• Sonuç bulunamadı

Farklı Özellik ve Yaşta Kişilerin Eğitimleri A Kadının Eğitimdeki Yer

YAZI SAHİBİ YAZININ ADI YAZININ KONUSU

IV.I.III Eğitimle İlgili Olarak Ortaya Konulan Görüşler I Eğitimin Milliliğ

IV.I.III.VIII. Farklı Özellik ve Yaşta Kişilerin Eğitimleri A Kadının Eğitimdeki Yer

Gaspıralı’ya göre bir eğitim hareketi parçalar halinde gerçekleşmez, bir millet, bütün olarak arkasında durduğu her reformu gerçekleştirebilir. Milletinin bu özelliğinin bilincindeki Gaspıralı o yıllarda yine uzun vadeli ancak toplu etkilenmeyi sağlayan bir tavır takınmıştır. Gaspıralı “Bundan sonra, on beş, yirmi, sene sonra Türk Yurdunda okuyup yazmak bilmeyen bir Türk oğlu bir Türk kızı kalmamak lazımdır” diyerek bugünde ülkemizin eğitim politikasının vazgeçilmezleri olan kızların okuması ve eğitim seferberliği konusunda mesajlarını vermiştir. “İsmail Bey, kadın mevzuuna o kadar ehemmiyet verir ki 1906 yılında hususî bir kadın dergisi neşrettirir. Bu dergi, kızı Şefika Hanım'ın idaresinde çıkan Âlem-i Nisvan, yani "Kadınlar Dünyası"dır. Gaspıralı, çocuğun terbiyesinde, birinci derecede kadının rolü olduğuna inandığı için kadının kültürlü ve

bilgili olmasına önem verir.” (Prof.Dr.Ahmet B. Ercilasun, www.emelvakfi.org/ismailgaspirali/yazilar/abercilasun.htm)

M. Rahmi, kız idadilerinin durumundan da bahseder ve konuyla ilgili maarifte genel bir taassup ve buna bağlı korkaklık olduğunu bir küçük fıkra ile örneklendirir. “Kız mektepleri için Nezaret az çalışabiliyordu. Taassuptan korkuyordu. Bunun için kız mekteplerine muallim girecek erkeklerin mutlaka fazla yaşlı, çirkin olması yolundaki an’ane-i idariyeyi muhafaza ediyordu. Biraz genç, muktedir muallimlere kız mekteplerinde iş verilmiyordu. Filvaki Darülmuallimat programında da bazı ıslahat yapıldı. Bu husus 1327’de vesait-i tedrisiyesi çoğaltılmak, programlarında daha esaslı tadilat yapılmak suretiyle Darülmuallimat hayatında bir tahavvül oldu. Fakat Nezaret yine korkak hareket ediyordu. Hatta o kadar ki bu defa bir emirle müdürün dahi Darülmuallimatın içerisine girmesi birden bire men olunmuştu.” (İlk Erkek ve Kız İdadileri, Türk Yurdu, c. 8 , s.39).

Kızların eğitimleri konusu cumhuriyetin ihmal edemeyeceği bir nokta idi. Kadının toplum içinde erkek ile eşit olduğunu düşünene ve beyan eden bir yönetim anlayışının, erkek ve kızların ilkokul sonrası ayrı okul, öğretmen, program ve kitaplarla ders görmesini kabul etmesi beklenemezdi. “1924 yılında, Tekirdağ'da Kız Lisesi bulunmaması dolayısıyla kızların erkek lisesine kaydolmak istemeleri, Türk eğitim sisteminde kızlarla erkeklerin beraber okumaları sorununu gündeme getirmiştir. Okul müdürü, bu sorunu nasıl çözeceğini bakanlığa sormuş, bakanlık da bir yandan konuyu “yatılı olmayan liselerde karma eğitimin öğretim, sosyoloji psikoloji ve ahlak açısından yararı” yönünden bilimsel bir soruşturmaya tabi tutmuş, bir yandan da bu hususta kamuoyu oluşturmaya başlamıştır.”(Ergen, 1982, s.66)

Atatürk 1922 yılında meclisin üçüncü açılışı konuşmasında kızların eğitimine de değinir; “Kadınlarımız da aynı öğretim basamaklarından geçerek yeteneklerine önem verilecektir.” (Binbaşıoğlu, 1995, s.175) Yine Atatürk bu husustaki başka bir konuşmasında ; “Kızlar ve erkekler her düzeydeki okullarda aynı şekilde eğitim görmelidir. Kadınlar yaşamın hiçbir alanından dışlanmamalıdır; bilim, siyaset, hukuk,

ekonomi ve askerlik alanlarından hiçbiri kadınlar için yasak bölge olmamalıdır.” (Kaplan, 2002, 142)

Konuyla ilgili olarak Türk Ocağı’nın aktif isimlerinden Ziya Gökalp ise kadınlar için hak savunması yapıyordu. ; “Gökalp, 1916 yılında Tanin’de yazdığı makalelerde, kadının iktisadi hayata girmesi, aynı hukuka sahip olması, tahsil görmesi ve meslek sahibi olması; miras, talâk, nikah gibi hükümlerde esaslı tadilat yapılmasını teklif etti.(Korkmaz, 1994, s.212)

Esasında Ziya Gökalp’in bu düşüncesini Ocağın düşüncesi olarak kabul etmek zor olabilir. Zira -her ne kadar Tanin gazetesi milliyetçi görüşün sesi olarak bilinse de- yazdıkları kendi imzasını taşımaktaydı. Ancak aktarılan şu satırlar Ocağın da pek farklı düşünmediğini göstermektedir. “…Türk Ocağı “feminizm” cereyanının öncülüğünü yapıyordu. Ocak, Umumi Harp başlamadan evvel kendi salonunda başta Halide Edip, Nakiye Hanım, Saime (Cansever) olmak üzere Evkaf Mektebinden bir kısım muallime hanımların hazırladıkları bir müsamere yapmış, muallim kadınlar ilk defa erkeklerin karşısında sahneye çıkmışlardı. Müsamereden evvel Ocak’a telefon eden Talat Paşa, bu işten vazgeçilmesini, aksi halde ‘zabıta kuvvetleriyle men’ edeceğini bildirmiştir. Ancak toplantıya Veliahd ve Cemal Paşa da davetlidir. Toplantı yapılır, hiçbir hadise vuku bulmaz. Bundan sonra Ocak’ta kadınların faaliyetleri devam eder.”(Korkmaz, 1994, s..212)

Yine Atatürk eğitimin kadınlar üzerindeki hedefini ortaya koymuştur; “Türk kadını dünyanın en aydın, en faziletli, en ahlaklı kadını olmalıdır…Kadın ve annenin görevi, bedeniyle, zihniyle, azmiyle, Türklüğü koruyup yükseltecek nesiller yetiştirmektir.” (Akyüz, 1999, s.298) Nitekim 1927 yılında orta okullarda kız ve erkek öğrencilerin bir arada okumasını sağlayan karma eğitim sistemine geçildi.

Halide Edip, teftiş sonucu hazırladığı ve dergide yayınlanan raporda özellikle üzerinde durduğu husus terbiyedir. Ele aldığı mektepler özellikle sorunlu mekteplerdir ve üzerinde durduğu husus muallime eksikliğidir. (1332 Senesi Vakıf Kız Mekteplerinin Senelik Raporu, Türk Yurdu, c. 5, s.207)

S.A. yazdığı “Bilgi Yurdu” adlı makalede Bilgi Yurdu adlı bir kadın derneğinin kurulduğunu ilan eder. Bu derneği ziyaret eden bir muhabirin gözlemlerini anlatır. Buna göre: “Bilgi yurdu’nun en fazla rağbet gören dersleri Türkçe, Fransızca ve Almanca lisanlarıdır. İngilizce dersi de başlamıştır. Musikinin piyano, keman ve ud kısımlarına da bir hayli talibat vardır. Dikiş ve biçki dersi de epeyce talibat topluyor. Fenlerden en ziyade talibata malik olarak açılmış bulunanlar, hesap, hendese, ilm-i eşya, tarih, coğrafya, ev iktisadı, hikmet ve tarih-i tabiidir. Elifba sınıfları pek kalabalık. Resim ve konferans faaliyetleri de var.”(Bilgi Yurdu, Türk Yurdu, c.6, s.137) Derneğin amacı kadınları erkeklerine birer yardımcı olarak yetiştirmektir.

IV.I.III.VIII.B. 6-11 Yaş Arası Çocukların Eğitimi

Gaspıralı, ibtidaiyelerin temelde iki görevi olduğunu anlatır; “İptidaiye mekteplerinden, ibtidaiyye tahsilinden başlıca iki şey matlûptur: Biri çoluk çocuğa okumak yazmakla beraber, dinen mükellef olduğu basit şeyleri bildirmek; gündelik hayatına kifayet edecek derecede hesap öğretmek ve azıcık fenni ve edebi malumat verip çocukta dikkat ve mütâlaaya heves uyandırmaktır.” (Türk Yurducularına, Türk Yurdu, c.1, s.110) Yazarın Türk Yurdu Dergisinde ortaya koyduğu bu düşünceleri, bugün temel mantık olarak kabul görmekte ve hedefler-davranışlar anlamında çağdaş eğitimin gereksinimleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazar ibdidaiyelerin görevleri hakkındaki düşüncelerine şöyle devam eder. “…İkincisi, mükemmel ibdidai tahsildir ki bundan maksat şakirtlerin fikrini hayli tenvir etmek, onları fünunun mukaddematıyla aşinalaştırmak, bazı iş ve sanatlara da alıştırmaktır.” (Türk Yurducularına, Türk Yurdu, c.1, s.110) Yazar öğrencilerin daha küçük yaşta, ileride karşılaşacakları eğitim türüyle basit anlamda karşılaştırılması ve öğrencinin ilgi ve istidadını tespite çalışılması gerektiğini savunmaktadır. Öğrencilere temel din bilgilerinin verilmesinin yanı sıra onları ilim ile de tanıştırarak hem taassubun tehlikesinden uzaklaştırılmalarını, hem de dinin bilime karşı olmadığını fikren dahi olsa beyinlerine yerleştirilmesi gerektiğini savunur. Yazarın bu noktadaki görüşleri ile Atatürk’ün görüşleri paralellik göstermektedir; “Ülke evladını eylemli olarak etkili ve yararlı kılabilmek için, gerekli olan ilk bilgileri

uygulamalı biçimde vermek, eğitim yöntemimizin esasını oluşturur.”(Binbaşıoğlu, 1995, s.175). Bu noktada bahsedilenler, özellikle de din-bilim ilişkisi bugün M.E:B.’nın ısrarla üzerinde durduğu / durmaya çalıştığı bir prensiptir. Yine 1926 yılında yayınlanan İlkokul Programı ile ilkokulların amacı “çevresine etkin uyum yapabilecek iyi yurttaşlar yetiştirmek” olarak tespit edilmiştir. Bu amaç içerisinde belki de en çok dikkat çeken nokta padişaha tebaa yetiştirmek değil iyi yurttaş yetiştirmek fikrinin ortaya çıkması ve devlet kurumunca dillendirilmesidir.

Bu programın hemen ardından bizzat Atatürk tarafından desteklenen ve cumhuriyetin felsefesini ortaya koymak amacı ile yazılmış ve bakanlıkça daha önce yayınlanan “Maarif Misakı” olarak bilinen genelgenin açıklaması hükmündeki, ilk pedagoji kitabımız Reşat Şemsettin Sirer tarafından yazılmıştır. Bu kitabın 109. sayfasında eğitimin amacı ve öğretmenin görevi şu cümle ile ortaya konuyor; “Bugünkü Türkiye’nin eğitimcileri, talim terbiye müesseseleri, nazariye ve usulleri, milliyetperver Türkü yetiştirmek vazifesini üzerine almış bulunuyorlar” (Binbaşıoğlu, 1995, s.201)