• Sonuç bulunamadı

Doğa Izaak Walton'u beklediğimden daha sık çaylak yerine ko­

yuyor. Ted Williams'a dek dünyanın gördüğü bu en ünlü balık­

çı 1654 yılında, en çok kullandığı yapay balık konusunda şunları yazar: "Golyan balığı görünümlü bir zokam var . . . öylesine çeki­

ci biçimde işlenmiş ve öylesine niyetini gizleyen bir görünümde ki hızlı akışlı derelerde kendine çekemeyeceği hiçbir keskin göz­

lü alabalık yok."

Darwin ve Sonrası

adlı bir önceki kitabıma aldığım denemeler­

den birinde, tatlı su midyesi L

a

mpsilis'in öyküsünü anlatmıştım.

Bu midye sırtının arka bölümünde "balık" biçiminde bir zoka ta­

şır. Bu olağanüstü yemin; biçimli bir gövdesi, yüzgeci ve kuyruğu andıran kanatçıklarıyla etkiyi bütünleyen göz deliği vardır. Hatta kanatçıklar, yüzüyormuş duygusu vermek üzere düzenli biçimde dalgalanırlar. Gövdesi bir kuluçka keseciğinden, yüzgeç ve kuy­

ruğu midyenin dışa taşan derisinden meydana getirilen bu tak­

lit "balık", aslını kendine çeker ve anne midyenin kuluçka kese­

ciğindeki larvaları durumdan habersiz balığa fışkırtmasını sağlar.

Lampsilis'in

larvaları yalnızca bir balığın solungaçlarında asalak olarak büyüyebildiği için, bu zoka gerçekten yararlı bir araçtır.

32 pandanın başparmağ>

L

am

psi

l

is'in yalnız olmadığını yakınlarda öğrendiğimde şaştım kaldım. Balıkbilimci Ted Pietsch'le David Grobecker, hayret ve­

rici bir Filipin fenerbalığının tek örneğini insan ayağı değmemiş bölgelerde, kelle koltukta geçirdikleri serüvenler sonunda değil, nice bilimsel yeniliğin kaynağı semt akvaryumcusunda buldular.

(Heyecan verici keşiflerin temelinde, çoğunlukla abartılmış

er­

keklik

değil, farkındalık vardır.) Fenerbalığı zokasını larvasına ta­

şıyıcı bulmak için değil, akşam yemeğini kendine çekmek için kullanır. Burnunun ucunda, oldukça değişime uğramış bir sırt yüzgeci dikeni bulunur. Bu dikenin ucuna uygun bir zoka kon­

durmuştur. Yüzeyden ışığın ulaşamadığı karanlık bir dünyada ya­

şayan kimi derin deniz türleri, avlarını kendi ışık kaynaklarının yardımıyla tutarlar. Zokalarının üzerinde fosfonşığı yayan bakte­

rileri biriktirirler. Sığ su türlerinin rengarenk, yamru yumru göv­

deleri vardır; tıpkı sünger ve su yosunlanndan kabuk bağlamış

Fenerbalığı David B. Grohecker

stcphcn jay gould 3 3

kayalar gibi görünürler. Suyun dibinde kıpırdamadan dururlar;

ağızlarının yakınındaki gözahcı zokalarını sallar ya da oynatırlar.

"Yemler" türden türe değişir fakat çoğu aralarında solucanlar ve kabukluların da olduğu çeşitli omurgasızları -mükemmel biçim­

de olmasa da- andırır.

Ancak Pietsch'le Grobecker'in fenerbalığı her yönüyle en az La

m

p

s

i

l

i

s

'in sırtında gezdirdiği yalancı balık denli etkileyici bir zoka geliştirmiştir. Daha önce fenerbalıkları arasında böylesi gö­

rülmüş değil. (Yazdıkları makale, yerinde bir seçimle

"Tüm Yön­

leriyle Fenerbalığı"

[The Complete Angler] adını taşıyordu ve Walton'dan yukarıda yapılan alıntıya başlangıcında yer verilmiş­

ti.) Bu usta gözboyayıcı tam olması gereken yerde taşıdığı göz benzeri pigment noktalarıyla gösteriş yapar. Ayrıca, gövdenin al­

tında göğüs ve karın yüzgeçlerinin yerine geçen sıkıştırılmış ip­

likçikleri, arkasına doğru sırt ve kuyruk yüzgeçlerini andıran uzantıları ve gören herkesin kuyruk sanacağı, geriye doğru ge­

nişleyen bir çıkıntısı vardır. Pietsch'le Grobecker şu sonuca varı­

yorlar: "Zoka Filipinler bölgesinde çok yaygın olan percoidea fa­

milyasında yer alan küçük balıkların neredeyse tıpkısıdır." Fe­

nerbalığı, "yüzmekte olan bir balığın iki yana salınmalarına ben­

zesin diye" yemini suyun içinde hafifçe dalgalandırmayı bile bilir.

Balık ve midyedeki bu birbirinin neredeyse tıpatıp benzeri kur­

nazlık ilk bakışta, Darwinci evrim için dosyayı kapatmış görünü­

yor. Eğer doğal seçilim bunu iki kez yapabiliyorsa, kuşkusuz ya­

pamayacağı şey yoktur. Yine de, bundan önceki iki denemenin izleğini sürdürerek bu üçlemeyi şöyle sona erdirelim: Kusursuz­

luk evrimcinin işine yaradığı denli yaratılışçının işine de yarar.

llahiler Kitabı'nın yazarı öyle dememiş miydi: "Gökler Tanrı'nın ululuğunu anlatır, gökkubbe el işçiliğini sergiler." Bundan önceki iki deneme, kusurluluğun evrime başarı kazandırdığını savlıyor­

du. Bu denemeyse, kusursuzluğa Darwinci yanıtı ele almaktadır.

Kusursuzluktan daha zor açıklanabilen tek şey, birbirinden çok farklı hayvanlarda yinelenen kusursuzluktur. Bir midyenin

34 pandanın başparmağı

arka bölümüne oturttuğu balık; bu yetmezmiş gibi, bir de fener­

balığının burnunun ucunda bir balık, zorluğu ikiye katlamaya yetip artıyor bile. Birincisi, kuluçka keseciği ve dışa taşan deriden evrildi; ikincisi, bir yüzgeç dikeninden. Her iki "balık"ın da nere­

den geldiğini evrimle savunmakta güçlük çekmiyorum.

Lampsilis

için bir dizi inandırıcı ara evreler tanımlanabilir. Fenerbalığının yüzgecinden uzattığı bir dikeni zoka olarak kullanması olgusu eldeki parçalan uydurma ilkesini yansıtıyor. Aynı ilkeye göre meydana gelen pandanın başparmağıyla orkidenin taç yaprağı evrimin güçlü dayanaklarıdır (bkz. Bu üçlemede yer alan birinci deneme). Fakat Darwinciler yalnızca sergilemekle yetinemezler;

evrimsel değişmenin birincil nedeni olarak temel düzeneği; baş­

ka bir deyişle rastgele değişkenliği ve doğal seçilimi savunmak zorundadırlar.

Darwin karşıtı evrimciler, Darwinciliğin evrimde planlama ve yönlendirme olmadığı ana görüşüne karşı, her zaman, çok ben­

zer uyarlanmaların farklı soy çizgilerinde

yinelenerek

geliştiğini ileri sürmüşlerdir. Eğer değişik organizmalar, bir daha, bir daha hep aynı çözümde buluşuyorlarsa; bu, rastgele değişkenliğe bağ­

lı olarak işleyen doğal seçilimden çok, önceden belirlenmiş bazı değişim yönleri olduğunun göstergesi değil midir? Yinelenen bi­

çiminin kendisini, ona yol açan çok sayıdaki evrim olayının bir nedeni olarak görmek gerekmez mi?

Örneğin Arthur Koestler, son yazdığı yanın düzine kitabın tümünde Darwinizmin kendi yanlış anladığı biçimine karşı bir kampanya yürütmüştür. Evrimi belirli yönlere doğru zorlayan ve doğal seçilimin etkisini bastıran bir düzenleyici kuvvet bulma­

yı ummaktadır. Dayanak noktası, ayrı soy çizgilerinde kusursuz tasarımın yinelenerek evrilmesidir. Tekrar tekrar kurtlarla "Tas­

manya kurdu"nun birbirinin neredeyse "tıpatıp aynı kafatasların­

dan" söz eder. (Bu keseli etobur kurda benzer, fakat soyağacı ba­

kımından vombat, kangru ve koalalarla yakın akrabadır.) En son kitabı janus'da Koestler şunlan yazıyor: "Bir tek kurt türünün

step hen jay gould 3 5

rastgele mutasyon artı seçilim yoluyla evrimi bile, gördüğümüz gibi, aşılamaz zorluklar çıkarıyor. Bu sürecin adada ve ana kara­

da bağımsız olarak yinelenmesi, bir mucizenin karesi anlamına gelecektir."

Darwinci yanıt hem bir yadsıma hem de bir açıklama içermek­

tedir. Önce yadsıma: Çok benzeşen/yakınsak biçimlerin gerçekte tıpatıp aynı oldukları kesinlikle doğru değildir. 193 1 yılında ölen Belçikalı büyük fosilbilimci Louis Dollo çokça yanlış anlaşılan bir ilke ortaya koydu. Dollo yasası adıyla da anılan bu ilke "Ev­

rimin geri dönüşsüzlüğü"dür. Yetersiz bilgili kimi bilim insanla­

rı Dollo'nun evrimin motoru olan ve geriye bir anlık göz atması­

na bile olanak tanımayan gizemli bir yönlendirici kuvvetin varlı­

ğını savladığım sanıyor ve onu doğadaki düzenin nedeninin do­

ğal seçilim olamayacağına inanan, Darwinci-olmayan kişiler ara­

sına oturtuyorlar.

Gerçek şu ki, Dollo yakınsak evrim konusuna -benzer uyar­

lanmaların farklı soy çizgilerinde yinelenerek gelişmesine- ilgi duyan bir Darwinciydi. Onun savladıgına göre, yakınsamayla hiçbir zaman kusursuz benzerliğin yakınından bile geçen bir şey ortaya çıkmayacağını, olasılık kuramının abc'si neredeyse kesin olarak söylüyordu. Organizmalar geçmişlerini silemezler. lki ayrı soy çizgisi, ortak bir yaşam biçimine uyarlanma olarak, olağanüs­

tü ve yüzeysel benzerlikler geliştirebilir. Fakat organizmalar öy­

lesine çok sayıda karmaşık ve bağımsız parça içerirler ki, iki kez birbirinin tıpatıp aynı sonuca doğru evrilme olasılığı gerçekte sı­

fırdır. Evrim geri dönüşsüzdür; soyun köklerine ilişkin gösterge­

ler her zaman korunur; yakınsaklık ne denli etkileyici olursa ol­

sun, her zaman yüzeyseldir.

En akıl almaz yakınsaklık örneği olarak benim adayım

Ichthyosaur'u

ele alalım. Ataları karada yaşamış bu deniz sürün­

geni balığa o denli yakınlaştı ki, tam yerli yerinde ve tam suda ya­

şam içim tasarlanmış gerçek bir sırt yüzgeci ve kuyruk geliştirdi.

Sıfırdan gelişmiş olmaları, bu yapılara daha da olağanüstülük

ka-36 pandanın b�parmağı

zandırıyor. Bu kara sürüngeninin atasının sırtında kamburu ya da kuyruğunda, kabataslak aynı görevi yapan bir kuyruk kana­

dı yoktu. Yine de Ichthyosaur, ister genel tasanmıyla, isterse ince ayrıntılanyla olsun, balık değildir. (Örneğin Ichthyosaur'larda omurga kuyruğun alt kanadında uzanır; omurganın kuyruğa ka­

dar uzandığı balıklarda, omurga kemiği üst kanattadır.) Ichthyo­

saur, akciğerlerinden ve su dışında soluk alıp vermesinden tutun da yüzgeç ışınlarından değil, değişime uğramış yassı ayak kemik­

lerinden yapılmış yüzgecine dek sürüngenliğini korur.

Koestler'in etoburlarının öyküsü de bunun aynıdır. Gerek pla­

sentalı kurt, gerekse keseli "kurt" avcı olmak üzere tasarlanmış­

lardır; fakat hiçbir uzman, birinin kafatasım ötekinin kafatasıyla karıştırmaz. Keseli olmaktan ileri gelen çok sayıdaki küçük gös­

terge, dış görünüş ve işlevdeki benzeşme yüzünden ortadan kalk­

maz.

Şimdi gelelim bunun açıklamasına: Darwinizm, Koestler'in sandığı gibi öyle ani, kestirilemez bir değişimin kuramı değildir.

Değişimin hammaddesi rastgele değişkenlik olsa da; iyi tasarımı adım adım geliştiren, -seçeneklerin çoğunu bir kıyıya iterek ye­

rel çevreye uyarlanmayı artıran seçenekleri benimseyen ve birik­

tiren- doğal seçilimdir.

Güçlü yakınsamanın temel nedeni -sıradan görünse bile- en yalın biçimiyle, kimi yaşamı sürdürme yöntemlerinin, o rolü

oy-Ichthyosaur

Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nin lzniyle

•tcphen jay gould 3 7

nayan organizmanın üzerinde biçim ve işleve ilişkin zorlayıcı öl­

çütler koymasıdır. Memeli etoburlar koşmak ve dişlerini sapla­

mak zorundadır; öğütücü azı dişlere gereksinim duymaz, yiye­

ceklerini kopardıktan sonra yutarlar. Hem plasentalı kurtlar hem de keseli "kurt"lar uzun süre koşabilir, uzun, keskin, sivri köpek dişleri ve körelmiş azı dişleri vardır. Karada yaşayan omurgalı­

lar ön ve arka bacaklarının yardımıyla ilerler ve denge sağlamak amacıyla kuyruklarından yararlanırlar. Yüzücü balıklarsa yüzgeç­

leriyle denge sağlar, kuyruklarının yardımıyla yol alırlar. Balık gibi yaşayan Ichthyosaur'larsa, balinalar gibi geniş bir itici kuy­

ruk geliştirmiş olmakla birlikte, balinanın yukarı aşağı hareket eden yatay kuyruğunun aksine, balıkların ve Ichthyosaur'ların dikey kuyrukları sağa sola hareket eder.

Yinelenebilir etkin tasarıma ilişkin bu biyolojik izleği D'Arcy Wentworth Thompson'un 194 2 tarihli incelemesinde ortaya koy­

duğu denli açık seçik ortaya koyan olmamıştır.

On Growth and Fonn

adlı bu inceleme hala basılmaktadır ve öneminden bir şey yitirmemiştir. Pohpohlama ve abartıdan uzak durmuş bir kişi olan Sir Peter Medawar, söz konusu incelemeyi şöyle betimli­

yor: "İngiliz dilinde bilim tarihine geçmiş yazılı yapıtlar arasında karşılaştırmaya yer bırakmayacak biçimde en üstün niteliklisi."

Hayvanbilimci, matematikçi, antik çağ uzmanı ve düzyazı ustası Thompson, yaşlı bir adamın coşku dolu övgüsünü kazandı ama tüm meslek yaşamını lskoçya'daki küçük bir üniversitede geçir­

di. Çünkü görüşleri, Londra ve Oxford'un saygınlık kazandıran görevlerine ulaşmak için fazlasıyla alışılmışın dışındaydı.

Thompson ufuk açan biri olmaktan çok, geçmişte yaşayan zeki bir kişilikti. Pisagor'u ciddiye alıyor ve Yunan bir geometri­

ci gibi çalışıyordu. tdeal bir dünyanın, doğada sıklıkla yinelenen soyut biçimlerini arayıp bulmaktan özel bir tat alıyordu. Bal pe­

teğinin kutucuklarında; kimi kaplumbağaların kabuklarında yi­

nelenen kenetli altıgen levhalar bulunması nedendi? Çam koza­

lağındaki ve ayçiçeğindeki sarmallar ve genellikle bir sap

üzerin-3 8 p1mdaıun başparmağı

de yapraklar neden Fibonacci dizisini izlemekteydi? (Ortak bir noktadan ışınlanan sarmallar sistemi, gerek sağa dönüşlü, gerek­

se sola dönüşlü sarmallar olarak izlenebilir. Sağ ve sol sarmalla­

rın sayısı birbirinin aynı olmayıp, Fibonacci dizisinde art arda iki sayıya eşittir. Fibonacci dizisinin her sayısı, kendisinden önceki iki sayının toplanmasıyla elde edilen sayılardan kuruludur: 1, 1 , 2, 3 , 5, 8, 13, 2 1 vb. Örneğin, çam kozalağı sarmalında 13 sol sar­

mal, 21 sağ sarmal vardır.) Çok sayıdaki salyangoz kabuğu, ko­

çun boynuzu ve hatta pervanenin ışığa yaklaşma yolu niçin loga­

ritmik sarmal adı verilen bir eğriyi izler?

Her durum karşısında Thompson'un yanıtı aynıydı: Bu soyut düzenlemelerin her biri, sıradan sorunlara bulunmuş en elveriş­

li çözümlerdi. Apayrı gruplarda tekrar tekrar evrilmiş olmaları, uyarlanma için en iyi ve çoğu zaman da tek yol olmalarındandı.

Üçgenler, paralelkenarlar ve altıgenler bir uzamı boşluk bırak­

madan tümüyle dolduran tek düzlem biçimleriydi. Genellikle al­

tıgenlerin yeğlenmesi, daireye yakın oluşlarındandı. Böylelikle, yan duvarların çevrelediği alanın en büyüğü elde edilmiş oluyor­

du (örneğin, en büyük miktarda bal biriktirecek en az miktarda yan duvar). Fibonacci örüntüsü, herhangi bir ışınsal sarmal sis­

teminin, tepe noktasında var olan en büyük boşluğa yeni öğele­

rin, sırayla birer birer eklenmesiyle, kendiliğinden ortaya çıkar.

logaritmik sarmal, biçim değiştirmeden büyüyebilen tek eğridir.

Soyut Thompson biçimlerini en elverişli uyarlanmalar olarak ta­

nımlayabilirim; fakat, "iyi" düzenlemenin genellikle niçin böyle basit, sayısal bir düzenlilik sergilediği biçimindeki daha geniş öl­

çekli metafizik sorusu karşısında yapabileceğimse; ancak cehalet ve hayrete sığınmak.

Buraya dek tekrarlanan kusursuzluk sorununun yalnızca bir yarısına ilişkin açıklamalarda bulundum. Sorunun "niçin"i üze­

rinde durdum. Benzeşmenin hiçbir zaman iki karmaşık organiz­

ma arasında tıpatıp benzerliğe yol açmayacağını savundum (böy­

lesi bir durum Darwinci süreçleri aklın kabul ettiği gücünün

öte-srephen jay gould 3 9

sinde zora sokardı) ve yakın tekrarlamaların, az sayıda çözümü bulunan ancak sık karşılaşılan sorunlara en elverişli uyarlanma­

lar olduğunu açıklamaya çalıştım.

lyi de, bunların "nasıl" oluştuğu konusunda ne demeli?

Lampsilis'in sırtındaki balıkla fenerbalığının zokasının ne işe ya­

radığını bilebiliriz fakat nasıl meydana gelmiştir bunlar? Uyar­

lanmanın son halinin karmaşık ve acayip olmasının yanı sıra; ata­

larında ayrı işlevler görmüş tanıdık parçalardan yapılmış olması bu soruna özellikle yaşamsal önem kazandırır. Eğer f enerbalığı­

nın balığı andıran zokası, ince ayrıntılı son haline kavuşuncaya dek birbirinden tümüyle ayn 500 değişiklik gerektirdiyse; bu sü­

reç nasıl başlamıştı? Ve eğer, en son amaçtan bilgisi olan herhan­

gi bir Darwincilik dışı kuvvet ilerlemeyi sağlamadıysa, değişim niçin sürdü? Birinci adım tek başına hangi olası yaran sağlamaya dönüktü? Bir kandırmacanın beş yüzde biri, herhangi bir gerçek nesnenin uyandırdığı merakı uyandırmaya yeter miydi?

D'Arcy Thompson'un bu soruna yanıtı zorlama, fakat ileriyi görür nitelikteydi. Organizmaların, üzerlerinde doğrudan etkili olan fiziksel kuvvetlerce biçimlendirildiğini savunuyordu. Biçim­

lerin en elverişlileri, fiziksel kuvvetler karşısında şekillendirilebi­

lir malzemenin girdiği doğal durumlardan başka bir şey değildi.

Egemen fiziksel kuvvetler sistemi değiştiği zaman, organizmalar bir elverişli durumdan ötekine sıçrarlar. Bugün artık fiziksel kuv­

vetlerin olağanüstü zayıf -çoğu durumda biçimi doğrudan oluş­

turamayacak denli- zayıf olduğunu biliyoruz. Bunun yerine do­

ğal seçilime yöneliyoruz; ancak, eğer seçilim, karmaşık bir uyar­

lanmayı inşa etmek için yalnızca adım adım, derviş sabrıyla ve parça başına iş görebiliyorsa, çıkmaza gireriz.

Fiziksel kuvvetlerin organizmaları doğrudan biçimlendir­

diğine ilişkin kanıtlanmamış savı bir yana; öyle sanıyorum ki, Thompson'un görüşü özünde bir çözüm taşımaktadır. Karmaşık biçimler çoğunlukla çok daha yalın (çoğu kez iyiden iyiye yalın) bir doğurucu etmenler sistemi eliyle inşa edilirler. Bölümler

ge-40 pandanın başparmağı

lişim nedeniyle birbirlerine girift yollarla bağlıdır ve bir parça­

nın değişmesi organizmanın tümünde yankı uyandınr; onu akla gelmeyecek çok çeşitli yönlerde değişime uğratır. Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nden David Raup, D'Arcy Thompson'un görüşü­

nü modem bir bilgisayara uyarladı ve -sarmal deniz kabuklu­

sundan tutun, deniz tarağına ve salyangoza dek- sarmal kabuk­

lann tüm temel biçimlerinin, yalnızca üç basit büyüme değişke­

ninde değişiklik yaparak meydana getirilebileceğini gösterdi. Ben de, Raup'un programını kullanarak sıradan bir bahçe salyangozu­

nu, üç değişkeninden yalnızca ikisiyle oynayarak, sıradan bir de­

niz tarağına dönüştürebilirim. Ve ister inanın ister inanmayın gü­

nümüz salyangozlarının garip bir cinsi, gerçekten çift kavkılıdır.

Bu çift kabuk bildiğimiz midyeye öylesine benzemektedir ki, çar­

pıcı bir yakın çekimde sümüklü böceğin kafasını kabukların ara­

sından uzattığını gördüğümde nefesim kesildi.

Kusursuzluğu ve kusuru evrimin göstergeleri olarak ele alan bu üçlemem böylece sona ermiş oluyor. Fakat bu üçlünün bütü­

nü gerçekte pandanın "başparmağı" üstüne derinlemesine bir in­

celemedir. Denemelerin üçü de, sonradan gezinmelerine, dalıp gitmelerine karşın, bu tek ve somut nesnenin ürünüdür. Bilek­

teki bir kemikten yapılmış başparmak, bir tarihi olduğunu gös­

teren kusurlu, eldekiyle yetinilerek inşa edilmiş bir başparmak.

Dwight Davis, ayıdan panda meydana getirmek için sayısız kez adım adım yürümesi gerekirse doğal seçilimin düşebileceği aciz­

likle yüzleşince, D'Arcy Thompson'un basit doğurucu etmenler sistemine indirgeme çözümünü savundu . Tüm kas ve sinirleriy­

le karmaşık başparmak aygıtının, nasıl salt ışınsal sesamoid ke­

miğinin büyümesinin bir dizi otomatik sonucu olarak ortaya çı­

kabileceğini gösterdi. Daha sonra, hepoburluktan neredeyse yal­

nızca bambu geven bir otobura geçişte kafatasının biçim ve işle­

vinde gerçekleşen karmaşık değişimlerin, bir ya da iki temel de­

ğişimin sonucu olarak açıklanabileceğini ileri sürdü ve şu sonu­

ca vardı: "Ursus'dan (ayıdan) Ailuropoda'ya (pandaya)

uyarlana-stcphcn jay gould 41

Bu bi lgi sayar çizimlerinde (benzerli ğine karşın bunlar gerçek salyangoz değil) bazı mi dyelere çok benzeyen bir form (sağ başta) bir "salyangoz"a dönüştürülebilir (sol başta). Bunu yapmak için, " kabuk" büyürken baş­

langıç elipsinin büyüme hızını azaltmak ve elipsin kıvrılma ekseni bo­

yunca uzama hızını artırmak yeterlidir. Tu m bu biçimler yalnızca dört parametrenin belirlenmesiyle çizilmiştir.

Fotoğraf: D. M. Raup'un İzniyle.

rak geçişte çok az sayıda -belki yanın düzineyi geçmeyen- gene­

tik düzenek rol alıyordu. Bu düzeneklerin çoğunun işleyişi akla yakın bir kesinlikle belirlenebilmektedir."

Artık değişimin temelindeki genetik süreklilikten -temel bir Darwinci önerme- sonuçta vardığı kesintilVsıçramalı değişmenin açık sonucu olan bir karmaşık, erişkin organizmalar ardışımına geçebiliriz. Karmaşık sistemler içinde, değişim girdisinin sürekli­

liği (ayırt edilmezliği) , çıktıda süreksiz/sıçramalı değişime dönü­

şebilir. Bu noktada, varoluşumuzla ve nasıl meydana geldiğimi­

zi anlamaya dönük çabamızla ilişkili temel bir çelişkiyle karşıla­

şırız. Yapımında bu düzeyde karmaşıklık olmaksızın, böylesi so­

rulan soracak beyinleri geliştirmiş olamazdık. Bu karmaşıklıkla, çözümleri beyinlerimizin düşünüp bulmayı sevdiği basit yanıt­

larda bulmayı umamayız.

i l