• Sonuç bulunamadı

1.8. Siyasal Reklam Araçları

2.1.3. Bir İdeoloji Olarak Milliyetçilik

İdeoloji kavramının tarihsel süreçte pek çok tanımı farklı düşünürler tarafından yapılmıştır. Bu tanımlardan bazılarına bakacak olursak, van Dijk, toplumsal pratiklerin temeli olarak “ideoloji”yi sadece o grubun dünya görüşünden dünyayı anlamak olarak değil, aynı zamanda grup üyelerinin toplumsal pratiklerinin temeli olarak da anlamlandırır. (2003:17,18). On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısı boyunca, ideoloji, özellikle Fransa ve Almanya‟nın toplumsal ve politik bilimlerinde çekişmeli bir hareket olarak görülmekteydi. İdeoloji tam olarak “düşünceler bilimi” anlamına gelmekteydi (Kennedy, 1979:355, akt, Fairclough ve Graham, 2003: 203).

İdeoloji, tıpkı din ve mitoloji gibi nesnel gerçekliğin yerinden çıkarılması, “soyutlanması” ve yeni bir bağlam içerisinde yeniden üretilmesi yoluyla üretilmiştir. İdeoloji de mitoloji ve dinin söylem ve bilincini temel alarak kendi yaşantılandığı dönemin altyapı ve üstyapı ilişkilerinin gerektirdiklerini bu temel doğrultusunda genişleterek, yeni bir anlamlandırma sistemi, yani düşünyapı kurmuştur (Çoban, 2003:261).

Bir düşünce sisteminin ideoloji olabilmesi için kitlelere yön göstermesi zorunludur; aksi takdirde her düşünce ideoloji olarak kabul edilebilir. Kendi kırsal kesiminden ve dolayısıyla bağlı bulunduğu cemaatten ayrılarak iş bulmak veya yaşamak amacıyla kentlere göç edip yalnızlaşan ve daha az güvenli bir ortamda yaşayan bireyler için ideoloji, hem bir güven kaynağı hem de yeni bir aidiyet ve grup kimliği kazandıran bir modern çağrı olarak nitelendirilebilir. Nitekim sosyalist ideolojilerin “sınıf” kimliğini ve milliyetçi ideolojilerin “millet” kimliğini bu dünyanın “yeni”, Anderson‟un deyimiyle “hayali cemaatleri” olarak kabul edebiliriz (Türk, 2010:108).

Milliyetçiliğin ise bir ideoloji ya da hareket olarak tarih sahnesine ne zaman çıktığı; nerede kimler tarafından kavramsallaştırıldığı konusunda bir fikir birliğinden bahsetmek oldukça zordur. Değişik düşünürlerin birbirleriyle ortak ya da farklı yönleri olsa da farklı tarihsel öyküleri vardır. Milliyetçiliğin Kant ve Rousseau ile tartışılmaya başladığını söyleyenlerin yanı sıra on sekizinci yüzyıl sonlarında Herder ve Fichte‟nin düşüncelerinde barizleştiğine dair kimi düşünceler de vardır (Süllü, 2007: 64).

Milliyetçilik, milli hisleri içeren duygu, davranış tarzı ve tutumlar bağlamında oldukça eskilere götürülebilse de bir ideoloji ve siyasi hareket olarak modern dönemlere ait bir olgudur. Yirminci yüzyılın son çeyreğiyle beraber milliyetçiliğin ve ulus esaslı dünya düzeninin bir tartışma konusu haline geldiği görülmektedir (Şahin, 2007:2).

Milliyetçilik ve ulus kavramları birbirinden farklı olmasına rağmen, bir ulusa üye olma duygusunun yaratılması ulus devletin kurulmasına kadar giden süreçte başlangıcı oluşturmaktadır. Bir topluluğa ait ve o topluluğun da kabul

ettiği ortak özelliklerin belli bir temel doğrultusunda üretimi, ulus denilen olguyu oluşturmuştur. Milliyetçilik, genellikle ulus olma bilincine sahip olma ve buna dayanan ülkü veya programlar bütünü olarak düşünülebilir. Bu duygu ya da bilinç, birçok etmene dayanır. Bir halk kendisini ırk, dil, din ve kültürün özelliklerinden dolayı ulus olarak atfedebilir (Şen, 2004: 80).

Milliyetçilik kavramı farklı anlamlara gelecek şekilde kullanılmaktadır. Bunlar, bütün olarak millet ve milli devletlerin bütün bir kurulma ve kendini idame ettirme süreci, bir millete ait olma bilinci ve milletin güvenliği ve refahıyla ilgili özlem ve hissiyata sahip olmak, millet ve rolüne ilişkin bir dil ve sembolizm, milletler ve milli irade hakkında bir kültürel doktrin ile milli emellerin ve milli iradenin gerçekleşmesine dair reçeteleri de içeren bir ideoloji, milletlerin amaçlarına ulaşacak ve milli iradeyi gerçekleştirecek bir toplumsal hareket olarak ifade edilebilmektedir(Smith, 2009:119). Milliyetçilik kısaca, insanları, millet adına, varoluşlarına ve aldıkları pozisyonlara göre “doğal” bir sınıflamaya tabi tutan ve otorite ve sınıflamasının meşru olduğunu ilan eden siyasal bir gerçekliktir (Enneli, 2013:30).

Milliyetçi ideoloji, toplumsal bağlamda bütünleşmenin sağlanması amacıyla, dışta ve içte gücü elinde bulunduran egemen “etnik ve dinsel” grubun belirlediği bir yapılanım içerisinde tüm insanların asimile edilerek, tek tipleşmesini sağlamayı amaçlar (Çoban, 2009: 47).Millete ve refahına koşulsuz sadakat isteyen milliyetçilik akla ya da hesaba gerek duymadığı iç çelişkilerle doludur. Kazanım ya da refahın milli davaya sadakatle hizmetten elde edileceğine dair bir vaatte bulunabilir ya da bulunmayabilir. O daha çok itaati kendi başına bir değer, bir amaç olarak istemektedir. Bir milletin üyesi olmak bireyin karşı çıkamayacağı kadar güçlü bir kader olarak anlaşılır. Milliyetçilik üyelerinin her birine kimliğini verenin millet olduğunu anlatır. Millet devlet gibi ortak çıkarı kollamak için girilen bir birlik değil, tersine, o bütün çıkar hesaplarını aşar ve aslında çıkarlara anlamını veren de milletin birliği, ortak kaderidir (Bauman, 2010:188-189).

Milliyetçiliği tanımlamaya çalışırken Gellner‟e göre milliyetçiliğin, “siyasi ve ulusal birimin uyumlu olması gerektiğini savunan” politik bir ilke olduğundan bahsetmiştik. Bu bir politik meşruiyet teorisidir. Milli duygular bu ilkenin ihlali veya yerine getirilmesiyle uyandırılan öfke ya da memnuniyet duygusudur. Milliyetçi hareketler de bu duygu ile harekete geçirilir (Smith, 1998:29).

Özkırımlı‟ya göre milliyetçi söylemin üç özelliği vardır. Bu söyleme göre, millet her şeyden önce gelir, milletin çıkar ve değerleri diğer tüm çıkar ve değerlerden üstün görülmektedir. Milliyetçilik söylemi, milleti tek meşruiyet kaynağı olarak görür, burada kastedilen yalnızca siyasi meşruiyet değildir, “millet adına hareket etmek” normal koşullar altında hoş görülmeyecek hatta suç sayılabilecek pek çok davranış ve eyleme göz yumulmasını sağlamaktır. Milliyetçilik söylemi dünyayı ikili kategorilere ayırır, biz ve onlar, dostlar ve düşmanlar gibi, başka bir deyişle kimlikler ve karşı-kimlikler üretir, “bizi” “ötekilere” göre tanımlar, kendinden bir türlü emin olamadığı için de bu ayrımı hep canlı tutmaktadır (2009: 285-286).