I. Dünya savaşında aslında Filistin- Suriye cephesinde başarı elde etmiş ve düşmanı durdurmayı başarmıştır fakat anlaşmalar sonucu Yıldırım Ordularının lav edilmesiyle Osmanlı bu toprakları bırakmak zorunda kalmıştır. Bununla da yetinmeyen düşman ülkeleri Batı’dan ve Anadolu’dan Osmanlıyı işgal etmeye başlayınca Milli-Mücadele başlamıştır. Milli-Mücadele’de en önemli savunma mücadelesi, yine Suriye sınırında Antep, Maraş, Kilis, Adana şehirlerinde verilmiştir. Kuvayı-Milliye olarak adlandırılan direniş böylelikle Filistin-Suriye cephesinde başlamış ve tüm Anadolu’ya yayılmıştır.

Türklerin çoğunlukta olduğu milli sınırların belirlenmesi açısından Misakı-Milli, Meclisi Mebusan’da kabul edilmiştir. Misakı-Milli kararlarına göre Güney Anadolu’da Hatay ve Musul Türk toprağı olarak görülmüştür (Kemal, 2010, ss. 368-373). Aynı zamanda doğu ve batı sınırları da belirlenmiş ve Kurtuluş Savaşının temel dayanağını oluşturmuştur.

Osmanlı’nın yıkılmasından sonra Anadolu’da yeni bir devletin temelleri atılırken, Avrupa devletleri Sevr Antlaşması gereğince; Suriye, Irak, Arabistan ve Filistin

“Manda” yönetimine geçilmiştir. Filistin, Irak, Arabistan’da yoğun Arap varlığından söz edilse de Suriye’nin büyük bir kısmında varlıklarını sürdüren Türkmenlerden kimse bahsetmemiştir. Özellikle Halep, Musul, Hama, Antakya ve İskenderun’da işgallere karşı ayakta durmaya çalışsalar da etkisiz kalmışlardır. Bir taraftan Arap milliyetçiliği, bir taraftan da Fransa’nın bölgeyi işgal etmesi Türkmenler için zorluk yaratmıştır. Can ve mal varlıklarına yönelik tehditlere maruz kalmışlardır. Ardından Suriye; Şam, Halep, Lazkiye, Dera olmak üzere dört ayrı federe devlete ayrılmış. Bu sırada 1921 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile İskenderun özerk bir yönetime sahip olmuştur. Türkiye için Suriye’de yaşan Türkmenlerin varlığı her zaman önemli bir yer tutmuştur ve Türkmenlerin hakları korunmaya çalışılmıştır. Onun için Fransa ile sürekli görüşmeler yapılmış ve aslında Türk toprağı olarak görülen bu toprakların Türkiye’ye bağlı kalması için çaba sarf edilmiştir bu konuda da bir takım başarılar sağlamıştır. İskenderun’un

bölgede özerk olması buna bir örnektir. İskenderun bu bölgede yaşayan Türkmenlerin koruyuculuğunu yapmıştır. Antakya, Hassa, Antep ve Gavur Dağları’na kadar olan bölge Türklerin hakimiyeti altında kalmıştır. 1922’de ise Türklerden oluşan Halep Federe Devleti başkanı Suriye Devleti başkanlığına getirilmiştir. Türkmenler meclislerde temsilcilerini bulundurabilmişlerdir. Fakat 1924 yılına gelindiğinde Suriye Devleti Fransa Komiserliği’ne bağlanmış 1925 yılında ise Suriye ve Filistin tam anlamıyla Fransa’nın eline geçmiştir. Fransa’nın bölgedeki hakimiyetinden huzursuz olan halk Anadolu coğrafyasındaki kurtuluş hareketinden etkilenerek direnişe geçmişlerdir. 1926 yılında Fransız kuvvetlerine karşı direniş hareketleri tam bir milli harekete dönüşmüştür. Fransa mandater yönetimindeki Filistin, Suriye ve Lübnan’a anayasa sözü vermiştir fakat sadece Lübnan için bu sözünü tutan Fransızlar Suriye’deki direnişin şiddetlenmesini sağlamıştır. Özellikle Antakya ve İskenderun Türkiye’ye bağlı olarak hiçbir şekilde direnişi bırakmamıştır. Fransızlar bunun üzerine 1928’de anayasası oluşturmuştur; fakat tam işlerliği söz konusu olmamış 1932’de Fransa’nın mandaterliği Suriye’de son bulmuştur (Bademci, 2014, ss. 142-148).

1936 yılına gelindiğinde, Suriye’de hala Fransa’nın hakimiyeti sürmekteydi ve Suriye’de tam bağımsız bir devlet kurma çalışmaları başlamıştır. Aynı dönemde Fransa ve tüm Avrupa’da II. Dünya Savaşının kargaşası başlamıştır. Fransa hükümeti bu durumda Suriye ile yeni bir dönem başlatma niyetiyle 25 yıllığına Suriye ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre Alevi ve Dürzi Devleti de Suriye ile birleştirilmiş ve yeni bir Suriye yaratılmıştır. Fakat bu anlaşma tam anlamıyla işlerliği olan bir anlaşma olamamıştır. Fransa yaşadığı karışıklıklar nedeniyle hükümet değişikliğine gitmiş ve bu yeni gelen hükümette anlaşmayı tanımamıştır. Suriye’de oluşan yeni durumda İskenderun’un bağımsızlığı Türkiye için çok önemliydi. Türkiye İskenderun’un durumunun belirlenmesi için konuyu Milletler Cemiyetine taşımıştır. Türkiye, Suriye’ye tanınan hakların İskenderun’a da tanınmasını ve özerk bölge olarak varlığını sürdürmesi için çaba sarf etmiştir. Türkiye’nin şiddetli baskıları sonucu Milletler Cemiyeti Hatay’ın durumunun seçim ile belirlenmesini öngörmüştür. Bölgede bir Sancak Meclisi kurulmuş ve milletvekili seçimleri yapılmış, bu seçimlerde 22 tane Türk milletvekili çıkararak bölgedeki Türk varlığının hakimiyeti kanıtlanmıştır. 1938 yılına gelindiğinde ise Meclis’in ilk toplantısında “Hatay” ismi yeni kurulan devletin adı olarak belirlenmiştir. 1939’da Hatay anavatana bağlanmıştır. Türkiye ile Fransa

arasında yapılan anlaşma ile Hatay Türkiye’nin 63. ili olmuştur. Türkiye ve Fransa arasında yapılan bu anlaşmada Hatay ilinde yaşayanlardan isteyenlere Suriye ve Lübnan’a gitme hakkı da tanınmıştır (Çelik, 2016).