• Sonuç bulunamadı

Milliyetçilik Üzerine Oluşturan Yaklaşımlar

Milliyetçilik üzerine çeşitli bakış açıları geliştirilmiştir. Bunlar milleti ve milliyetçiliği tanımlama noktasından, milliyetçiliği ele alış biçimi olarak farklı özelliklere göre sınıflandırılmıştır. Bu anlamda, inceleyeceğimiz yaklaşımlar genel kabule göre, milletleri doğal yapılar olarak gören ilkçi yaklaşım, milliyetçiliği modernleşme süreçlerinin bir parçası olarak gören modernist yaklaşım ve milliyetçiliği etnik köken üzerine yoğunlaşarak inceleyen etno- sembolcü yaklaşım olacaktır.

2.2.1.İlkçi (Primordialist) Yaklaşım

İlkçilik aslında bir milliyetçilik kuramı değil daha çok bir bakış açısıdır. Buna göre terim kabaca, milletleri doğal ya da eski çağlardan beri var olan yapılar olarak görenleri nitelemek için kullanılmaktadır. Yaklaşım ilk olarak, etnik kimliği ve bu kimliği oluşturan bağların niteliğini inceleyen çalışmalarda şekillenmiştir. Terim, milliyetçilik tartışmasına da etnisite kuramlarından ithal edilmiştir. İlkçi açıklamaları benimseyen araştırmacılar içinde üç ayrı bakış açısı ayırt edilebilir. Bunlara doğalcı, biyolojik ve kültürel adlarını verebiliriz. Doğalcı bakış açısı ilkçiliğin en aşırı versiyonu sayılabilir. Bu görüşe göre etnik kimlik konuşma yeteneği, koku alma, görme duyuları ya da cinsiyet kadar doğal bir parçamızdır. Kişilerin ait oldukları etnik topluluk önceden belirlenmiştir. Başka bir deyişle kişiler bir aileye doğdukları gibi bir etnik topluluğa da doğarlar. Biyolojik yaklaşım etnik bağlılıkların kökenlerini genetik özelliklerde ve içgüdülerde aramaktadır. Kültürel ilkçiliğe göre ise ilk olma niteliği taşıyan bağlılıklar verilidir. Bu duygular kelimelerle ifade edilemez ama zorlayıcıdır. İlkçi bağlılık özünde bir duygu bir heyecan işidir. Kişisel çıkarlarla ilişkisi yoktur (Özkırımlı, 2009:81,91).

İlkçiliğin çeşitli versiyonlarının birtakım itirazlara açık olduğunu söyleyen Smith, bu itirazları şöyle açıklamaktadır: “Bunların en görünür olanı insanların, bir toplumsal gruplar çeşitliliği içinde yaşadığını ve bu toplumsal gruplardan bazılarının diğerlerinden daha önemli ve belirgin olduğunu vurgulayan itirazdır. Dolayısıyla etnik bağın muğlak bir önceliği yoktur. Etnik bağ da belirli zamanlar için insanları sarabilen yaygın, ama değişken bağlardan sadece biridir. İkinci itiraza göre, diğer toplumsal bağlar gibi etnik bağlar da ekonomik, toplumsal ve siyasal güçlere tabidir ve bu yüzden koşullara göre dalgalanır ve değişir. Dahası, sıkça rastlanan farklı etnik kökenden insanların evlenmesinin yanı sıra, tekrarlanan salgın hastalıklar, diğer bölgeler ve halklarla olan yoğun ticaret bağları ve dış fetihlerin sıklığı gibi faktörlerin neden olduğu nüfus azalmasına bağlı olarak kıtlaşan kalifiye emeğin ithal edilmesi de çok küçük sayıda oldukça izole kalmış birkaç etni dışındakilerin, pek çok ilkçinin (ve milliyetçinin) iddiasının aksine, kültürel türdeşliğe ve saf bir “öz”e sahip olmuş olma olasılıklarını ortadan kaldırmıştır. Üçüncü itiraz yukarıda saydığımız faktörlere bağlı olarak bireylerin, ait olmayı tercih ettikleri etnik topluluğu seçme ve kendilerinin ve ailelerinin yazgısını çizme serbestliklerinin ilkçilerin izin verdiğinden çok daha fazla olduğuna ve bunun özellikle yirminci yüzyıl sonu için doğru olduğuna dikkat çeker (Brass 1979 ve 1980, McNeil, 1986, akt, Smith, 2002a:31).

2.2.2.Modernist Yaklaşım

Bu yaklaşımı benimseyen çalışmaların ortak paydasını milletler ve milliyetçiliğin modern çağa (son bir kaç yüz yıla) ait yapılar olduğu görüşü oluşturmaktadır. Bu görüşe göre milletler ve milliyetçilik kapitalizm, sanayileşme, merkezi devletlerin kurulması, kentleşme, laikleşme gibi modern süreçlerle birlikte ya da onların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Milliyetçiliği bu süreçlerden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Zaten eski çağlarda milliyetçiliğin ortaya çıkmasını sağlayacak toplumsal, siyasi ve ekonomik koşullar yoktur. Bu koşullar modern çağda oluşup başka bir deyişle, milletler ancak milliyetçilik çağında sosyolojik bir gereklilik haline gelir. Milliyetçilik milletleri yaratır, milletler milliyetçiliği değil (Özkırımlı, 2009:105-106).

Modern teorisyenler kuşağı milliyetçiliğin tarihini on sekizinci yüzyıl sonlarından başlatmanın mümkün olduğunu belirtmiştir. Milletin tamamıyla modern bir olgu olduğunu söyleyen modernistler arasında farklı görüşler ortaya çıksa da modernist kategorinin genel anlamda milliyetçiliği etnik grup bağlılıkları gibi ilksel bağlardan ayırarak incelemesi çıkış noktasıdır. Modern yaklaşım gerek bir kimlik ve aidiyet biçimi olarak milletin gerekse de milliyetçilik algısının gerçekliğini doğallık üzerinden açıklamaz (Tilley, 1997:512-513, akt, Yıldırım, 2016:134).

Modern devletin bürokrasiye duyduğu gereksinim, bunun için tek bir dil kullanmanın gerekliliği ve tek dil için zorunlu olan genel ve tek tip eğitim bu görüşlerin üç temel özelliğidir. Bu model, ulusu toprak birliğine dayandıran, Fransız ve İngiliz tipi bir ulus fikrini esas alır. Ulus, öncelikle bir toprak üzerinde var olan ve siyasal haklarıyla tanımlanan “vatandaşlar kümesi”dir. Toprak birliğine dayanan ulusların katalizörü, siyasal kültürün ortaklığıdır. Anderson, Gellner, Hobsbawm, Breuilly ve Deutsh gibi kuramcıların bu çerçeveden baktığı söylenebilir (Pakkan, 2008:18).

Modernist milliyetçiliğin topyekün kültürel dönüşümü gerekli kılan bir “batılılaşma” hedefi vardır ve buna sıkı sıkıya bağlıdır. Bu yüzden yerel, geleneksel veya dini toplumsal kimlik ve taleplerin ifadesini sakıncalı hatta tehlikeli bulur. Modernist milliyetçilik için milli bütünlük, batılılaşmış, laik, modern bireylerin türdeşliği ile gerçekleştirilen bir bütünlüktür. Türdeşlik üzerine inşa edilen dayanışma ve aidiyet ise güçlü, merkezcil bir devleti hem kuramsal olarak varsayar hem de pratikte gerekli kılar. Modernist milliyetçilik için değişik etnik, kültürel, dini veya bölgesel grupların siyasi sürece doğrudan katılımları, yaşamsal önemi olan batılılaşma projesini sekteye uğratabileceği için arzu edilmeyen, en iyi durumda bile sadece belli sınırlar içerisinde müsamaha gösterilebilecek bir durumdur (Akman, 2009:82).

Modernist yaklaşımlara karşı bazı önemli itirazlar da vardır. Bunlardan birincisi modernist yaklaşımlar millet oluşumunun kültürel ve siyasal boyutuna odaklanırken verili bir nüfusun “modernliğe girişi”nin başladığı dönemi gözden

kaçırırlar. Ayrıca, zamanlamadaki fark, çeşitli milliyetçiliklerin ve onların yaratılmasına yardım ettikleri son derece farklı millet türlerinin farklı farklı dışavurumları açısından önem arz eder. Milletin dili ve sembolizmi, içinden çıktıkları çağın etkisi altındadır. (Bendix,1996, Akt, Smith, 2002a:42). Bir diğer nokta modernist yaklaşımların yerel kültürel ve toplumsal bağlamları eleştirel bir biçimde küçümsemesidir. Toplumsal bağlamlar milliyetçi modernleşmenin tüm temalarını örnekleyen çok sayıda “yerel çeşit” olarak kabul edilir. Ancak bu yerel çeşitlilik içinde bir momentin ele alınışı, bizi bu tür uygulamaların yanıltıcı doğası konusunda ikna edecektir. “Modernlik”in unsurlarının ortaya çıkışı, en iyi ihtimalle, milliyetçilik ya da millet oluşumuna yönelik itkilerin zamanlamasına yardımcı olabilir. Ancak milliyetçilik süreçlerinin karakteri, yoğunluğu, dayanıklılığı ya da etki alanı hakkında hiçbir şey sunmazlar. Kuşkusuz modernlik, Avustralya‟da Aborjin ve Kanada‟da Mohawk milliyetçiliklerini teşvik etmede pay sahibidir ama bize, “dünyanın ayrı parçalarındaki” birbirinden tamamen farklı bu milliyetçiliklerin etki alanı ve karakteri bir yana, zamanlaması hakkında bile pek bir şey söyleyemezler. Bunun kadar önemli bir başka olgu ise, milliyetçiliğin bazen daha az şiddetli biçimlerde de olsa bazı en ileri sanayi toplumlarında hala oldukça kuvvetli ve dirençli bir şekilde gelişmeye devam etmesidir. Yine bu da etnik milliyetçilikler gibi kültürel hareketlerin modernlik sürecinden göreli olarak bağımsız olduğunu ve milliyetçilikle ilgili modernleşme kuramları için önemli sorunlar çıkardığını ortaya koyar (Smith, 2002a: 42-43).

2.2.3.Etno Sembolcü Yaklaşım

Bu yaklaşımı açıklarken işe “etno-sembolcü” (ethno-symbolist) terimini irdeleyerek başlamak gerekmektedir. Terim, milliyetçilik çözümlemelerinde etnik geçmişe (ve kültüre) ağırlık veren kuramcıları işaret etmek için kullanılmaktadır. İlkçiliği reddeden, bununla birlikte modernist açıklamaları yetersiz bulan Anthony D. Smith, John Hutchinson gibi kuramcılar, bu iki yaklaşımdan hareketle bir senteze varmaya, bir tür “orta yol” bulmaya çalışmışlardır (Özkırımlı, 2009:209).

Etno-sembolcü yaklaşım modernistlerin hegemonyasına bir tepki olarak doğmuştur. Vurgu yaptıkları etkenler, öne sürdükleri savlar temelde aynıdır.

Milletlerin gelişim süreci geniş bir zaman dilimi içinde ele alınmalıdır çünkü modern milletlerin doğuşu etnik geçmişleri dikkate alınmadan açıklanamaz. Bugünün milletleri modern öncesi dönemin etnik topluluklarının uzantısıdır. İki yapı tür olarak değil, gelişmişlik düzeyi açısından farklıdır. Etnik kimlikler sanıldığından daha dayanıklıdır, tarihte görülen istila, göç gibi tuzaklara karşı özlerini yüzyıllarca koruyabilmişlerdir. Modern döneminin milleti etnik kültürlerin gölgesinde kendine bir şekil oluşturma alanı bulmuştur. Bugünün milliyetçiliklerinin içeriğini, geçmişten gelen mitler, semboller, töreler belirler, söylemlerin ana kısmını oluşturur. Etno-sembolcüleri ilkçilerden ayıran nokta, milliyetçiliğin modern çağın ürünü olduğunu kabul etmeleridir. Öte yandan milliyetçiliği sadece kapitalizm, modernleşme gibi süreçlerle açıklayan kuramların da -etnik bağlılıkların kalıcılığını göz ardı etmesi sebebiyle- yetersiz olduğunu savunmaktadırlar (Özkırımlı, 2009:210).

Etno-sembolist bakış açısının temsilcilerinden Smith‟e göre: “Eğer milletler, en azından milliyetçi ideoloji tarafından meşrulaştırılan bir kitlesel fenomen olarak modern iseler, bugünkü biçim ve karakterlerinin çoğunu, o milletle ilgili bölgedeki erken dönem etnilerden kaynağını alan etnik bağlara borçludurlar. Elbette önceki dönemlere ait pek çok etni yok olmuş ya da diğerleri tarafından absorbe edilmiş ya da ayrı parçalara bölünmüştür. Öte yandan, bazı etnik bağlar da en azından verili insan topluluklarının bazı kesimleri için de modern-öncesi dönemden beri hayatta kalmıştır ve bunlar sıklıkla daha sonra ortaya çıkan milletlerin ve milliyetçi hareketlerin oluşumunun temeli haline gelmiştir (Smith, 2002a: 61).

Etno-sembolcü yaklaşım da başta modernist araştırmacılar olmak üzere, pek çok kuramcı tarafından eleştirilmiştir. Bunlar altı başlık altında toplanabilir. İlk olarak etno sembolcüler kavramları birbirleriyle karıştırırlar, yani milleti etnik grupların genişlemiş ve gelişmiş hali olarak tanımlamak yeterli değildir, böyle bir tanım ikisi arasındaki farkı gözden kaçırmak olacaktır. Bir etnik grubun millete dönüşebilmesi için çok sayıda yapısal değişim geçirmesi gerekmektedir. İkinci olarak bu yaklaşımı benimseyen araştırmacılar etnik topluluklarla modern milletler arasındaki farklılıkları yeterince dikkate almazlar. Diğer bir eleştiri ise

etno-sembolcülerin milletler ve milliyetçiliğin modern öncesi dönemde de var olduğunu söyleyerek yorum yanlışı yaptıklarına dairdir. Modern öncesi dönemde rastlanan bağlılıklar, modern anlamdaki milli bağlılıklar değildir. Böylelikle eski çağlarda milletten söz etmek anlamsızdır. Dördüncü eleştiri, etno-sembolcülerin etnik kimliklerin değişken bir yapıya sahip olduklarını göz ardı etmeleriyken diğer eleştiri ise etno-sembolcülerin etnik kimliklerin kalıcılığını abartmaları ile ilgilidir. Bu tartışmanın gözler önüne serdiği gerçek, geçmişin etnik kimlikleriyle bugünün milletleri arasındaki ilişkinin son derece sorunlu olmasıdır. Etnik kültürlerin, özlerini yüzyıllar boyu koruduğunu ve modern milletlere temel oluşturduğunu iddia etmek göründüğü kadar kolay değildir. Son olarak etno- sembolcülerin etnik bilincin oluşumuna yönelik çözümlemeleri yetersizdir (Özkırımlı, 2009:228-234).

Wallerstein‟e göre, geçmişliği genetik anlamda sürekli gruplar (ırklar) açısından mı, tarihsel toplumsal-siyasal gruplar (uluslar) açısından mı yoksa kültürel gruplar (etnik gruplar) açısından mı tanımladığımız esasında pek az fark yaratmaktadır. Bunların tümü halklılık kavramlarıdır, hepsi geçmişliğin icatlarıdır, hepsi siyasal görüngülerdir. Tek bir mantıksal terimin yeterli olabileceği bir durumda neden üç ayrı kipsel terim ortaya çıktığını düşündüğümüzde, bu durumun kapitalist dünya ekonomisinin tarihsel yapısından farklı okunamayacağını görmekteyiz (1993:100).