• Sonuç bulunamadı

Dil, kavramları belirten bir göstergeler düzenidir. Onun için de, yazıyla, sağır-dilsiz abecesiyle, simgesel nitelikli kutsal törenlerle, incelik belirtisi sayılan davranış biçimleriyle, askerlerin belirtkeleriyle, vb. karşılaştırılabilir. Yalnız, dil bu dizgelerin en önemlisidir (Saussure, 1998:46).

Dil, söylem ve ideolojiye ilişkin çalışmaların hemen hepsi, ideoloji ve dil arasında kopmaz bir bağ olduğu vurgusunu yapar. İdeoloji toplumsal pratikler yoluyla içselleştirilir ve yeniden üretilir; dil ise toplumsal pratiklerin en önemlilerindendir. Olay ve nesnelerin anlamlandırılma ve sunulma biçimleri, olumlu ya da olumsuz değerler atfedilmesi dil yoluyla gerçekleşen ideolojik yansımalardır. Bu ideolojik belirlenimler ya da etkilenimler, çoğunlukla dil kullanımına yerleşerek doğallaşır ve ideoloji görünmez bir biçime bürünür. Dil kullanımındaki ideolojik yansımaları ortaya çıkarmak için söylemin çeşitli yöntemlerle incelenmesine, analiz edilmesine ihtiyaç vardır (Akça, 2007:11).

Felsefe ve gündelik hayatın yakınlaşmasında önemli bir rol oynayan batılı bir felsefenin ürünü olarak söylem, basit olarak kullanılan dil ve dil pratiğidir. Dil kullanımı, sadece cümle, paragraf, metin gibi dilbilimin geleneksel öğeleri ile sınırlı değildir. Söylem sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi sosyal hayatın diğer yönleriyle de bağlantılıdır. Söylem bir meta-eylem olarak değerlendirilmelidir. Edebi olsa da olmasa da bir metin üzerinde söylem çalışması yapılabilir. Kavram, dille inşa edilen sözlü (konuşma), yazılı (kitap, makale, risale, vs) ve sözsüz (mimari yapılar gibi) metinleri karşılayacak şekilde kullanılır. Foucault ve Foucault‟un söylem tanımını kullananlar ve bu tanımı yeniden yorumlayanların görüşleriyle belirginlik kazandığı şekliyle konuşan ve dinleyen bir dünyanın verisi olarak söylem; bir dil pratiğidir; ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin süreçlerdir. Bir süreç olarak söylem, anlatım ve konuşmanın içsel kurallarıyla düzenlenir. Söylemin kendi içsel kuralları, söylem düzenlerini oluşturur ya da söylem, düzenlenmiş söylemlerden biçimlenmiştir. Söylem konusunda teorik yaklaşımlar söylemi bir metin olarak, pratik yaklaşımlar ise insanların karşılıklı konuşmalarında ortaya çıkan anlam mübadeleleri olarak görür (Sözen, 1999:20).

Söylemler genel olarak medya metinlerine, konuşmalarına, görsellerine dil aracılığıyla yerleşirler. Bu bakımdan milliyetçilik bağlamındaki ötekileştirici söylem de aynı şekilde medyada kendine yer edinir.

Modernist yaklaşımın öncülerinden olan Deutsch‟a göre, milletlerin kurulmasını kolaylaştıran bir etken olarak kentleşme, toplumsal hareketliliğin artması, okuma yazma oranları ve gelişen iletişim teknolojilerinin gelişmesi gösterilebilir. Bu sürecin başarıya ulaşması toplumsal hareketlilik ve kültürel bütünleşmenin birbirini tamamlamasıyla olağandır. Deutsh‟un çizdiği tabloda kitle iletişim araçlarının rolü büyüktür. Topluma yeni bakış açıları sunma, bireyleri ortak ideallere inandırma görevi kitle iletişim araçlarınındır. Benzer temalar Lerner‟in kuramında da göze çarpar. Ancak bu kuramlar kitlesel iletişimi tek boyutuyla ele alır. Medya tek bir ideoloji ya da bakış açısı sunmakla kalmaz. Aynı bakış açısını farklı şekillerde de yansıtabilir. Ayrıca kitle iletişim araçları tarafından yansıtılan bilgi ve bakış akışının bireyler tarafından nasıl algılanacağı noktası belli değildir ve kontrol edilemez. Farklı inançlara sahip kişiler medyadan yansıyanları doğal olarak farklı biçimlerde algılayacaktır (Smith: 102-3, akt, Özkırımlı, 2009:64).

Milliyetçilik bir yandan tarih yazıcılığıyla süzülmüş olan kültürel geleneklerin bilinçli olarak sahiplenilmesini öngören, bir yandan da ancak modern kitle iletişimi kanallarıyla yayılan bir kolektif bilinç biçimidir. Nitekim olgusal olarak bakıldığında, milliyetçi öncüllerden hareket eden siyasi elitlerin çeşitli kamusal mekanizma ve süreçleri kullanarak yönettikleri -veya yönetecekleri- ulusal kimlikleri bilinçli olarak yaratmaya çalıştıkları göze çarpmaktadır. Buna teorik olarak “millet oluşturma/yaratma” denmektedir. Millet oluşturmanın başlıca gözlenebilir mekanizmaları resmi dil politikası, zorunlu eğitim, ulusal sembollerin (milli marş, bayrak, üniformalar, resmi bayramlar vb.) yaratılması ve yaygınlaştırılması olarak ifade edilebilir. Özellikle zorunlu eğitimin uluslaştırmada son derece etkili olduğu söylenebilir. Çünkü, eğitim yurttaşların ulus-devletin amaçları doğrultusunda endoktrine edilmesine en fazla hizmet edebilecek -ve filen de eden- düzenektir. Bütün ulusal kimlik sembollerinin, icat edilmiş -veya keşfedilip abartılmış- kahramanlık hikayeleri ve efsanelerinin yayılmasında, resmi dilin standardize edilip yaygınlaştırılmasında her zaman en işlevsel olan eğitim olmuştur. Kitle iletişim araçları da bu sürece katkıda bulunmaktadır (Habermas,1995 akt: Erdoğan, 1999:92).

Farklı ideolojik söylemler içinde kurgulanan ve bu söylemlerin özneleri tarafından hayal edilen siyasi kimlikler çoğunlukla birçok unsuru bünyesinde barındırırken, milliyetçilik söylemi içinde kurgulanan milli kimlikler baskın ve bütünlüklü bir görünüm sergiler. Medyanın tüm ürünlerinde ve özellikle haberlerde milliyetçilik söyleminin bu ön kabulü yeniden üretilmekte, haber söyleminde etnik ve milli kimlikler sabitlenmektedir. Hiçbir sıfata gerek duyulmaksızın stereotipleştirilerek (Türkler, Ruslar ya da Rumlar) temsil edilen milli kimlikler dolayımı ile milliyetçilik söyleminin homojen bütünlüğü olan “biz” ve bu biz dışında kalan herkes yani “ötekiler” kurgulanmaktadır. (Durur, 2011:48).

Gazeteler, televizyonlar “bize” dünyadan günün haberlerini ulaştırırlar. Şehirler “burada”, sayfanın üzerindedir. Ancak “biz” alıcılar ve “biz” yazarlar orada mıyız? Gazeteler de siyasetçiler gibi ülkenin bakışları altında oldukları iddiasını savunmaktadırlar. Özellikle fikir sütunlarında ve editoryal sütunlarında, ulusa ve ulus adına konuşarak ve ulusu “temsil”in her iki anlamında da temsil ederek ulusallaştırılmış hegemonyayı kullanırlar. Hem yazarın ve okurun “biz”ini içine alan ulusal bir “biz”e hem de evrensel dinleyici kitlesinin “biz”ine işaret ederler (Billig, 2002:133).

Milletler ve milliyetçilik kapitalizmin, endüstriyalizmin, bürokrasinin ürünü olmakla birlikte kitle iletişiminin de bir ürünüdür. Kitle iletişim araçları tarafından desteklenen milliyetçilik, medya sayesinde siyasete ve aynı zamanda toplumsal hayata egemen olmuştur. Medya yarattığı milliyetçi algılama biçimi ile bir korku dünyası yaratmış, öteki kavramının derinleşmesine ve düşmanlaştırılmasına zemin hazırlamıştır. Milliyetçilik medya sayesinde ve popüler kültürün araçlarıyla yeniden üretilmektedir. Milliyetçi ideoloji resmi sloganlar, resmi bayraklar resmi semboller vasıtasıyla bu araçları popülerleştirmiştir. Son yıllarda milliyetçi ideolojiyle süslenmiş gazeteler ve kitaplar büyük ilgi görmektedir. Popüler milliyetçilik kendi TV dizilerini yaratmış, Amerikan karşıtlığı ve milliyetçiliği özendirme içeriğiyle muhatap bulmuş ve şiddet kullananı kahraman yapmıştır. (Pakkan, 2008:233).

Medya egemen ideolojinin bir aygıtı olarak, milliyetçiliği yeniden üretirken söylemsel şiddeti yoğun olarak kullanmaktadır ve iktidarın tehdit olarak gördüğü “öteki”leri toplumsal sorunların sebebi olarak göstermektedir (Çoban, 2009:9). Gündelik yaşamın söylemini dolayısıyla da kitlelerin düşüncelerini belirleyen medyanın ırkçı bir ideolojik söyleme sahip olması ve bunu normal, olağan hatta olması gereken olarak sunması toplumsal çatışmanın özellikle de etnik sorunların çözümsüz kılınmasında önemli bir rol oynamaktadır. (Çoban, 2009: 54). “Gündelik yaşamdaki azınlıklar üzerine yapılan konuşmaların çoğu kitle iletişim araçlarından esinlenmiştir. Konuşanlar genelde etnik azınlıklar ile ilgili bilgi ve görüşlerinin kaynağı (ve otoritesi) olarak televizyon ya da gazetelere gönderme yapmaktadırlar. Ötekilere karşı tüm inançlarımız kitle iletişim araçlarının söyleminden, edebiyattan, ders kitaplarından, yazılardan ya da diğer seçkin söylem biçimlerinden gelmektedir. Kitle iletişim araçları günümüzde toplumdaki etnik bilgi ve düşüncelerin temel kaynağıdır.”(van Dijk, 2002. akt, Çoban, 2009:72).