• Sonuç bulunamadı

YAZI SAHİBİ YAZININ ADI YAZININ KONUSU

IV.I.III Eğitimle İlgili Olarak Ortaya Konulan Görüşler I Eğitimin Milliliğ

IV.I.III.II. Eğitimin Ekonomisi A Eğitimin Bütçes

Gaspıralı, hükümetlere tek tip bir okulu dayatmamaktadır. O eğitim işinin maddi tarafıyla doğrudan ilişkili olduğunun da farkındadır “İbtidaiyelerin programları maksatlarına göre tertip olunur; fakat maksat mevcut veya bulunacak para ile çok rabıtalıdır… sade programlı bir ibtidaiyye “bir muallim” ile idare olunur; mükemmel programlı bir ibtidaiyye, 3-4 muallim ister; bu malimler de ya darülmualliminden mezun yahut idadi tahsili gördükten sonra, nazari ve ameli usûl-i tedrisi öğrenmiş kimseler olmak lazımdır. Basit ibtidaiyyeler, senevi 50-60 lira ile idare olunabildikleri halde, mükemmel bir ibtidaiyyenin idaresi, senevi dört yüz liralık bir bütçeye bakar. Bu cihetle iktisadi ahvali müsait olmayan cemaatler, mali ahvali parlak olmayan hükümetler, bir muallimli ve mahdut programlı milli ibtidaiyye mektepleri tesis etmek zaruretindedirler.” (Türk Yurducularına, Türk Yurdu, c.1, s.110)

Gaspıralı, eğitim öğretime ilişkin çabalarını da sözden öteye taşımış ve fiiliyata geçirmiş bir insandı. Sadece 1884-1906 yılları arasında Bahçesaray’dan Kaşgar’a kadar yeni usul ile çalışan okullar açmış idi. Ancak her işte olduğu gibi eğitim işinde de örgütlenmeye ekip çalışmasına, dayanışmaya büyük önem vermiştir. “Bu büyük işe ne Rusya devletinin hazinesine ne de ecdadımızın vakıf definesinden beş para alınmadı. Yalnız Türklerin ticaret ve hayat arzularında nebean edip akın akın gelen akçelerle beş bini mütecaviz Türk mektebi tesis ve ıslah edildi. Bakülü Hacı Zeynelabidin Takıyef, Orenburglu Hüseyinoflar, Sibiryalı Hacı Nimetullah, Akçuraoğulları, Apanamioğulları,

Abdülmennan oğulları gibi onar, on beşer, mektep tesis eden Türkler az değildir.” (Türk Yurducularına, Türk Yurdu, c.1, s.133).

Ispartalı Hakkı, konu ile ilgili tespitlerini şu cümleleri aktarıyor: “Sendeleyerek mektepten çıkıyorum. Maarif erkanından bir bildiğimin yanına uğrayıp faciayı hikaye ediyorum. Ondan da cevabımı alıyorum. Hem de kulağıma eğilmeden, sesini yavaşlatmadan. Evet muallim yok, tedris için kitab yok. Mektep binaları öyle. Hepsinden sonra da para yok diyor. Bu söz ok üstüne hançer oluyor.” (Kimin Ki Dağda Bağı Var, Yüreğinde Dağı Var , Türk Yurdu, c.1 s.316). Bu durum beklide ülkenin son

yüz yıllık tarihinin tamamına hakim bir durumdur. Eğitim belli bir zaman ciddiyetini kaybetmiş, daha sonra da harcamaların kısıldığı gider kalemlerinden biri haline gelmiştir.

Çocuğunu kaliteli bir okula yazdırmak için neredeyse tüm İstanbul’u gezen okulları kendince gözleyen Ispartalı Hakkı, bulduğunu sandığı iyi okuldan da kötü haberi almaktadır; “Ben için için yanıp dururken, günün birinde İstanbul Sultanisi, herkes taksidini getirsin diye ilan ediyor... Daha da içliyorum.” (Kimin Ki Dağda Bağı Var, Yüreğinde Dağı Var , Türk Yurdu, c.1 s.316). Bu noktada dikkati çeken bir durum vardır. Ülke ekonomik olarak dar bir makas içerisindedir. Devlet bırakın ücretsiz temel eğitim vermeyi, kaydı kesinleşmemiş aday öğrencilerden dahi adaylıklarını korumaları için para talep eder haldedir. Ülkede o dönemde mevcut okuma yazma oranının düşüklüğünde halkın bilinçsizliğini neden olarak görmek mümkün olabilir. Ancak bilinçli davranan insanların dahi bu konuda maddi sıkıntılarının olması da nedenleri araştırırken gözden kaçırılmamalıdır. Gerçekten de dönemin eğitim anlayışında konulan hedefler mevcut maddi sıkıntılarla ulaşılamayacak kadar yüksektir. Bu sıkıntı için halka başvurulmuş ve eğitim bütçesini desteklemeleri için ardı ardına kanun ve nizamnameler çıkartılmıştır. Halkı durumu ise malumdur. Bu duruma ilişkin İlber Ortaylı şöyle bir manzara ortaya koyar; “Nizamname (Maarifi Umumiye Nizamnamesi-Nisan1869) ilköğrenimi mecburi kılıyordu. Çocuğunu okula yollamayan ebeveyn ve velilere üç defa ihtar edilecek, sonra mali durumuna göre beş kuruştan yüz kuruşa kadar para cezası verilecekti. Ancak tebaya mecbur kılınan ilköğretim için devletin hiçbir yükümlülüğü yoktu. Yerleşmelerin nüfusuna göre nerelerde okul açılması gerektiği belirtiliyor ve okul açmak ve giderleri karşılamak halka yükleniyordu. Sıbyan mekteplerinin giderleri mahalle ve köy cemaati

tarafından, rüşdiyelerinki de güya kurulacak maarif sandıkları tarafından karşılanacaktı. Hatta öğretmen maaşlarının da devlet sadece dörtte birini verecek, kalanını her vilayetin umumi meclisleri (bugünkü özel idarenin karşılığı) bütçeden ayıracaktır.”(Ortaylı, 2001, s.189) bu konu ile ilgili bir olayı İlhan Başgöz şöyle anlatır; “Savaş yıllarının en zor eğitim sorunlarından biri, ilkokul öğretmenlerine maaş verebilmek olmuştur….Konunun Mecliste konuşulması sırasında Eğitim Bakanı öğretmenlerden aldığı bazı telgrafları okumuştur: ‘10 aydır maaş alamıyoruz. Yoksulluğun maddi ve manevi sıkıntılarına daha fazla dayanamayacağız. Bu yüzden arkadaşlarımız meslekten ayrılıyor. Fakat biz çok sevdiğimiz mesleğimizi bırakamıyoruz. Yıllarca didinerek aldığımız bakır, kilim, yorgan gibi ev eşyalarımızı sattık, yoksulluğa dayandık. Fakat gene de biriken borçlarımızı ödeyemediğimiz için, kimsenin yanında haysiyetimiz kalmadı. Diğer memurlar maaşlarını ayın 22’sinde alabiliyorlar. Bizim aç bırakılmamızın sebebi nedir?’ ”(Başgöz, 1995, s.57)

Nafi Atuf, eğitim sisteminde gördüğü bir büyük sorunu şöyle ortaya koyar; “Çocuklarımızın sıhhat-i fikriye ve bedeniyelerinde büyük bir inkılap yapmasının en iyi çaresi, hiç olmazsa öğleyin talebemizin karınlarını doyurmaktır. Fikren, bedenen uğraşan çocuğun bir günlük gıdası bir dilim ekmek ile iki zeytin tanesinden ibaret kaldıkça onda salim bir dimağ ve vücut aramak muvafık-ı insaf değildir.” (Maarifimiz Hakkında, Türk Yurdu, c.5, s.120). Bir dönem memleketimizde de uygulanan bu yöntem hakikaten faydalıdır. Tüm günlerini okulda geçiren öğrencilerin maddi imkanları yeterli değilse aç kalmak kaderleri olmamalıdır. Verilecek bir öğle yemeğinin genç beyinlerde ve dimağlarda vatana ve memlekete muhabbet uyandıracağı kesindir. Bu verilecek yemeğin bedenen hiç faydası olmamış dahi olsa, bu amaca ulaşmak dahi yeterli bir nedendir.

Doğu Trakya’yı teslim aldı. İkinci dönemde İstanbul milletvekili seçildi. Milli mücadele sırasında general olmuştu. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. İzmir suikastı dolayısıyla tevkif edildiyse de beraat etti. Ordu kumandanlığından ve milletvekilliğinden istifa etti (27.11.1926). 1939-50’de İstanbul milletvekilliği yaptı. 82 yaşında öldü. Milli Mücadele’nin başlıca kahramanlarından sayılır.” (Yeni Türk Ansiklopedisi, c.1, s.355). Refet Bey milletvekili sıfatıyla yazdığı yazısında, yapılması temenni edilen şeylerin yapılamama nedenleri hakkında okuyanları bilgilendirilmektedir. “Maarif 341 bütçesiydi. Büyük Millet Meclisinde müzakere

olunuyordu. Ben de söz almıştım. Beni söz olmaya icbar eden, evvelce mevcut olup da bu sene tayyedilmiş olan vilayat mekatibine muavenet faslı ile leyli iptidailere tahsis edilen paranın azlığı idi. Muhterem arkadaşlarım bütçe hakkında uzun beyanatta bulunmuşlardı. Bu sözlerin bir kısmı çok kıymettar olduğu için şüphesiz ben de iştirak ettim. Fakat bir kısmı icra ve tatbik kabiliyeti olmayan bazı temennilerden ibaretti. Temennim edilen şeylerin yapılması mümkün şeylerden olması lazımdır. Mümkünattan olmayan temenniler, temenni sahasında kalır, o hududu tecavüz edemez, hepimiz arzu ederiz ki memleketimizin her tarafında, yurdumuzun her köşesinde mekteplerimiz, irfan müesseselerimiz olsun. En har ve samimi duygularımızdır, en kutsi ve şerefli dileklerimizdir. Fakat bugünkü bütçe ile, bugünkü varidat manbalarımızla bu kabil midir? Asıl tetkik ve mütalaa olunacak nokta burasıdır.” (Türkiye’de İbtidai Maarif, Türk Yurdu, c.9, s.28) Yazar son yetmiş altı yıl içerisinde Türkiye’de okul sayısının kısıtlı bütçelerle dört katına ve kızlar da dahil olmak üzere öğrenci sayısının beş katına çıkarıldığını belirtmektedir. Başarısı tartışılan Maarif Nezaretini bu şekilde savunan mebus Refet Bey, bu artışları sağladıkları dönemde kızların da okula gönderilmesini başardıklarını ekler. Eleştirileri özel amaçlarla yapılmaması gerektiğini söyler. Bunların yeterli olmayacağını söyleyen Refet Bey “1341 senesinde maarif-i ibtidaiyemiz için varidat menbaları aramak, bulmak lazımdır ” (Türkiye’de İbtidai Maarif, Türk Yurdu, c.9, s.30) diyerek yeni amacı da ortaya koymaktadır.

Refet Bey, diğer bir sayıda bu cevabi yazısına devam eder ve bir tablo sunar. Bu tablo son beş sene içerisindeki bütçelerden maarife ayrılan miktarları gösterir. Bu tabloya göre en az pay alınan yıl 329 senesidir ve 1/3 oranındadır. Maarif bütçeden en fazla payı ise 340 yılında almıştır ve miktar bütçenin yarısından fazladır.(Türkiye’de İbtidai Maarif, Türk Yurdu, c.9, s.29) Burada dikkat edilmesi gereken nokta dönemin I.Cihan Harbinin izlerinin devam ettiği, içte ve dışta ülkenin hala birçok sıkıntılı durumunun olduğu bir devre olmasıdır. O dönemin bu ağır şartlarına rağmen ayrılan bütçenin genel bütçedeki oranı hem hayret uyandırıcı hem de bugün için düşündürücüdür.

Refet Bey, vermiş olduğu sayısal istatistiklere devam eder ve yeni cumhuriyetin iki büyük eğitim sorununa dikkat çeker; “Maarif nokta-i nazarından vilayetler iki müşkil vaziyet karşısındadırlar. Birisi muallim yokluğu, diğeri para kıtlığıdır. Bu iki dert, iyiliğe

doğru olan bütün emellerin önüne bir set çekmektedir.” .(Türkiye’de İbtidai Maarif, Türk Yurdu, c.9, s.77) Yazarın bu bahsettiği nedenler, savaştan yeni çıkmış olan ve üyelerinin neredeyse tamamı sefalet içinde kalmış olan bir devlet için kabul edilebilir. Ama aradan geçen seksen bir yıla rağmen bugün de aynı nedenler ortaya konuluyor. Atatürk’ün hedef olarak ortaya koyduğu seviyeye erişememede, bu eksikliklerin kesinlikle bahane olamayacağı düşünülmektedir.