• Sonuç bulunamadı

YAZI SAHİBİ YAZININ ADI YAZININ KONUSU

IV.I.III Eğitimle İlgili Olarak Ortaya Konulan Görüşler I Eğitimin Milliliğ

IV.I.III.III. Eğitimde Temel Unsurlar A Eğitimin Önem

Gaspıralı, konuya ilişkin ilk yazısında, atalardan kalan bir mirasın yanı sıra sorumluluk da olduğunu belirtir. Savaşın meydanlar ile birlikte eğitim hayatında da devam ettirilmesi gereğini belirtir “Eski Türkler kan içip kardeş olurlardı; Asya’da ata binip Avrupa’da inerlerdi. Bugün Yurtçular söz verişip, kardeş olup okumak, okutma yoluna bel bağlasalar, büyük atalarımızın çapul ve akın ordusundan daha faydalı, daha şerefli bir “maarif ordusu” yapabilirler” (Türk Yurducularına, Türk Yurdu, c.1, s.108). Burada kullanılan “maarif ordusu” tabiri aynı anlamı ile yıllar sonra Başöğretmen Atatürk tarafından da kullanılmıştır. O’na göre “bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla sağlanabilir. İrfan ordusunun değeri de siz öğretmenlerin değeri ile ölçülecektir.” (Akyüz, 1999, s.293) Bu konuşmasında “asker ordusuyla irfan ordusu arasındaki benzeşme ve uyuşmadan söz eden Mustafa Kemal’e göre irfan ordusunun görevi milletin istikbalini yoğurmaktır. Birinci ordu veya asker ordusu kadar hayati olan irfan ordusu, kutsal görevini “ölen ve öldüren orduya niçin öldürüp, öldürdüğünü öğreterek yerine getirir.” (Kaplan, 2002, s.141)

Maarifin önemine ilişkin görüşlerini savunmaya devam eden Gaspıralı, “Hakim bir milletin mahkum düşmesi, mahkum bir milletin yok olması mektepsizlikten ileri gelir” (Türk Yurducularına, Türk Yurdu, c.1, s.108) diyerek eğitimin bağımsızlıkla ve varlıkla doğrudan ilişkisine gönderme yapar. Atatürk de aradan yıllar geçtikten sonra 1924 yılında Samsun’da öğretmenlere şu hitapta bulunur; “Terbiyedir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” (Akyüz, 1999, s.291)

Yusuf Akçura, makalesinde anlatmaya çalıştığı emel ve idealin önemini devletin varlığı ve devamı konusundaki tespiti ile devam ettirir. “Eğer bir heyet-i içtimaiyede kavi imanlı bir kütle-i güzide bulunmazsa, emin olunmalıdır ki, o heyet-i içtimaiyenin terakkisi şöyle dursun, beka-yı vucudu bile şüpheye düşer. Efendiler, hakikate dosdoğru bakalım. Hakikatle yüz yüze gelmekten çekinirsek kaybedecek, herhalde hakikat değildir. Heyet-i

içtimaiyemizde kavi imanlı bir kütle-i güzideyi ben maa’t-teessüf göremiyorum. Heyet-i içtimaiyemiz yaşamak istiyorsa, bir sağlam ve müsbet idealin sahibi olmalıdır. Evet, böyle bir ideali bulmalıyız, yapmalıyız. Gençlerimize, çocuklarımıza o ideal dairesinde muttarid, mütecanis ve sağlam bir terbiye, bir iman vermeliyiz. Yani o ideali hayata geçirmeliyiz, tahakkuk ettirmeliyiz. (Emel ve İdeal, Türk Yurdu, c.1 s.268). Yazarın bu noktadaki görüşleri ile Atatürk’ün görüşleri paralellik göstermektedir. Zira Atatürk de “ülke evladını eylemli olarak etkili ve yararlı kılabilmek için, gerekli olan ilk bilgileri uygulamalı biçimde vermek, eğitim yöntemimizin esasını oluşturur.”(Binbaşıoğlu, 1995, s.175)

Dr. Akil Muhtar, Doğru Düşünmek Niçin Gayet Güçtür? adlı makalesinin devamında doğru düşünebilmenin öneminden bahseder. Bunun mümkün olabilmesi için eğitimin yerini ilk sıraya koyar; “Bir milletin ulviyeti efradının selamet-i fikriyeleriyle mütenasiptir.Fen ve sanat hep doğru düşünmekle tekemmül eder. Düşüncesi hatalı olanlar hizmet göremezler…Doğru düşünmek pek güç bir keyfiyettir. Çünkü birçok şeraitin vücuduna vabestedir. Evvelen hılkaten teşekkülat-ı dimağıye be vazifenin ifasına müsait olmalı, sonra da terbiye ile istidad-ı tabii ikmal edilmelidir. Fıtratın bu meseledeki mühim tesiri cüzi biri mütalaa ile görülür. Terbiyenin ehemmiyeti ise gayr-i kabil-i inkârdır.” (Doğru Düşünmek Niçin Gayet Güçtür?, Türk Yurdu, c.1 s.329) Atatürk de cumhuriyetin temeline milli eğitim fikrini yerleştirmek eskiyi ve yanlışı çıkarmak ihtiyacındaydı; “Osmanlı eğitim sistemi bu dağınık ve gayr-i milli haliyle Cumhuriyet Türkiye’sinde ne devam edebilirdi, ne de ona ihtiyaç vardı. Cumhuriyet kendi eğitim müesseselerini ve kadrolarını milli esaslara göre yeniden yaratmalı idi. Bunun için ise eskilerin kaldırılması, yeni eğitim müesseselerinin kurulması gerekiyordu.”(Kodaman, 2001, s87)

Doğru düşünmeyi temele alan Dr. Akil Muhtar, bu hedefe ulaşılabilmesi için birden çok unsurun bir araya aynı amaç için gelemsi gereğinden bahseder; “Binaenaleyh zihinlere doğru ve âli prensipler idhal etmek ve hissiyatı lüzumuna göre tezyid veya tenkis ederek iyi düşünecek bir hale getirmek lazımdır. Bu ise peder ve validenin, muhitin, tedrisatın, tetebbuat ve mütalaanın tesiratıyla olabileceğinden istihsali pek güç bir keyfiyettir.” (Doğru Düşünmek Niçin Gayet Güçtür?, Türk Yurdu, c.1 s.330) Bu cümleler ile yazar doğru düşünen ve doğru kararlar alacak insanı yetiştirmede okul ve öğretmene

olduğu kadar anne-babaya da vazife yüklemektedir. Doğal çevrenin ve içinde yaşanılan sosyal çevrenin de hedefe ulaşmada etkili olabileceğini de ifade ederek bugün dahi tartışılan bir konu üzerindeki görüşlerini ortaya koymaktadır. Eğitimin sağlıklı işlemesinde ve yeni nesillerin yetiştirilmesinde anne-babaya önemli görevleri Atatürk de yüklemiştir. O’nun en önemli tespitlerinden birisi ise; “Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var: Çocuklarını söyletmezler ve dinlemezler, zavallılar lafa karışınca ‘sen büyüklerin konuşmasına karışma’ der ve sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket…”(Akyüz, 1999, s.291)

Nafi Atuf, müfettiş sıfatı ile yazdığı bir yazıda, eğitimin önemine değinir; “İrfan ve terbiye bir memleketin bütün müessedatı ile alakadardır. Teşkilat-ı maarif bir itibarla teşkilat-ı iktisadiye, teşkilatı-ı askeriye, teşkilat-ı siyasiye ve adliye…demektir. Memleketin siyaseti, kuvveti, iktisadı…hep mektebe bağlıdır. Çocukluğun ve gençliğin terbiye ve talim tarzına bakarak atiyi keşfedebilmek pek mümkündür.” (Maarifimiz Hakkında, Türk Yurdu, c.5, s.94). Memleketteki tüm kurumların en alt tabakasından, en üst makamlarındaki insanlara kadar herkesin mektep sıralarından geçtiği ve buralarda öğretmenlerin ellerinde kişilik kazandırdıkları düşünüldüğünde eğitim öğretim teşkilatının tüm kurumların üzerinde bir öneme haiz olduklarını kabul etmek gerekir. Nitekim Atatürk yeni rejimin alanı ile eğitimden politik, kültürel, iktisadi beklentileri olduğunu, bunun da milli bir eğitimden geçmiş insan gücüyle olacağına inanmıştır.