Doğa Izaak Walton'u beklediğimden daha sık çaylak yerine ko
yuyor. Ted Williams'a dek dünyanın gördüğü bu en ünlü balık
çı 1654 yılında, en çok kullandığı yapay balık konusunda şunları yazar: "Golyan balığı görünümlü bir zokam var . . . öylesine çeki
ci biçimde işlenmiş ve öylesine niyetini gizleyen bir görünümde ki hızlı akışlı derelerde kendine çekemeyeceği hiçbir keskin göz
lü alabalık yok."
Darwin ve Sonrası
adlı bir önceki kitabıma aldığım denemelerden birinde, tatlı su midyesi L
a
mpsilis'in öyküsünü anlatmıştım.Bu midye sırtının arka bölümünde "balık" biçiminde bir zoka ta
şır. Bu olağanüstü yemin; biçimli bir gövdesi, yüzgeci ve kuyruğu andıran kanatçıklarıyla etkiyi bütünleyen göz deliği vardır. Hatta kanatçıklar, yüzüyormuş duygusu vermek üzere düzenli biçimde dalgalanırlar. Gövdesi bir kuluçka keseciğinden, yüzgeç ve kuy
ruğu midyenin dışa taşan derisinden meydana getirilen bu tak
lit "balık", aslını kendine çeker ve anne midyenin kuluçka kese
ciğindeki larvaları durumdan habersiz balığa fışkırtmasını sağlar.
Lampsilis'in
larvaları yalnızca bir balığın solungaçlarında asalak olarak büyüyebildiği için, bu zoka gerçekten yararlı bir araçtır.32 pandanın başparmağ>
L
am
psil
is'in yalnız olmadığını yakınlarda öğrendiğimde şaştım kaldım. Balıkbilimci Ted Pietsch'le David Grobecker, hayret verici bir Filipin fenerbalığının tek örneğini insan ayağı değmemiş bölgelerde, kelle koltukta geçirdikleri serüvenler sonunda değil, nice bilimsel yeniliğin kaynağı semt akvaryumcusunda buldular.
(Heyecan verici keşiflerin temelinde, çoğunlukla abartılmış
er
keklik
değil, farkındalık vardır.) Fenerbalığı zokasını larvasına taşıyıcı bulmak için değil, akşam yemeğini kendine çekmek için kullanır. Burnunun ucunda, oldukça değişime uğramış bir sırt yüzgeci dikeni bulunur. Bu dikenin ucuna uygun bir zoka kon
durmuştur. Yüzeyden ışığın ulaşamadığı karanlık bir dünyada ya
şayan kimi derin deniz türleri, avlarını kendi ışık kaynaklarının yardımıyla tutarlar. Zokalarının üzerinde fosfonşığı yayan bakte
rileri biriktirirler. Sığ su türlerinin rengarenk, yamru yumru göv
deleri vardır; tıpkı sünger ve su yosunlanndan kabuk bağlamış
Fenerbalığı David B. Grohecker
stcphcn jay gould 3 3
kayalar gibi görünürler. Suyun dibinde kıpırdamadan dururlar;
ağızlarının yakınındaki gözahcı zokalarını sallar ya da oynatırlar.
"Yemler" türden türe değişir fakat çoğu aralarında solucanlar ve kabukluların da olduğu çeşitli omurgasızları -mükemmel biçim
de olmasa da- andırır.
Ancak Pietsch'le Grobecker'in fenerbalığı her yönüyle en az La
m
ps
il
is
'in sırtında gezdirdiği yalancı balık denli etkileyici bir zoka geliştirmiştir. Daha önce fenerbalıkları arasında böylesi görülmüş değil. (Yazdıkları makale, yerinde bir seçimle
"Tüm Yön
leriyle Fenerbalığı"
[The Complete Angler] adını taşıyordu ve Walton'dan yukarıda yapılan alıntıya başlangıcında yer verilmişti.) Bu usta gözboyayıcı tam olması gereken yerde taşıdığı göz benzeri pigment noktalarıyla gösteriş yapar. Ayrıca, gövdenin al
tında göğüs ve karın yüzgeçlerinin yerine geçen sıkıştırılmış ip
likçikleri, arkasına doğru sırt ve kuyruk yüzgeçlerini andıran uzantıları ve gören herkesin kuyruk sanacağı, geriye doğru ge
nişleyen bir çıkıntısı vardır. Pietsch'le Grobecker şu sonuca varı
yorlar: "Zoka Filipinler bölgesinde çok yaygın olan percoidea fa
milyasında yer alan küçük balıkların neredeyse tıpkısıdır." Fe
nerbalığı, "yüzmekte olan bir balığın iki yana salınmalarına ben
zesin diye" yemini suyun içinde hafifçe dalgalandırmayı bile bilir.
Balık ve midyedeki bu birbirinin neredeyse tıpatıp benzeri kur
nazlık ilk bakışta, Darwinci evrim için dosyayı kapatmış görünü
yor. Eğer doğal seçilim bunu iki kez yapabiliyorsa, kuşkusuz ya
pamayacağı şey yoktur. Yine de, bundan önceki iki denemenin izleğini sürdürerek bu üçlemeyi şöyle sona erdirelim: Kusursuz
luk evrimcinin işine yaradığı denli yaratılışçının işine de yarar.
llahiler Kitabı'nın yazarı öyle dememiş miydi: "Gökler Tanrı'nın ululuğunu anlatır, gökkubbe el işçiliğini sergiler." Bundan önceki iki deneme, kusurluluğun evrime başarı kazandırdığını savlıyor
du. Bu denemeyse, kusursuzluğa Darwinci yanıtı ele almaktadır.
Kusursuzluktan daha zor açıklanabilen tek şey, birbirinden çok farklı hayvanlarda yinelenen kusursuzluktur. Bir midyenin
34 pandanın başparmağı
arka bölümüne oturttuğu balık; bu yetmezmiş gibi, bir de fener
balığının burnunun ucunda bir balık, zorluğu ikiye katlamaya yetip artıyor bile. Birincisi, kuluçka keseciği ve dışa taşan deriden evrildi; ikincisi, bir yüzgeç dikeninden. Her iki "balık"ın da nere
den geldiğini evrimle savunmakta güçlük çekmiyorum.
Lampsilis
için bir dizi inandırıcı ara evreler tanımlanabilir. Fenerbalığının yüzgecinden uzattığı bir dikeni zoka olarak kullanması olgusu eldeki parçalan uydurma ilkesini yansıtıyor. Aynı ilkeye göre meydana gelen pandanın başparmağıyla orkidenin taç yaprağı evrimin güçlü dayanaklarıdır (bkz. Bu üçlemede yer alan birinci deneme). Fakat Darwinciler yalnızca sergilemekle yetinemezler;
evrimsel değişmenin birincil nedeni olarak temel düzeneği; baş
ka bir deyişle rastgele değişkenliği ve doğal seçilimi savunmak zorundadırlar.
Darwin karşıtı evrimciler, Darwinciliğin evrimde planlama ve yönlendirme olmadığı ana görüşüne karşı, her zaman, çok ben
zer uyarlanmaların farklı soy çizgilerinde
yinelenerek
geliştiğini ileri sürmüşlerdir. Eğer değişik organizmalar, bir daha, bir daha hep aynı çözümde buluşuyorlarsa; bu, rastgele değişkenliğe bağlı olarak işleyen doğal seçilimden çok, önceden belirlenmiş bazı değişim yönleri olduğunun göstergesi değil midir? Yinelenen bi
çiminin kendisini, ona yol açan çok sayıdaki evrim olayının bir nedeni olarak görmek gerekmez mi?
Örneğin Arthur Koestler, son yazdığı yanın düzine kitabın tümünde Darwinizmin kendi yanlış anladığı biçimine karşı bir kampanya yürütmüştür. Evrimi belirli yönlere doğru zorlayan ve doğal seçilimin etkisini bastıran bir düzenleyici kuvvet bulma
yı ummaktadır. Dayanak noktası, ayrı soy çizgilerinde kusursuz tasarımın yinelenerek evrilmesidir. Tekrar tekrar kurtlarla "Tas
manya kurdu"nun birbirinin neredeyse "tıpatıp aynı kafatasların
dan" söz eder. (Bu keseli etobur kurda benzer, fakat soyağacı ba
kımından vombat, kangru ve koalalarla yakın akrabadır.) En son kitabı janus'da Koestler şunlan yazıyor: "Bir tek kurt türünün
step hen jay gould 3 5
rastgele mutasyon artı seçilim yoluyla evrimi bile, gördüğümüz gibi, aşılamaz zorluklar çıkarıyor. Bu sürecin adada ve ana kara
da bağımsız olarak yinelenmesi, bir mucizenin karesi anlamına gelecektir."
Darwinci yanıt hem bir yadsıma hem de bir açıklama içermek
tedir. Önce yadsıma: Çok benzeşen/yakınsak biçimlerin gerçekte tıpatıp aynı oldukları kesinlikle doğru değildir. 193 1 yılında ölen Belçikalı büyük fosilbilimci Louis Dollo çokça yanlış anlaşılan bir ilke ortaya koydu. Dollo yasası adıyla da anılan bu ilke "Ev
rimin geri dönüşsüzlüğü"dür. Yetersiz bilgili kimi bilim insanla
rı Dollo'nun evrimin motoru olan ve geriye bir anlık göz atması
na bile olanak tanımayan gizemli bir yönlendirici kuvvetin varlı
ğını savladığım sanıyor ve onu doğadaki düzenin nedeninin do
ğal seçilim olamayacağına inanan, Darwinci-olmayan kişiler ara
sına oturtuyorlar.
Gerçek şu ki, Dollo yakınsak evrim konusuna -benzer uyar
lanmaların farklı soy çizgilerinde yinelenerek gelişmesine- ilgi duyan bir Darwinciydi. Onun savladıgına göre, yakınsamayla hiçbir zaman kusursuz benzerliğin yakınından bile geçen bir şey ortaya çıkmayacağını, olasılık kuramının abc'si neredeyse kesin olarak söylüyordu. Organizmalar geçmişlerini silemezler. lki ayrı soy çizgisi, ortak bir yaşam biçimine uyarlanma olarak, olağanüs
tü ve yüzeysel benzerlikler geliştirebilir. Fakat organizmalar öy
lesine çok sayıda karmaşık ve bağımsız parça içerirler ki, iki kez birbirinin tıpatıp aynı sonuca doğru evrilme olasılığı gerçekte sı
fırdır. Evrim geri dönüşsüzdür; soyun köklerine ilişkin gösterge
ler her zaman korunur; yakınsaklık ne denli etkileyici olursa ol
sun, her zaman yüzeyseldir.
En akıl almaz yakınsaklık örneği olarak benim adayım
Ichthyosaur'u
ele alalım. Ataları karada yaşamış bu deniz sürüngeni balığa o denli yakınlaştı ki, tam yerli yerinde ve tam suda ya
şam içim tasarlanmış gerçek bir sırt yüzgeci ve kuyruk geliştirdi.
Sıfırdan gelişmiş olmaları, bu yapılara daha da olağanüstülük
ka-36 pandanın b�parmağı
zandırıyor. Bu kara sürüngeninin atasının sırtında kamburu ya da kuyruğunda, kabataslak aynı görevi yapan bir kuyruk kana
dı yoktu. Yine de Ichthyosaur, ister genel tasanmıyla, isterse ince ayrıntılanyla olsun, balık değildir. (Örneğin Ichthyosaur'larda omurga kuyruğun alt kanadında uzanır; omurganın kuyruğa ka
dar uzandığı balıklarda, omurga kemiği üst kanattadır.) Ichthyo
saur, akciğerlerinden ve su dışında soluk alıp vermesinden tutun da yüzgeç ışınlarından değil, değişime uğramış yassı ayak kemik
lerinden yapılmış yüzgecine dek sürüngenliğini korur.
Koestler'in etoburlarının öyküsü de bunun aynıdır. Gerek pla
sentalı kurt, gerekse keseli "kurt" avcı olmak üzere tasarlanmış
lardır; fakat hiçbir uzman, birinin kafatasım ötekinin kafatasıyla karıştırmaz. Keseli olmaktan ileri gelen çok sayıdaki küçük gös
terge, dış görünüş ve işlevdeki benzeşme yüzünden ortadan kalk
maz.
Şimdi gelelim bunun açıklamasına: Darwinizm, Koestler'in sandığı gibi öyle ani, kestirilemez bir değişimin kuramı değildir.
Değişimin hammaddesi rastgele değişkenlik olsa da; iyi tasarımı adım adım geliştiren, -seçeneklerin çoğunu bir kıyıya iterek ye
rel çevreye uyarlanmayı artıran seçenekleri benimseyen ve birik
tiren- doğal seçilimdir.
Güçlü yakınsamanın temel nedeni -sıradan görünse bile- en yalın biçimiyle, kimi yaşamı sürdürme yöntemlerinin, o rolü
oy-Ichthyosaur
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nin lzniyle
•tcphen jay gould 3 7
nayan organizmanın üzerinde biçim ve işleve ilişkin zorlayıcı öl
çütler koymasıdır. Memeli etoburlar koşmak ve dişlerini sapla
mak zorundadır; öğütücü azı dişlere gereksinim duymaz, yiye
ceklerini kopardıktan sonra yutarlar. Hem plasentalı kurtlar hem de keseli "kurt"lar uzun süre koşabilir, uzun, keskin, sivri köpek dişleri ve körelmiş azı dişleri vardır. Karada yaşayan omurgalı
lar ön ve arka bacaklarının yardımıyla ilerler ve denge sağlamak amacıyla kuyruklarından yararlanırlar. Yüzücü balıklarsa yüzgeç
leriyle denge sağlar, kuyruklarının yardımıyla yol alırlar. Balık gibi yaşayan Ichthyosaur'larsa, balinalar gibi geniş bir itici kuy
ruk geliştirmiş olmakla birlikte, balinanın yukarı aşağı hareket eden yatay kuyruğunun aksine, balıkların ve Ichthyosaur'ların dikey kuyrukları sağa sola hareket eder.
Yinelenebilir etkin tasarıma ilişkin bu biyolojik izleği D'Arcy Wentworth Thompson'un 194 2 tarihli incelemesinde ortaya koy
duğu denli açık seçik ortaya koyan olmamıştır.
On Growth and Fonn
adlı bu inceleme hala basılmaktadır ve öneminden bir şey yitirmemiştir. Pohpohlama ve abartıdan uzak durmuş bir kişi olan Sir Peter Medawar, söz konusu incelemeyi şöyle betimliyor: "İngiliz dilinde bilim tarihine geçmiş yazılı yapıtlar arasında karşılaştırmaya yer bırakmayacak biçimde en üstün niteliklisi."
Hayvanbilimci, matematikçi, antik çağ uzmanı ve düzyazı ustası Thompson, yaşlı bir adamın coşku dolu övgüsünü kazandı ama tüm meslek yaşamını lskoçya'daki küçük bir üniversitede geçir
di. Çünkü görüşleri, Londra ve Oxford'un saygınlık kazandıran görevlerine ulaşmak için fazlasıyla alışılmışın dışındaydı.
Thompson ufuk açan biri olmaktan çok, geçmişte yaşayan zeki bir kişilikti. Pisagor'u ciddiye alıyor ve Yunan bir geometri
ci gibi çalışıyordu. tdeal bir dünyanın, doğada sıklıkla yinelenen soyut biçimlerini arayıp bulmaktan özel bir tat alıyordu. Bal pe
teğinin kutucuklarında; kimi kaplumbağaların kabuklarında yi
nelenen kenetli altıgen levhalar bulunması nedendi? Çam koza
lağındaki ve ayçiçeğindeki sarmallar ve genellikle bir sap
üzerin-3 8 p1mdaıun başparmağı
de yapraklar neden Fibonacci dizisini izlemekteydi? (Ortak bir noktadan ışınlanan sarmallar sistemi, gerek sağa dönüşlü, gerek
se sola dönüşlü sarmallar olarak izlenebilir. Sağ ve sol sarmalla
rın sayısı birbirinin aynı olmayıp, Fibonacci dizisinde art arda iki sayıya eşittir. Fibonacci dizisinin her sayısı, kendisinden önceki iki sayının toplanmasıyla elde edilen sayılardan kuruludur: 1, 1 , 2, 3 , 5, 8, 13, 2 1 vb. Örneğin, çam kozalağı sarmalında 13 sol sar
mal, 21 sağ sarmal vardır.) Çok sayıdaki salyangoz kabuğu, ko
çun boynuzu ve hatta pervanenin ışığa yaklaşma yolu niçin loga
ritmik sarmal adı verilen bir eğriyi izler?
Her durum karşısında Thompson'un yanıtı aynıydı: Bu soyut düzenlemelerin her biri, sıradan sorunlara bulunmuş en elveriş
li çözümlerdi. Apayrı gruplarda tekrar tekrar evrilmiş olmaları, uyarlanma için en iyi ve çoğu zaman da tek yol olmalarındandı.
Üçgenler, paralelkenarlar ve altıgenler bir uzamı boşluk bırak
madan tümüyle dolduran tek düzlem biçimleriydi. Genellikle al
tıgenlerin yeğlenmesi, daireye yakın oluşlarındandı. Böylelikle, yan duvarların çevrelediği alanın en büyüğü elde edilmiş oluyor
du (örneğin, en büyük miktarda bal biriktirecek en az miktarda yan duvar). Fibonacci örüntüsü, herhangi bir ışınsal sarmal sis
teminin, tepe noktasında var olan en büyük boşluğa yeni öğele
rin, sırayla birer birer eklenmesiyle, kendiliğinden ortaya çıkar.
logaritmik sarmal, biçim değiştirmeden büyüyebilen tek eğridir.
Soyut Thompson biçimlerini en elverişli uyarlanmalar olarak ta
nımlayabilirim; fakat, "iyi" düzenlemenin genellikle niçin böyle basit, sayısal bir düzenlilik sergilediği biçimindeki daha geniş öl
çekli metafizik sorusu karşısında yapabileceğimse; ancak cehalet ve hayrete sığınmak.
Buraya dek tekrarlanan kusursuzluk sorununun yalnızca bir yarısına ilişkin açıklamalarda bulundum. Sorunun "niçin"i üze
rinde durdum. Benzeşmenin hiçbir zaman iki karmaşık organiz
ma arasında tıpatıp benzerliğe yol açmayacağını savundum (böy
lesi bir durum Darwinci süreçleri aklın kabul ettiği gücünün
öte-srephen jay gould 3 9
sinde zora sokardı) ve yakın tekrarlamaların, az sayıda çözümü bulunan ancak sık karşılaşılan sorunlara en elverişli uyarlanma
lar olduğunu açıklamaya çalıştım.
lyi de, bunların "nasıl" oluştuğu konusunda ne demeli?
Lampsilis'in sırtındaki balıkla fenerbalığının zokasının ne işe ya
radığını bilebiliriz fakat nasıl meydana gelmiştir bunlar? Uyar
lanmanın son halinin karmaşık ve acayip olmasının yanı sıra; ata
larında ayrı işlevler görmüş tanıdık parçalardan yapılmış olması bu soruna özellikle yaşamsal önem kazandırır. Eğer f enerbalığı
nın balığı andıran zokası, ince ayrıntılı son haline kavuşuncaya dek birbirinden tümüyle ayn 500 değişiklik gerektirdiyse; bu sü
reç nasıl başlamıştı? Ve eğer, en son amaçtan bilgisi olan herhan
gi bir Darwincilik dışı kuvvet ilerlemeyi sağlamadıysa, değişim niçin sürdü? Birinci adım tek başına hangi olası yaran sağlamaya dönüktü? Bir kandırmacanın beş yüzde biri, herhangi bir gerçek nesnenin uyandırdığı merakı uyandırmaya yeter miydi?
D'Arcy Thompson'un bu soruna yanıtı zorlama, fakat ileriyi görür nitelikteydi. Organizmaların, üzerlerinde doğrudan etkili olan fiziksel kuvvetlerce biçimlendirildiğini savunuyordu. Biçim
lerin en elverişlileri, fiziksel kuvvetler karşısında şekillendirilebi
lir malzemenin girdiği doğal durumlardan başka bir şey değildi.
Egemen fiziksel kuvvetler sistemi değiştiği zaman, organizmalar bir elverişli durumdan ötekine sıçrarlar. Bugün artık fiziksel kuv
vetlerin olağanüstü zayıf -çoğu durumda biçimi doğrudan oluş
turamayacak denli- zayıf olduğunu biliyoruz. Bunun yerine do
ğal seçilime yöneliyoruz; ancak, eğer seçilim, karmaşık bir uyar
lanmayı inşa etmek için yalnızca adım adım, derviş sabrıyla ve parça başına iş görebiliyorsa, çıkmaza gireriz.
Fiziksel kuvvetlerin organizmaları doğrudan biçimlendir
diğine ilişkin kanıtlanmamış savı bir yana; öyle sanıyorum ki, Thompson'un görüşü özünde bir çözüm taşımaktadır. Karmaşık biçimler çoğunlukla çok daha yalın (çoğu kez iyiden iyiye yalın) bir doğurucu etmenler sistemi eliyle inşa edilirler. Bölümler
ge-40 pandanın başparmağı
lişim nedeniyle birbirlerine girift yollarla bağlıdır ve bir parça
nın değişmesi organizmanın tümünde yankı uyandınr; onu akla gelmeyecek çok çeşitli yönlerde değişime uğratır. Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nden David Raup, D'Arcy Thompson'un görüşü
nü modem bir bilgisayara uyarladı ve -sarmal deniz kabuklu
sundan tutun, deniz tarağına ve salyangoza dek- sarmal kabuk
lann tüm temel biçimlerinin, yalnızca üç basit büyüme değişke
ninde değişiklik yaparak meydana getirilebileceğini gösterdi. Ben de, Raup'un programını kullanarak sıradan bir bahçe salyangozu
nu, üç değişkeninden yalnızca ikisiyle oynayarak, sıradan bir de
niz tarağına dönüştürebilirim. Ve ister inanın ister inanmayın gü
nümüz salyangozlarının garip bir cinsi, gerçekten çift kavkılıdır.
Bu çift kabuk bildiğimiz midyeye öylesine benzemektedir ki, çar
pıcı bir yakın çekimde sümüklü böceğin kafasını kabukların ara
sından uzattığını gördüğümde nefesim kesildi.
Kusursuzluğu ve kusuru evrimin göstergeleri olarak ele alan bu üçlemem böylece sona ermiş oluyor. Fakat bu üçlünün bütü
nü gerçekte pandanın "başparmağı" üstüne derinlemesine bir in
celemedir. Denemelerin üçü de, sonradan gezinmelerine, dalıp gitmelerine karşın, bu tek ve somut nesnenin ürünüdür. Bilek
teki bir kemikten yapılmış başparmak, bir tarihi olduğunu gös
teren kusurlu, eldekiyle yetinilerek inşa edilmiş bir başparmak.
Dwight Davis, ayıdan panda meydana getirmek için sayısız kez adım adım yürümesi gerekirse doğal seçilimin düşebileceği aciz
likle yüzleşince, D'Arcy Thompson'un basit doğurucu etmenler sistemine indirgeme çözümünü savundu . Tüm kas ve sinirleriy
le karmaşık başparmak aygıtının, nasıl salt ışınsal sesamoid ke
miğinin büyümesinin bir dizi otomatik sonucu olarak ortaya çı
kabileceğini gösterdi. Daha sonra, hepoburluktan neredeyse yal
nızca bambu geven bir otobura geçişte kafatasının biçim ve işle
vinde gerçekleşen karmaşık değişimlerin, bir ya da iki temel de
ğişimin sonucu olarak açıklanabileceğini ileri sürdü ve şu sonu
ca vardı: "Ursus'dan (ayıdan) Ailuropoda'ya (pandaya)
uyarlana-stcphcn jay gould 41
Bu bi lgi sayar çizimlerinde (benzerli ğine karşın bunlar gerçek salyangoz değil) bazı mi dyelere çok benzeyen bir form (sağ başta) bir "salyangoz"a dönüştürülebilir (sol başta). Bunu yapmak için, " kabuk" büyürken baş
langıç elipsinin büyüme hızını azaltmak ve elipsin kıvrılma ekseni bo
yunca uzama hızını artırmak yeterlidir. Tu m bu biçimler yalnızca dört parametrenin belirlenmesiyle çizilmiştir.
Fotoğraf: D. M. Raup'un İzniyle.
rak geçişte çok az sayıda -belki yanın düzineyi geçmeyen- gene
tik düzenek rol alıyordu. Bu düzeneklerin çoğunun işleyişi akla yakın bir kesinlikle belirlenebilmektedir."
Artık değişimin temelindeki genetik süreklilikten -temel bir Darwinci önerme- sonuçta vardığı kesintilVsıçramalı değişmenin açık sonucu olan bir karmaşık, erişkin organizmalar ardışımına geçebiliriz. Karmaşık sistemler içinde, değişim girdisinin sürekli
liği (ayırt edilmezliği) , çıktıda süreksiz/sıçramalı değişime dönü
şebilir. Bu noktada, varoluşumuzla ve nasıl meydana geldiğimi
zi anlamaya dönük çabamızla ilişkili temel bir çelişkiyle karşıla
şırız. Yapımında bu düzeyde karmaşıklık olmaksızın, böylesi so
rulan soracak beyinleri geliştirmiş olamazdık. Bu karmaşıklıkla, çözümleri beyinlerimizin düşünüp bulmayı sevdiği basit yanıt
larda bulmayı umamayız.