• Sonuç bulunamadı

Kapsayıcı Bir Biyografik Anlatının İnşası: Rus Ülküsü’nün Keşfi

Putin iktidara geldiğinde Rusya’nın bütünlüğüne ilişkin bir kaygı taşıyordu (d’Encausse, 2013: 69). Zira Rusya, çeşitli idealler ve dünya tasavvurları arasında bölünmüş bir toplum yapısına sahipti (Eltchaninoff, 2017: 13). Toplum, ortak geçmiş ve ülküler konusunda mutabakatını kaybetmişti. Ortak aidiyetlerde buluşmuş bir millet olmanın asgari şartları, 1990’ların neden olduğu kaos ortamında ortadan kalkmıştı.

Rusya, uluslararası alanda, diğerlerinin arasında, kendine münhasır varlığı olan bir devlete sahip değildi. Bu durumun neden olduğu varoluşsal kaygının aşılabilmesi, ontolojik güvenliğin sağlanması için ilk adım olacaktı.

Bu bağlamda Putin’in iktidarıyla birlikte yönetici elitler, toplumdaki bölünmüşlüğü gidermek ve sosyal bütünlüğü sağlamak için ortak amaçlar konusunda bir mutabakat sağlama arayışına girdiler (Malinova, 2013: 73).Putin, Rus halkını birleştirmeyi kendisinin kutsal bir vazifesi olduğunu belirterek göreve başladı (Putin, 7 Mayıs 2000). Fiili başkanlık görevini devralmadan bir gün önce yayınlanan Yeni Binyılın Eşiğinde Rusya başlıklı makalesinde Putin, Rusya’nın karşı karşıya olduğu sorunların sadece ekonomik olmadığını, asıl tehlikenin, toplumun birliğini zedeleyen

“ideolojik, manevi ve ahlaki sorunlar” olduğunu belirtti (Putin, 30 Aralık 1999).

Toplumsal bütünlüğe ilişkin duyulan kaygıdan hareketle Putin, karşı karşıya olunan ontolojik soruna yönelik düşünümsel bir sorgulama sürecini kamuoyu ile paylaşıyordu.

Putin bu sorgulamanın ana hatlarını şu şekilde çizdi: “Toplumda hâlâ derin olan ideolojik ve politik ayrılığın üstesinden nasıl gelebiliriz? Rus toplumunu hangi stratejik hedefler birleştirebilir?” (Putin, 30 Aralık 1999).

Karşı karşıya olunan toplumsal bütünlüğe ilişkin sorunun, Sovyetlerin çöküşüyle ortaya çıkan “ideolojik boşluktan” kaynaklandığını sıklıkla dile getiren Putin (Eltchaninoff, 2017: 26), Soğuk Savaş sonrası dönem için Rusya’nın resmi bir ideolojiye sahip olmaması gerektiğini de vurguladı (Putin, 30 Aralık 1999). İlk bakışta çelişkili gibi görünen bu durum, özünde kendine has bir yaklaşıma sahipti. Buna göre bir yandan toplum içindeki çeşitliliğe ve farklı fikirlere alan açılacak, öte yandan da toplumun ortak tutunum noktaları inşa edilecekti. Bu noktada Putin, iktidara herhangi bir ideolojiyle değil, bir felsefeyle geldi (Toal, 2017: 87). Rusları yeniden bir bütün haline getirerek güçlü bir şekilde dünya sahnesine yeniden çıkarmayı hedefleyen bu felsefe, özel olarak herhangi bir ideolojiye dayanmıyordu. Zaten 1990’larda gelişen Devletçi anlatıyı, Medeniyetçi ve Batıcı anlatılardan ayıran en önemli özellik; ideolojik değil, pragmatik olmasıydı.

Rusları ve Rusya’yı bir araya getirecek ontolojik tutunum noktasının yeni bir

“Rus Ülküsü” oluşturmaktan geçtiğini belirten Putin, bu doğrultuda dört temel unsuru ön plana çıkarttı: vatanseverlik, Rusya’nın büyüklüğüne inanç, devletçilik ve toplumsal bütünlük (Putin, 30 Aralık 1999). Putin’in nazarında vatanseverlik, kişinin yaşadığı ülkeye yönelik duyduğu gurur anlamına geliyordu: “Vatanseverlik, halkımızın cesaretinin, sadakatinin ve gücünün kaynağıdır. Buna bağlı vatanseverliği, milli gurur ve haysiyetimizi yitirirsek, büyük başarılara imza atabilecek bir millet olarak kendimizi kaybederiz.” (Putin, 30 Aralık 1999).Vatanseverlik, 10 Ocak 2000’de yayınladığı ilk Milli Güvenlik Konsepti’nde devletin çıkarlarının merkezi unsuru olarak dile getirildi (National Security Concept of the Russian Federation, 10 Ocak 2000). Dahası, Rusya geçmişten itibaren büyük bir devlet olarak var olmuştu ve öyle kalacaktı. Devletin merkezde ve güçlü olduğu Rusya’da toplumsal bütünlük, ortak şanlı geçmiş üzerinden kolaylıkla oluşturulabilirdi.

Putin’e göre yeni Rus ülküsü, evrensel insani değerlerle, geleneksel Rus değerlerinin 21. yüzyıl şartlarında bir araya gelmesiyle oluşacaktı (Putin, 30 Aralık 1999). Ayrıca Rusya’nın birliği; “vatanseverlik” duygusu, 21. yüzyılın şartlarıyla harmanlanacak olan “geleneksel Rus değerleri” ve “ortak tarihsel bellek” ile güçlendirilebilirdi (Putin, 8 Temmuz 2000). Ortak tarihsel bellek vurgusu önemliydi.

Çünkü Rusya, 21. yüzyıla adım atarken çeşitli benlik/kimlik tasavvurlarına zemin teşkil eden farklı bellek şemalarıyla bölünmüştü. Bu nedenle Rusya’nın “normal” bir ülke olabilmesi için öncelikle geçmişe yönelik ayrımın ortadan kaldırılması gerekiyordu (Sakwa, 2008: 216). Çarlık, Sovyet, Sovyet-sonrası gibi Rus tarihine ilişkin çeşitli dönemleri ön plana çıkartıp kutsayan çeşitli bellek şemaları, ortak bir bellek sisteminin işlemesine engel oluyor, toplumsal bütünlüğe zarar veriyordu. Bu sebeple, birbirine rakip bellekleri bir araya getirecek yatıştırıcı bir biyografik anlatıda buluşulmasına ihtiyaç vardı (Jouanny, 2017: 63).

Bu bağlamda Putin, bir yandan Sovyet ideolojisini, 1917 öncesini idealleştiren aşırı muhafazakarlığı ve Batı tarzı liberalizmi gerçeklikten uzak görüp reddederken (Putin, 19 Eylül 2013), diğer yandan bu yaklaşımların öne çıkardıkları bellek şemalarının yerine, toplumun genelini kapsayan bir anlatıyı üretecek yeni bir bellek şeması oluşturmak istedi. Bu nedenle Putin ile birlikte Rusya’da bilinçli bir şekilde

“tarihsel bellek” çalışması yürütüldü (Levintova & Butterfield, 2010: 141). Biz kimiz?

ve Nereden geldik, nereye gidiyoruz? gibi varoluşsal sorulara kapsayıcı bir cevap geliştirmek üzere Putin Yönetimi, antik Rus’tan başlayarak, Çarlık, 1917’deki kısa demokrasi denemesi dönemi ve Sovyetleri içine alan yeni bir biyografik anlatı oluşturmaya girişti. Bu yeni anlatı, tıpkı diğer tüm anlatılarda olduğu gibi kendi seçici bellek şemasını kullanmaya başladı. Söylem, sembol ve eylemler aracılığıyla, Rus tarihinin çeşitli dönemleri bir araya getirildi. Böylece, 21. yüzyıla adım atan Rusya’nın

tarihsel devamlılığı olan bir rutine sahip olduğu düşüncesi topluma benimsetilmeye çalışıldı.

Öncelikle 1990’lar boyunca ötekileştirilen ve örselenen Sovyet geçmişi rehabilite edilmek istendi. Putin daha göreve başlama konuşmasında Sovyet geçmişini bir anomali olarak görmediğinin işaretlerini verdi (Gill, 2013: 61). Milyonlarca insan, Sovyet dönemini tecrübe etmiş ve varoluşlarını o dönemin dinamikleri üzerinden kurmuştu. Bu gerçekten hareketle Putin, Sovyetler Birliği’nin mirası olan milyonlarca insanın yeni anlatıya tutunabilmeleri için Sovyetler ve ona ait sembollere (en başta Stalin’e) “hafıza affı” uygulamaya başladı (Jouanny, 2017: 64). 25 Aralık 2000’de, Sovyetler Birliği milli marşı, müziği aynı kalacak şekilde, Sovyet marşının söz yazarı Sergey Mihalkov’un yazdığı yeni sözlerle Rusya’nın yeni milli marşı olarak kabul edildi. Yine benzer şekilde 2000’de kızıl bayrak, ordunun bayrağı olarak belirlenirken kızıl yıldız da silahlı kuvvetlerin amblemi olarak yeniden düzenlendi (Sakwa, 2008:

220; Eltchaninoff, 2017: 24; Stent, 2008: 1091; Gill, 2013: 81-82).

Oluşturulmaya çalışılan yeni biyografik anlatı, kolektif belleğin içerisinde Sovyet dönemine geniş bir alan ayırıyordu. Fakat Sovyet dönemine ilişkin hatırlamalar, bellek tarafından seçici bir şekilde gerçekleştirildi. Sovyetler Birliği’ne ilişkin her dönem ve olaydan ziyade bazı dönemler, olaylar, kişiler ve semboller daha fazla ve belirli yönleriyle ön plana çıkartıldı. Bu konuda en dikkat çekici durum, Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında yürüttüğü, Büyük Anavatan Savaşı’nın ve savaş döneminde SSCB’nin lideri olan Stalin’in çoğunlukla olumlu yönleriyle ön plana çıkartılması oldu. Putin, 1990’larda şeytanlaştırılmaya çalışılan Stalin’i, Rus tarihinin

“ayrılmaz bir parçası” olarak görüyordu (Putin, 7 Mayıs 2005).

Putin’e göre Stalin’in eleştirilecek yönleri olmakla birlikte asıl mesele, Büyük Anavatan Savaşı’nın onun liderliğinde kazanılmış olmasıydı. Eğer Stalin’in eleştirilecek uygulamaları olmasaydı, İkinci Dünya Savaşı’ndaki zafer elde edilemezdi (Luhn, 2016).

Bu bağlamda Stalin döneminde gerçekleşen katliamlar, soykırımlar ve soruşturmalar, geri kalmış bir ülkeyi kalkındırmak için gerekli olan “tarihsel detaylar” olarak işaretlendi ve İkinci Dünya Savaşı’nda elde edilen zafer ön plana çıkartıldı (Herpen, 2014: 53). Tarih ders kitaplarında Stalin ile savaştaki zafer, birbirine bütünleşik iki unsur olarak işlenmeye başlandı (Ismailov & Ganieva, 2013: 374).

Söz konusu seçici bellek işletimi neticesinde İkinci Dünya Savaşı, yaşattığı büyük trajediler ve sonundaki zaferle birlikte Rusya’nın kolektif belleğindeki en kutsal alanı oluşturur hale geldi (Trenin, 2020a). Stalin, diğer büyük güçlerin durduramadığı faşizmi yenen ve ülkeye gurur kazandıran bir lider olarak görülmeye başlandı (BBC News, 18 Nisan 2019). 2007’de öğretmenler için hazırlanan rehber kitapta Stalin’e yönelik olumlu ifadeler sıralanırken okullar için hazırlanan tarih ders kitaplarında Sovyet dönemi normalleştirilerek anlatılmaya başlandı. Sanayi hamleleri, İkinci Dünya Savaşı’ndaki zafer ve toplumun modernleşmesi gibi olumlu unsurlar ön plana çıkartılarak Sovyetler Birliği döneminin Rusya için övünç kaynağı olduğuna yönelik vurgu, ders kitaplarında yer bulmaya başladı (Gill, 2013: 164-170).

Stalin’e yönelik söz konusu olumlama, süreç içerisinde toplumda kabul görmeye başladı. Öyle ki 2017’de arasında yapılan bir ankette Stalin, “tüm zamanların en önemli kişisi” sıralamasında ilk sırada yer aldı (Luhn, 2017). Yine benzer şekilde Levada’nın yaptığı araştırmalara göre 2001 yılında toplumun %43’ü Stalin’e yönelik farklı boyutlarda olumsuz görüş beyan ederken %38’i Stalin’e olumlu yaklaşmıştı. Bu oranlar 2019’a gelindiğinde sırasıyla %14 ve %51 olarak gerçekleşti. Yine 2001 yılında halkın

%53’ü Stalin’in Rusya’nın tarihinde olumlu bir role sahip olduğunu belirtirken 2019’da bu oran %70’e çıktı (Levada Center, 19 Nisan 2019). Stalin’in resimleri cep telefonları kılıflarından kedi mamalarına, içecek kutularından deterjanlara kadar birçok yerde kullanılır hale geldi. Üstelik her geçen yıl Stalin daha “yakışıklı ve çekici” görünmeye başladı (Petrov, 2018: 16). 2010’lu yıllarda ülke genelinde Stalin heykellerinin sayısı

bariz şekilde arttı. Bir Rus gazetesi, Stalin’e yönelik bu büyük teveccühü “Süperstar Stalin” başlığıyla manşete taşıdı (BBC News, 18 Nisan 2019). Bu nedenle Torbakov’un (2011: 219) ifade ettiği üzere İkinci Dünya Savaşı, Putin Yönetimi açısından “kullanışlı bir geçmiş” imkanı sundu. İkinci Dünya Savaşı’nın Rus tarihi açısından merkezi bir konuma yerleştirilmesi bir yandan milli birlik ve bütünlüğü diğer yandan da küresel büyük güç kimliğini (Wood, 2011: 174) 21.yüzyıla taşıyarak yeniden inşa etmeyi amaçlıyordu. Zira Putin, özellikle dış politikada kendi döneminde elde edilen başarılarla, Sovyet dönemindeki zaferleri benzer görüyordu (Kolesnikov, 2019).

2008 yılında, Sovyetler döneminde yaygın olarak gerçekleştirilen ve gençlere İkinci Dünya Savaşı’na yönelik özel eğitimlerin verildiği “Bellek Dersleri”nin yeniden uygulanmasının başlatılmasını isteyen Putin (Wood, 2011: 177-178), Rusların kendi tarihlerinden gurur duymalarını amaçladı (Walker, 2018). İkinci Dünya Savaşı temasından hareketle Sovyet geçmişin yeniden meşrulaştırılması, süreç içerisinde toplumsal kabul gördü. 2012 yılında Tomsk şehrinde 9 Mayıs günü, Ölümsüz Alay adıyla bir grubun yapmış olduğu yürüyüş, birkaç yıl içinde birçok şehirde gerçekleştirilir oldu (Bakunina, 2015). Özellikle başkent Moskova’da 9 Mayıs günü resmi törenlerin ardından yüz binlerce Moskovalı en önde Başkan Putin olacak şekilde bu yürüyüşü gerçekleştirir hale geldiler. Geleneksel hale gelen bu yürüyüşe katılan Ruslar, ellerinde savaşa katılan aile üyelerinin resimlerinin yer aldığı pankartları taşıyorlardı. Böylece, Büyük Anavatan Savaşı’nı kazanan ecdadın temsil ettiği ruhun ölmediği, halen daha toplumda yaşatıldığı gösterilmeye çalışılıyordu. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı’ndaki başarı, Putin Rusyası’nda millet olmanın kilit taşı haline geldi (Walker, 2018).

Tasavvur edilen biyografik anlatıda SSCB öylesine önemli bir yer işgal etmekteydi ki Putin’e göre Sovyetlerin çöküşü, 25 milyon Rus’u ülke sınırları dışında bırakması nedeniyle “21. yüzyılın büyük bir jeopolitik felaketiydi.” (Putin, 25 Nisan

2005). Bu nedenle Putin, zamanda geriye doğru yolculuk yapabilse ilk yapacağı şeyin SSBC’nin çöküşüne engel olmak olduğunu da söyledi (Russia Today, 2 Mart 2018).

Fakat Sovyetlere atfedilen önem, SSCB’nin kurucu unsuru olan komünist ideolojiye değer verilmesinden kaynaklanmıyordu. Bilakis Putin’e göre komünizm (ve Bolşevizm) Rus tarihindeki bir “gereksizlikti”29 (Sakwa, 2008: 53). SSCB, Büyük Rus Devleti imajına uyduğu ve Rusya’yı dünya sahnesinde güçlü bir devlet olarak ayakta tuttuğu için önemli ve değerliydi. Bu sebepledir tasarlanan tarihsel anlatıda Stalin’e büyük yer ayrılırken, Sovyetlerin kurucu lideri Lenin görmezden gelindi. Çünkü Stalin Avrupa’yı dize getiren faşizmi yenmiş bir liderken, Lenin’in özgeçmişinde böyle bir başarı yoktu.30 Bu bağlamda Putin, Rus tarihinin büyük bir gücü olması nedeniyle Sovyetlerin çöküşüne üzülürken komünizmin yeniden tesis edilmesini rasyonel bulmadığını şu sözlerle ifade etmiştir: “Her kim Sovyetleri özlemiyorsa onun kalbi yoktur, her kim ki onu geri getirmek istiyor onun beyni yoktur.” (Miller, 2018: xi). Putin, Sovyetleri diriltmeyi değil, devletin kaybettiği büyüklüğü ve toplumun yitirdiği milli gururu yeniden tesis etmeyi amaçladı (Walker, 2019). Bu bağlamda oluşturulan “Sovyet nostaljisi” (Mendelson & Gerber, 2008: 131), ideolojik değil, felsefi bir temelden beslendi. Buradan hareketle, birçok insanın Sovyet dönemine olumlu bakmaya başlamasındaki gerekçe komünist fikirleri benimsemelerinden ziyade, Sovyetlerin şahsında görünür olan toplumsal bütünlük ve süper güç statüsü gibi övünç kaynağı olan unsurlardı (Langdon & Tismaneanu, 2020: 118).

29 Putin, komünizmin Rus tarihindeki yeri ile ilgili bakış açısını henüz Başbakan iken net bir şekilde ortaya koymuştu: “Geçen yüzyılın neredeyse dörtte üçü boyunca Rusya, komünist doktrinin uygulanmasının işareti altında yaşadı. O zamanların tartışılmaz başarılarını görmemek ve dahası inkar etmek hata olur. Ancak Bolşevik deney için ülkemizin ve halkının ödemek zorunda olduğu korkunç bedelin farkına varmamak daha da büyük bir hata olur… Komünizm ….. Rusya'yı dinamik olarak gelişen bir toplum ve özgür insanlara sahip müreffeh bir ülke yapmadı.” (Putin, 30 Aralık 1999).

30 Putin ve ekibinin SSCB’yi ideolojik anlamda değil, “büyük/güçlü” devlet felsefesiyle değerlendirdiğine bir başka kanıt da Ekim Devrimi’nin 100. Yılı olan 2017’de devrime ilişkin herhangi bir kutlamanın yapılmamış olması gösterilebilir (Parker, 2017) . Sovyetlerin, İkinci Dünya Savaşı gibi azametli dönemlerini büyük coşkuyla kutlayan Putin Rusya’sı, Sovyetlerin doğum günü sayılan Ekim Devrimi’ni ise görmezden gelmiştir. Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov’a bu durum

Putin’in kapsayıcı bir kimlik oluşturmak için toplumun genelini içine alan uzlaştırıcı bir geçmiş tasavvuru, sadece Sovyetlerle sınırlı kalmadı. Sovyetlerin belirli yönleriyle bellek içerisinden 21. yüzyıla taşınması sürecine eşzamanlı olarak Sovyet öncesi Çarlık Rusya dönemi de söz konusu biyografik anlatı üretiminde kendisine anlamlı bir yer buldu. 1991’den itibaren fiili olarak kullanılan ve fakat yasal bir zemine sahip olmayan üç renkli bayrak- ki bu bayrak Çarlık Rusya ve Bolşevikler tarafından devrilen 1917’deki Geçici Hükümet tarafından kullanılmıştı- yasal hale getirildi. Benzer şekilde Çarlık döneminde kullanılan, göğsünde St. George31 ve ejderha figürleri bulunan çift başlı kartal da devlet araması olarak yasallaştırıldı (Gill, 2013: 81;

Eltchaninoff, 2017: 24; Sakwa, 2008: 219; Stent, 2008: 1091).

Rus tarihinde otoriter yönleriyle tanınan Büyük (Deli) Petro (1682-1725), I.

Nikolay (1825-1855) ve III. Aleksander (1881-1894) gibi hükümdarlar, muzaffer yönleriyle kolektif belleğin içinden çıkartılıp toplumun kabulüne sunuldu (Herpen, 2014: 53). 2005 yılında, Ekim Devrimi’nin kutlandığı tarih olan 7 Kasım yerine, Rus tarihinin Karışıklık Dönemi sayılan devirde Moskova’yı işgal eden Polonya-Litvanya güçlerine karşı 4 Kasım 1612’de başlatılan direnişe atfen, 4 Kasım tarihi “Ulusal Birlik Günü” olarak kutlanmaya başlandı (Sakwa, 2008: 221; Stent, 2008: 1091). Dahası, Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’da ortaya çıkan iç savaşta Çarlık yanlısı Beyaz Ordu’nun komutanlığını yapan ve 1947’de ölen General Anton Denikin’in naaşı da 2005 yılında ABD’den Rusya’ya getirilip Moskova’da Donskoy Manastırı’na defnedildi. Akabinde Putin de Denikin’in mezarını ziyaret etti (Gill, 2013: 141).

Böylece, Çarlık Rusyası’nın kişisel sembollerine iade-i itibarda bulunuldu (Başlamış &

Deprem, 2018: 358). Böylelikle 1990’larda Rusya’da toplumsal ve siyasal çatışmaların sembolü haline gelen Rus tarihinin üç farklı dönemini –Çarlık, 1917’deki kısa

demokrasi denemesi süreci ve Sovyetler Birliği- kapsayan semboller manzumesi bir araya getirildi.

Çarlık, 1917’deki Geçici Hükümet ve Sovyetler Birliği dönemlerinin ortak bir tarih anlatısı içinde bütünleştirilmesi, birkaç açıdan önemliydi. Birincisi, Rus tarihinin bütün dönemlerinin 21. yüzyıl Rusyası’nın yaslandığı geçmiş olarak görülmesiyle oluşturulan “organik bağ” (Sherlock, 2007: 215) aracılığıyla, “tarihsel bir devamlılık”

hissi oluşturulmak istendi. Böylece Rusya’nın, tarihin akışı içinde lineer bir çizgide ilerleyen, gelişen ve dolayısıyla rutinleri olan bir devlet ve toplum kimliğine sahip olması hedeflendi. Bir aktör olarak Rusya’nın ontolojik anlamda ihtiyaç duyduğu rutin, söz konusu bu tarihsel süreklilik sayesinde üretilmeye başlandı. Zira Putin’e göre, Rus tarihinin farklı dönemleri arasındaki bağın ve sürekliliğin korunması, “Ruslar için Rus olma ve kalma sorunu”ydu (Putin, 26 Mayıs 2016). Dolayısıyla 2000’lerde oluşturulan yeni biyografik anlatı, Sovyetleri Çarlık Rusyası’nın, Rusya Federasyonu’nu da Sovyetlerin bir devamı olarak konumlandırdı (Petrov, 2018: 20).

İkincisi, Rus tarihindeki sürekliliğin, belleğin seçiciliği sayesinde çoğunlukla zafer ve başarılarla dolu olan kısımlar üzerinden oluşturulması, Rus toplumunda Sovyet sonrası dönemde ortaya çıkan kaotik süreçlerin neden olduğu kendine güvensizliği ve utancı da ortadan kaldırmayı hedefledi. Böylece, Rusya’nın ontolojik tamiratı için elverişli bir zemin oluşturuldu. Putin’in önde gelen danışmanlarından Vladislav Surkov (2009: 18) bu durumu “Hata ve günahlarını kabul etmekle birlikte Çarlık ve Sovyet dönemlerinden elde edilen mirastan gurur duymalıyız.” şeklinde çerçevelendirdi.

Üçüncüsü, söz konusu tarihsel sürekliliğin tarih ders kitapları vasıtasıyla Korkunç İvan, Büyük Petro, Stalin gibi otoriter ve fakat zaferlerle taçlanmış dönemler arasında bir bağ kurması (Langdon & Tismaneanu, 2020: 127), doğrudan ya da dolaylı olarak otoriter yönetim tarzını olumlama imkanı sundu. Böylece refah, kalkınma ve başarı ile otoriter yönetimin bir aradalığının Rusya açısından tarihsel bir rutin olduğu,