Yazık ki, dünya beklentilerimize nadiren uyar, ısrarla akla yatkın davranmayı reddeder. tlahi ozanına keskin gözlemci ününü ka
zandıracak bir yan yok şu sözlerinde: "Bir zamanlar gençtim, ar
tık yaşlandım, bu güne dek ne düzgün kişinin yüzüstü bırakıldı
ğını gördüm, ne de, onun tohumundan gelenin ekmek dilendi
ğini. " Akla yatkın görünenin baskısı çoğunlukla bilimin önünü keser. Bir nesnenin hızının ışık hızına yaklaşmasını, onun kütle
siyle yaşlanmasının etkilediğine Einstein'dan önce kim inanırdı?
Yaşayan dünya evrimin ürünü olduğuna göre, niçin en yalın ve en kestirme yoldan meydana gelmiş olmasın? Niçin organizma
ların kendilerini kendi çabalarıyla düzeltip geliştirdiklerini ve bu üstünlüklerini yavrularına başkalaşmış genler biçiminde -öteden beri anılageldiği teknik deyimle, "edinilmiş özelliklerin kalıtımı"
denen bir süreçle- aktardıklarını savlamayalım. Bu düşüncenin sağduyuyu okşayışı yalnızca yalınlığından değil; belki de daha çok evrimin organizmaların kendi zorlu çabalarının iteklemesiy
le ilerlemeci bir yol izlediği imasının verdiği mutluluktan. Fakat hepimiz ölümlü olduğumuzdan ve sınırlan belli bir evrenin mer
kezindeki cisim üzerinde oturmadığımızdan dolayıdır ki;
edinil-80 pandanın ba�pannağı
miş özelliklerin kalıtımı, doğanın burun kıvırdığı bir başka insan umudunu göstermektedir.
Edinilmiş özelliklerin kalıtımı, kısaca -fakat tarihsel bakım
dan yanlış olarak- Lamarckçılık adıyla bilinir. Büyük Fransız bi
yolog ve ilk evrimcilerden jean Baptiste Lamarck (1744- 1829) edinilmiş özelliklerin kalıtımına inanıyordu; fakat, ona oluştur
duğu evrim kuramında başköşeyi vermemişti ve hiç kuşkusuz kendi özgün düşüncesi değildi. Lamarck öncesine uzanan geç
mişi saptamak amacıyla koca ciltler yazılmıştır (kaynakçada bkz.
Zirkle) . Lamarck'ın savına göre, yaşam sürekli olarak ve kendili
ğinden çok yalın biçimde doğuyordu . Sonra "örgütlenmeyi dur
maksızın karmaşıklaştıran bir kuvvetin" güdülemesiyle bir mer
divenin çıktıkça karmaşıklaşan basamaklarında yükseliyordu.
Söz konusu kuvvet, organizmaların "duyumsadıkları gereksi
nimlere" karşı verdikleri yaratıcı yanıtlar aracılığıyla çalışıyordu.
Fakat yaşamın düzeni bir merdiven gibi işlemez; çünkü, yuka
rı çıkışlarda çoğu kez yerel çevrelerin gereksinimlerine göre sap
malar olur. Bundan dolayı zürafalar uzun boyun, suda yürüyen kuşlar perde ayak edinirken, köstebek ve mağara balığı gözlerini yitirmiştir. Edinilmiş özelliklerin kalıtımının bu düzende önem
li rol oynadığı doğrudur, fakat bu başrol değildir. Ana babaları
nın çabalarından yavruların yarar sağlamalarını güvence altına alan bu düzenektir; fakat evrimi merdivenin yukarılarına itekle
yen o değildir.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, pek çok evrimci Darwin'in doğal seçilim kuramına bir alternatif aradı. Lamarck'ı yeniden yorumladılar, safrasını (sürekli oluşum ve karmaşıklaştıncı kuv
vetler) bir kıyıya atıp düzeneğin bir yönünü -edinilmiş özellik
ler kalıtımını- Lamarck'ın hiç düşünmediği ölçüde başköşeye oturttular. Üstelik bu "kendinden menkul" yeni-Lamarckçıların çoğu, Lamarck'ın evrimin organizmaların, duyumsadıkları ge
reksinimlere karşı verdikleri etkin ve yaratıcı yanıt olduğunu söyleyen baş düşüncesini terk ettiler. Edinilmiş özelliklerin
ka-stcphcn jay gould 81
lıtımı düşüncesini korudular; fakat edinimlerin edilgen organiz
malar üzerinde çevrenin doğrudan baskısının sonucu ortaya çık
tığını ileri sürdüler.
Her ne kadar Lamarckçılığın çağdaş kullanımdaki tanımına uyacaksam da; bu adın, bundan 150 yıl önce yaşamış çok iyi bir bilim insanım onurlandırmakta ne denli yetersiz kaldığını belirt
mek isterim. Bu Lamarckçılık tanımına göre, organizmalar uyar
lanmacı özellikler edinerek evrilirler ve bu özellikleri yavrularına başkalaşmış genetik bilgi biçiminde aktanrlar. Dünyamızda ince
lik ve zenginlik çok sık yozlaşmaya uğrar. Şu zavallı gülhatmiyi bir düşünün. Köklerinden bir zamanlar güzel şeker yapılırdı; gü
nümüzde adı, şeker, jelatin ve mısır şurubundan yapılan berbat bir taklitte kaldı.
Lamarckçılık, bu anlamda, yirminci yüzyılın ortalanna dek yaygınca benimsenen bir evrim kuramı olarak kaldı. Evrimin ger
çekliği savaşını Darwin kazanmıştı; ancak evrimin işleyişine iliş
kin kuramı doğal seçilim yaygınlaşamadı. Ta ki, 1 930'larda doğa tarihi düşünce geleneği Mendel genetiğiyle kaynaşurılıncaya dek. Üstelik Darwin'in kendisi Lamarckçılığı yadsımamıştı; ger
çi, bir evrim düzeneği olarak onu doğal seçilime göre ikincil bir konumda gördü. Örneğin, 1938 denli yakınlarda Harvard'dan fo
silbilimci Percy Raymond, sanının benim şu anda üzerinde yaz
makta olduğum masada meslektaşlarıyla ilgili şunları yazıyordu:
"Bunların çoğu, şu ya da bu tonuyla Lamarckçıdır, büyük olası
lıkla. Yan tutmayan eleştirmen gözünde pek çoğu Lamarckçılık
ta Lamarck'ı geride bırakır. " Yakın geçmişte ortaya konmuş çoğu sosyal kuramı anlamak için Lamarckçılığın sürmekte olan etki
sini açıkça görmek zorundayız. Topluma ilişkin bu düşünceler, çoğu kez onlara yakıştırdığımız Darwinci çerçeveye zorla oturtu
lursa, anlaşılmaz olurlar. Reformcular, yoksulluk, alkol düşkün
lüğü ya da adam öldürmenin "leke"lerinden söz ederken, çoğun
lukla sözcüğü iyice çıplak anlamında düşünüyorlardı. Başka bir deyişle, babanın günahları katı akrabalık bağları içinde üç kuşak
8 2 pandarun bqparmağı
sonrasından çok öteye uzanırdı. Lysenko, 1930'larda Sovyet tarı
mındaki sorunlara Lamarckçı çözümler önermeye başlarken ye
niden kullanıma soktuğu, birazcık on dokuzuncu yüzyıl başla
n saçmalığı değildi; hızla sönmeye yüz tutsa da, hala saygıdeğer bir kuramdı. Her ne kadar bu tarih bilgisi kırıntısı, Lysenko'nun dediğim dedikçiliğini ya da onu sağlamak için kullandığı yön
temleri daha az korkutucu yapmazsa da, öyküyü örten gizemi biraz daha azaltır. Lysenko'yla Rus Mendelciler arasındaki tar
tışma başlangıçta kuralına uygun bir bilimsel tartışmaydı. Daha sonra, hile, aldatma, adam kullanma ve öldürme yoluyla ayakta durdu - acı olan yanı bu.
Darwin'in doğal seçilim kuramı Lamarckçılıktan daha karma
şıktır; çünkü, tek bir kuvvet yerine
iki
ayn süreç gerektirir. Bu kuramların her ikisinin de kökündeuyarlanma
kavramı, organizmaların değişen yaşam çevrelerine, yeni koşullara daha iyi uyan biçim, işlev, davranış geliştirerek yanıt verdikleri düşüncesi vardır. Böylece, iki kuramda da çevreye ilişkin bilgi organizmaya aktarılmalıdır. Lamarckçılıkta aktarma dolaysızdır. Bir organizma çevredeki değişimi algılar, "doğru" yönde yanıt verir ve uygun tepkisini doğrudan yavrularına aktarır.
Öte yandan, Darwincilik iki basamaklı bir süreçtir. Bu süreç
te, değişim ve değişimin yönünden sorumlu ayn kuvvetler var
dır. Darwinciler, birinci adım olan genetik değişimin "rastlantı
sal" olduğundan söz ederler. Bu talihsiz bir terimdir; çünkü, an
latılmak istenen, tüm yönlerde eşit olasılık anlamındaki matema
tiksel rastlantısallık değildir; tek söylemek istediğimiz, değişimin uyarlanma yönleri arasından herhangi birini yeğlemeksizin mey
dana geldiğidir. Eğer hava sıcaklığı düşüyorsa ve daha bol tüylü bir deri hayatta kalmaya yardımcı olacaksa, bol tüylülük sağlaya
cak genetik değişim, bol tüylülerin anan sıklığıyla birlikte orta
ya çıkmaya başlamaz. Seçilim -ikinci adım-
yönelimsiz
değişimin ardından gelir ve üstünlük sağlayan çeşitlere artan üreme başarısı tanıyarak bir topluluğu değiştirir.
ştcphcn jay gould 8 3