• Sonuç bulunamadı

Milliyetçiliğin Sınıflandırılması

Ulus olgusu ile milliyetçi ideoloji farklı farklı görünümler almak, çeşitli karşılıkları temsil etmek gibi bir niteliğe mi sahipler, yoksa bu çeşitlilik zaten ulusal sorununun özünde mi yer almaktadır? Bütün milliyetçilikleri zaman ve mekan içinde aynı ve tek eğilimin dışa vurumu olarak mı düşünmek gerekir, yoksa farklı yerlerde, farklı dönemlerdeki milliyetçiliklerin özsel çeşitliliklere sahip olduklarını kabul etmek mi? Milliyetçilik (en azından modern kitle siyasetinde ) siyasi bir sabit, zaman zaman üstüne bir örtü örterek yok ettiğimizi sandığımız bir taşkınlık hali midir? Ya da milliyetçiliğin çeşitliliğinin ardında sadece halkı seferber etmeye müsait muğlak bir belirsizlik, bütün kolektif egoizm

biçimlerini yakalayan ateşleyici bir araç olduğunu düşünmek yerine tam tersine, yeni siyasal deneyimler oluşturmanın modern siyasal tarzlarından birinin olduğunu mu kabul etmek gerekmektedir? (Delannoi, 1998:31-32).

Milliyetçilik üzerine çeşitli yaklaşımların oluşturulması, milliyetçiliğin türlere ve sınıflandırmalara ayrılması bu soruların cevaplarını bulmak adına işimizi kolaylaştırmaktadır. Milliyetçiliğin çeşitli siyasal bileşenlerle harmanlanarak oluşturulan biçimleri; Türköne (2010)‟nin tasnifi üzere liberal milliyetçilik, muhafazakar milliyetçilik, yayılmacı milliyetçilik ve anti- emperyalist milliyetçilik olarak sınıflandırılarak aşağıda incelenecektir.

2.3.1.Liberal Milliyetçilik

Liberalizmin, milliyetçilikle sınırlı olmayan bir bakış açısı vardır, bu yüzden milliyetçilik hakkındaki kabullerini de genel tezlerine uyumlu hale getirmektedir. Bu bakış açısı iki temele dayanmaktadır. Birinci olarak liberaller fertçiliği benimserken, her insanın ahlaki olarak eşit yerde olduğunu kabul ederler; ırk, inanç, sosyal menşei ve milliyetin bir üstünlük sebebi olamayacağına dikkat çekerler. Bu inanç şimdilerde insan hakları olarak ifade edilmektedir. Bireyi milletin üzerine yerleştiren liberaller, milli hakimiyete aykırı durumlara karşı da sağlam bir temel oluştururlar. İkinci olarak liberaller, mutlak egemen milletlerden oluşan bir dünyanın uluslararası düzen ve uyumu yozlaştıracağından korkmaktadırlar. Sınırsız özgürlük nasıl fertlere, diğerlerini köle etme veya zarar verme imkanı sağlarsa; sınırsız milli egemenlik de yayılmacılık ve toprak işgaline sebep olabilir. Bunu önlemek için özgürlük her zaman hukukun konusu olmalıdır ve eşit olarak hem bireylere hem de milletlere uygulanmalıdır. Bu yüzden liberaller, Milletler Cemiyeti ve daha sonra Birleşmiş Milletler‟in denetiminde uluslararası bir hukuk sistemi kurulması yönünde hep öncü olmuştur. Bu bakış açısına göre milliyetçiliğin bağnaz ve dışlayıcı olmasına asla izin verilmemelidir. Bunun yerine milliyetçilik kozmopolitanizmle rekabet halinde bir denge unsuru olmalıdır (Türköne, 2010: 640).

Liberal milliyetçilik özgürleştirici bir güç olarak ortaya çıkmıştır ve bu milliyetçilik, ister çokuluslu imparatorluklar isterse sömürgecilik şeklinde olsun,

yabancı egemenliğinin ve baskısının her çeşidine karşıdır. Ayrıca, o kendi kendini yönetme idealinden yanadır. Burada ulusun kendini yönetmesi, hükümetin hem anayasal hem de temsili olması anlamına gelmektedir. Ayrıca liberal milliyetçilerle ilgili önemli bir nokta, milliyetçiliği ulusları birbirinden ayıran bir güç olarak görmemeleridir; aksine onlar, ulusal self-determinasyonunu barışçı ve istikrarlı bir uluslararası düzenin esası olduğunu düşünmektedirler. İnsanlık uluslara bölünebilir, ama bu uluslar dışlayıcı veya birbirinden tecrit edilmiş olmaktan ziyade, karşılıklı anlayış ve işbirliği yoluyla birbirlerine bağımlı olmalıdırlar (Erdoğan,1999: 94).

Liberalizme yapılan eleştirilere bakacak olursak, liberaller yüzeysellik ve romantiklikle suçlanmıştır. Onlar milliyetçiliğin ilerlemeci ve özgürleştirici yüzünü gören akılcı ve hoşgörülü milliyetçilerdir. Milliyetçiliğin karanlık yüzünü görmezden gelirler. Milliyetçiliği evrensel bir prensip olarak görürken onun duygusal gücünü kavrayamazlar. “Doğru veya yanlış benim ülkem” sözünde anlatıldığı gibi, savaş zamanında kendi ülkelerinin haklı olup olmadığını önemsemeksizin insanlar, vatanları için savaşmaya, öldürmeye ve ölmeye ikna edilmektedir. (Türköne, 2010: 640).

2.3.2.Muhafazakâr Milliyetçilik

Tarihsel olarak muhafazakâr milliyetçilik liberal milliyetçilikten sonra gelişme göstermiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar muhafazakâr siyasetçiler milliyetçiliği devrimci olmasa bile yıkıcı bir inanç olarak görmüşlerdir. Bununla birlikte yüzyıl ilerledikçe muhafazakârlık ve milliyetçilik arasındaki bağ gittikçe görünür hale gelmiştir. Muhafazakâr milliyetçilik evrensel kendi kaderini tayin hakkına dayanan ilkeli milliyetçilikten çok ulusal yurtseverlik duygusunda somutlaşan sosyal bütünlük ve kamu vaadi ile alakalıdır. Hepsinden önemlisi, muhafazakârlar ulusu insanların bir temel güdü olarak kendileriyle aynı görüşlere, alışkanlıklara, yaşam biçimine ve görünüşe sahip olan kimselere yakınlık hissetmelerinden doğan bir organik varlık olarak ele almaktadırlar. Kısaca, insanlar bir ulusal topluluğa üyelik vasıtasıyla güvenlik ve kimlik arayışı içerisindedirler. Bu bakış açısıyla, yurtsever bağlılık ve ulus olma bilinci büyük

oranda milliyetçiliği tarih tarafından onaylanmış değerlerin ve kuramların bir savunusu hâline dönüştüren bir ortak geçmiş fikrinde temel bulmaktadır. Böylece milliyetçilik bir gelenekselcilik biçimine dönmektedir. Bu muhafazakâr milliyetçiliğe belirgin bir nostaljik karakter vermektedir (Heywood, 2014:159- 160).

Muhafazakâr milliyetçilik ulus-kurma sürecinde olanlardan ziyade yerleşik ulus devletlerde kendini gösterme eğilimindedir. Muhafazakârlar toplumsal tutarlılığa ve kamu düzenine çok önem vermektedirler. Muhafazakârlar için toplum organik bir yapıdır; milletler benzer görüşlere, alışkanlıklara ve özelliklere sahip olan insanların “birlikte yaşama” isteğinden doğal bir biçimde ortaya çıkıp gelişme gösterir. Onlara göre insanlar “ulusal topluluk” içinde anlam ve güvenlik arayışındaki sınırlı ve kusurlu yaratıklardır. Buna göre muhafazakâr bir milliyetçinin ilk amacı, ulusal birliği, yurtsever sadakati ve kişinin “ülkesiyle övünmesi”ni teşvik etmek ve korumaktır. Ayrıca muhafazakâr milliyetçilik hoşgörüsüzlük ve bağnazlığın artmasına da sebep olabilir. Kültürel saflık ve geleneklerin idamesi üstünde ısrar ederek muhafazakârlar göçmenleri veya genel olarak yabancıları bir tehdit olarak gösterebilir, bu da zamanla ırkçı ve yabancı düşmanı korkular geliştirebilir veya en azından bunu meşrulaştırabilir (Erdoğan, 1999: 95,96).

2.3.3.Yayılmacı Milliyetçilik

Milliyetçiliğin bir formu da saldırgan, militarist ve yayılmacı karaktere sahiptir. Bu milliyetçilik türü, liberal milliyetçiliğin temelindeki eşitlik ve self- determinasyon prensiplerinin anti tezidir. Bu tür milliyetçilik ilk defa 19. yüzyılın sonlarında karşımıza çıkmış ve Avrupa güçlerinin milli onur ve “güneş altındaki yerleri” için Afrika‟yı paylaşma isteklerinde görülmüştür. Milliyetçiliğin dar ve militan yorumu farklı şekillerde şovenist tutum ve doktrin ile birleşmektedir. Milliyetçi şovenizm, bir kişinin kendi grubunun veya halkının hâkimiyetine veya üstünlüğüne olan akıl almaz inancıdır. Diğer milletlerin veya ırkların düşman oldukları saplantısı bu tip milliyetçilikte önemli bir tema olarak görülmektedir. Düşmanla karşı karşıya geldikleri zaman millet kenetlenir. Kendi kimliklerini ve

değerlerini fark ederek bir çeşit “negatif bütünleşme”ye ulaşmaktadır. Bu yüzden “biz” ve “onlar” arasında çok açık bir fark oluşturur. “Biz” duygusunun kuvvetlenmesi için “onlar”dan nefret edilmesi gereklidir. Onlara göre dünya ırkların ayrımından oluşmaktadır (Türköne, 2010: 642-643).

Yayılmacı milliyetçiliğin değişmez olgularından biri “yeniden doğuş” veya “yenilenme” fikridir. Bu milliyetçilik türü genel olarak geçmişin büyüklüğü veya milli zaferler mitlerinden yola çıkar. Mussolini ve İtalyan faşizmi, bu amaçla İmparatorluk Romasına dayandırılmıştır. Rejimlerini “Üçüncü Reich olarak vasıflandıran Alman Nazileri, geçmişi yeniden inşa edip, Bismark dönemini “İkinci Reich”, Charlamagne‟in Kutsal Roma İmparatorluğunu “Birinci Reich” olarak adlandırmışlardır. Bu tür mitler, yayılmacı milliyetçiliğe basit bir geriye dönük karakter verirken, aynı zamanda geleceği de bu yaşanmış tarihin belirlediği bir kader olarak görmektedir (Heywood, 2014:163).

2.3.4.Anti-Emperyalist Milliyetçilik

Gelişmekte olan ülkelerde milliyetçiliğin farklı türleri yayılmıştır. Bunların hepsi bir şekilde sömürge yönetimine karşı mücadelenin ön plana çıktığı hareketlerdir. Sömürgecilik, milliyetçiliği global ölçekte bir politik inanca dönüştürmüştür. Bu inanç Afrika ve Asya‟da “milli özgürlük” arzusuyla oluşturulmuş bir milliyet duygusunun yaratılmasına katkı sağlamıştır. Gerçekten de 19. yüzyıl boyunca dünyanın büyük kısmının siyasi coğrafyası anti-sömürgeci milliyetçilik eliyle dönüşüme uğramıştır (Türköne, 2010: 644).

Anti-emperyalist milliyetçi söylemlerin ana teması kendi kaderini tayin hakkının dolayısıyla siyasi ve ekonomik özgürleşmenin yolunun silahlı mücadeleden geçmesidir. Anti-sömürgeci milliyetçi hareketler daha çok sosyalist ve Marksist bir bakış açısıyla hareket ederler. Bununla birlikte özellikle Uzak Asya ve Kuzey Afrika‟daki kimi ülkelerde anti-sömürgeci milliyetçi hareketlerin farklı bir söylemsel alana yansıması olarak İslamcı yaklaşımlardan da bahsedilebilir (Süllü, 2007:80,81).