• Sonuç bulunamadı

2.4. Milliyetçi İdeolojinin Türkiye‟de Ortaya Çıkması

2.4.1. Osmanlı Dönemi Milliyetçilik

Osmanlı aydınları on dokuzuncu yüzyılın milliyetçilik yüzyılı olduğunu sık sık ifade etmişlerdir. Onlar bunu söylerken milliyetçiliğin kuramsal ilkelerinden değil, toplumlarda yarattığı çalkantının hayatın çeşitli alanlarındaki yansımasından yola çıkmışlardır. Milliyetçilik, girdiği toplumları derinden sarsmış, onları hayat karşısında yeni bir duruşa geçirmiş, kültürün her alanında ve özellikle siyasal alanda yeni yöneliş, beklenti ve oluşumlara itmiştir. Şüphesiz, her

toplum tarih yolculuğunun farklı bir noktasında bu akımla karşılaşmış, bu yüzden de kavranılışı ve yansımaları da farklı olmuştur. Ortak olgu ise milliyetçiliğin toplumlarda yeni bir dirilişe yol açması olmuştur (Köseoğlu, 2009:208).

İmparatorluk içerisinde ilk milliyetçilik hareketleri Hıristiyanlığı benimsemiş topluluklarda başlamıştır. Ermeni vatanının geçmişte var olduğu ve yeniden gelecekte var olacağı bilinciyle harekete geçen Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde tek bir noktada yoğunlaşmasa da milli bilinçleri dini ve kültürel öğelerle bilinçlendirmiştir. Bunun yanında Osmanlı döneminde Arnavut ve Arap milliyetçiliği de etkili olmuştur (Pakkan, 2008:20).

Osmanlı İmparatorluğu Tanzimat‟la birlikte Batılılaşma sürecine girmiş ve böylece dışsal faktörlerden önemli ölçüde etkilenmiştir. Tanzimat ile birlikte Müslim-gayrimüslim arasında eşitliğe doğru bir adım atılmış, 1856 Islahat Fermanı ile de bu eşitlik kesinleşmiştir. Tanzimat‟a kadar öne çıkan dinsel kimliğin, Fransız Devrimi‟nin etkisiyle gücü zayıflamış, etnik kimliklerin gücünde bir artış görülmüştür. Bu nedenle; Osmanlı İmparatorluğu‟nda hakim bulunan cemaat (millet) sistemi eski gücünü yitirmiştir (Balkaya, 2009:29).

Resmi Osmanlı, tarih, edebiyat ve eğitim, din ve mezhep açısından bir ayırım yapmadan çokuluslu bir devleti kurtarmayı amaçlayan Osmanlıcılık düşüncesi üzerinde oluşturulmuştur. Bazı gayrimüslimler ve devlet memurları, Osmanlıcılık siyasetine laiklik boyutu içerdiğinden dolayı inanmaya devam etmiş ve bu politikayla hareket etmişlerdir. Ancak bu bağlamda kendini göstermeye başlayan İslamcılık bir karşıt görüş olarak ortaya çıkmıştır. Bu ideoloji İslamiyet‟in siyasette ve toplumdaki etkili konumunu kaybetmemesi için sınırları içinde ve dışında kalan tüm Müslüman uluslar arasında önemli bağlantılar kurulması gerektiğini savunmuştur. Nitekim Osmanlıcık ortaya çıkmaya başlayan etnik milliyetçiliklerin ve kutuplaşan sosyal grupların karşısında tüm gücünü yitirmiştir (Göçek, 2009:70).

Tanzimat Dönemi‟nde Sultan Abdülaziz, yükselen meşrutiyet talepleri sonucunda, büyük bir baskı altına alınmıştır. Bu dönemde, milliyetçi muhalif bir hareket olarak Fransa‟daki milliyetçilik hareketlerinden etkilenen Genç

Osmanlılar ortaya çıkmıştır. Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi gibi gazeteci yazarların başını çektiği bu hareket, uzun yıllar yurt dışında çıkarılan gazeteler aracılığıyla sesini duyurmuştur (Süllü, 2007:90). Bununla birlikte gazetelerin kuruluşu, telgrafın ve demiryollarının gelişmesi ve limanların ve tarımsal üretim merkezlerinin birbirine bağlanması ile oluşan iletişim devrimi, Osmanlı Devleti‟nde ortaya çıkan milliyetçilikleri şekillendiren yapısal, kültürel ve örgütsel unsurların arasındaki etkileşimi artırmıştır (Göçek, 2009:65).

Türk ulusal kimliği bu şartlar altında, yok olmak, ortadan kalkmak korkusuyla beraber gelişmiştir. Şark Sorunu olarak bilinen ve tüm bir 19. Yüzyıl Avrupa diplomasisinin yoğunlaştığı sorun, esasında Osmanlı İmparatorluğu‟nun emperyalist devletler arasında nasıl parçalanacağı sorunuydu. Osmanlı nihayetinde “hasta adam”dır ve bu hasta adam büyük devletler kendi aralarında anlaşamadığı için hayatını sürdürebilmektedir. Bu durum Osmanlı-Türk aydınında var olma-yok olma korkusunu ortaya çıkarmıştır. Her sorun genel itibariyle varlık yokluk ikileminde algılanmıştır (Akçam, 2009:56).

Türk milliyetçiliği bir anlamda ötekilerin reddi üzerine oluşturulmuştur. Ama bu ötekiler dışarıda değil içerideki ötekilerdir; azınlıklar, Türk olmayanlar ve Müslüman olmayanlardır. Büyük bir imparatorluğun yıkılmasına sebep olanlardır, dış devletleri iç işlerine bela edenlerdir, devletin bekasını tehdit eden iç mihraklardır. Türk milliyetçiliğinin diğer milliyetçiliklerinden farkı da bu unsurdur. Tek ve dış bir düşman üzerinde şekillenen öteki milliyetçiliklerin aksine Türk milliyetçiliği, sayısal olarak birden fazla “içerideki ötekiler” üzerinde kendi milliyetçi bakış açısını oluşturmuştur. “Efendisi olduğu milletlerin ihanetlerine karşı” gibi bir söylemle şekillenen Türk milliyetçiliği böylece bir milliyetçi hareket için gereken “zorunda bırakılma” duygusunu edinmiş olmuştur (Dündar, 2009:893).

1783‟te Kırım‟ın kaybedilmesi ve bunun devamında on dokuzuncu yüzyılda gerçekleşen İngilizlerin Çanakkale‟yi zorlaması, Navarin‟de Osmanlı donanmasının yakılması, Fransa‟nın Cezayir‟e el koyması ve 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı ile Osmanlı Devleti çöküş durumuna gelmiştir. 1912-13 Balkan Harbi

ile de Türklük, Balkanlardan tasfiye edilmiş sayılmaktadır. Anadolu‟ya doğru bu geri çekiliş, Asya, Avrupa ve Afrika‟dan geri çekiliş olmasının yanında sadece ordunun değil bir halkın da geri çekilişi olmuştur. Türklerin özellikle 1878‟den sonraki geri çekilişi çok acılı bir süreçtir. Balkan Savaşları hem en az “Kırım kadar Türk” topraklarının kaybedilmesi hem de ihanete uğramayı, arkadan vurulmayı temsil etmektedir. Meşrutiyetle Hıristiyan tebaanın Osmanlı Devleti‟ne sadakatinin sağlandığı düşüncesi Balkan Savaşları‟nda Hıristiyan askerlerin ihanet etmesiyle hiç de inanıldığı gibi olmadığını göstermiştir. Balkan Savaşları sonrası Osmanlı devlet yönetiminin Türkçü bir zemine kaymasının temel sebeplerinden birisi de budur. Türkçü konseptin oluşmasında Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu gibi Rus Çarlığı tarafından işgal edilen Türk topraklarının önde gelen aydınlarının katkısının olması, Kafkasya ve Türkistan Türklüğünü, Türk milliyetçiliğinin temel unsurlarından biri haline getirmiştir (Özdağ, 2009:172-173).

1904‟te Yusuf Akçura‟nın “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı yazısının yayınlanmasıyla, Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık gibi zaman zaman bağlamlarından kopuk olarak kullanılan üç kavram, Türk etkinliğinin üç kilit kavramı olarak geniş bir tartışma alanı bulmuştur. Akçura bu tartışmaları başlatan değilse de alevlendiren kişi olmuştur. “Türk” dergisinde yazdığı bu yazıda, bu üç akımdan birinin ağırlık kazanması gerektiğini ve onun da Türkçülük akımı olduğunu ifade etmiştir. Yazara göre Osmanlı‟nın çok milletli yapısının milli devletlerin kurulduğu bir dönemde devam ettirilmesi artık olanaksızdır. Bu yüzden Osmanlıcılık akılcı bir politika değildir. Osmanlıcılığa göre daha akılcı görünen İslamcılık politikası ise milliyetçi politikaların bütün dünyada yaygın olduğu bu dönemde bir çıkış yolu sunamamaktadır. Bu iki akım yerine, Asya ve Anadolu Türklerini bir araya getirecek yeni bir devlet örgütlenmesine gitmek gerekmektedir (Süllü, 2007:91-95).

Diğer yandan, Balkanlardan da çekilen Osmanlı İmparatorluk eliti, Osmanlı‟yı yeniden güçlendirme stratejisini imparatorluğun Doğu‟ya, “Turan”a doğru yayılması üzerine kurmuştur ki bu açılımın ideolojik ve kültürel temellerini Ziya Gökalp atmıştır (Özdağ. 2009:173). Ziya Gökalp dönemin koşulları çerçevesinde Türkçülük düşüncesinin dilde, sanatta, ahlakta, hukukta, dinde,

ekonomi, siyaset ve felsefede belirleyici olduğunu savunmuştur. Ekonomi ve siyaset alanında, Türklerin özgürlük ve bağımsızlıklarını sevdiği için ortaklaşmacı olamayacaklarını, eşitlik sever oldukları için de bireyci kalamayacaklarını belirtmiştir (Balkaya, 2009:34).

Osmanlı aydınları, milliyetçilik düşüncesi ile karşılaştıklarında, Avrupalılaşma adı altında bir kimlik mücadelesi yaşamaktaydılar. Çağdaşlaşma konusundaki sorun eskiydi, hiç kimsenin tereddüdü yoktu fakat nasıl olacağı yönündeki tartışmalar devam etmekteydi. İşte Türk milliyetçiliği düşüncesinin yön ve içeriğini belirleyen temel unsurlardan biri de bu nokta oldu (Köseoğlu, 2009:224).