• Sonuç bulunamadı

İttihat ve Terakki’nin Politik Uygulamaları ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti İle Benzerlikler

II.I. OSMANLI DEVLETİNDEKİ FİKİR AKIMLARI VE BUNLAR İÇERİSİNDE MİLLİYETÇİLİĞİN YERİ

II.II.I. Türkçülüğün İki Teorisyeni ve Türkçülük Anlayışları

II.I.I.VI. İttihat ve Terakki’nin Politik Uygulamaları ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti İle Benzerlikler

Osmanlı Devletinde merkezi yönetimin ayanlarla ve etnik gruplarla ile yaşadığı iç mücadelenin sonucu olarak 1908 yılında II.Meşrutiyetin İlanı gerçekleştirmiştir. Bu olayın ardından memleket içerisinde birçok yönden “öteki”lerden farklı olduğunu iddia eden

topluluklar ortaya çıkmıştır. Bu etnik gruplar bazen basiretsiz insanların bazen de daha güçlü görünen azınlıkların yörüngesinde kalmışlardır. Ama asıl yönlendirici etmen çoğunlukla dışardan gelmiştir. Hakim güç olduğunu vurgulayan kesim ise kadrolaşma çalışmaları sonucunda İttihat ve Terakki Partisini sözcüleri haline getirmişlerdir. “Diğer siyasi partilerin, özellikle de Prens Sabahattin’in Ahrar Fırkası’nın 1908 parlamento seçimlerinde başarı sağlayamamaları, 1906’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu Türk etnisi etrafında bir ulus-devlete dönüştürmeyi “gizli” programı olarak benimseyen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kendisini “münci-i vatan” (vatanın kurtarıcısı) olarak sunmasına ve Türklerin tek partisi haline gelmesine sebep oldu.”(Yıldız, 2004, s.73) Seçimlerde rakip olan Prens Sabahattin esasında İttihat ve Terakki’ye çok yabancı bir isim değildi. “Meşrutiyet’in gelmesiyle…beraber Prens Sabahattin de Avrupa’dan döndü. İT (İttihat ve Terakki) ile Prensin örgütü olan Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti Hürriyetin ilanından hemen sonra birleşmişlerdi. Fakat Prens Sabahattin İT’de umduğunu bulamayınca, Onun adamları Ahrar Fırkasını(Partisini) kurdular…Seçimlerde İT’nin listeleri genellikle “silme” kazandılar. Bu listelerde Müslüman olmayanlar da yer alıyordu. İT bu azınlıklarla pazarlık edip onlara ayrılacak mebus sayısı üzerinde anlaşmıştı. Adayları ise o cemaatler saptamış, İT onarlı kendi aday listelerine yerleştirmişti. İT, Müslüman İT adaylarına oy verilmezse oyların bölüneceğini, azınlıkların haklarından fazla mebus çıkaracaklarını duyurmuştu. Bu durumda Ahrar Fırkasının seçim başarısızlığına şaşmamak gerekir.” (Akşin, Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye 1908-1980, s.27)

İttihat ve Terakki’nin kısa zamanda yükselişinin temelindeki güç sadece “Türklerin partisi” olması değildi. Hem iç politikada fazlaca bir rakibinin kalmamış olması, hem de daha önceden denenen politikaların sonuçları hakim gücü bu partiye yönlendirmiştir. Bilhassa 31 Mar olayından sonra tüm memlekette hissedilen gizlilik ve tedhiş anlayışı İttihat ve Terakki’yi de etkilemişti. “Fincancının katırlarını ürkütmemek” tutumu hakim partiyi dahi etkilemişti. Bu nedenle “…aslında Türkçü bir örgüt olduğu halde, İT program ve söyleminde Osmanlıcı görünmek zorundaydı.”(Akşin, Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye 1908-1980, s.35) Bu durumun yansımaları partinin ideologlarından olan Ziya Gökalp’te çok açık bir biçimde görülebilir. Bu değişimi U.Heyd şöyle izah aktarır: “…Daha 1913 yılında, Tanzimat önderlerinin ve Genç Türklerin, çeşitli toplulukların

ulusal haklarını verme vaadlerinde içten olmadıklarını, Osmanlılık ülküsünü devletin Türkleştirilmesi için bir perde olarak kullandıklarını şaşırtıcı olarak ifade eder.”(Heyd, 1979, s.86)

Bu tutum çok uzun sürmedi. Fikri değişim kısa sürede parti içinde konuşulur hale geldi. Parti içerisindeki bu değişim zamana yayılarak olası güç kaybını da en asgari seviyede tutulmuştur. Yaklaşık üç yıl daha resmi ideoloji olan Osmanlıcılığa olan bağlılık sürdü ve İttihad-ı anasır politikasına olan saygı korundu. Bu geçiş hem partinin memleket dahilindeki taraftarlarını korumasına hem de parti içi Türkçü kadrolaşmanın devamına zaman sağladı. Nihayet 1911 yılındaki kongrede yeni politikanın Türkçülük üzerine kurulduğu ilan edildi. Esasında bu değişim 1908 yılındaki seçimlerin hemen ardından parti programında kendisini belli etmeye başlamıştı. “Program Türkçe’nin resmi dil niteliğini vurgulamakta ve bütün resmi yazışmaların Türkçe olarak yapılacağını belirtmekteydi (md.7). Türkçe’yi ilkokullarda zorunlu kılarken…”(Yıldız, 2004, s.74)

Balkan Savaşlarının hemen ardından ortaya çıkan toprak durumu, devlet içerisindeki Müslüman nüfusun oranının son derce fazla olduğunu ortaya koydu. İttihat ve Terakki de bu durumu göz ardı etmeden iç politikada “önce Müslüman sonra Türk” politikasına döndü. Hatta İslam Mecmuası ile devlet kontrolündeki İslami hareketlere de esnek bir bakış açısı geliştirildi. Ancak üzerinde ortak kanaat bulunan düşünce; partinin İslamcılığı Türkçülük için bir araç olarak kullandığıdır.

Ancak bu aracı olarak kullanma ihtiyacı Şerif Hüseyin’in ayaklanması ile artık gereksiz oldu. İslam motifi üzerindeki bu olumsuz hareket partinin kendi gerçek kimliğini ortaya çıkarması için yeterli oldu. “Artık şer’i çerçevenin dışına taşılabilirdi. Dini mahkemelerin Şeyhülislamlık yerine Adalet Vekaletine bağlanması, Sebilürreşat’ın iki yıllık süre için kapatılması, Rumi takvimin Gregoryan takvimine uyumlu hale getirilmesi, Latin alfabesine geçiş temrinleri, savaş şartlarının da bir sonucu olarak kadınların mahrem alanın dışına çıkarak kamu hayatına aktif olarak katılmaya başlamaları…”(Yıldız, 2004, s.75) İttihat ve Terakki’nin kendisinde yeterli gücü görür görmez ortaya koyduğu bu değişimci, modernist ve reformcu yapılanma ve bu parti içerisinde Ziya Gökalp’in düşünce gücü düşünüldüğünde, Mustafa Kemal’in Ziya Gökalp’ten etkilenme oranı

üzerinde tekrar düşünmek gerekecektir. Burada dikkatten kaçmaması gereken durum, İttihat Terakki’nin bu çalışmalarında memleketin ekonomik durumunun doğrudan etkili olduğudur. Bu çalışmalarda ekonomik ihtiyaçların etkisini Mustafa Özodaşık şöyle açıklar; “Ekonomide ve her türlü üretim alanında yaşanılan sıkıntıyı iyi değerlendiren İttihat ve Terakki İdaresi, karşılaşılan sıkıntıların aşılabilmesi için, kadın nüfusunun çalışma hayatına kazandırılmasını düşündü. Bu dönemde kadınların devlet dairelerine memur olarak alınmaları, fabrikalarda kadın nüfusun çalışmasının teşvik edilmesi, aslında savaşın zaruretlerinden ileri geliyordu.”(Özodaşık, 1999, s.36)

Atatürk milliyetçiliği ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki ideolojik alt yapıyı etkileyen faktörlerden ilkinin Yeni Osmanlılar, diğerinin de Jön Türkler olduğunu ifade etmiştik. Jön Türkler zaman ve mekanın hazır olduğunu görür görmez, üzerlerindeki zoraki Osmanlıcılığı çıkartıp Türkçü kimlikleriyle faaliyet göstermeye muktedir olamaya çalıştılar. İç ve dış politikalarındaki uygulanmaları ile kendisinden çok daha sonra Türkiye’yi yönlendirecek olan Atatürk ve resmi devlet ideolojisi ile büyük benzerlikler taşıyan politikalar uygulamışlardır. Bu İttihat ve Terakki kadrosunun, ileriki bölümlerde adı geçecek olan Türkçü cemiyetlerde kurucu ve üye, dergilerde ise vazgeçilmez kalemler olduklarını hatırlayarak, uyguladıkları benzer politikalara birkaç örnek verilecek olursa; “İttihatçılar savaşa girince ilk önce Avrupa ülkelerindeki ekonomik bağımsızlığın önkoşullarını sağlamaya giriştiler. 1856 Paris ve 1878 Berlin Antlaşmaları feshedildi ve kapitülasyonlar “1914 de kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin de Lozan’da üzerinde en çok duracağı bu iki konu, yani siyasal ve ekonomik bağımsızlığın kabul ettirilmesi olacaktır. Arkasından 1913 yılında yerli girişimciyi yabancı şirketler karşısında desteklemek için Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkartılarak Türklere parasız fabrika arsası, makineler, ham ve yarı işlenmiş mallar için gümrük bağışıklığı sağlandı; vergiler takside bağlandı. Atatürk döneminde de aynı adla 1927 yılında çıkarılacak yasa aynı ayrıcalıkları sağlayacaktır. Kapitalist sistemin kalbinin banka olduğunu gören İttihatçılar maliye bakanı Cavit Bey’in girişimiyle bir de dört milyon lira sermayeli ulusal bir banka kurdular: İtibar-ı Milli Bankası. Devletin ayrıcalıklar tanıdığı bu bankanın yerini, Cumhuriyet gelince bu sefer Atatürk’ün önayak olup sermaye koymasıyla Mahmut Celal (Bayar) Bey’in eliyle kurulacak olan yarı-resmi, gene ayrıcalıklı ve bir milyon lira sermayeli Türkiye İş Bankası alacaktır. İttihatçılar

ulusal sanayi 1916 dan sonra serbestçe saptamaya başladıkları gümrüklerle korudular. Atatürk Türkiyesi aynı işi, Lozan’ın izin verdiği 1929 yılından sonra yapacaktır. İttihatçılar halkı zanaat öğrenmeye, yerli malı kullanmaya çağırdılar. Aynı konuda Atatürk milliyetçiliği (bugün artık yalnızca ilkokul sınıflarının duvarlarında rastladığımız) sloganlar yaratacaktır: “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı”. İttihatçılar, yabancı ve azınlık şirketleri karşısında tutunmasını doğal görev edindikleri birtakım yerli şirketleri devlet eliyle desteklediler. Anadolu Milli Mahsulat Şirketi, Ekmekçiler Cemiyeti gibi. Bu politikanın doruğuna ulaşacağı Cumhuriyet Türkiyesi’nde bu türden devlete sırtını dayamış özel şirketlerin sayısı epeyce artacaktır…İşçi sınıfının “zararsız” duruma getirilmesi (için) İttihatçılar Tatil-i Eşgal Kanunu ile grevi yasaklamışlar, Kemalistler aynı tutumu sürdürmüşlerdir.”(Oran, 1988, s.28-29) Yine İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden Ziya Gökalp “1917 yılında İttihat ve Terakki Partisi Kongresinde, tarihsel, toplumsal ve yasal araştırmalara dayanan bir memorandum vererek geleneksel şekliyle şeyhülislamlığın kaldırılmasını istemiştir….Birkaç yıl sonra Atatürk şeyhülislamlığa son vererek görevlerinden arda kalanları da Diyanet İşleri Başkanlığı’na devretmiştir…Gökalp aynı memorandumda, ülkenin iktisadi ve hukuki yaşamında çok önemli bir yeri olan bir başka dinsel kuruluş olan Evkaf-ı Hümayun’un kaldırılmasını da önermiştir. Evkaf-ı Hümayun’un denetimindeki evkaf mülhaka’larla ilgili olarak da bunların kendi mütevellilerinin yönetiminde kalmalarını ve yerel yetkililerce sadece denetlenmesini önermiştir… 1924 yılı Mart ayında Evkaf-ı Hümayun kaldırılarak yerine başbakana bağlı bir Vakıflar Genel müdürlüğü kurulmuştur. 1930 yılında ise vakıf düzenine son verilmeksizin bir çok vakıf yerel yönetimlere devredilmiştir. ”(Heyd, 1979, s.107-108) Yine Ziya Gökalp’in bir önerisi dikkat çekicidir. Bu “dinsel ibadetin halkın kendi dilinde, yani Arapça yerine Türkçe yapılması önerisidir.”(Heyd, 1979, s.121) Daha sonra bu öneri Türkiye Cumhuriyeti’nde geçici bir süre uygulanacaktır.

III.BÖLÜM

III.I.TÜRK YURDU DERGİSİ ve TÜRK EĞİTİM-KÜLTÜR HAYATINA OLAN