• Sonuç bulunamadı

YAZI SAHİBİ YAZININ ADI YAZININ KONUSU

IV.I.III Eğitimle İlgili Olarak Ortaya Konulan Görüşler I Eğitimin Milliliğ

IV.I.III.III. C Eğitimde Hedef Hedef Eksikliğ

M. Rahmi, makalesinde eğitimdeki hedefi şu satırlarla ortaya koyar; “Zaman zaman büyük filozof ve mürebbiler, tedriste maksat çocuğa yalnız hazırlanmış malumat vermek değil, fakat onu hayata hazırlamak, ona düşünmeyi öğretmek olduğunu ihtar ederek mekatib-i umumiyeye itiraz ettiler. İngiltere’de Reddy, bu itirazları esas edinerek 1889’da bir mektep açtı ve Yeni Mektep adı verdi.” (Yeni Terbiye Usulleri, Türk Yurdu, c.2 s.348) 1924 yılı Ağustos ayında ülkemize gelen ünlü eğitimci ve Colombia Üniversitesi profesörlerinden John Dewey Türkiye’de öğretmenlik konusunda şu ifadeyi kullanmıştır ; “Ben henüz Türkiye için kapsamlı bir program yapacak kadar hazır değilim; fakat, her ülkede genel olarak bilindiği gibi, okulun kalbi öğretmenlerdir. Bu nedenle, benim için başlanılacak nokta, öğretmenlik mesleğini ıslah etmek teşkil eder.” (Binbaşıoğlu, 1995, s.191).

Nafi Atuf, eğitimin amacının seciye (huy, karakter) kazandırmak olduğunu savunur. “Azimsizlikten, teşebbüssüzlükten, karasızlıktan muzdarip bir milleti kurtarmak ve yaşatmak için şüphesiz seciyeye büyük bir lüzum vardı. Terbiyenin en büyük maksadı da ve hatta bütün terbiyede iyi ve mükemmel seciyeler yetiştirmekten ibaret değil mi?” (Seciye, Türk Yurdu, c.4 s.338) Bir eğitim süreci sonunda alınan diplomanın değil o eğitim sürecinin ardından kazanılan seciyeye ilişkin davranışlarının değerlendirmeye layık olduğunu belirtir, “İnsan derece-i tahsili ile değil, diplomalarının adedi ile değil seciyesi ile ölçülür.” (Seciye, Türk Yurdu, c.4 s.338)

Nafi Atuf, seciyeyi vermenin mümkün olmadığını ancak eğitimin, mevcudu ortaya çıkarma noktasında önemli bir vazifesi olduğunu iddia eder; “Terbiye seciyenin bazı

evsafını yaratamamakla beraber ancak zayıf bir halde bulunan kabiliyetleri bir dereceye kadar inkişaf ettirebilir. Esasen terbiye hariçten bir şey ithal edecek değildir. O, çocuktaki istidatları arayacak, bulacak ve onları tenmiyeye salih yollar gösterecektir.” (Seciye, Türk Yurdu, c.4 s.339). Terbiyeye seciye oluşturmada bu vazifeyi yükleyen yazar onun kitaptan öğrenilemeyeceğini belirterek bu konuda da eğiticiye güvenir; “ şüphesiz, terbiye kitaptan öğrenilemez. Çünkü kitap bir fikir ve kanaat verebilir, kalbi ve zekayı tahrik edebilir. Fakat tesir bu kadarla kalınca kitap ve tedris tamamıyla müfid olabilmekten çok uzaktırlar. Kitabı, dersi, münasebet ve temasları, sözleri, hareketleri, cezaları, mükafatları, terbiye-i bedeniyeyi, temayulat-ı ruhiyeyi; mektep hayatının bütün teferruatını hep seciyenin teşkili etrafında toplamak ve bunları ahenkdar bir surette idare edebilmek lazımdır.” (Seciye, Türk Yurdu, c.4 s.340). Seciye konusunda Nafi Atuf’un güvendiği öğretmenlere Atatürk de çok güvenmekteydi. Ankara’da Maarif Kongresini açarken “Milletimizin saf seciyesi istidat ile malidir. Ancak bu tabii istidadı inkişaf ettirebilecek usullerle mücehhez vatandaşlar lazımdır. Bu vazife de siz değerli muallimlere düşüyor.” (Akyüz, 1999, s.296) diyerek bu konuda da görevi öğretmenlere vermiştir. Yine Nafi Atuf seciyenin sonradan verilemeyeceğini ve ancak geliştirilebileceğini ifade eden görüşlerine Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk 1933 yılında T.B.M.M.’nde yaptığı konuşmada (Nutuk) şu şekilde açıklama getirmiştir; “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir…Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.”

Yusuf Akçura ise makalesinin tamamında gençlerin bir hedefe odaklanacak ve bu hedefi için mücadele edecek biçimde yetiştirilmeleri gereğini savunur. Okulların bu konuda tek ve de en mühim vazifeliler olduğunu iddia eden yazar, bu idealin verilmediği bir insanın ne gibi fikir ve duygular ile dolacağını tasvir eder. “Unutulmamalıdır ki, tali mekteplere yükselen çocuğun sini ilerlemiş, hissi, fikri, terakki etmiş, maddi ve manevi ihtiyaçları artmıştır. Sevdiği ve tapındığı bir ideal bulunmaz ise 17-18 yaşlık genç sırf maddi, cismani zevklerin perestişkarı olmak yolunu tutar. O zaman gencin ideali hayvani hayattan azami istifade etmek olur. Genç en pis, en adi manasıyla bir epiküryen kesilir.

Sininin ilerlemesiyle epiküryenlik de tenakki eder. Âli mektepte iken âli mektebi bitirip hayata karıştığı zaman bu idealsiz adamın emeli sırf şahsi, bedeni ve maddidir. O artık en kaba, en kabih bir individüalist, sansualist, bir hodperest olmuştur. Kendinden, nefsinden, nefs-i nefisinden başka kimseyi ve bir şeyi düşünmez. Düşündüğü ancak mümkün olduğu kadar çok ve iyi yemek, güzel köşkte ala yalıda oturmak, çok para sahibi olmak, çok zevk ve safa sürmektir. Mensup olduğu heyet-i içtimaiyeye dair endişesi olanlarla eğlenir, bu zavallılar onun nazarında akılda fakir, bir takım sade-dillerdir.” (Emel ve İdeal, Türk Yurdu, c.1 s.267)

Mustafa Kemal Atatürk, tüm bu görüşlere paralel olan görüşlerini ortaya koyarken, eğitimin hedefini de açıklamaktadır; “Mustafa Kemal’e göre eğitimin amacı yeni kuşakları Türk milletine ve devletine sadık olarak yetiştirmek, ve onları Türk milleti ve devletine düşman olanlarla mücadeleye hazır hale getirmektir. Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1-) Milletine 2-)Türk Devletine 3-)Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla mücadele, bu mücadelenin yöntem ve amaçlarıyla donatılmış olmayan milletler için yaşama hakkı yoktur.” (Kaplan, 2002, 140)

Yine cumhuriyetin kuruluşunda ikinci adam pozisyonundaki İsmet Bey (İnönü) Öğretmenlere olan bir konuşmasında şu şekilde bir hedef tayininde bulunmuştu; “Dünya üzerinde her millet mutlaka bir medeniyet temsil eder. Kendilerini Türk milletinin medeniyetinden başka camialara bağlı görenlere işte açıkça teklif ediyoruz: Türk milletiyle beraber olsunlar. Fakat halita (alaşım) halinde değil, “konfedere” olmuş medeniyetler halinde değil, bir tek medeniyet halinde. Bu vatan, işte tek olan bu milletin ve bu milliyetindir. Bunu yalnız söz olsun diye söylemiyoruz, süs olsun diye bu fikirde değiliz; bu siyaset vatanın bütün hayatıdır. Yaşayacaksak, yekpare bir millet kütlesi olarak yaşayacağız. İşte milli terbiye dediğimiz sistemin umumi hedefi.”(Kaplan, 2002, s.144)

IV.I.III.IV. Okul, Sınıf ve Çevre Faktörleri