• Sonuç bulunamadı

Ordunun Çöküşü ve Çeçen Sendromu

2.3. Rusya’da “Beden”in Ehliyetini Kaybetmesi

2.3.2. Ordunun Çöküşü ve Çeçen Sendromu

kostümlerini” giyerek “Sam Amcalarını” dinlemişler fakat bu kostüm Rus bedenine uymamış ve “çarpık” durmuştu (Aleksiyeviç, 2017: 55). Buradan hareketle Kagarlitsky (1996: 7), ne normal bir burjuvazinin ne de piyasa altyapısının bulunduğu Rusya’ya şok bir uygulamayla liberalizmin getirilmeye çalışılmasını, “vidayı çekiçle çakmaya çalışma”ya benzetmiştir.

Rusya, yeni dönemde ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerle eşit seviyede büyük bir devlet olarak kabul edilmeyi amaç edinerek reformlara başlamıştı. Fakat 1999’a gelindiğinde GSMH’si dokuz trilyon doları geçen ABD karşısında ancak 200 milyar dolar civarında bir GSMH’ye sahipti (Sapmaz, 2018: 59). Bu nedenle, Batılı devletlere eşit bir ortak değil, ancak onlara muhtaç olan bir devlet konumuna gelmişti.

Reform sürecinde ve yaşanılan krizlerde ihtiyaç duyulan kaynaklar, ABD ve IMF başta olmak üzere Batı’dan karşılanmaya çalışılmış bu da kaçınılmaz olarak Rusya’nın OPEC, Dünya Bankası, Paris Kulübü, G-7 ülkeleri, IMF ve yabancı yatırımcılar gibi aktörlere bağımlı hale gelmesine neden olmuştu (Tellal, 2001: 298; 2010: 209; Arbatov, 1993: 7).

Rusya’yı Batı’ya bağımlı hale getiren bu süreç, Rus milli onurunu zedeledi (Caşın & Derman, 2016: 223). Bedensel ehliyetini kaybeden ve bu nedenle bir fail olarak özerkliğini kaybeden Rusya, ötekilerin eyleminin bir nesnesi haline geldi. Kendi eyleminin faili olmaktan uzak düşen Rusya’da milli onurun yitirilip onun yerine utancın ortaya çıkması kaçınılmazdı. Bu durum Rusya’nın ontolojik güvenliğini paramparça ediyordu.

büyük güç olarak tanınmasını öncelikli hedef olarak benimsemişlerdi. Ordunun gücü, bir devletin gücünün en büyük göstergelerinden biridir. Bu nedenle Rus ordusunun 1990’larda içine düştüğü zafiyet, Rusya’ya atfedilmeye çalışılan anlatının inandırıcılığını da ortadan kaldırıyordu.

Liberal Batıcılar, uluslararası politikanın karşılıklı kabule dayanan normlar tarafından şekillendiğini, bu nedenle de devletlerarası ilişkilerin barışçıl diplomasiyle sürdürülmesi gerektiğini düşünmekteydiler. Yeltsin’e göre içine dahil olunmaya çalışılan Batı, Rusya için bir güvenlik tehdidi oluşturmuyordu (McNabb, 2016: 43).

Gerek yaşanan ekonomik çöküş gerekse Batı’dan tehdit algılanmaması nedeniyle Rusya, askeri kapasitesinde önemli ölçüde küçülmeye gitti.

Öncelikle, Rus ordusunun asker sayısı, 4 milyondan 1.2 milyona indirildi (Arbatov, 2000: 5). Dahası, Rus ordusunun envanterindeki teçhizatlarda da ciddi bir azalma söz konusuydu. 1980’lerin ortalarında Sovyetler Birliği yılda 2000-2500 tank üretirken bu sayı 1997’ye gelindiğinde sadece birkaç düzineye düştü (Arbatov, 1998:

108). Savaş uçağı tedarik sayıları da bu dönemde 300-400 civarından 10’un altına inmekle kalmadı, 1996 ve 1997’de sıfır olarak gerçekleşti (Arbatov, 1998: 108). Bu durum, Rus ordusunun demode teçhizatlarla baş başa kalmasına neden oldu. Rusya’nın savunma çıktıları 1990’larda, 1980’lere nazaran yirmi kata varan oranlarda azaldı (Arbatov, 2000: 5).

ABD ile işbirliği anlayışı çerçevesinde askeri harcamaları % 90 oranında azaltan Yeltsin, nükleer silahların azaltılması için de çaba sarf etti (Shleifer &Treisman, 2005:

153). 1991’de SSCB’nin askeri bütçesi 100 milyar dolar civarındayken 2000 yılında ordu için ancak 7,3 milyar dolar ayrılmıştı ki bu miktar, aynı yılki ABD savunma bütçesinden elli kat daha düşüktü (Tellal, 2010: 203). Bunlara ilaveten, SSCB sonrası çok sayıda Rus askeri üssü ve teknolojisi diğer yeni bağımsız ülkelerde kalmıştı. Bu nedenle 1990’lar Rusyası birçokları tarafından “bir ayağı kesilen askere” benzetiliyordu

(Caşın & Derman, 2016: 142). Yeni dönemde gerek kendi içinde gerekse uluslararası alanda büyük bir güç olarak tanınmak isteyen Rusya’nın bedeninden bir parçanın kesilmesi, ontolojik güvenliği için büyük risk taşımaktaydı. Zira bu beden, güç gösterisi yapmak bir yana kendisini bile savunmaktan aciz duruma düşebilirdi.

Bu acziyet, çok geçmeden kendisini olanca çıplaklığıyla Çeçenistan’da gösterdi.

Sovyetlerin dağılmasıyla bölünme şoku yaşayan Rusya için yeni dönemdeki en büyük kaygılardan biri de yeni bir bölünme tehlikesiydi. Bilhassa Kafkasya’daki cumhuriyetlerin sahip oldukları federe yasaların %70’i federal yasalarla çatışma içindeydi. Çeşitli nedenlerle federasyondan ayrılmak isteyen cumhuriyetler içinde ön plana en fazla çıkan ise Çeçenistan oldu (Tellal, 2000: 214).

Sovyetler Birliği’nin parçalanma sürecine girdiği ve cumhuriyetlerin birbiri ardına Birlik’ten ayrıldığı bir dönemde Cahar Dudayev, 27 Ekim 1991’de Çeçenistan Devlet Başkanı seçildi. Moskova her ne kadar seçimlerin meşruluğunu sorgulasa da Dudayev seçimlerden beş gün sonra Çeçenistan’ın bağımsızlığını ilan etti. SSCB’nin kaotik bir süreçten geçtiği ve dağılmaya doğru hızla ilerlediği bu dönemde Moskova, Çeçenistan’ın bağımsızlık ilanına yönelik ciddi bir adım atma imkanına sahip değildi (Herpen, 2014: 161).

Sovyetlerin parçalanmasının yarattığı sisli havanın dağılmasının ardından Rusya, Çeçenistan sorununa toprak bütünlüğünü sağlayacak şekilde bir çözüm bulma arayışına girdi. Zira Dudayev liderliğindeki Çeçenler, zaman geçtikçe Çeçenistan’daki güçlerini pekiştirmekte ve fiili olarak bağımsız bir devlet olarak hareket etmekteydiler. Dahası Dudayev, Rusya’ya karşı kendi ordusunu oluşturmaktaydı. Rus ordusu Sovyet sonrası dönemde Çeçenistan’dan çekilirken 153 top ve havan, 42 tank, 18 roketatar, 55 zırhlı personel taşıyıcı, 130.000 el bombası, 240 askeri eğitim uçağı, 5 savaş uçağı ve 2 helikopter bırakmıştı (Sapmaz, 2018: 46). Bu silah ve teçhizatlar Dudayev’in kendi ordusunu kurmasında büyük avantaj sağlamıştı.

Böyle bir ortamda Çeçenistan’la başlayacak bir bölünme süreci Rusya’yı paramparça edebilirdi. Rusya’nın bölünme kaygısını 1998’de dönemin Başbakanı Primakov şu şekilde ifade ediyordu: “Sovyetler Birliği’ni kaybettik…Rusya’yı kaybetmeye izin vermeyeceğiz.” (Tellal, 2000: 214). 1994’ün sonlarına doğru Yeltsin, Çeçenistan’a müdahale kararı verdi. Bu kararın alındığı Güvenlik Konseyi toplantısında Rusya’nın bir parçasının kopartılmasına sessiz kalınması halinde ülkenin çöküşüne giden yolun açılacağı düşüncesi ön plana çıkmıştı (Yeltsin, 2001: 70). Savunma Bakanı Graçev, 24 saat içinde kolay bir askeri zaferle Çeçenistan’ın kontrol altına alınacağı noktasında Yeltsin’i ikna etti (Sapmaz, 2018: 51). Öte yandan Savunma Bakan Yardımcısı General Boris Gromov başta olmak üzere, yönetim ve Afganistan travmasını üzerinden atamamış ordu içinde çok sayıda kişi işgale açıkça karşı çıkmaktaydı. Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcısı General Eduard Vorobyev, işgale liderlik etmeyi reddetti (Herpen, 2014: 163). Devletin en tepesinde, böylesine önemli bir operasyon konusunda daha en baştan ortak ve güçlü bir iradenin bulunmadığı ortaya çıkmıştı.

Buna rağmen Yeltsin, 30 Kasım 1994’te, 2137c sayılı kararnameyle işgale onay verdi (Herpen, 2014: 163).

Aralık 1994’te başlayan harekat, Rusya’nın Çeçenistan’da büyük bir hezimet yaşamasına neden oldu. Yeltsin’in ifadesiyle operasyonun ilk iki ayı Rusya’ya “çok pahalıya mal oldu”. Ordunun ne denli hazırlıksız olduğu ve ilgili bakanlıklar arasında eşgüdümün bulunmadığı belliydi. Yeltsin’e göre Rusya, “yıldırım savaşını elini yüzüne bulaştırdı.” Netice olarak Rusya’daki genele yayılan “ordumuz büyük ve güçlüdür”

şeklindeki algının yanlışlığı ortaya çıkmıştı (Yeltsin, 2001: 71). Özellikle 31 Aralık 1994’te Çeçenistan’ın başkenti Grozni’ye yönelik başlatılan harekat, Rus ordusunun tarihinde yaşadığı “en utanç verici” yenilgiyi beraberinde getirdi (Kagarlitsky, 2002:

118). Grozni, üç aylık yoğun bir bombardımanın ardından Şubat 1995 sonunda ele geçirildi. Üç ay boyunca Rus ordusu çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesine neden

olacak şekilde Grozni’yi havadan “halı bombardımanına16” maruz bıraktı (Herpen, 2014: 163).17 Rus hava bombardımanı Grozni’de tam bir katliama yol açtı. Çoğunluğu şehri terk etme imkanı bulamayan yaşlı, çocuk, kadın ve hastalardan oluşan yaklaşık yirmi dokuz bin sivil hayatını kaybetti (Herpen, 2014: 164). Grozni ve bazı önemli şehirler Ruslar tarafından ele geçirilmelerine ve çok sayıda kayıp vermelerine rağmen Çeçenler savaşmaya ve direnmeye devam ettiler. Çeçenlerin direnişi ve Rus ordusunun etkili ve ehliyetli bir operasyon yapabilme kabiliyetinin olmamasından dolayı Rusya’nın kaybı da çok fazlaydı.

Ruslar, Çeçenistan’a ilk saldırılarında 120 zırhlı araçtan 105’ini kaybettiler. 31 Aralık 1994’teki harekatta ise 200 tanktan 140’ını Çeçenlere kaybettiler ve geri püskürtüldüler. Rus birliklerinin ellerinde operasyon sahasının haritası dahi yoktu.

Dahası, operasyona katılan askerlerin meskun mahal operasyonlarına yönelik eğitimleri bulunmuyordu. (Sapmaz, 2018: 53). Her ne kadar bir buçuk milyon askere sahip olsa da Rusya, hiçbir dönem Çeçenistan’da yirmi beş binden fazla askeri aynı anda konuşlandıramadı. Ordunun savaşa hazırlıksızlığı, ikmal ve organizasyon yetersizlikleri savaş alanında hezimeti beraberinde getirdi (Kagarlitsky, 2002: 117). Operasyonun başındaki subaylar da dahil olmak üzere Rusya’nın savaşma ve kendini koruma noktasında yetersiz olduğu algısı yaygınlık kazandı. Rus Hava Kuvvetleri Komutanı General Podkolzin’in Grozni’de hayatını kaybeden bir albayın cenaze töreninde yaptığı Çeçen savaşına karşı konuşma, ülke genelinde bütün televizyonlarda yayınlandı (Kagarlitsky, 2002: 119). Rus ordusunun içine düştüğü hazin durum karşısında bazı askeri uzmanlar, Çeçen Savaşı’nı ironik olarak “Hela Fırtınası Operasyonu” şeklinde

16 Halı bombardımanı, geniş bir alanın her yerini yok etmeyi amaçlayan yıkıcı bir bombalama saldırısıdır. Bu tür bir operasyonda birbirinden fiziki olarak kopuk askeri yerleşim alanları, tek bir alan gibi değerlendirilerek bombalama gerçekleştirilir. Bu nedenle askeri hedefler arasında kalan sivil yerleşim yerleri bu bombardımandan etkilenir. Öte yandan Boğucu, Zehirleyici ve Benzer Gazların ve Bakteriyolojik Araçların Savaşta Kullanımının Yasaklanmasına İlişkin Cenevre Protokolü'nün 51.

Maddesi, bir şehir içinde bulunan bir dizi açıkça ayrılmış ve farklı askeri hedefi tek bir askeri hedef olarak ele alan bombardımanı yasaklamaktadır (Encyclopedia Britannica, 2016).

17 Görgü tanıklarının ifadelerine göre harekat boyunca Grozni’de sayısı saatte dört bine ulaşan patlama sesleri duyulmaktaydı. Bosna Savaşı’nın en yoğun olduğu dönemde Saray Bosna’da günlük patlama

tanımlıyorlardı (Kagarlitsky, 2002: 117). Son teknoloji lazer silahları çalışmamış, bomba ve roketler hedeflerini çoğunlukla ıskalamış ve hatta bazen yanlış hedefleri vurmuşlardı (Kagarlitsky, 2002: 117).

Yeltsin, Çeçenistan’da yaşanan hezimetin toplumda neden olduğu travmanın sonuçlarını şu cümlelerle açıklamaktaydı: “Rusya’nın yeni bir hastalığa yakalanması o sırada, 1995’te oldu. Topyekun bir olumsuzluk, kendimize ve güçlerimize tam bir güvensizlik… Biz Ruslar kendimizi sevmemeye başlamıştık. Ve bu, bir ulus için tarihsel bir çıkmaz sokaktır.” (2001: 72). Rusları kendilerini sevmekten alıkoyan ve hatta utanca neden olan olaylar Çeçenistan’da devam etti. Haziran 1995’te Çeçen militanlar Budyonnovsk’u işgal etmiş, yerel halkı bir hastaneye toplayarak rehin almışlardı. Olaylar karşısında bir şey yapamayan Rusya, rehinelerin serbest bırakılması karşılığında Çeçenistan’daki askeri faaliyetlerini azaltma ve görüşmelere başlama tavizini vermek zorunda kaldı. Yeltsin’e göre Budyonnovsk’ta yaşananlar tam anlamıyla Rusya’nın “aşağılanma”sıydı (Yeltsin, 2001: 39).

Çeçenistan savaşı esnasında bir başka rehine krizi, 9 Ocak 1996’da Dağıstan yakınlarındaki Kızılyar’da meydana geldi. Çeçen isyancılar Kızılyar’da bulunan bir hastane ve doğum evine saldırdılar ve binlerce kişiyi rehin aldılar. Olay sonrasında Çeçen militanların rahat bir şekilde Dağıstan’da bir köye geçmeleri, çatışmalar sırasında onlarca rehinenin ölmesi ve Rus yetkililerin süreci çaresizce yönetmeleri Rusya açısından yeni bir utanç kaynağı oldu. Egemenlik iddia ettiği topraklarda kendi vatandaşlarını koruyamayan, isyancıların rahatlıkla ülkenin sınırları içinde dolaşmasına engel olamayan devletin etkinliğinin ve ehliyetinin olmadığına ilişkin inanç gelişti.Dahası utanca neden olan olaylar, bir biri ardına meydana gelmeye devam etti.

21 Nisan 1996’da Dudayev’in uydu telefonuyla yapmış olduğu bir telefon görüşmesi esnasında Ruslar tarafından yerinin tespit edilmesi neticesinde lazer güdümlü füze ile vurularak öldürülmesinin (Newton, 2014: 121-122) ardından Aslan Maşadov

liderliğinde direnişlerini sürdüren Çeçenler, 1.500 kişilik bir kuvvetle Ağustos 1996’da, 12.000 Rus askeri tarafından korunan Grozni’ye bir harekat düzenlediler ve şehri ele geçirirken Rus kuvvetlerini de abluka altına aldılar. Rus ordusunun zafiyeti ortadayken Yeltsin için Çeçenlere karşı boyun eğmekten ve Rusya açısından “aşağılayıcı bir anlaşma” yapmaktan başka seçenek kalmadı (Evangelista, 2002: 44). Mamafih 14 Ağustos 1996’da Yeltsin, Çeçenya sorununun çözümüne ilişkin kararnameyi imzaladı.

22 Ağustos’ta da Güvenlik Konseyi Başkanı Lebed ile Maşadov arasında Hasavyurt’ta ateşkes, 31 Ağustos’ta da sorunun çözümüne yönelik kademeli bir süreci öngören bir anlaşma imzalandı. Buna göre, bölgeden Rus askerleri çekilecek, ortak bir ara yönetim komisyonu tesis edilecek ve Çeçenistan’ın nihai statüsüne, 31 Aralık 2001’den sonra karar verilecekti (Atrokhov, 1999: 376). Böylece Rusya, kendi kendine bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan’ın meşruluğunu “esasında” kabul etmekteydi (Yeltsin, 2001: 74).

Anlaşmadan sonra Lebed, bir basın toplantısında, “ekonomisi yarı çökmüş ve aynı şekilde bir silahlı kuvvetleri bulunan yoksul bir ülkenin, savaş yapma lüksü olamaz”

dedi (Yeltsin, 2001: 74). Gerek Yeltsin’in gerekse Lebed’in sözleri, Rusya’nın bedensel kabiliyetlerinin kendisini koruyamayacak noktaya geldiğini gösteren düşünümsel birer itiraftı. Rusya’nın en tepesindeki isimler, ordunun, kendi sınırları içindeki küçük bir bölgedeki ayaklanmayı dahi kontrol edemeyecek derecede güçsüz olduğunu kabul ediyorlardı.

Savaşı kaybeden ve Çeçenistan’ın bağımsızlığını esasında kabul eden Rusya, 27 Ocak 1997’de askerlerini geri çekti. Savaşın kaybedildiğine dair ordu mensuplarında oluşan algı, Afganistan sendromuna benzer şekilde “Çeçen Sendromu”nun oluşmasına neden oldu (Sapmaz, 2018: 55). İki yıllık savaşta Rusya’nın 2837 askeri hayatını kaybetti, 13.270 askeri yaralandı, 337’si kayboldu ve 432 personeli de esir düştü (Sapmaz, 2018: 55). Rusya’nın kendisini, içeriden kaynaklı bir tehdide karşı dahi koruyamayacağına ilişkin algı sadece Ruslarda değil, Batılılarda da oluştu. Samuel

Huntington, Rusların Çeçenlere karşı zafer kazanma ihtimallerinin bulunmadığını ifade etti (Tellal, 2000: 216). Ontolojik güvenlik açısından birincil önemde olan, aktörün bedenini etkili ve ehliyetli bir şekilde kontrol edebildiğine ilişkin algının diğerlerince de kabul edilmesi gerekliliği, Rusya’nın Çeçenistan bozgunuyla içine düştüğü ontolojik güvensizliği gözler önüne seriyordu.

Afganistan’dan sonra Çeçenistan’da da büyük bir yenilgi alan Rus ordusundaki subaylar, bir yandan bu mağlubiyetlerin yarattığı travma ile baş ederken bir yandan da ekonomik sorunlarla uğraşmak zorunda kaldılar. Yüz binlerce subay ya evsiz ya da baraka tarzı yerlerde yaşıyordu. Bu durum subaylar arasında alkol ve uyuşturucu bağımlılığını, intihar vakalarını ve firar olaylarını arttırdı (Onay, 2002: 124). Askeri sosyolog Yuri Deryugin bu denli çökmüş bir görünüm sergileyen Rus ordusunun kışlalarını Stalin dönemindeki çalışma kamplarına benzetiyordu: “İşte, dünyayı ürküten Kızılordu’dan geriye kalanlar bunlardı” (Onay, 2002: 124-125). Rusya, “felçli süper güç” olarak tanımlanmaya başlandı (Onay, 2002: 124-125). Rus ordusundaki subaylar dahi taşıdıkları üniformaya yönelik aidiyet duygularını kaybettiler. Bunun sonucu olarak, Genel Kurmay Başkanlığı verilerine göre 1991-2002 arasında dört yüz bin subay ordudan ayrıldı (Sapmaz, 2018: 94).

Batıcı anlatı sahibi yöneticilerin elinde Rusya, 1990’larda, kendi içindeki bir isyanı bastırmaktan aciz duruma düştü. Avrupa’nın çoğunu işgal eden ve hiçbir gücün durduramadığı Napolyon’u ve Nazileri durdurarak mağlup eden, Soğuk Savaş döneminde herkesin çekindiği Rus ordusundan geriye kalanlar, Rusya’nın bedenindeki çözülmenin en somut göstergelerinden biri oldu. Rusya, büyük güç olmak için çıktığı yolda, felçli güç haline dönüştü.

1999 sonbaharında başlayan İkinci Çeçen Savaşı, ordunun gücünü göstermesini ve Rusya’nın yeniden özgüven kazanarak ontolojik güvensizlik sarmalından bir nebze olsun çıkmasını sağladı Devletçi bir anlayışa sahip olan Putin’in başbakanlığının ilk

haftalarında, 26 Ağustos 1999’da Şamil Basayev liderliğindeki Çeçen militanlar Dağıstan’a saldırdılar ve bu bölgeyi ele geçirerek İçkerya Çeçen Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve “kafirlere” karşı cihat ilan ettiler. Dağıstan’a yapılan saldırı Yeltsin’e göre, zaten kanserli olan bünyenin içindeki metastaz durumu gibiydi (2001: 282).

Kafkasya’da yayılacak bir etnik ve dinsel çatışma, kısa süre içinde tüm ülkeyi etkisi altına alabilir ve bu durum, Rusya’nın Yugoslavya’dan daha kötü bir parçalanmayla yüz yüze kalmasına neden olabilirdi. Dağıstan’daki durum kısa süre içinde kontrol altına alındı. Fakat bu defa “aniden” şehirlerde bombalar patlamaya başladı. Başta Moskova olmak üzere çeşitli şehirlerde apartmanlar ve alışveriş merkezleri bombalandı ve yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Bombalamaların baş sorumlusu olarak Çeçenler görülmekteydi.18 Birinci Çeçen Savaşı’ndan dolayı özgüveni kaybolmuş ve kaygıları yüksek olan Rus toplumunda Yeltsin’in ifadesiyle “müthiş bir korku” ortaya çıktı (2001: 282). “Birçok kişi … köylere kaçtı, akrabaların ve dostların yanında kaldı, hatta BDT’nin diğer cumhuriyetlerine kaçtı.” (Yeltsin, 2001: 283).

Bütün bu korkulara son veren kişi olarak sahneye çıkan Vladimir Putin, devletin gücünü ortaya koyarak Ruslara “güvenlik garantisi” veriyordu. Yıllardır hükümet krizleriyle uğraşan ülke, ilk defa güven verici bir anlatı duymaktaydı. Yeltsin’e göre

“Putin, Rusya’yı korkularından” kurtarmıştı (2001: 283). Anatoly Çubais’e göre de İkinci Çeçen Savaşı’yla birlikte Rus ordusu yeniden doğmaktaydı (Kagarlitsky, 2002:

241).

İkinci Çeçen Savaşı, Rus ordusunun fiziksel ve manevi gücünü arttırmaya yaradı. Birinci Çeçen Savaşı’nda büyük bir bozguna uğrayan Rus ordusu, ikinci savaşla birlikte bir yandan harekat kabiliyetini geliştirdi, diğer yandan da kendine olan güvenini

18 1999 Ağustos’unda başlayan ikinci Çeçen Savaşı’nın esas olarak Kremlin’de planlandığına, böylece Putin’in prestijinin arttırılmak istendiğine ve bu sebeple de savaşa gerekçe oluşturan en önemli etkenlerden biri olan Rusya genelindeki apartman bombalamalarının Çeçenler tarafından değil, Rus gizli servisi tarafından düzenlendiğine dair iddialar için bakınız (Herpen, 2014: 171-177; Langdon &

yeniden kazandı (Tellal, 2000: 213). Böylelikle Batıcı anlatı sahiplerinin eylemlerinin neticesinde çözülmüş bir orduyla baş başa kalan Rusya, devletçi bir anlatı ile ordunun, bir başka deyişle bedeninin gücünü yeniden hem kendisine hem de diğerlerine yeniden gösterme imkanı elde etti. Bu durum bir yandan Rusya’nın ontolojik güvensizlik durumundan bir miktar çıkmasına yaradı bir yandan da devletçi anlatının gücünü artırdı.