Lirik Şiir:Aşk, tabiat, özlem, gurbet, vatan, din, ölüm gibi konularda duyguların dile getirildiği, coşkulu bir anlatımın kullanıldığı şiirlerdir. Adını Eski Yunan’da şairlerin şiirlerini söylerken kullandık-ları “lir” adı verilen müzik aletinden almıştır. Türk edebiyatında koşma, semai, varsağı, ağıt, mersiye, ilahi, münacat gibi nazım şekilleri ve türleri lirik şiire örnektir.
Örnek
Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım. Yâr yâr
Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Epik Şiir: Savaş ve kahramanlık konularını coşkulu bir anlatımla işleyen şiirlerdir. Destanlar epik şiir türündedir. Epik kelimesi Yunanca destan anlamına gelen “epope” kelimesinden gelmiştir. Halk ede-biyatında koçaklama, destan, varsağı gibi nazım biçimleri ve türleri epik özellikler göstermektedir.
Örnek
Atlarımız aldan, kırdan, yağızdan, Akıncılar kopmuş, gelmiş Oğuz’dan... Küçüklü büyüklü hep bir ağızdan, Evrence söylenir türkümüz bizim.
Bekir Sıtkı Erdoğan
Satirik Şiir: Kişilerin ve toplumun aksayan yönlerini eleştirel şekilde ele alan şiirlerdir. Kişi, olay
ya da durumlar; iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Satirik şiir; halk edebiyatında taşlama, divan edebiyatında hicviye (hiciv), Batı etkisindeki Türk edebiyatında ise yergi adını almıştır.
Örnek
Dost düşman önümde yürür Bilmedim asıl dostu
Dostların canıma kastı Beni dostlarım öldürür.
Ahmet Tufan Şentürk
Didaktik Şiir: Bir düşünceyi aktarmak veya belli bir konuda öğüt, bilgi, ders vermek amacıyla
öğre-tici nitelikte yazılan şiir türüdür. Didaktik kelimesi Yunanca öğreöğre-tici anlamına gelen “didaktios” kelime-sine dayanmaktadır. Daha çok dinî, ahlaki, felsefi, sosyal konularda yazılır. Manzum hikâyeler, fabllar didaktik özellik gösterir.
Örnek
Gönülce düş bir yola, Bir gönülce kapı aç! Sen sen ol, verme mola,
Senden kurtul, sana kaç! Feyzi Halıcı
3. Ünite
Pastoral Şiir:Tabiat güzelliklerini, kır ve çoban hayatını anlatan şiir türüdür. Pastoral kelimesi La-tince “çobanlara ilişkin” anlamına gelen “pastoralis” kelimesine dayanmaktadır. Pastoral şiir; süsten uzak, sade bir dille yazılır.
Örnek
İlkbaharı geldi Anadolu’nun, Silifke’de çiçek açtı nar şimdi. Her tarafı yeşillendi Bolu’nun, Sultandağı benek benek kar şimdi.
Abdurrahim Karakoç
Metni Anlama ve Çözümleme
1.Kızılırmak Kıyıları adlı şiirin temasını belirtiniz.2.“Çağlayan ne, / Akan kim, / Kızılırmak değil.” dizelerinde “çağlayan ne”, “akan kim” sözüyle şairin
neleri ifade ettiğini belirtiniz.
3. Parça parça yarılmış öküz ardında, Parmağı üç pare, tırnağı ak değil. Utanır elin ayağın,
Korkarsın yakından görsen, Eli el değil, ayağı ayak değil.
Bu bentte şair, Anadolu insanını nasıl betimlemiştir? Açıklayınız.
4.Şiirin son bendinde “Geçmiş zamanlar geleceklerden parlak değil.” dizesiyle anlatılmak istenen ne-dir? Açıklayınız.
5.Kızılırmak Kıyıları adlı şiirde anlatılan Anadolu ile bugünkü Anadolu’yu kendi hayatınız ve
çevreniz-den hareketle karşılaştırıp sosyal ve kültürel bakımdan değerlendiriniz.
Şairin Biyografisi
Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008): İstanbul’da doğdu. Kuleli
Askeri Lisesini ve Harp Okulunu bitirdi. On beş yıl hizmet ettiği askerlik görevinden kendi isteğiyle ayrıldı. Çeşitli memuriyet görevlerinden sonra yayın hayatına atıldı. Şiirleri ve yazıları gazete ve dergilerde yayımlandı. Kitapları birçok dile çevrildi. Ulusal ve uluslararası ödüller kazandı. “Türkçem, benim ses bayrağım.” diyen Dağlarca, Türk şiirine yeni bir ses getiren şairlerdendir. Şiir serüve-ninde sürekli bir arayış ve yenilenme söz konusudur. Kişisel duyar-lılıktan toplum gerçeklerine pek çok temayı işlemiştir. Üretken bir şair olan sanatçı; hiçbir edebî akıma bağlanmadan lirik, epik, sati-rik türlerde şiirler yazmıştır. Sade bir dille yazdığı şiirlerinde mecaz-lara, çağrışımmecaz-lara, kelime tekrarlarına yer vermiştir. Havaya Çizilen
Dünya, Çocuk ve Allah, Çakırın Destanı, Üç Şehitler Destanı, Toprak Ana, Yedi Memetler adlı şiir kitapları şairin tanınmış eserlerindendir. Fazıl Hüsnü Dağlarca
Hazırlık
Aşağıdaki metinlerin dil ve anlatım yönünden farklarını belirleyiniz.
Uçun Kuşlar
Uçun kuşlar, uçun doğduğum yere; Şimdi dağlarında mor sünbül vardır. Ormanlar koynunda bir serin dere, Dikenler içinde sarı gül vardır. O çay ağır akar, yorgun mu bilmem? Meh-tâbı hasta mı, solgun mu bilmem? Yaslı gelin gibi mahzûn mu bilmem? Yüce dağ başında siyâh tül vardır. Orda geçti, benim güzel günlerim; O demleri anıp bu gün inlerim. Destân-ı ömrümü okur dinlerim, İçimde oralı bir bülbül vardır. Uçun kuşlar, uçun burda vefâ yok; Öyle akarsular, öyle hava yok; Feryâdıma karşı aks-i sedâ yok; Bu yangın yerinde soğuk kül vardır. Hey Rızâ, kederin başından aşkın, Bitip tükenmiyor elem-i aşkın, Sende -deryâ gibi- dâimâ taşkın, Dâimâ çalkanır bir gönül vardır.
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Batılı dil âlimleri, filologlar yazılı veya sözlü kültür eserlerini incelerken bir arkeolog gibi hareket ederler. Bir nevi “dil arkeolojisi” yaparlar. İlkin inceledikleri metnin tarihini tespite çalışırlar. Zira her metin dil tarihinin bir kesitini verir. O kesitte, o anda bulunan ve o ana kadar dile girmiş olan her kelimenin yerli, yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, mânası dikkatle tespit edilir. Zira en küçük bir işaret, bir ses değişmesi, o kelime hatta bütün metnin mânasını değiştirebilir. Eğer Sümerce bir metinde Tanrı ve at kelimeleri Türkçe Tanrı ve at mânalarına geliyorsa bu, bütün insanlık tarihine yeni bir gözle bakmayı gerektirir. Bundan dolayı dil âlimleri, filologlar eski metinleri incelerken kılı kırk yararlar. Kelimelerin menşeleri, onları dil ve kültür tarihi bakımından ilgilendirir. Göktürk harfleriyle yazılmış bir mezar taşında görülen Çince, Hintçe bir kelime, dil ve kültür tarihi bakımından önemli bir mâna taşır. Türklere ait eski metinlerde sade, Türkçe kelimelere önem vererek yabancıları bir kenara atmak, hem kültür kavramına hem de ilmî düşünceye aykırıdır. Dili bir milletin medeniyet tarihinin aynası olarak inceleyenler, onda pek çok şey görürler.
3. Ünite
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani, bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak, yani ağır bastığından.