• Sonuç bulunamadı

1.8. Siyasal Reklam Araçları

2.1.1. Millet Kavramı

Milliyetçiliği daha iyi anlamak için, “Milliyetçilik nedir” sorusundan önce “millet nedir” sorusuna bir yanıt aramak gerekmektedir. Bu noktada, millet ve milliyetçilik kavramları birbiriyle bağlantılı olmakla birlikte tarih sahnesinde hangisinin önce gösterime girdiği, yani milliyetçiliğin mi milletlere yol açtığı yoksa milletlerin mi milliyetçilik akımına yol açtığı halen tartışma konusudur. Millet kelimesi literatürde en çok kabul gören kullanım olmakla birlikte, kavramın anlam ve yapı bozumuna uğrayarak bazı yerlerde “milliyet” (oysa millet olmak anlamını taşıyor) olarak da karşımıza çıktığı görülmektedir. Türkçe yazılan eserlerde veya çevirilerde ise İngilizce “nation” sözcüğü genellikle “millet” nadir olarak da bazı yazarlarca “ulus” olarak kavramsallaştırılmıştır (Süllü, 2007:62). Bu çalışmada millet ve ulus kavramları birbirini karşılar nitelikte kullanılmıştır.

Bu anlamda çözümleme yapan araştırmacılara bakacak olursak Smith, millet kavramını şöyle tanımlamaktadır; “Tarihi bir toprağı/ülkeyi, ortak mitleri ve tarihi belleği, kitleyi, bir kamu kültürünü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan insan topluluğunun adıdır” (2009: 70). Hiçbir ulus olma çabası bir anavatan, ortak köken ve soy mitleri olmadan ayakta kalamaz. Aynı şekilde bir ulus olmayı hedefleyen ethnie ortak iş bölümünü, territoryel seferberliği ya da her üyesi için ortak haklar ve görevler yönünden yasal eşitliği yani vatandaşlığı gerçekleştirmeksizin amaçlarına ulaşamaz (Smith, 2002b:194).

Etnisite ya da milliyet basit olarak sınırların çoğunun çakıştığı ve örtüştüğü –konuşmanın, ortak geçmişin sınırlarının aynı olması gibi- ve aralarında söz konusu sınırlar bulunmayan insanların ırksal benzerliğe (ethnomy) ve güçlü duygulara sahip oldukları durumun adıdır. Birbiriyle örtüşen kültürel özelliklerin tanımladığı etnik grup, kendi varlığından emin olmakla beraber kendine ayrıca politik bir sınır da istediği zaman etnisite politikleşir ve milliyetçiliği doğurur. Buradaki şart, etnisitenin sınırlarının, aynı zamanda politik birimin de sınırları olması ve yönetenlerle yönetilenlerin aynı etnik kökenden olmasıdır (Gellner, 2013:59). Bir başka deyişle ulusları insanlar yaratmaktadır. Uluslar insanların, kendi inanç, sadakat ve dayanışmalarının ürünüdür. Örneğin, bir ülkenin sakinleri

veya belli bir dili konuşan bir grup insanı düşünelim. Bu insanlar ancak aynı gruba mensup olmalarından dolayı birbirlerine karşı bazı ortak hak ve görevleri olduğunu kesinlikle kabul ettikleri takdirde bir ulus olabilmektedir. Onları ulus yapan şey birbirlerini bu şekilde tanımış olmalarıdır yoksa kendilerini grubun dışında kalan üyelerden ayıran herhangi bazı özellikleri değildir (Gellner, 1992:28).

Bu görüşe paralel olarak Hobsbawm da, “Ben milliyetçilik terimini Gellner‟in tanımladığı gibi, yani “esasen politik birim ile milli birimin uyumluluğunu öngören bir ilke” olması anlamında kullanıyorum. Milleti ne asli ne de değişmez bir toplumsal birim olarak görüyorum. Millet yalnızca özgül ve tarihsel bakımdan yakın bir döneme aittir. Millet ancak belirli bir modern teritoryal devletle, milli devletle ilişkilendirildiği kadarıyla bir toplumsal birimdir; bununla ilişkilendirilmedikçe milleti ve milliyeti tartışmanın hiçbir yararı yoktur” (1993:23-24) diye belirtmektedir.

Anderson‟a göre, millet hayal edilmiş bir siyasal topluluktur. Kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş bir cemaattir. Millet sınırlı olarak hayal edilmektedir, çünkü hiçbir millet kendisini insanlığın tümü ile örtüşüyor biçimde hayal edemez. En Mesihçi milliyetçiler bile insan ırkının bütün üyelerinin kendi uluslarına katılacağı bir günün rüyasını göremezler. Millet egemen olarak hayal edilir çünkü kavram Aydınlanma ve devrimin yükseldiği dönemlerde doğmuştur. Millet cemaat olarak hayal edilir çünkü eşitsizlik ve sömürü ilişkileri nasıl olursa olsun, ulus daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlanmaktadır (2011:21-22).

Hayal edilmişlikle sahteliğin birbirine karışmaması üzerinde duran Anderson bu noktada Gellner‟ı eleştirmektedir. Milliyetçiliğin sahte biçimlere büründüğünü gösterme endişesi içinde olan Gellner, “icat edilmişliği” “hayal etme” ve “yaratma”yla değil, “uydurma” ve “sahtelikle” özdeşleştirmektedir. Böylece gerçeklik açısından milletlerle karşılaştırılabilecek ve bu karşılaştırmadan avantajlı çıkabilecek toplulukların var olduğunu ima etmiş olur. Oysa herkesin birbirini tanıdığı yüz yüze gelme olasılığının yüksek olduğu küçük köyler, eski

dönemlere ait yerleşim birimleri dışındaki (belki onlar bile) tüm topluluklar hayal edilmiştir. Topluluklar sahte ya da gerçek olmalarıyla değil, hayal edilme tarzlarına göre ayırt edilmelidir (Özkırımlı, 2009:182).

Millet hayali olduğu kadar zihinsel bir gerçekliktir. Yaşadıkları sınırları belirlenmiş ortak bir toprak parçası ve büyük oranda milliyetçi bir kararın sonucu ortaya çıkan ortak bir dil paylaşması belirleyiciliğinin yanında, yeterli de değildir. Çünkü kişi, kabaca onlara girebilir ve onlardan çıkabilir. Esasen milletin bir seçim olmaktan çok kader olarak benimsenmesi milliyetçi hareketlerin amaçlarındandır. Bunun başlıca aracı ise “köken miti”dir. Bu doğallığıyla, tüm öteki milletleri ve bireyleri ayrı bir yere koyan ortak bir geçmiş ve milli ruh bütünlüğüdür. Bu iddia milliyetçiliği bir çelişkinin içine atar. Bir yandan millet tarihi gerçeklere bağlı, doğal ve somut bir olguyken, diğer yandan da tehditlere açıktır. Millet kendi varlığını savunmalıdır, doğal olmasına doğaldır ama halen sürekli bir uyanıklık ve çaba olmaksızın varlığını sürdüremez. Böylelikle, milliyetçilikler milletin korunması ve sürekliliği için güç talep etmektedirler (Bauman, 2010:190-191- 192).

Carr, milletlerin modern anlamıyla, Orta Çağ Hıristiyanlık aleminin uluslar arası (ya da daha doğrusu, uluslar arası- öncesi) düzeninin bozulmasının bir ürünü olarak, Rönesans‟ın maceracı ve mağrur bireycilik ruhunun bütünleyici bir ulusal düzlemdeki yansımasını temsil ettiğini öne sürmektedir (2012:13).

Estel, milleti tanımlarken, “etnik grup”, “halk”, “millet”, “milli bilinç” ve “milliyetçilik” kavramları arasındaki farklılığı ortaya koyar. Etnik grubu belirleyen, bölgesel (ancak yalnızca zayıf ve sınırlı) bir ilişki, değişmez kültürel (dil, ahlak, din, vb.) ortaklıklar, ortak bir kökene duyulan inanç ile şekillenmiş bir biz bilinci, grup içinde aktarılmış tarihsel anılar, etnik-merkezciliğe kadar varabilen belirgin bir üstünlük bilinci ve efsanevi ya da tarihi kişilerin yanı sıra kültürel olguların da saygıdeğer semboller olarak tanınmasıdır. Halk için benzer türde bir biz bilinci belirleyicidir; buna, bir çekirdek bölge ile birlikte, sürekliliği ve fiilen kendi içinde kapalılığı olan bir üreme topluluğunun varlığının yanı sıra kendine mahsus bir iş bölümlü toplum oluşturma yetkisi de eklenir. Millet ise bir

yandan üreme topluluğu kıstasının geri planda kaldığı, diğer yandan az ya da çok siyaset öncesi ve etnik beraberlik duygusunun, özgül ve siyasi bir özbilinçle tamamlandığı veya yüceltilerek şekillendirildiği bir halktır; “birlikte, doğal bir siyasi bağımsızlık hakkına sahip olan ve bu nedenle adet olarak kendine ait bir ulus-devlet kurması veya muhafaza etmesi gereken bir cemaat oluşturma, daha doğrusu böyle bir cemaat oluşturulması gerektiği tasavvuru. Kısaca millet, çoğunluk itibarıyla kendini müstakil bir sosyal birlik ve cemaat olarak algılayan ve kolektif bağımsızlık iradesine sahip bir nüfustur (2002:30-38, akt., Breur, 2010: 29,30).

Calhoun ise millet kavramını açıklarken, milletlerin hepsinin farklı uluslarda farklı derecelerde bulunması durumunu da belirterek milletin 10 özelliği olduğunu belirtmektedir: (2012:6).

1. Sınırları olan bir toprak veya belirli bir nüfusun ya da her ikisinin birden bulunması.

2. Bölünmezlik; ulusun bir bütün olduğu kavramı.

3. Egemenlik ya da en azından egemenlik ülküsü taşımak ve böylece özerk ve kendine yeterli olduğu varsayılan bir devlet olarak diğer uluslarla şekil olarak eşitlik.

4. Üstün bir meşruiyet kavramı. Örneğin hükümetin halkın iradesi tarafından desteklendiği veya en azından halkın ya da ulusun çıkarlarına hizmet ettiği sürece adil olduğu düşüncesi.

5. Halkın kolektif olaylara katılımı.

6. Doğrudan üyelik. Her bir bireyin ulusun önemli bir parçası oluşu ve bu bağlamda diğer üyelerle kategorik olarak eşit görülmesi.

7. Dilin, inanç ve değerlerin, toplumsal pratiklerin bir bileşimini içerecek biçimde bir kültür.

8. Zamansal derinlik. Ulusun geçmiş ve gelecek nesilleri içerdiği ve ortak bir tarihi olduğu yani zaman içinde var olduğu anlayışı.

9. Ortak mezhep veya ırk özellikleri.