• Sonuç bulunamadı

Keşfin uygulama yoluyla önlenişi. Geçmişte British Museum, koleksiyonlarını açık ve erişilebilir bulundurmada öncü konu

munda değildi. Yakın zamanların mutluluk veren eğilimi saye­

sinde, büyük araştırma müzelerine sinmiş (sözcüksel ve simgesel anlamda) küf kokusu kalktı. Kitapları kullanıma karşı savunarak koruyan alışılmış kitaplık sorumlusu gibi, Piltdown'ın sorum­

luları da özgün kemiklere erişimi kesin biçimde kısıtlamışlardı.

130 pandanın batpamıağı

Araştırmacıların bakmalarına izin veriliyordu çoğunlukla, do­

kunmalarına değil; yalnızca alçı dökümleri ellenebiliyordu . Her­

kes dökümlerin oranlan ve aynntılannın ne denli aslına uygun olduğunu övüyordu. Fakat, sahteciliği yakalayabilmek özgün parçalara erişebilmeyi gerektiriyordu. Yapay boyama ve dişlerde­

ki aşınma alçı dökümlerden keşfedilemezdi. Louis Leaky özya­

şam öyküsünde şöyle yazar:

1972 yılında bu kitabı yazarken ve nasıl olup da sahteciliğin maskesinin bunca yıl düşürülemeden kaldığını kendime sorarken aklımı, Smith Woodward'm ardılı Dr. Bather'ı ilk kez görmeye git­

tiğim 1933 yılına çeviriyorum .. . Kendisine Piltdown fosillerini ya­

kından incelemek istediğimi; çünkü ilk insan üstüne bir ders kita­

bı hazırlamakta olduğumu söyledim. Beni bodrum katına indirdi­

ler. Örnekleri kasadan çıkarıp bir masanın üstüne koydular. Her fo­

silin yanı başında kusursuz bir döküm duruyordu. Özgün parçalara hiçbir biçimde dokunmama izin verilmedi; fakat onlara yalnızca ba­

kabilecek ve kopyaların özgün parçalar denli iyi olduğu konusunda kendimi inandıracaktım. Sonra, birdenbire özgün fosiller önümden kaldırılıp yeniden kilit altına kondu ve ben yeniden, bütün sabah boyunca, incelemek üzere kopyalarla baş başa kaldım.

Bugün inanıyorum ki, bütün konuk bilim insanlarının Piltdown örneklerini incelemelerine bu koşullar altında izin verilmişti. Ancak fosillerin korunması arkadaşım ve çağdaşım Kenneth Oakley'nin sorumluluğuna verildikten sonradır ki, durum değişti. Oakley ke­

mik parçalarına saray mücevheriymiş gibi davranmaya gerek gör­

medi; onları yalnızca dikkatle korunacak ve en yüksek düzeyde bi­

limsel kanıt elde edilecek önemli fosiller olarak ele aldı.

Henry Fairfield Osborn , cömert bir kişi olarak bilinmese de,

Man Rises to Parnassus

(1927) adlı, insan ilerlemesinin tarihsel geçekleri üstüne incelemesinde Smith Woodward'ı

yaltaklanır-stqıhen jay gould 131

casına onurlandırdı. 1921 yılında British Museum'u gezmeden önce bir kuşkucuydu. Sonra, 24 Haziranda, bir pazar sabahı

"Westminster Abbey'de unutulmaz bir Pazar ayinine katıldıktan sonra," Osborn "lngiltere'nin artık doğruluğu tümden kanıtlan­

mış Şafak lnsam'nın fosil kalıntılarını görmek amacıyla, British Museum'a uğradı. " (Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nin başı ola­

rak, en azından o, özgün parçaları görebildi.) Hızla görüş değişti­

rerek Piltdown'ı "tarih öncesi insanına ilişkin olağanüstü önemde bir buluş," olarak niteledi. Ardından şunu ekledi: "Doğa'mn çe­

lişkilerle dolu olduğunu ve evrenin yönteminin insan yöntemiyle bir olmadığını birilerinin bize durmadan yineleyerek anımsat­

ması gerekiyor." Oysa, Osborn'un iki düzeyde de gördüğü insan yönteminden başka bir şey değildi: Güldürü konusu sahtecilik ve daha kurnazca olmakla birlikte engellenemez olan, kuramın do­

ğaya dayatılması. Nedense, insan yönteminin evrenle tüm etki­

leşimlerimizi perdelemesinden rahatsızlık duymuyorum. Çünkü dokusu ne denli kuvvetli olursa olsun, tül ışık geçirir.

Ek

Piltdown'ın bizler için çekiciliği hiçbir zaman eksilmiyor. llk kez 1979 yılının Mart ayında yayımlanan bu makale -kimi sert, kimi kutlayıcı- bir yazışma dalgasına yol açtı. Doğal olarak, konusu Teilhard olan yazışmalardı bunlar. Teilhard üstünde uzun uza­

dıya dururken, Dawson'un tek başına iş görmesinin olanları en iyi açıklayacağım kısaca açıklamakla, kurnazlık yapmaya çalış­

mıyordum. Dawson'a karşı kanıtları Weiner övgüye değer biçim­

de ortaya koymuştu ve benim buna ekleyeceğim bir şey yoktu.

Weiner'in varsayımını en büyük olasılık taşıyan varsayım ola­

rak görmeyi sürdürdüm. Fakat, aynı zamanda, tek akla yakın se­

çeneğin ortaklaşa bir kumpas olduğuna -Dawson'un bir suç or­

tağı olduğuna- inanıyordum (çünkü, bana göre ikinci Piltdown

13 2 pandanın başparmağı

Dawson'un suça ortak olduğunun doğruluğunu kanıtlamıştı). O sıralardaki, Sollas'ı hatta G. E. Smith'in kendisini işin içine sokan öteki öneriler bana öylesine olasılıkdışı ya da kabul edilemez gö­

rünüyordu ki, Dawson'la daha baştan bu yana birlikte olan tek ta­

nınmış bilim insanı üstünde niye bu denli az durulduğuna şaşıp kalıyordum - özellikle, Teilhard'ın omurgalı fosilbiliminde ün­

lenmiş bazı meslektaşlarının, kendisinin olası rolü konusunda kişisel düşünceler taşımaları (ya da kamuoyuna örtülü bildiriler kaleme almaları) nedeniyle.

Ashley Montagu, bana yazdığı 3 Aralık 1979 tarihli mektu­

bunda, Oakley'in sahteciliği ortaya çıkarmasının ardından habe­

ri Teilhard'a yetiştirenin kendisi olduğunu ve Teilhard'ın şaşkın­

lığının "numara" sayılamayacak denli içten göründüğünü anlattı:

"Teilhard konusunda yanıldığınıza kuşku yok. Kendisini yakın­

dan tanırım ve gerçekten de,

New York

Tim

es

'ta açıklanmasından bir gün sonra, sahteciliği ona ilk haber veren bendim. Tepkisinin yapmacıklıkla uzaktan yakından ilgisi yoktu. En ufak kuşkum yok ki, sahteciliği yapan Dawson'du ." Geçen Eylül, Paris'te, ara­

larında Pierre P. Grasse ve jean Piveteau olmak üzere Teilhard'ın çağdaşı ve bilim alanından meslektaşı olan bazı kişilerle konuş­

tum; hepsi onun suç ortaklığına ilişkin herhangi bir düşünce­

yi akıl almaz sayıyorlardı. Rahip François Russo, S. ] . daha son­

ra bana, Kenneth P Oakley sahteciliği açığa çıkardıktan sonra, Teilhard'ın Oakley'e yazdığı mektubun bir suretini gönderdi. Bu belgenin benim dindaşı konusunda duyduğum kuşkuları azalta­

cağını umuyordu. Tersine kuşkularım arttı; çünkü, Teilhard bu mektupta talihsiz bir yanlış yaptı. Dedektifliğe soyunduğum yeni rolün bende uyandırdığı merakla, Kenneth Oakley'i 1980 yılının 16 Nisan günü lngiltere'de ziyaret ettim. Bana Teilhard'la ilgili başka belgeler gösterdi ve başka kuşkular paylaştı. Bugün artık, tartıya vurulduğunda kanıtlar Teilhard'ı Dawson'la birlikte ortak düzenci olarak Piltdown dolabının içinde gösteriyor. Kanıtların tümünü Natura! History Magazine'in 1980 yaz ya da güz

sayısın-stcphcn jay gould 133

da sunacağım; ama şimdilik, yalnızca Teilhard'ın Oakley'e yazdı­

ğı ilk mektubun içerdiği kanıta değineyim.

Teilhard mektubuna hoşnutluğunu belirterek başlıyor. "Pilt­

down sorununa ilişkin çözümünüz dolayısıyla sizi içtenlikle kut­

larım .. . Duygusal konuşmak gerekirse, benim en parlak ve ilk fosilbilim anılarımdan birini çürütmüş olmasına karşın, ulaştı­

gınız sonuçlar beni temelde memnun etmiş bulunuyor." Daha sonra, bu "ruhbilimsel bulmaca" konusunda ya da kimin yapmış olabileceği konusundaki düşünceleriyle sürdürüyor mektubunu.

Smith Woodward'ı olayın dışında bırakmakta bütün öteki kişi­

lerle anlayış birliği içindedir. Fakat, Dawson'u da olaya bulaştır­

mayı reddeder; çünkü, kişiliğini ve yeteneklerini yakından bil­

mektedir: "Yöntemli çalışan ve heves dolu bir kişilikti. . . Ayrıca Sir Arthur'la olan derin dostluğu dolayısıyla, arkadaşını birkaç yıl boyunca sistematik bir biçimde aldatmış olması neredeyse düşünülemez. Arazide olduğumuz sırada, davranışlarında hiçbir zaman kuşku çeken bir şey görmedim." Teilhard, kendi deyimiy­

le, yarım ağızla, şu öneriyi getirir: Tüm olay, amatör bir derleyi­

cinin bazı maymun kemiklerini içinde insan kafatası parçaları da bulunan bir toprak yığınına atmasından kaynaklanmış bir kaza olabilirdi (ancak, Teilhard böylesi bir varsayımın iki mil ötedeki ikinci Piltdown noktasında aynı birlikteliği nasıl açıkladığını bize anlatmaz).

Teilhard'ın sürçmesi ikinci Piltdown buluntusunu betimleme­

sinde ortaya çıkar. Şöyle yazmaktadır: "Beni 2 numaralı noktaya götürdü; tarlanın yüzeyinden tırmıklanarak toplanmış döküntü yığınları içinde tek başına o azı dişini ve küçük kafatası parçala­

rını bulduğunu açıkladı. " Dawson'un Teilhard'ı 1913 yılında bir araştırma gezisi için ikinci noktaya götürdüğünü zaten biliyoruz (bkz. Weiner, s. 14 2). 19 14 yılında Smith Woodward'ı da oraya götürdü. lki gezi de bir buluşa yol açmadı; ikinci noktada 1915 yılına dek hiçbir fosil bulunamadı. Dawson Smith'e iki üst kafa­

tası parçası bulduğunu bildiren mektubu 20 Ocak 1915 tarihinde

134 pandanın başpannağı

yazdı. 1915 Temmuzunda, bir azı dişi bulunduğunun muştusunu vermek için yeniden yazdı. Smith Woodward, söz konusu örnek­

leri Dawson'un 1915 yılında keşfettiğini varsaydı ve bunu yayın­

la açıkladı (bkz. Weiner, s. 144). 1915'in ilerleyen aylarında Daw­

son hastalandı ve ertesi yıl öldü. Smith Woodward ondan hiç­

bir zaman ikinci buluntuya ilişkin kesin bilgi elde edemedi. Ge­

lelim şimdi asıl suçluluğu kanıtlayan noktaya: Teilhard yukarı­

da alıntılanan mektupta açıkça Dawson'un kendisine ikinci nok­

tadaki diş ve kafatası parçalarından söz ettiğini bildiriyor. Fakat, Teilhard'ın yaşam öyküsünün yazan Claude Cuenot Teilhard'ın 1914 yılının Aralık ayında askerlik hizmetine çağrıldığını söy­

lüyor ve 22 Ocak 1915'te cephede olduğunu da biliyoruz (s. 22-23). Eğer Dawson azı dişini 1 9 1 5 yılı Temmuz ayına dek "res­

men" bulmadıysa, Teilhard,

sahteciliğe bulaşmaksızın,

bu konuda nasıl bilgi sahibi olabilirdi. Dawson'un malzemeyi 1913 yılında saf Teilhard'a gösterip, Smith Woodward'dan iki yıl boyunca sak­

layacağını olası bulmuyorum (özellikle Smith Woodward'ı 1914 yılında ikinci noktaya iki günlük bir araştırma gezisine götür­

dükten sonra) . Teilhard ile Smith Woodward arkadaştılar ve tut­

tuklan notları ne zaman isteseler karşılaştırabilecek durumday­

dılar; Dawson'un göstereceği böyle bir tutarsızlık, maskesini tü­

müyle indirebilirdi.

lkincisi, Teilhard Oakley'e yazdığı mektupta, Dawson'la 19 1 1 yılına dek karşılaşmadığım söylüyor: "Dawson'la (191 1 yılında, Hastings yakınında, bir taşocağında rastlantı sonucu tanışmamız sonrasında) ve Sir Arthur'la üç ya da dört kez Piltdown'da çalış­

tığımız için Dawson'u yakından tanıyordum." Oysa Teilhard'ın Dawson'la 1909 yılının baharında ya da yazında tanıştığı kesin (bkz. Weiner, s. 90) . Teilhard'ı Smith Woodward'la tanıştıran Dawson'du ve Teilhard Smith Woodward'a, aralarında erken bir memelinin az rastlanır dişi de olmak üzere bulduğu bazı fosille­

ri, l 909'un sonlarında sundu. Smith Woodward anılan malzeme­

yi Londra Yerbilim Demeği'nde ( Geological Society of Landon)

stephcn jay gould 135

191 1 yılında betimledi; konuşmayı izleyen tartışmada, Dawson söz alarak 1909'dan bu yana kendisine "sabırla ve ustalıkla yar­

dımda bulunmaları" nedeniyle Teilhard'a ve bir başka papaza duyduğu gönül borcunu belirtti. Bunu Teilhard'a karşı kullanıla­

bilecek önemde bir nokta olarak görmüyorum. 191 1 yılında ya­

pılmış bir ilk görüşme bile suç ortaklığını kanıtlamaya yetecek denli erkenlikte bir tarihtir (Dawson, Piltdown kafatasının ilk parçasını 1 9 1 1 yılının sonbaharında "buldu"; gerçi "birkaç yıl"

önce kendisine bir işçinin bir kırık parça verdiğini açıklamıştır) ve ben, olayı kırk yıl sonra anımsamaya uğraşan birini iki yıllık bir yanlıştan dolayı kötülemeyi hiçbir zaman istemem. Yine de, daha sonraki (ve yanlış) bir tarih, tam Dawson'un buluşunun ar­

dından gelen bir tarih elbette kuşkuyu saptırır.

Kimin yaptığı sorusunun büyüleyiciliğinden uzaklaşıp, ilk makalemin temasına (nasıl olup da Piltdown insanına inana­

cak birisinin bulunduğuna) gelirsek, bir başka meslektaşım bana, (lngiltere'nin önde gelen bilim dergisi) Nature'ın 13 Kasım 1913 tarihli sayısında, ilk tartışmaların tam ortasında yayımlan­

mış ilginç bir yazı gönderdi. Orada, Londra Üniversitesi, King's College'dan David Waterstone, doğru olarak (ve kesinkes) kafa­

tasının insan kafatası, çenenin maymun çenesi olduğunu açıklı­

yordu. Vardığı sonuç şöyle: "Bana öyle görünüyor ki, bu çene ke­

miğiyle üst kafatasının aynı kişiden kaynaklandığını düşünmek, bir şempanze ayağını, temelde bir insanın kalça ve bacak kemik­

lerine eklemlemek denli akıl dışıdır. " Doğru açıklama baştan beri ortalıktaydı; ama, umut, gönül ve önyargı kabul edilmesini ön­

ledi.

1 1