• Sonuç bulunamadı

OKUMA ÇALIŞMALARI Hazırlık

Belgede 9 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (sayfa 40-43)

1. İnsanların tanımadıkları kimselere güvenmesinin ne gibi sorunlara yol açabileceğini tartışınız. 2. Hikâye okumanın kişiye kazandıracakları hakkında görüşlerinizi belirtiniz.

3. Bazı hikâyeler olay ağırlıklı iken bazıları yaşamdan bir kesiti ruhsal çözümlemelerle yansıtır. Aşağı-daki metinleri bu bilgiden hareketle değerlendiriniz.

İhtiyar esir sevincinden bayılmıştı. Kendine gelince oğlu ona: — Ben karaya cenk için çıkıyorum. Sen gemide rahat kal, dedi. Eski kahraman kabul etmedi:

— Hayır. Ben de beraber cenge çıkacağım. — Çok ihtiyarsın baba.

— Fakat kalbim kuvvetlidir. — Rahat et! Bizi seyret!

— Kırk senedir dövüşe hasretim. Oğlu:

— Vurulursun! Vatana hasret gidersin! diye onu gemide bırakmak istedi.

Kara Memiş, o vakit, birdenbire gençleşmiş bir kaplan gibi doğruldu. Duramıyordu. Kalkan, kılıç istedi. (...)

— Şehit olursam bunu üzerime örtün! Vatan, al bayrağın dalgalandığı yer değil midir? dedi. Ömer Seyfettin, Forsa

Bu caddeye ne kadar da çok fotoğrafçı toplanmış, şimdiye kadar kaç tanesinin önünde resimleri seyre daldım. Bütün bu mesut insanlar buralara da saadetlerini tespit ettirmek için koşuşmuş olacak-lar. Bu resimlerde, yaşayacaklarından daha uzun zaman tebessümleri devam edecek. Şu gelin, demin gördüğüm kocalı kadın değil mi? Şu pembe yüzlü, çift örgülü saçlı küçük çocuk, daha demin sıçraya-rak yanımdan geçen genç kız değil mi? Belli belli! Bu fotoğrafhanelerde hiç ölülerin resmi yok. Zaten en yakın mezarlık buraya kilometrelerce uzakta. Bu caddede ancak mesut dolaşılabilir. Yalnız bu cad-dede bulunmak insanı mesut etmeye kâfidir. Yaşadığımı, ben de saadetimi düşünmeliyim. Şu kadar dükkânın içinde elbette beni de mesut, hiç olmazsa memnun edebilecek şeyler satanlar da yok değil ya! Şuracıkta kunduralarımı boyatabilirim. Şu kravatı pekâlâ satın alabilirim. Yeni gelmiş şu şiir kitabı bana pekâlâ zevkli saatler geçirtebilir. Ben de pekâlâ şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz, diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez.

ZİNCİR

İşsiz, güçsüz kaldığım gurbet ellerinde köşe pencerem, kendimce Abdülhak Hamid'in "Kürsü-i temaşa"sı yerine geçerdi.

Yabancı memleketlerde bir kasabaya sokulup uzun müddet yaşamaktaki azabın ne olduğunu bilir misiniz? Beş on gün çarşı sokak gezdikten sonra, ta-nıdık çehre, alışabileceğiniz yer bulamamaktan bezer, odanıza girer, yalnızlığın içine sinersiniz.

Çam dallarında sallanan bir tırtıl torbası gibi kafanızın içi mütemadiyen, gece gündüz kıvrılıp bükülen soğuk temaslı düşüncelerle dolu, hareketli, ağır, yüklüdür.

Can sıkıntısının bir sesi vardır; bunu ancak, böyle bir zamanda, o gurbet odasında duyarsınız: Eski mobilyaların tahtalarını dişleyen gizli kurtların biteviye çıkardığı kemirici, işleyici ses... Birden eskiyi-veren gönlünüzde bu kurdu ve bu sesi işitirsiniz ve oyduğu delikten incecik tozların içinize biriktiğini duyarsınız.

Şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür.

Ben çökmemek için köşe penceresinden ayrılmazdım; köşe penceresinden dünyayı seyrederdim. Köşe penceresinden seyretmek insana mübalağalı bir fikir gibi görünür. Bir pencere, nihayet bir sokağı, birkaç sokağı görebilir. Bir sokak ise dünyanın kaç milyarda biridir?

Fakat böyle düşünmemeli: Büyük Okyanus'tan aldığınız bir bardak su, o geniş denizin tirilyonda biri değildir; ama bütün o ummanda mevcut unsurların bu minimini kadehte tam bir terkibi mev-cuttur. Hatta kadehe de lüzum yok... Bir damlası bile deniz hakkında bize ilmi bir fikir vermeye yetişir. Başka cihetten düşünülürse, Okyanus'u bir bardak veya kaşık içinde daha fenni, daha sahici ola-rak görebiliriz: Azı ve ufağı incelemek elbette çoğu ve büyüğü tetkikten kolaydır; kolay ve doğrudur. Köşe penceresini, işte, ben, bu itibarla insan çevresinin bir damlası üstüne çevrilmiş bir mikroskop camı sayarım. Baktığınızı sanki büyütür. Rasathaneler nasıl gökleri ve yıldızları temaşa için havaya uzanmış birer fen gözü ise köşe pencereleri de yeri ve yerde yaşayanları seyre yarar, zemine eğilmiş birer tecrübe gözlüğüdür.

Onun içindir ki, penceremden sokağa kendimize bakmayı, göğe dalıp kalmaya tercih ederim. Bu basit teleskobun önüne geçip insanlarla hayvanları tetkik en hoşlandığım eğlencelerin başında gelir.

Karşıdaki komşum yabancı subayın buldok cinsi bir köpeği vardı. İri kafalı, koca enseli, iki dişi daima meydanda, yanakları kof ve sarkık, burnu çökük, aksi bir köpek... Bana buldok suratı; bütün dişleri söküldükten sonra acemi bir dişçiye tam takım diş yaptırıp da çene kemikleri çökerek çehresi tanınmayacak şekle giren eski somurtkan (...) tiplerini hatırlatır.

Buldok, değişiklik olsun diye, sanki asıl yüzüne korkunç, gamlı, bedbin bir karnaval maskesi ge-çirmiş bir köpektir. Dikkat ederim, bu iğreti kara suratı düşürmemek ister gibi boynunu dimdik tutar. Komşunun buldoğu suratına, gördüğüm maskelerin en sertini, en titiz gösterişlisini asmıştı. Dün-yaya parçalanıp yok edilecek lüzumsuz, zararlı, iğrenç bir şeymiş gibi kin ile, anarşist gözü ile bakı-yordu.

Günde iki kere Senegalli izbandut bir nefer (...) onu zincirinden sıkı sıkı tutup hava aldırmaya çıkarıyordu.

Fakat ne zorlukla... O köpek, koskoca, simsiyah adamı, adeta, iri şilepleri çekip götüren römorkör-ler gibi sürüklüyordu.

2. Ünite

Hayvan, daima, soluk soluğa, kulaklar dimdik, gözler fırıl fırıl ve çehre hiddetinden karmakarışık, bumburuşuk!

Zincirden boşanıverse, şüphesiz, önüne insan ve hayvan ne gelirse, neresi gelirse, hemen menge-ne gibi tuttuğunu bırakmaz, sert yaylı, çemenge-nesinde parçalandığını, koptuğunu göreceğiz. Hele bir kedi, bir köpek geçmiyor mu, Juju hırsından boğuluyor. Ne havlamalar, ne ulumalar, ne inlemeler!

Zavallı Senegalli, bir türlü söyleyemediği "j"leri değiştirerek: "Susu! Susu!" diye ne kadar bağırsa (...) nafile...

Juju kıyamet koparıyor, hırlıyor, eşiniyor, atılıyor, zapt edilmez bir hâle geliyor. O zaman, çaresiz, çeke çeke, koparır gibi tekrar eve sokuyorlar. Balkondan uzanan penyuvarlı ve dağınık saçlı bir Frenk karısı, ıslak köpek tüyü gibi koktuğu vehmini veren etekleri havalanarak iltifat ediyor:

"Juju! Juju! Şeri..."

Ve sokağın sükûneti de geri geliyor. Kendi kendime soruyorum:

"Bir gün, zinciri kopuverince ne olacak? Acaba ne kıyametler kopacak?"

Nihayet, bir gün, bu korktuğum, beklediğim, merak ettiğim hadise vuku buldu; Juju'nun zinciri, zencinin elinde kaldı. Köpek mancınıktan kurtulan bir taş gibi fırlamış, bir an içinde gözden kaybol-muştu. Arkasından yetişemediler, gittikçe uzaklaşan ve sokaklar arasında gittikçe sönerek akseden havlamalar, o kadar!

"Buldok" kasabayı altüst etmeye gitmişti; kim bilir ne facialar işitecektik? Hâlbuki öyle olmadı:

İki gün sonra Juju'yu zincirinde çok sakin gördüm. Demek ki dönmüş veya bulunmuştu ve muhak-kak ki daha azılı yerli köpeklere rast gelmiş, el sillesini tatmış, yersiz, yurtsuz kalmış, Hanyayı Konya'yı öğrenmiş, açlığı denemiş, Senegalli bekçisini, Penyuvarlı gözcüsünü arkasında bulamayınca bütün azgınlığını, kaba sığmayan öfkesini bırakmış, sünepeleşmişti.

bedbin: Kötümser. biteviye: Tekdüze. cihet: Yön, yan, taraf.

fenni: Fene, bilime ilişkin, bilimle ilgili. halkolmak: Yaratılmak.

izbandut: Görünüşü ve davranışı ile korku ve-ren (iri yarı adam).

kürsü-i temaşa: Seyretmek, gözlemlemek için yüksekçe yer. (Metinde Abdülhak Hamit Tar-han’ın şiirine gönderme yapılmıştır.)

mütemadiyen: Ara vermeden, sürekli olarak. nefer: Er.

penyuvar: Sabahlık.

römorkör: Yedeğinde özellikle deniz taşıtı götü-ren taşıt.

şeri (chéri): Sevgili. şilep: Yük gemisi.

terkip: 1. Birleşim, birleştirme, bir araya

getir-me. 2. (kimya) Bileşim.

tetkik: 1. İnceleme. 2. Araştırma.

Metinde Geçen Bazı Kelime ve Kelime Grupları

Hava almaya çıkardıkları zaman, artık, hürriyet eskisi kadar ona cazibeli görünmüyordu; zinciri tahammül edilmez bir yük gelmiyordu.

Hatta, daha sonraları, neferin yanında bağsız dolaşmaya koyuldu; ayakları dibinde zincirsiz ve uslu yürüyor, dünyaya filozof gözüyle, hiddetle değil, düşünceli bakıyordu. Bu gözler, anlamaya başladığı dünyayı artık tartıyordu.

O eski korkunç mahluk, zinciri çıkınca, basbayağı bir köpek olmuştu. Evvelce yanına yaklaşamayan mahalle çocukları, etrafını sarıyorlar:

"Susu! Susu!" diye alay ediyorlardı.

Aldırmıyordu bile... Zira bütün heybetini, kahramanlığını o kopmayacak sandığı zincire borçlu idi. Eminim ki Juju'nun gamlı gözlerinden ara sıra, uzak, şanlı bir hatıra gibi bu zincir geçiyor, köpek, zincirini arıyordu.

Belgede 9 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (sayfa 40-43)