148 pandanın başparmağı
Lyell'in seçtiği görüntü çarpıcıdır; fakat savunduğu düşün
ce, büyük yapıtının ana temasının temel taşıdır. Lyell
Principles'ı
birörneklilik düşüncesini geliştirmek amacıyla yazmıştı: Ona göre, ilk oluşumunun etkilerinden kurtulup "yerli yerine otur
duktan" sonra yerküre aşağı yukan hep aynı kalmıştı; artık bir daha küresel afetler, daha yüksek herhangi bir konuma doğru kesintisiz ilerleme olmamıştı. Dinozorların soyunun tükenmesi Lyell'in birörnekliliğini zora sokmuş görünüyordu.
Sonuçta, dinozorların yerini daha üstün memeliler almamış mıydı? Ve bu da yaşamın bir yönü olduğunu göstermiyor muy
du? Buna yanıt olarak Lyell, dinozorların yerini memelilerin al
masının yinelenen, büyük bir çevrimin -"büyük yıl"m- parça
sı olduğunu; yoksa mükemmelleşme merdiveninde yukarı doğru bir basamak olmadığını söyledi. lklimler çevrimlidir ve yaşam ik
limleri izlemektedir. Böylelikle, büyük yılın yaz mevsimine yeni
den girildiğinde, soğukkanlı sürüngenler egemenlik kurmak üze
re bir kez daha ortaya çıkacaklardı.
Ve yine de, birömekliliğe olan inancının tüm coşkusuna karşın yerinde sayan, direşken bir yerküre anlayışında oldukça önemli bir istisnaya -yerbilimsel zamanın en son anında
Homo sapiens'in
doğumuna- izin verir. Onun savına göre, insanın ortaya çıkma
sı, gezegenimizin tarihinde bir süreksizlik olarak görülmeliydi:
"Böylesi bir adım ya da daha doğrusu sıçrama, hayvanlar dünya
sındaki düzenli değişim dizisinin parçası olabilirmiş gibi tavır ta
kınmak, kurulan analojiyi aklın alacağı sınırların ötesinde zor
lamak olur." Lyell, hiç kuşkusuz, kendi düşünce sistemine in
dirdiği darbeyi yumuşatmaya çalıştı. Süreksizliğin somutluğu ol
mayan, tinsel bir dünya olgusunu yansıttığını savundu, yalnız
ca başka bir dünyaya yapılmış eklemeydi. Yoksa, katıksız madde dünyasının kararlı durumunun sürekliliğinde bir kopukluk de
ğil. Ne olursa olsun, insan bedenine memeliler içinde bir Rolls
Royce gözüyle bakılamazdı:
stqıhcn j•y gould 149
lchthyosaur'ların, Pterodactylus'ların geri geleceğini söyleyen yukarıda bö
lüme yanıt olarak Lyell'in meslektaşlarından birinin çizdiği alaycı bir kari
katürde, gelecekte Pro( khthyosaur'un, son yaratılıştan kalma garip bir ya
ratığın kafatası konusunda öğrencilerine ders verdiği görülmektedir.
lnsan soyunun yeryüzüne gelmiş geçmiş tüm varlıklardan daha yüksek saygınlığı olduğu söylendiği zaman, sözünü ettiğimiz, yal
nızca kendi soyumuzun düşünsel ve ahlaksal öznitelikleridir, hay
van öznitelikleri değil ve eğer usavurma gücü yerine, yalnızca ken
dinden aşağı hayvanların içgüdüleriyle donatılmış olsaydı, insanın örgütlenmesi ona belirgin bir üstünlük verdirmeye yeter miydi, ora
sı hiç de belli değil.
Yine de, Lyell'in savı doğa tarihçileri arasında çok yaygın bir eğilimin baş örneğidir: Kendi türlerini bir çitle çevirerek herkes
ten ayırırlar. Çit şöyle bir tabela taşır: "Buraya dek, buradan ile
ri
gidilmez." Sıklıkla gaz ve toz bulutundan başlayıp şempanzeye dek ne varsa her şeyi içine alan toptancı görüşlerle
karşılaşı-150 pandaıun baıparmağı
nz. Sonra, geniş kapsamlı bir sistemin tam eşiğinde işin içine gu
rur ve önyargı karışarak, tek bir acayip başparmaklıya (primata) istisnai konum sağlanır. Aynı zayıf noktanın bir başka örneğini 4.
denememde ele almıştım. Orada Alfred Russel Wallace insan ak
lının özel olarak yaratıldığını ileri sürer. Bu, bütünüyle doğal se
çilim yoluyla inşa edilmiş bir organik dünyaya tanrısal gücün tek karıştığı durumdur. Bu savın değişik özgül biçimleri vardır; fakat, amacı hiç mi hiç değişmez: Amaç insanı doğanın dışında tutmak
tır. Ana başlığın altında, Lyell'in tabelası şunu duyurur: "Ahlak düzeni buradan başlar;" Wallace'ınkiyse şöyle der: "Doğal seçi
lim artık işlememektedir."
Öte yanda Darwin düşüncede gerçekleştirdiği devrimini tutar
lı bir biçimde hayvanlar dünyasının her bir yanına yaydı; daha
sı insan yaşamının en duyarlı alanlarına açıkça taşıdı. lnsan be
deninin evrimi zaten yeterince rahatsız ediciydi; ama hiç olmaz
sa şimdilik, insan aklına el sürdürtmüyordu. Fakat Darwin ora
da durmadı. insan duygularının en ince dışavurumlannın bile bir hayvansı kökeni olduğunu savlamak için koca bir kitap yaz
dı. Ve eğer duygular evrilmiş iseler, bunun ötesi düşüncelerin ev
rimi değil miydi?
Homo
sapi
ens'i çevreleyip ayıran çit birkaç destekten güç almaktadır: Çitin en önemli dikmeleri
hazırlanma
veaşkınlık
iddialarında somutlaşmaktadır. lnsan doğanın sıradan kuvvetleri karşısında yalnızca aşkın değildir; kendisinden önce gelmiş her şey, sonuçtaki ortaya çıkışımıza -bazı önemli bakımlardan- bir hazırlıktır. Bu iki iddiadan hazırlığa ilişkin olanının çok daha kuşku götürür olduğunu ve kurtulmamız gereken kalıcı önyargı
ları daha iyi anlattğını düşünüyorum.
Aşkınlık, modern kılığı içinde, özgül türümüzün tarihinin daha önce yeryüzünde işlememiş süreçlerce yönlendirildiğini söylemektedir. Bu kitapta yer alan 7. denememde de ileri sür
düğüm gibi, bizim birincil buluşumuz kültürel evrimdir. Kültü
rel evrim becerinin, bilginin ve davranışın öğrenme yoluyla
ak-stcphcn jay gould 151
tarımıyla, yani kazanılmış özelliklerin kültürel kalıtımıyla işler.
Bu biyolojik olmayan süreç "Lamarckçı" bir biçimde hızlı işler
ken, biyolojik değişim Darwinci adımlarla ağır ağır, -karşılaştır
mak gerekirse bir buzul denli yavaş- yürümelidir. Lamarckçı sü
reçlerin bu başıboş salıverilişini bilinen anlamında bir baskın çık
ma, üstünlük sağlama olarak görmüyorum. Biyolojik evrim ne ortadan kalkmıştır ne de çevrimdışı bırakılmıştır. Eskiden oldu
ğu gibi sürer ve kültür örüntülerini denetler; fakat, değişen uy
garlıklarımızın çılgınca hızı üstünde çok etkili olamayacak den
li yavaştır.
Öte yanda hazırlık, çok daha derinde bir büyüklenme türüdür.
Aşkınlık bizden önceki dört milyar yılı, özel becerilerimizin her
hangi bir habercisi olarak görmeye bizi zorlamaz. Buraya hiç ön
görülememiş bir talih sonucu gelmiş olabiliriz ve yine de, yeni ve güçlü bir varlık olabiliriz. Fakat hazırlık bizi daha geç gelişimizin başlangıcını, adamakıllı uzun ve karmaşık bir tarihin tüm önce
ki çağlarında izlemeye götürür. Yerkürenin varoluş süresinin yüz binde biri ( 1/100.000) denli uzunlukta bir süreden beri (yaklaşık beş milyar yıllık bir sürede elli bin yıldır) var olmuş bir tür için, bu çok abartılı, hak edilmemiş bir şişinmedir.
Lyell ile Wallace'ın her ikisi de bir biçimde hazırlıktan dem vu
ruyordu: Ayıncı çit çekenlerin hemen hepsi bunu yapmışlardır.
Lyell'in betimlediği yerküre, ulu ve birörnek tasarımını anlayabi
lecek ve değerine varabilecek bilinçli bir varlığın gelişini bekle
yen, hatta neredeyse özleyen, kararlı bir yerküreydi. Yaşamının daha sonrasında tinselciliğe yönelen Wallace daha yaygın olan bir görüşü öne sürdü: Ona göre fiziksel evrim bir sıra uyarınca meydana gelerek en sonunda, zaten var olan aklı, onu kullanma yeteneği bulunan bir bedenle birleştirmişti:
Ruhsal bir dünyanın varlığını kabul eden bizlerin evrene bakışı
mız şöyledir: Evren, sonsuz bir yaşamı ve mükemmelleştirilebilirlik yeteneği olan tinsel varlıkların gelişimine her yönüyle uyarlanmış
152 pandanın başparmağı
kusursuz, tutarlı bir bütündür. Bize göre, -fiziksel yapısının tüm karmaşıklıgıyla, kapsamlı yerbilimsel gelişmesiyle, bitki ve hayvan dünyalarının yavaş evrimiyle ve en sonuçta insanın ortaya çıkma
sıyla- dünyanın bütün amacı, tek var oluş nedeni, insan ruhunun insan bedeniyle bağlantılı olarak gelişimiydi.
Sanıyorum ki, hazırlık konusunda Wallace'ın savladıklanna -tam söylemek gerekirse, gelecekte olacakların saptanmış oldu
ğuna- bugün tüm evrimciler karşı çıkacaklardır. Fakat bu genel savın, geçerli ve modem bir biçimi olabilir mi? Böylesi bir savın inşa edilebileceğine inanıyorum ve bunun, yaşamın tarihine yan
lış bir bakış olduğunu düşünüyorum.
Modem biçimiyle sav, önceden belirlenmiş olmayı atıp yerine önceden kestirilebilirliği koyuyor.
Homo sapiens
tohumunun ta ezelden beri varolan ilkin bakteri içinde yuvalanmış olduğu düşüncesini ya da ruhsal bir gücün organik evrimi gözetim altında tutarak, bilinci onu almayı hak eden ilk bedene sızdırmayı bekle
diği düşüncesi terkediliyor. Bunun yerine, bütünüyle doğal orga
nik evrim sürecinin belirli yollan izlediğini; çünkü, bu doğal ev
rim sürecinin başlıca aracının -doğal seçilimin- durmadan daha önceki modellerle rekabette üstün çıkan başarılı tasarımlar inşa ettiği ileri sürülüyor. Gelişmeye giden yollar, yapı malzemeleri
nin dogasınca ve yerküre ortamınca katı biçimde sınırlanmıştır.
lyi bir uçucu, yüzücü ya da koşucu inşa etmenin yalnızca bir
kaç -belki de tek bir- yolu bulunmaktadır. Eğer ezelden beri var olan bakteriye dönebilsek ve süreci yeniden başlatabilsek, evrim kabaca aynı yolu izlerdi. Evrim, geniş ve tekdüze bir yamaç üze
rine su dökmekten çok, dişleri tek yöne eğik bir mandallı çarkın dönmesi gibidir. Bir tür uygun adım ilerler ve her adımla süreç bir basamak daha yukarı çıkar ve her basamak bir sonrakinin ge
rekli öncülüdür.
Yaşam mikroskopik boyutta kimyayla başlayıp bugün bilinç
lilik aşamasına vardığına göre, mandallı çark üzerinde uzun bir
stephen jay gould 15 3
adımlar dizisi bulunmaktadır. Bu adımlar geçmişteki anlamıyla önceden belirlenmiş .. hazırlık adımları" olmayabilir; ama, şaşırtı
cılık içermeyen bir dizinin hem önceden kestirilebilir ve hem de gerekli aşamalarıdır. Bu adımların önemli olan anlamı, insanın evrimine giden yolu hazırlamalarıdır. Öyle ya da böyle, burada var olmamızın bir nedeni vardır; isterse o neden, bir tanrının is
tencinden değil de mühendislik mekaniğinden kaynaklansın.
Fakat eğer evrim uygun adım ilerlediyse, o zaman fosil kaydı tedrici ve ardışımlı bir örüntü sergilemeli. Öyle değil ve öyle ol
mayışını ben, evrimin mandallı çark gibi ilerlediği görüşüne en önemli karşı sav olarak görüyorum. 2 1 . denememde ileri sürdü
ğüm gibi, yaşam yerkürenin meydana gelmesinden hemen son
ra ortaya çıktı; ardından üç milyar yıl - ve belki de toplam tarihi
nin altıda beşi gibi uzun bir süre değişmeden sürüp gitti. Bu sonu gelmez uzunluktaki sürede yaşam, prokaryotik düzeyde -eşey ve karmaşık metabolizmaya olanak tanıyan iç yapılardan (çekir
dek, mitokondriyo v.b'den) yoksun bakteri ve mavi yeşil alghüc
releri düzeyinde- kaldı. Belki üç milyar yıl boyunca en yüksek yaşam biçimi bir alg yaygısıydı - tortulları yakalayıp saran ince prokaryot alg tabakalarıydı. Sonra, yaklaşık altı yüz milyon yıl önce, hayvanlar dünyasının hemen tüm önemli tasarımları fo
sil kaydında birkaç milyon yıl içinde ortaya çıktı. .. Kambriyen patlaması"nm niçin o sırada meydana geldiğini bilmiyoruz; ama, o zaman olması zorunluluktu ya da hiç de zorunlu değildi diye düşünmemiz için bir neden yok.
Kimi bilim insanları karmaşık hayvan yaşamının daha önce evrimleşmesini düşük oksijen düzeyinin engellediğini ileri sür
müşlerdir. Eğer bu gerçek olsaydı, mandal yine de işleyebilirdi.
Üç milyar yıl süreyle her şey hazır bekledi. Vida belirli bir biçim
de dönmek zorundaydı; fakat, oksijene gereksinim duyuyordu.
Yerkürenin ilk atmosferinin yoksun olduğu o değerli gazı pro
karyot fotosentezciler yavaş yavaş sağlayıncaya dek beklemek zo
runda kalmıştı. Gerçekten de, yerküreyi saran ilk atmosferde
ok-1 5 4 pandanın başparmağı
sijen büyük olasılıkla pek az bulunuyordu ya da hiç yoktu; fa
kat bugün öyle görünüyor ki, Kambriyen patlamasından bir mil
yar yıl öncesinde fotosentez yoluyla büyük miktarlar üretilmişti.
Dolayısıyla Kambriyen patlamasını -olmasında hiçbir zorun
luluk bulunmayan, ya da o biçimde olmasında zorunluluk bu
lunmayan- bir talih olayı olması dışında ele almamız için bir ne
den yok. Prokaryot organizmalann bir zar içinde ortak yaşam ilişkisinden ökaryot hücrenin evrilmesi sonucu olmuş olabilir.
Ökaryot hücrenin eşeyli üreme yeteneği geliştirebilmiş olması nedeniyle meydana gelmiş olabilir ve eşeyli üreme Darwinci sü
reçlerin gereksinim duyduğu genetik çeşitliliğin dağılımını ve ye
niden düzenlenişini sağlar. Fakat işin püf noktası şurada: Eğer Kambriyen patlaması, patlama olayının bir milyar yıl öncesinden daha uzak geçmişteki herhangi bir zamanda meydana gelebilir
diyse -başka bir deyişle, olayın kendisinden bu yana yaşam ev
rim geçirmekte olduğu sürenin yaklaşık iki katı bir süre öncesin
de meydana gelebilirdiyse- mandallı çark benzetmesi yaşamın ta
rihi için hiç de uygun düşen bir benzetme gibi görünmüyor.
Eğer benzetmelerden yararlanacaksak, ben çok geniş, düzgün eğimli, hafif bir yamacı yeğliyorum. Yamacın üst başında rastgele su damlamaktadır ve çoğunlukla herhangi bir yöne akmadan da kuruyup gitmektedir. Ara sıra yokuş aşağı yönelmekte ve gele
cekteki akıntıların içinden geçeceği bir vadi oymaktadır. Bu çok sayıdaki vadiler arazinin her yerinde meydana gelmiş olabilirler.
O sıradaki konumları tümüyle rastlantısaldır. Eğer deneyi yinele
yebilseydik, vadi elde edemeyebilirdik ya da bütünüyle bambaşka bir sistem elde ederdik. Oysa biz şimdi denizin kıyısında durmuş, vadilerin ayrıntılı düzeni ve denize kavuştukları kıyı üstünde dü
şünmekteyiz. Yanılmak ve yeryüzünün başka hiçbir türlü biçim
lenme olasılığı bulunmadığını varsaymak ne kolay.
İtiraf edeyim ki, yeryüzeyi benzetmesinde, rakibi mandallı çarktan uzaktan uzağa bir ödünç alma durumu var. tık yüzey eğimi tepeye düşen damlaya tercihli bir yön kazandırmaktaysa
stcphcn jay guuld 15 5
da; hemen tüm damlalar akmadan önce kurumakta ve aktıkları zaman da milyonlarca çığırdan biri boyunda akmaktadırlar. tık baştaki eğim hafif bir kestirilebilirlik anlamına mı geliyor? Belki de bilinçlilik bölgesi kıyı boyunun öylesine uzun bir kesimini tutuyor ki, eninde sonunda vadilerden biri ona kavuşmak duru
mundaydı.
Fakat burada bir başka zorlukla -bu denemenin yazılmasına yol açan zorlukla- karşılaşıyoruz (gerçi itiraf etmeliyim ki, konu
yu ele almakta çok geciktim) . Hemen tüm damlalar kurumakta
dırlar. Yerkürenin ilk eğimi üzerinde herhangi önemli bir vadinin oluşması üç milyar yıl aldı. Altı milyar yıl da gerekebilirdi; on iki de, yirmi de . . . Eğer yerkürenin ömrü sonsuz olsaydı, kaçınılmaz
lıktan söz edebilirdik. Fakat sonsuz değil.
Gökfizikçisi William A. Fowler, güneşin on, on iki milyar yıl yaşadıktan sonra ana yakıtı hidrojeni tüketeceğini savlıyor. Son
ra patlayıp Jüpiter'in yörüngesinin de ötesine yayılan büyüklük
te bir kırmızı deve dönüşerek dünyayı yutacak. insanın yerküre üzerinde ortaya çıkışının, gezegenimizin ömrünün hemen orta
larına rastladığını bilmek -insanı durdurup derinden düşündü
ren ya da ürperten türden- çarpıcı bir düşüncedir. Eğer yeryüzeyi benzetmesi, tüm rastlantısallığı ve kestirilemezliğiyle geçerliyse, sanırım o zaman yerkürenin karmaşık organizmalar geliştirmesi
ne hiç gerek olmadığı sonucuna varmak zorundayız. Alg yaygıla
rı aşamasından öte gitmek üç milyar yıl sürdü. Beş kat daha uzun da sürebilirdi; eğer yerkürenin ömrü yetseydi. Başka türlü söyle
mek gerekirse, eğer deneyi yeniden başlatabilseydik, güneş siste
mimizin tarihindeki en görkemli olayın, sistemi doğuran ananın patlamayla son bulan tükenişinin en yüksek düzeydeki, dilsiz ta
nığı pekala alg yaygısı olabilirdi.
Alfred Russel Wallace yerküre üzerindeki yaşamın sonunda yok olacağını da düşündü (gerçi onun döneminde fizikçiler gü
neşin yalnızca yanıp tükenivereceğini ve yerkürenin kaskatı do
nacağını ileri sürüyorlardı). Wallace'sa bunu kabullenemiyordu.
156 pandanın başparmağı
" . . . daha üst düzeyde bir yaşam için çabalayan soyumuzun bütün yavaş kazanımlarının, bu uğurda şehitlerin çektiği tüm acıların, verilmiş kurbanların tüm inildeyişlerinin, çağların bütün kötü
lüklerinin, yoksulluklarının ve hak edilmemiş acılarının, özgür
lük için çekilenlerin, adalet uğruna çabaların, insanlık erdemine ve insanlığın gönencine olan tüm özlemlerin toptan yok olacağı
na inanmaya zorlananların taşımak zorunda bırakıldığı ezici dü
şünsel yük"ten söz ediyordu. Wallace sonunda bir geleneksel Hı
ristiyan çözümünü -tinsel yaşamın sonsuzluğunu- seçti: "Böy
le soylu gelişim yeteneğini içinde taşıyan varlıklar, hiç kuşku
suz daha yüksek ve daha kalıcı bir varlık biçimine yazgılıdırlar."
Ben başka bir sav öne sürmeyi göze alıyorum. Fosil kaydın
da belgelendiği üzere, fosilleşmiş omurgasız türlerinin ortalama ömrü beşle on milyon yıl arasındadır. (Anlatılandan kuşkuluy
sam da, en eskisi 200 milyon yıldan daha geriye gidebilir.) Omur
galı türleriyse daha kısa ömürlü olma eğilimindedir. Eğer geze
genimizin bir beş milyar yıl ya da daha uzun süre sonra yokolu
şuna tanıklık etmek üzere hala burada olursak, o zaman yaşa
mın tarihinde hiç görülmemiş bir şey başarmış olacağız. lşte o zaman ömrü boyunca susmuş kuğunun ölmeden önce söyledi
ği yürek yakan güzellikteki şarkısını,
sic transit gloria mundi'yi
(ölümlü dünya - ç.n.) sevinç içinde söylemeye razı olmalıyız. El
bette, çok sayıdaki uzay gemilerinden biriyle uçup gitme olasılı
ğımız da var; ne çare ki, bir sonraki büyük patlamada önce yo
ğunlaşmadan kurtuluş yoktur. Fakat ben hiçbir zaman meraklı bir bilim-kurgu okuyucusu olmadım.