• Sonuç bulunamadı

2.4. Rusya’nın Dış Politikada Yetersiz Kalması ve Ontolojik Çöküş

2.4.2. Batı Eksenli Yönelim: 1992-1993

verilmesi gerektiğini savunanları bu yönde teşvik eden en önemli etkenlerden bir diğeri de bölgenin elden gideceği kaygısıydı. Rusya’nın bölgede etkin olmaması neticesinde İran ve Türkiye gibi bölgesel ülkelerle, ABD ve NATO gibi küresel güçlerin fırsattan istifade ederek bu coğrafyaya kalıcı olarak yerleşebileceği kaygısı, Devletçi ve Medeniyetçi elitleri etkiledi (Lo, 2002: 52).

güçlerden ne yapılması gerektiğini öğrenmek istemesini Neumann (2016: 1385), öğretmen karşısındaki öğrencinin statü olarak “ast olması” durumuna benzetmektedir.

Bu bağlamda Rusya’nın konumu, Batılı güçlerden daha aşağıda bir yerde sabitlenmekteydi.

Yeltsin, liberal dönüşüm sürecine bağlılığının anlaşılmasıyla Batı’nın Rusya’ya her türlü maddi ve manevi desteği vereceğini düşünüyordu (Tsygankov, 2014: 89).

Haziran 1992’de Amerikan Kongresi’nde bir konuşma yapan Yeltsin, Rusya’nın Batı’nın desteğine olan ihtiyacını açıkça ifade etti: “İkinci bir deneme olmayacak…

Reformlar başarıya ulaşmalı… Eğer biz (yani siz Amerikalılar) şimdi Rusya’yı desteklemek için önlem almazsak, bu sadece Rusya’nın çökmesi olmayacak, aynı zamanda ABD’nin çökmesi olacak, çünkü bu silahlanma yarışında yeni trilyonlarca dolar anlamına gelecektir.” (Tsygankov, 2014: 91). Bu bağlamda, Rusya’nın ekonomik dönüşümü için Batı’dan çok yüksek miktarlarda kredi ve doğrudan yatırım bekleyen Yeltsin, Temmuz 1992’deki G-7 Zirvesi’nde, 24 milyar dolarlık destek paketinin Rusya’yı kurtarmaya yetmeyeceğini, birkaç yüz milyar dolarlık doğrudan yatırıma ihtiyaç olduğunu belirtti (Tsygankov, 2016: 74).

Maddi (fiziksel) olarak ayakta kalabilmek ve ontolojik olarak da varlığını hissedebilmek için Batı’nın desteğine ihtiyaç duyan Rusya, ilk yıllarda, dış politikada ABD başta olmak üzere Batı’nın yörüngesinde hareket etti. Bu doğrultuda, Batıcı siyasi elitler ve yöneticiler, Irak, Yugoslavya ve Libya’ya yönelik Birleşmiş Milletler (BM) ambargoları, stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri, Hindistan ve İran’a silah ve askeri teknoloji satışı, Baltık bölgesindeki Rus azınlıkların hakları ve Japonya ile Kuril Adaları sorunu gibi konularda çoğunlukla Batı’nın duruşuna karşı çeşitli tavizler verdiler (Arbatov, 1993: 21). Özellikle Yugoslavya’daki iç savaş esnasında Rusya, tarihi, dini ve kültürel anlamda yakın olduğu Sırpların karşında, Batı’nın yanında yer aldı. Rusya, 1992 yazında BM’nin Yugoslavya’ya yönelik yaptırımlarına (Bowker,

1998: 1250) ve ülkenin AGİT’teki üyeliğinin askıya alınmasına yönelik kararları destekledi. Dahası, BM’nin Yugoslavya’ya yönelik kuvvet kullanma kararları da Rusya tarafından veto edilmedi (Tsygankov, 2016: 76). Ayrıca Rusya, Bosna’da Batılı devletlerce oluşturulan Temas Grubu’na da aktif olarak katıldı ve ülkeyi bölen Vance-Owen Planı’na Batı ile birlikte hareket ederek BM’de destek verdi (Kubicek, 1999:

551). Sırplar tarafında savaşa dahil olma imkanı, niyeti ve kapasitesi bulunmayan Rusya, Batı ile olan ilişkilerini Sırplar için bozmak istemedi.

Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk yıllarında NATO’nun doğuya -Rusya’ya- doğru genişleme iradesi belirmeye başladığında Rusya’dan herhangi bir itiraz gelmedi (Tsygankov, 2016: 76). Ağustos 1993’te Polonya ziyareti esnasında Polonya’nın NATO’ya katılmasını nasıl karşılayacakları sorulduğunda Yeltsin, “Polonya’nın bu kararını uygun bulmak veya karşı çıkmak Rusya’nın işi değildir” dedi (Onay, 2002:

129). Ayrıca Ocak 1993’te imzalanan START II Antlaşması’yla Rusya nükleer silahlarını azaltırken ABD elindeki stoku korudu. Bu durum bazı liberal yorumcular tarafından bile “dengesiz” bir durum olduğu gerekçesiyle eleştirildi (Tsygankov, 2016:

76).

Kore Yarımadası’nda Rusya, Kuzey’e karşı Güney’i destekleyen Batı çizgisinde bir pozisyon ortaya koydu. 1992’de hem Yeltsin hem de Kozirev Güney Kore ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir dostluk anlaşması imzalanmasını önerdiler (Tsygankov, 2016: 78). Kozirev liderliğindeki dış politikanın Yugoslavya meselesi başta olmak üzere Batı karşısında çoğunlukla onaylayıcı ve pasif bir tavır sergilemesinin bir yansıması olarak Kozirev’e “Bay Evet” (Mr. Da) sıfatı yakıştırıldı ve Kozirev’in dış politika tarzı birçokları tarafından “aşırı uysal” bulundu (Lo, 2002: 46).

Kozirev’in dış politika anlayışında Batı-dışı dünya çok az yer aldı. Rusya Temmuz 1992’ye kadar eski Sovyet bölgesinde sadece Ukrayna’da büyükelçilik açmıştı (Tsygankov, 2016: 83). Kozirev’in dış politik yaklaşımında Doğu, geri kalmışlık ve

otoriterlikle eş görülürken Batı, refah ve demokrasi kaynağı olarak değerlendirildi.

Batıcı anlatının birçok savunucusuna göre, Çin ve Orta Doğu ülkeleri gibi Batı-dışında bulunan ülkeler, sürdürülemez anti-demokratik sistemleri gereği kısa süre içinde Rusya’nın yolunu takip ederek Batı modeline geçiş yapacaklardı (Tsygankov, 2016:

77). Hatta 1992’de Devletçi çizgideki Başkanlık Danışmanı Stankeviç Müslüman ülkelerle yakın ilişkiler kurulması yönünde çağrıda bulunduğunda Kozirev buna olumsuz yaklaştı (Tsygankov, 2016: 78).

Bu dönemde Rusya’nın Batı-dışına yönelik en dikkat çekici hamlesi Kolektif Güvenlik Anlaşması’nın (KGA) imzalanmış olmasıydı. Rusya, BDT içinde ortak bir savunma platformu oluşturmak için 15 Mayıs 1992’de Kırgızistan, Ermenistan, Tacikistan, Kazakistan ve Özbekistan ile birlikte KGA’yı imzaladı. Azerbaycan, Belarus ve Gürcistan da bir yıl sonra anlaşmaya taraf oldular. Bu anlaşmaya göre “Taraf devletlerden biri bir devlet ya da devlet grubunun saldırısına uğradığında, bu saldırı tüm üye ülkelere yapılmış sayılacaktır.” Fakat gerek Rusya’nın 1990’larda yaşadığı sorunlar gerekse anlaşmaya taraf diğer ülkelerin isteksizlikleri nedeniyle KGA işlevsiz kaldı (Tellal, 2015: 85).

Yeltsin ve Kozirev’in Batı yanlısı tavizkar dış politikasına içeriden ilk büyük tepki, Yeltsin’in Eylül 1992’de Kuril Adaları sorununa bir çözüm bulmak amacıyla Japonya’ya yapacağı seyahat öncesinde geldi. Yeltsin-Kozirev ekibi, Japonya’yı Batı sisteminin bir parçası olarak gördüklerinden ona yakın durmak ve gerektiğinden Japonya’dan ekonomik yardım almak düşüncesindeydiler. Gezi öncesi adaların Japonya’ya bırakılacağı yönünde oluşan algıya karşı Yüksek Sovyet’ten ve Savunma Bakanlığı bürokratlarından yüksek tonda eleştiriler geldi. Bunun neticesinde gezisini erteleyen Yeltsin, konu üzerine yeniden düşünmek zorunda kaldı (Tsygankov, 2016:

79).

Bu dönemde Yeltsin iktidarının, özellikle 1992 yılında, eski Sovyet coğrafyasına ilgisiz kalışı da içeride bazı tepkilere neden oldu. Hükümetin bölgeye olan ilgisizliğinin yarattığı boşluk, parlamento ve ordu gibi diğer bürokratik mekanizmalarca birbirinden kopuk bir şekilde doldurulmaya çalışıldı ve bu durum Dışişleri Bakanlığı ile Kremlin’e yönelik açık bir meydan okumaya dönüştü (Arbatov, 1993: 20). Bu eksende, Rus ordusu hükümetten ayrı olarak Moldova23, Gürcistan, Tacikistan ve Baltık devletlerindeki iç çatışmalara ve ayrılıkçı hareketlere müdahalelerde bulunarak “kendi dış politikasını”

oluşturdu (Malcolm & Pravda, 1996: 546).

Benzer şekilde, Yeltsin-Kozirev ikilisinin Balkan politikaları da Batı karşıtı kurumlar ve muhalifler tarafından şiddetli eleştirilere tabi tutuldu ve Yüksek Sovyet, Kozirev’in Balkan politikalarına karşı Sırplarla ayrıca diplomatik temaslar kurdu (Tsygankov, 2016: 79). Farklı anlatılardan beslenen kurumların ortaya koydukları farklı diplomatik eylemler, Rusya’nın dış politika bağlamında bölünmüş bir bedene sahip olduğunu da göstermekteydi. Aynı mesele üzerinde Rusya’nın iki farklı kurumunun birbiriyle çelişen iki farklı eylem ortaya koyması, bir eliyle yemek yemeye çalışan bir insanın diğer elinin yemek yemeyi engellemesine benziyordu. Dolayısıyla Rusya’nın biyografik anlatısındaki bölünme, bedeninde de bölünmeye neden oluyordu. Bu durumu Dışişleri Bakanı Kozirev Haziran 1992’de bir gazeteye verdiği demeçte, “eski parti apparatçiklerinin favori yöntemlerinden biri paralel yapılar oluşturmaktır.” şeklinde ifade etti (Neuman, 1996: 182). Kozirev’in paralel yapılar şeklinde ifade ettiği durum, Rusya’nın bedenine ait uzuvların birbiriyle çatışıyor olmasıydı.

Rusya, bir yandan kendi içinde ekonomik sorunlar başta olmak üzere çok sayıda sorunla uğraşırken, bir yandan da uygulanan Batıcı dış politika, istenilen sonucu

23 Rusya’da dış politika bağlamında kurumların birbiriyle çelişen ve rekabet eden uygulamalarına en dikkat çekici örneklerden birisi Moldova’da gerçekleşmiştir. 1992 baharında Moldova’nın Transdinyester Bölgesi’nde etnik bir çatışma ortaya çıktığında Yeltsin General Lebed’i Moldova’daki Rusya’ya ait 14. Ordu’yu tarafsız bir barış gücü olarak yönetmesi için göndermiş ve fakat Lebed 14.

Ordu’yu bölgedeki etnik Rusları korumak için Moldova güçlerine karşı aktif şekilde kullanmıştır.

Siyasi alanda da Parlamento Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Ambartsumov ve Yeltsin’in yardımcısı Rutskoy Rusya dışındaki etnik Rusların korunması gerektiğine yönelik söylemin

vermedi. Süreç içinde Batı’nın kendilerini destekleyeceğini varsayan Batıcı iktidar, beklentisinin boşa çıkmasıyla hayal kırıklığına uğradı. Rusya 1992’de IMF ve Dünya Bankası’na kabul edilmiş olsa da Yeltsin’in beklediği maddi yardımı elde edilemedi.

Üstelik Batılı ülkeler Rusya’yı, üyesi olduğu ekonomik kuruluşlara katkı sağlayan bir üyeden ziyade, yardım alan bir ülke olarak değerlendirdiler ve onu eşit bir ortak olarak görmediler (Tsygankov, 2016: 75). Dahası, Batı’ya eklemlenme konusunda elinden geleni yapan Rusya, ABD’den de karşılık alamadı. Aksine, Rusya’nın vazgeçtiği alanların yarattığı boşluğu ABD fırsata çevirdi. 1990’da 47 devlet Rusya’dan silah satın alırken bu sayı 1993’te –eski Sovyet ülkeleri de dahil- 26’ya düştü (Kagarlitsky, 1996:

79). Bu doğrultuda uluslararası silah pazarında Rusya’nın payı 1991-1993 arasında

%38’den %17’ye düşerken ABD’nin payı %30’dan %58’e çıktı (Tsygankov, 2016: 77).

Ayrıca Rusya’nın boşalttığı Merkezi Asya’ya ABD ilgi göstermeye başladı ve Nisan 1992’de Dışişleri Bakanı James Baker bölgeye kapsamlı bir ziyaret gerçekleştirdi (Tsygankov, 2016: 78).

Rusya’nın Batı’dan çok az şey alarak fazlaca tavizkar davrandığı bu süreç, ülke içinde kısa süre içerisinde şiddetli şekilde eleştirilmeye başlandı. Tek taraflı tavize dayalı dış politikanın, Rusya’nın siyasi, ekonomik ve güvenlik çıkarları ile prestijini zedelediği ve bunun Rusya açısından bir aşağılanmaya neden olduğu yönünde bir algı gelişti (Arbatov, 1993: 23). Dahası, sadece Ruslar değil, Batı da Rusya’nın uyguladığı politikayı taviz olarak algıladı ve kısa sürede bundan istifade etti (Arbatov, 1993: 23).

Rusya, kendisine benzemek üzere yola çıktığı ve bir rehber ve koruyucu olarak gördüğü Batı tarafından kısa süre içerisinde beklenenin dışında bir tavırla karşılaştı.