• Sonuç bulunamadı

YAZI SAHİBİ YAZININ ADI YAZININ KONUSU

IV.I.III Eğitimle İlgili Olarak Ortaya Konulan Görüşler I Eğitimin Milliliğ

IV.I.III.V. Okullarda Okutulan Kitaplar A Eğitimde Sanat ve Estetik

Sanatı bir güzellik aracı olarak gören İbrahim Alaaddin (Gövsa); güzele ilişkin eğitim verilmemesinin ortay çıkardığı manzarayı tasvir eder. Daha sonra bu geri kalmışlığın sonucunda toplumda ortaya çıkan insan tiplerini birer cümleyle değerlendirir. “Fikren ilerlemiş ve belki incelmiş adamlar görürsünüz ki zevkten pek ziyade yontulmaya muhtaçtır. Nükte-şinas ve meclis-ârâ gibi maruf vasıflara bihakkın layık zevata tesadüf edilir ki zarafetleri ancak elfaz ve kelimata münhasır kalıp yaşayışlarına, adetlerine şamil olmuş değildir. Evleri, hususuyet-i hayatları, semere-i say’leri zevk-i selime, intizama, güzelliğe, bediiliğe yabancıdır. İyi yetişmiş farzettiklerimizde bile bediiyet itibariyle kıymetin bu derecede noksanı, hele kitle-i halkta her nevi zevk-i selimin fıkdanı bizde terbiye-i bediiyenin anlaşılmamış ve hiçbir zaman tamimine çalışılmamış olduğuna delildir.” (Terbiye-i Bediye, Türk Yurdu, c.5, s.244) Yazara göre insanların iyi

yetişenlerinde bir güzellik ve zevk anlayışlının bulunmayışı, varsa bile bunun yaşanan hayatta hiçbir izinin görülmemesi, o insanların iyi bir eğitim almadıklarının ispatıdır.

İbrahim Alaaddin, eğitimin sadece fen bilimlerinde veya matematikte olmadığını, insan ruhunun sanata ve sanatsal değerlere ihtiyacının kat’i olduğunu iddia eder ve devam eder; “İlim ve fen ile şiir ve sanatı birbirine daima dargın iki ayrı mefhum gösteren şüphesiz bizim sû-i telakki ve tarz-ı terbiyemizdir. Yoksa umumi hars(=culture général)a malik alem-i sanata veya bir şair ilim ve fenne yabancı bulunmamak ve bütün fertler bedeni, fikri, hissi ve bedii terbiyen muvazi bir surette nasibedar olmak pek tabii bir lüzum değil midir?” (Terbiye-i Bediiye, Türk Yurdu, s.5, s.283).

İbrahim Alaaddin, sanatın gerekliliği konusundaki düşüncelerini ortaya koyduktan sonra ülkenin durumu hakkında da yorumlarda bulunur. Ancak bu yorum çok kısa sürer; “Memlekette sanatın bu kadar çorak kalmasına içinde yaşadığımız muhitin, takip ettiğimiz tarz-ı hayatın kat’i tesirleri var. Issız, ölü mahallelerin, ağaçsız, çiçeksiz, dar, kirli sokakların ziyasız, kasvetli evlerinde hakiki bir sanat hayatının fışkırmasını beklemek bir malihulya olur.” (Terbiye-i Bediiye, Türk Yurdu, c.5, s.328).

İbrahim Alaaddin, tüm eksikliklerin kaynağındaki okulların diğer Avrupa memleketleri ile kıyasını yapar. Okulların fiziki şartlarında sanatsal öğelerin yokluğundan bahseder. İşin sanatsal boyutunu eleştirir; “Bizde ne tedrisat hususunda yapılan inkılap esnasında, ne de mektep bina ve levazımının tecdidi sırasında bedii endişenin bir mevki tutmuş bulunduğunu zannetmiyorum. Programlardaki resim, musiki, inşad, el işleri ve terbiye-i bedeniye gibi derslerin bu husustaki hissesi, zannederim tertip ve tedris edenlerin ekseriyetince gayr-i meşurdur.” (Terbiye-i Bediiye, Türk Yurdu, s.c, s.329).

İbrahim Alaattin’in bu konuya verdiği önem, o dönemin şartları, halkın ve kamuoyunun konuya ilişkin özellikle dini inanışlardan gelen düşünceleri ve maarifin bütçesi göz önüne alındığında son derece dikkat çekici ve belki de biraz iddialı görünmektedir. Ancak Mustafa Kemal’in uygulamalarındaki hızlı ve kararlı tutumu sadece 20 yıl önceki bu görüşleri gerçeğe çevirmek için yeterli olmuştur. Bu konuda en büyük atılımı Mustafa Necati gerçekleştirmiştir ; “Onun zamanında bakanlıkta bir Sanayi-

i Nefise Müdürlüğü kurulmuş, ayrıca bu konuda alınacak önlemleri belirlemek için bir de Sanay-i Nefise encümeni çalışmaya başlamıştır. Bakan, milletin güzellik eğitimi hususunda etki yapacak kurumların kuvvetlendirileceğini, güzel sanatların yalnız bir süs değil, bir ihtiyaç olduğunu; eğer halk sanat ihtiyacı duyarsa sanatçı yetişecek bir ortam doğacağını belirtiyordu. Ona göre halk arasında sanat zevkini yaymak Maarif Vekaletinin görevi idi. Bunun için okullarda sanat zevkini yerleştirmek ve sanat ihtiyacını uyandırmak için Batının prensipleri aynen kabul edilecekti…Gerekirse Batıdan uzmanlar getirilecekti.” (Ergün, 1982, s.137)

İbrahim Alaaddin, çocuklara eğitim ve sanat ile ilgili mesajların kuru kuruya verilmesine taraftar değildir. oyun ve resimin çocuk üzerindeki etkisinin bu amaç için kullanılması gerekmektedir; “Kıymetkar tablolar, çocuk yuvaları için tabii hatıra gelmez. Ancak yavruların anlayabilecekleri şaheserlerin kopyaları, nefis gazete resimlerinden çocuklarla münasebettar olanlar, mevki ve zamana muvafık fotoğraflar tedarik edilebilir. Raveson’un dediği gibi, “Çocukta melekat-ı fikriyenin inkişafı sırasında muhakeme gecikir., hayal ile turfandadır. Şu halde alakadar edilmesi muvafık olan şey çocuğun hassasiyeti olup buna da gözleri vasıtasıyla hakiki bir sihir kuvveti yapan resim ve renkten iyi bir müessir bulunamaz.” ” (Terbiye-i Bediiye, Türk Yurdu, c.5, s.51). Bugün okullarımızda bu amaca yönelik olarak sınıf için köşeler hazırlanmaktadır. Yine sınıfların seviyesine uygun olarak mevsim ve tarih şeritlerinin önemli tarihsel olayları ve günü hatırlatan resim ve yazılar ile işlenmesi öğretmenlerden istenen sınıf ortamı ile ilgili ilk çalışmalardır. Ancak amaca ulaşıp ulaşmadıkları hususunda ayrı görüşler vardır.

İbrahim Alaaddin, mevcut kitapların fiziksel özelliklerini ve baskı tekniğini eleştirdikten sonra, bir kitapta bulunması gereken özellikleri şu şekilde sıralamaktadır; “Evvel emirde kağıtların kirli, damarlı ve pek ince olmaması, beyaz olmakla beraber gözleri yoracak derecede cilalı bulunmaması lazım. Harflerin kırık, pek ufak veya lüzumundan fazla büyük kıt’ada bulunmaması ve satırların takibi yoracak derecede uzun bulunmayıp sayfanın cesametiyle hem-ahenk olmak üzere mümkün mertebe kısa olmaları şarttır. Çünkü kısa satırlar uzun satırlardan daha iyi okunur ve uzun satırlı küçük ve kırık harfli kitaplar mekteplerde kasr-ı basarın husulünü intac eden başlıca sebeplerdendir” (Terbiye-i Bediiye, Türk Yurdu, c.6, s.99). Kitabın kalitesi bir anlamda okuyucuya veya

kullanıcıya olan saygının da bir belirtisidir. Bu noktadaki kalite kitabın hedefe ulaşmasını da kolaylaştırır. Zira insan aklında kalan ilk intiba gözle edindiğidir. Kişi kitabı önce görecek, sonra dokunacak, sonra okuyacaktır. Öğrenciler mevzu bahis olduğunda temel kaynak olan kitapların daha bir özenle hazırlanması her devirde büyük önem taşımaktadır.

Türk Yurdu Dergisi’nin cumhuriyete olan etkileri incelenirken sanat ve estetik konusunda da bir noktayı gözden kaçırmamak gerekmektedir. İbrahim Alaattin de birçok yazar gibi Atatürk döneminde M.E.B.’nda görev almıştır.