• Sonuç bulunamadı

Metin Anlatıcı ve Bakış Açısı

Belgede 9 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (sayfa 57-61)

Köşe penceresini, işte, ben, bu bakımdan insan çevresinin bir dam-lası üstüne çevrilmiş bir mikroskop camı sayarım. Baktığınızı sanki bü-yütür. Rasathaneler nasıl gökleri ve yıldızları temaşa için havaya uzan-mış birer fen gözü ise köşe pencereleri de yeri ve yerde yaşayanları seyre yarar, zemine eğilmiş birer tecrübe gözlüğüdür.

Seneler var ki kuşlar gelmiyor. Daha doğrusu ben göremiyorum. Güzün güzel günlerini pencereden görür görmez, Konstantin Efen-di’nin bulunabileceği sırtları hesaplayarak yollara çıkıyorum. Bir kuş cıvıltısı duysam kanım donuyor, yüreğim atmıyor.

Hani sessiz, zenginliğini bile belli etmez, mütevazı adamdı da... Konu komşusu da severdi hani. Hiçbir şeye, hiçbir dedikoduya karış-mazdı. Sabahleyin işine kısa kısa adımlarla koşarken, akşam filesini doldurmuş vapurdan çıkarken görseniz; iriliğine, sallapatiliğine, Kara-manlı ağzı konuşuşuna, basit ama, hesaplı fikirlerine, (...) yine basit, se-vimli şakalarına karşı, hakkında kötü bir hüküm de veremezdiniz. Ken-di halinde, işi yolunda, hesaplı yaşayan bin bir tanesinden bir tanesiyKen-di.

a. Zincir ile Son Kuşlar hikâyelerinden alınan bu parçaları anlatıcı ve bakış açısı yönünden

değerlen-diriniz.

b. Bu anlatıcı ve bakış açılarının anlatıma etkilerini değerlendiriniz.

c. Tablodaki metinleri metin-okuyucu ilişkisi açısından değerlendirerek anlatıcının gerçek kişi mi yoksa kurmaca kişi mi olduğunu belirleyiniz.

2. Etkinlik

Eskiden her mahallenin kendine ait hususi bir havası, bir tarz-ı hayatı vardı. Şimdi ise birbirinin kopyası aynı tiple, soğuk, cansız binlerce apartman, ruhsuz beton kütleleriyle bütün şehirleri aynileştirmiş, şehir-lerin, mahallelerin ruhu yok olmuştur. Artık her yer aynı ve hiç kimse bir yere ait değil. Mahalleler kendine özgü kimliği olan ve yine dinî / sosyal merkezler, küçük çarşılar, çeşmeler, küçük imalathaneler ile birlikte “kendine yeterli yerler” idi. Her mahalle birbirinden bir duvarla olmasa bile bir ağaçlık bölge ile ya da bir dere gibi tabii bir engelle birbirinden ayrılıyordu. Mahallede kendiliğinden bir otokontrol vardı çünkü her-kes birbirini tanır, yabancılar derhal fark edilir, asayiş kolayca sağlanırdı.

Mustafa Kutlu, Nur a.Metindeki sosyal ve kültürel ögeleri belirleyiniz.

b.Belirlediğiniz değerleri içinde yaşadığınız toplumun değerleriyle karşılaştırınız.

1. Etkinlik

2. Ünite

3. Etkinlik

a. Görseldeki manzarayı betimleyiniz.

b. Yaptığınız betimlemeden hareketle edebiyatın görsel sanatlarla ilişkisini değerlendiriniz.

4. Etkinlik

a.Son Kuşlar adlı metinden hareketle kimi insanların küçük çıkarları için doğayı tahrip etmekten

kaçınmamaları nasıl değerlendirilebilir? Tartışınız.

b.Hikâyedeki olayları yaşadığınız çevrede gözlemleseydiniz ne yapardınız? Tartışınız.

Yazarın Biyografisi

Sait Faik Abasıyanık (1906-1954): Türk edebiyatında durum

hikâ-yeciliğinin öncülerinden olan yazar, Adapazarı’nda doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adapazarı, İstanbul ve Bursa’da tamamladıktan sonra bir süre edebiyat ve ekonomi eğitimi aldı. Klasik hikâye tekniğinden uzak, kendine has bir anlatım tarzı geliştirdi. Bireyin iç dünyasını esas alan eserlerinde çağrışımlardan yararlanarak şiirsel bir üslup kullan-dı. Hikâye, şiir, röportaj ve roman türlerinde eser verdi. Hikâyelerinde mekân olarak genellikle İstanbul'u seçen yazar Adalar’a, özellikle de Burgazada’ya önem verdi. Burgazada’ya yerleşerek balıkçıları, Ada’nın doğal güzelliklerini, sıradan insanların yaşama sevincini hikâyelerin-de işledi. Anlattığı konuya özgü kelimelerle ördüğü hikâyelerinhikâyelerin-de yalın bir dil kullandı, ağırlıklı olarak diyalog ve iç konuşma anlatım tekniklerinden yararlandı. Semaver, Sarnıç, Lüzumsuz Adam, Mahalle

Kahvesi, Havada Bulut, Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan yazarın

tanınmış hikâyelerindendir.

Sait Faik Abasıyanık (1906-1954)

MEMURUN ÖLÜMÜ

Güzel bir akşam vaktiydi. Yazı işlerinde memurluk yapan İvan Dimitriç Çerviakov tiyatroda ön-den ikinci sıradaki bir koltuğa oturmuştu. Dürbünle, Kornevil’in Çanları adlı oyunu izliyordu. Adamın oturuşuna bakılırsa mutluluğun doruklarında olmalıydı. Derken, birdenbire dürbününü gözünden indirdi, öne eğildi ve hapşu!

Aksırmak hiçbir yerde, hiç kimseye yasaklanmamıştır. Köylüler de aksırır, emniyet müdürleri de, hatta müsteşarlar da. Yeryüzünde aksırmayan insan yok gibidir. Çerviakov hiç utanmadı, mendiliyle ağzını, burnunu sildi.

Kibar bir insan olduğu için, birilerini rahatsız edip etmediğini anlamak amacıyla çevresine bakındı. İşte o zaman utanılacak bir durum olduğu ortaya çıktı. Tam önünde, birinci sırada oturan yaşlı bir adam bir yandan başının dazlağını ve boynunu mendiliyle çabuk çabuk siliyor, bir yandan da ho-murdanıyordu. Çerviakov, Ulaştırma Bakanlığı’nda görevli sivil generallerden Brizjalov’u tanımakta gecikmedi.

“Tüh, adamın üstünü kirlettim! Benim amirim değil, ama ne fark eder? Bu yaptığım çok ayıp, ken-disinden özür dilemeliyim,” diye düşündü. Birkaç kez hafifçe öksürdü, gövdesini biraz ileri verdi, Ge-neralin kulağına eğilerek, “Bağışlayın beyefendi,” diye fısıldadı. “İstemeyerek oldu. Üzerinize aksırdım.”

“Zararı yok, zararı yok...”

“Affınıza sığınıyorum efendim. Lütfen hoş görün bu davranışımı. Ben... Ben böyle olmasını iste-mezdim.”

“Oturun lütfen! Rahat bırakın da oyunu izleyelim.”

Çerviakov utandı, alık alık sırıttı. Sonra da sahneye bakmaya başladı. Oyunu tüm dikkatiyle izliyor, ama artık oyundan zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeye başlamıştı. Perde arasında Brizjalov’un yanına sokuldu. Yanından şöyle bir yürüdü, çekingenliğini yenerek, “Efendim, üstünüzü... Şey... Bağış-layın! Oysa ben… Böyle olmasını istemezdim..”

General öfkelenerek, “Yeter artık! Ben onu çoktan unuttum, oysa siz...”

Çerviakov General’e kuşkuyla bakarak, “Unutmuş! Ama gözleri sinsi sinsi parlıyor, benimle konuşmak bile istemiyor! Aksırmanın çok doğal bir şey olduğunu söylemeliydim ona. Yoksa kasten tükürdüğümü sanabilir. Şimdi değilse bile sonradan böyle gelir aklına. Oysa hiç istemeden oldu,” diye düşündü.

Çerviakov eve gelir gelmez, yaptığı kabalığı karısına anlattı. Ancak karısı, görünüşe bakılırsa bu işe gereken önemi vermemişti. Başlangıçta biraz korktuysa da generalin başka bir bakanlıktan olduğunu öğrenince pek umursamadı.

“Yine de gidip özür dilesen iyi olur,” dedi. “Toplumda nasıl davranılacağını bilmediğini zannedebi-lir.”

“Ben de bunun için çabaladım durdum. Ondan birkaç kez özür diledim. Ama o çok tuhaf davrandı, beni yatıştıracak tek söz söylemedi. Hoş, konuşacak pek vakti de yoktu ya...”

Ertesi sabah Çerviakov güzelce tıraş oldu, yeni üniformasını giydi. Brizjalov’u makamında gör-meye gitti. Kabul odasına girdiğinde onun orada toplanan ve istekleri olan birçok kişiyi dinlediğini gördü. General önce gelenlerle konuşuyor, onların isteklerini dinliyordu. Sıra Çerviakov’a gelince Ge-neral gözlerini ona çevirdi ve dinlemeye başladı.

2. Ünite

“Dün gece Arkadi tiyatrosunda... Eğer hatırlamak lütfunda bulunursanız, aksırmış ve... İstemeden üstünüzü... Şey... Özür dilerim,” diye konuşmaya başladı Çerviakov.

“Yine mi siz? Böylesine bir saçmalık görmedim,” dedikten sonra başka bir dilek sahibine döndü General.

“Siz ne istiyorsunuz?”

Çerviakov sarardı, “Benimle konuşmak istemiyor, çok kızdığı belli. Ama yakasını bırakmayacağım, durumumu anlatmalıyım,” diye düşündü.

General son dilek sahibiyle konuşmasını bitirip odasına yöneldiği sırada arkasından yürüdü. “Beyefendi! Zatınızı rahatsız etmek cüretinde bulunuyorsam, bu yalnızca içimdeki pişmanlık duy-gusundan ileri geliyor. Siz de biliyorsunuz ki efendim isteyerek yapmadım.”

General’in suratı ağlamaklı bir hal aldı, elini sallayarak, “Bayım, siz benimle alay mı ediyorsunuz?!” diyerek ortadan kayboldu.

Çerviakov eve giderken şöyle düşünüyordu:

“Ne alay etmesi? Niçin alay edecekmişim? Koskoca general olmuş, ama anlamak istemiyor. Ben de bir daha bu gösteriş budalası adamdan özür dilemeye gelmem. (...) Kendisine mektup yazarım, olur biter. (...)”

Gelgelelim General’e bir türlü mektup yazamadı, daha doğrusu iki sözü bir araya getirip söylemek istediklerini anlatamadı. Bunun üzerine ertesi gün yine yollara düştü.

General soran bakışlarını yüzüne dikince Çerviakov, “Efendimiz! Dün buyurduğunuz gibi kesinlikle sizinle alay etmek gibi bir niyetim yoktu,” diye mırıldandı. “Aksırırken üstünüzü berbat ettiğim için özür dilemeye gelmiştim. Sizinle alay etmek benim ne haddime? Bizler de alay etmeye kalkarsak, efendime söyleyeyim, artık insanlar arasında saygı mı kalır?”

Suratı mosmor kesilip zangır zangır titreyen General, “Defol!” diye bağırdı.

Korkudan Çerviakov’un beti benzi atmıştı. Ancak, “Ne? Ne dediniz?” diye fısıldayabildi. General ayaklarını yere vurarak, “Yıkıl karşımdan!” diye gürledi.

Çerviakov’un karnının içinden sanki bir şeyler koptu. Gözleri karardı. Kulakları uğuldadı. Geri geri dış kapıya doğru gitti, sokağa çıktı, yürüdü... Kurulmuş bir makine gibi evine gelince üzerindekileri bile çıkarmadan kanepenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.

Anton Çehov, Asma Katlı Ev, Çeviren: Yusuf Mutlu

Son Kuşlar adlı metni Memurun Ölümü adlı metinle tür, biçim, üslup ve içerik açısından karşılaştı-rınız.

Belgede 9 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (sayfa 57-61)