• Sonuç bulunamadı

1911-1931 yılları arasında yayınlanan Türk Yurdu dergilerinde gelişen eğitim anlayışı ve Cumhuriyet Dönemine etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1911-1931 yılları arasında yayınlanan Türk Yurdu dergilerinde gelişen eğitim anlayışı ve Cumhuriyet Dönemine etkileri"

Copied!
198
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI SINIF ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI. 1911-1931 YILLARI ARASINDA YAYINLANAN TÜRK YURDU DERGİLERİ’NDE GELİŞEN EĞİTİM ANLAYIŞI VE CUMHURİYET DÖNEMİNE ETKİLERİ. YÜKSEK LİSANS TEZİ. DANIŞMAN PROF. DR. MUAMMER C. MUŞTA. HAZIRLAYAN ÖZKAN ÖZDEMİR 014214021009. KONYA 2004.

(2)

(3) ANAHTAR KELİMELER Millet, Milliyetçilik, Eğitim, İdeoloji, Türkçülük. ***************. KEY WORDS Nation, Nationalism, Education, Ideology, Pan-Türkism.

(4) İÇİNDEKİLER. ANAHTAR KELİMELER. I. İÇİNDEKİLER. II. ÖZET. VI. İNGİLİZCE ÖZET. VII. KISALTMALAR. VIII. TABLOLAR DİZİNİ. IX. ÖNSÖZ. X. I.BÖLÜM. 12. I.I. MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK. 12. I.I.I. Millet. 13. I.I.II. Milliyetçilik. 18. I.II. MİLLİYETÇİLİĞİN TARİH İÇERİSİNDE GELİŞİMİ. 32. I.II.I. Dünyada Milliyetçilik Akımının Gelişimi. 32. I.II.II Türkiye’de Milliyetçilik Akımının Gelişimi. 40. 53. II. BÖLÜM II.I.OSMANLI DEVLETİNDEKİ FİKİR AKIMLARI VE BUNLAR İÇERİSİNDE MİLLİYETÇİLİĞİN YERİ. 53. II.I.I. Osmanlıcılık. 55. II.I.II. Batıcılık. 62. II.I.III. İslamcılık. 70. II.II. TÜRKÇÜLÜK II.II.I. Türkçülüğün İki Teorisyeni ve Türkçülük Anlayışları. 74 80. II.II.II. İttihat ve Terakki’nin Uygulamaları ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti ile Benzerlikler. 87.

(5) 92. III. BÖLÜM III.I. TÜRK YURDU DERGİSİ VE TÜRK EĞİTİM-KÜLTÜR HAYATINA OLAN ETKİLERİ. 92. III.I.I. Derginin Kuruluş Evresinde Ülkenin İçerisinde Bulunduğu Genel Durum III.I.II. Türkçülerin Dernekleşme Faaliyetleri. 92 100. III.I.II.I. Türk Derneği. 101. III.I.II.II. Türk Yurdu Cemiyeti. 107. III.I.II.III.Türk Bilgi Derneği. 109. III.I.III. Türk Ocağı, Türk Yurdu Dergisi ve Türkçülüğe Katkıları. 110. 121. IV. BÖLÜM IV.I TÜRK YURDUNDA EĞİTİM. 121. IV.I.I. Eğitimle İlgili Yazıların Sayı ve Nitelikleri. 121. IV.I.II. Eğitimle İlgili Yazıların Sahipleri. 127. IV.I.II.I.. İsmail Gaspıralı. 127. IV.I.II.II. Yusuf Akçura. 128. IV.I.II.III. Dr. Akil Muhtar (Özden). 128. IV.I.II.IV. Nafi Atuf (Kansu). 129. IV.I.II.V.. 129. Ali Haydar (Taner). IV.I.II.VI. Mustafa Rahmi (Balaban). 130. IV.I.II.VII. Refet (Bele). 130. IV.I.II.VIII. Halide Edip (Adıvar). 131. IV.I.II.IX.. İbrahim Alaaddin (Gövsa). 132. IV.I.II.X.. Selim Sırrı (Tarcan). 133. IV.I.II.XI. Hilmi A. Malik (Evrenol). 134. IV.I.II.XI.. 135. Diğer Yazarlar. IV.I.III Eğitimle İlgili Olarak Ortaya Konulan Görüşler IV.I.III.I.. Eğitimin Milliliği. 135 135. IV.I.III.I.A. Eğitimde Millilik. 135. IV.I.III.I.B. Eğitimde Ana Dil. 138.

(6) IV.I.III.I.C. Yabancı Okullar IV.I.III.II.. Eğitimin Ekonomisi. 139 141. IV.I.III.II.A. Eğitimin Bütçesi. 141. IV.I.III.II.B. Öğretmenlerin Maddi Problemleri. 145. IV.I.III.III.. Eğitimde Temel Unsurlar. 147. IV.I.III.III.A. Eğitimin Önemi. 147. IV.I.III.III.B. Eğitimde Başarının Önemi. 149. IV.I.III.III.C. Eğitimde Hedef - Hedef Eksikliği. 150. IV.I.III.IV.. Okul, Sınıf ve Çevre Faktörleri. 153. IV.I.III.IV.A. Öğretmen-Veli İşbirliği. 153. IV.I.III.IV.B. Okul ve Sınıf Ortamı. 153. IV.I.III.IV.C. Zararlı Alışkanlıklar ve Spor. 161. IV.I.III.IV.D. Medya ve Eğitim. 162. IV.I.III.V.. Okullarda Okutulan Kitaplar. 163. IV.I.III.V.A.. Eğitimde Sanat ve Estetik. 163. IV.I.III.V.B.. Ders Kitapları. 166. IV.I.III.V.C.. Kitap Yazarları. 169. Yöntem-Teknik ve Formasyon Üzerine. 169. IV.I.III.VI.A. Öğretmenlerdeki Eksiklikler. 169. IV.I.III.VI.B. Ödül ve Ceza. 172. IV.I.III.VI.C. Yaparak-Yaşayarak Öğrenme. 172. IV.I.III.VI.. IV.I.III.VII.. Derslerin Öğretimi. 174. IV.I.III.VII.A. Tarih Öğretimi. 174. IV.I.III.VII.B. Yabancı Dil Öğretimi. 176. IV.I.III.VII.C. Din Öğretimi. 177. IV.I.III.VIII. Farklı Özellik ve Yaşta Kişilerin Eğitimleri IV.I.III.VIII.A. Kadının Eğitimdeki Yeri. 178 178. IV.I.III.VIII.B. 6-11 Yaş Arası Çocukların Eğitimi 181 IV.I.III.VIII.C. Özel Eğitime Muhtaç Çocukların Eğitimleri IV.I.III.VIII.D. Yetimhaneler ve Eğitim. 182 183. IV.I.III.VIII.E. Çocuk Klüpleri-Ana Sınıfları-Kreşler 184.

(7) SONUÇ VE DEĞERLENDİRME. 186. KAYNAKÇA. 190. EKLER. 194.

(8) ÖZET Bu araştırma, araştırma konusu ile ilgili olarak yayınlanan eserlerin taranması ve 1911-1931 yılları arasında neşredilen “Türk Yurdu Dergisi” sayılarının incelenmesi ile yapılmıştır.. Bu çalışma, 1911-1931 yılları arasında yayınlanan Türk Yurdu dergilerinde, Eğitim başlığı altında okuyuculara sunulan makalelerdeki eğitim görüşlerinin, kuruluş dönemindeki eğitim politikalarını etkileme oranını ortaya koymak için yapılmıştır. Bu amaca ulaşmak için cevapları aranan sorular genel hatları ile şu şekildedir;. 1. Millet ve milliyetçilik kavramları geçmişte ne ifade etmiştir? Bugün neyi ifade etmektedir? 2. Dünyada ve Türkiye’de milliyetçilik fikrinin gelişimi nasıl olmuştur? 3. Türkçülük ve bu fikrin gelişimini destekleyen dernekler nelerdir? 4. Türk Yurdu dergilerinde eğitimin yeri nedir? 5. Bu görüşler Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim politikalarını nasıl etkilemiştir?. Araştırmanın amacına ulaşması için tez danışmanının görüşleri de alınarak kaynak taraması yapılmıştır. Ulaşılan kaynaklardaki kullanılacak alıntılar tespit edilmiştir. Bu noktada ideolojik görüşlerin ayıklanmasına özen gösterilmiştir..

(9) SUMMARY This research was made by scanning works about subject and inspecting the magazine “Türk Yurdu” published between 1911-1931.. Aim is that to putforward effects of opinions about education in“Türk Yurdu” published 1911-1931 to policy of education in foundation. Here are the some questions to attain the aim;. 1. What did concepts of nation and nationalism use to Express in the past? What do they Express in present time? 2. How was the nationalism developed in the world and Turkiye? 3. What are the foundations which support nationalism and developments of this movement? 4. How was education touched on in “Türk Yurdu”? 5. How did these ideas effect policy of education of Turkish Republic?. Because of attaining the aim of investigation resourse serching is done by giving importance to opinions of adviser. Quotations which will be used in resourced were decided. At this point there were great importance for being objective..

(10) KISALTMALAR. Prof. Dr. M.E:B. M.T.S.D. İ.T. AUS. ALM. FRA. M.S. C.H.F. C.H.P. T.B.M.M. T.T.K. T.D.K. U.T.M.K. S.S.C.B. C. S. s.. :Profesör :Doktor :Milli Eğitim Bakanlığı :Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce :İttihat ve Terakki :Avusturya :Almanya :Fransa :Milattan Sonra :Cumhuriyet Halk Fırkası :Cumhuriyet Halk Partisi :Türkiye Büyük Millet Meclisi :Türk Tarih Kurumu :Türk Dil Kurumu :UNESCO Türk Milli Komisyonu :Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği :Cilt :Sayı :Sayfa.

(11) TABLOLAR DİZİNİ. 1. Tablo 1. Türk Derneği Üyeleri ve Derneğin Kuruluşu Sırasında Bulundukları Vazifeler: s.102 2. Tablo 2. Cumhuriyet Öncesi Dönemde Türk Yurdu Dergilerinde Ele Alınan Konuların Makale Sayıları: s.111 3. Tablo 3. 1.-6. Ciltlerde Yayınlanan Yazıların Memleketlere Göre Dağılımları: s.113 4. Tablo 4. 1.-6. Ciltlerde Yazıları Yayınlanan Yazarların memleketlerine Göre Dağılımları: 113 5. Tablo 5. Türk Yurdu Dergisi’nde Eğitim Başlığı Adı Altında Yazıları Yayınlanan Yazarlar ve Yazılarının Konuları: 126.

(12) ÖNSÖZ Hazırlanan bu yüksek lisans tezinde 1911-1931 yılları arasında yayınlanmış bulunan Türk Yurdu Dergi’lerinde çok sayıda aydının eğitim alanındaki araştırma, tercüme ve kendi fikirlerini aktardıkları makaleleri incelemek ve bu makalelerdeki görüşlerin Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadroları üzerindeki etkilerini incelemek amaç edinildi.. Daha önceden de Türk Yurdu Dergisi hakkında doğrudan veya dolaylı olarak yapılmış araştırmalar, yayınlanmış veya yayınlanmamış tezler mevcuttur. Bu çalışmalarda derginin o dönemin tarihi ve politik hareketleri içerisindeki yerine ve Türk Ocağı’nın yayın organı olması durumuna değinilmiştir. Ancak Türk Yurdu Dergisi’nin bir cihan imparatorluğundan modern bir cumhuriyete giden yolda her ikisinin de şahidi olması, o dönemki eğitim görüşleri ve bunların kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin maarif politikalarına olan yansımalarını tek başına konu alan bir araştırma bulunmaması, eğitimin değişik adlar altında da olsa tarihin her döneminde insanların üzerinde en fazla durmaları gereken bir konu olarak hayatiyetini koruması,araştırmada bu konunun seçilmesinde etkili oldu.. Derginin kurucularının ve yazısı yayımlanan insanların ağırlıklı olarak fikirsel bazda, o dönemki akımlardan Türkçülük cereyanına mensup olmaları öncelikle millet ve milliyet konusunu, daha sonra da milliyetçiliğin dünyada ve Türkiye’de seyrettiği gelişim süreci hakkında bilgi vermemizi gerektirdi. Daha sonraki bölümlerde ise o dönem Osmanlının içerisinde bulunduğu siyasal durum hakkında açıklamalarda bulunuldu. Bu siyasi ortamdaki diğer Türkçü derneklerin kısa bir tanıtımının ardından yazar bazında eğitim görüşleri incelemeye alındı. Sonuç bölümünü, yapılan araştırma sonucunda ortaya çıkan, yoruma açık olamayan görüşler oluşturdu.. Araştırmada kullanılan eserlerin ideolojik yönden tezi etkilememesine özellikle dikkat edildi. Literatür taramasında karşılaşılan eserlerden bazıları bu yüzden kullanılmadı. Alıntılarda kesinlikle sadık kalındı. Bilhassa aynı kelimenin farklı dönemlerde yazılmış yazılarda değişik yazımlarıyla karşılaşılsa bile her ikisini de değiştirmemeye özen gösterildi..

(13) Günümüzde, milletler arası mücadelenin iyi silah kullanan insanlarla değil eğitimli, kendisini geliştiren ve evrensel eğitim metotları ile yetiştirilmiş insanlar ile yapıldığı düşünüldüğünde eğitim ile ilgili bir çalışma yapmaktan mutluluk duymaktayım.. Memleketimizin en uzun süreli yayınlarından olan ve halen yayın hayatına devam eden Türk Yurdu Dergisi’ni incelerken dikkatimi çeken belli başlı hususlar oldu.. Öncelikle o dönemin Türkçülerinin eğitime ilişkin görüşlerini, eleştiri ve tavsiyelerini okurken; aradan geçen 90 yıl boyunca hala halledilememiş olan eğitim meselelerimiz olmasını bir kara mizah örneği olarak algılamaktayım.. Yine bu derginin bugünkü yayın politikasının, kurulduğu dönemdeki kadar ülke meselelerine eğilir olmayışından dolayı üzüntü duydum.. Yine dergide yayınlanan farklı konulardaki makalelerini içerik olarak incelerken dergide yazıları yayınlanan Türkçü kişilerin modern gelişmelere karşı takındıkları faydacı ve gerçekçi görüşlerden dolayı mutluluk duydum.. İzlenen yayın politikasının sadece sınırlar dahilinde değil, “Dış Türklere” de eşit yakınlıkta bulunmasından dolayı gururlandım.. Bu çalışma sırasında birikimlerinden istifade etmek istediğim ve kamuoyunda “milliyetçi” görüşleri ile tanınan birçok tarihçi ve eğitimci büyüklerimin ve bugünkü Türk Yurdu Dergisi Genel Müdürü Çağatay Özdemir ile Türk Ocakları Genel Merkezi’nin kendilerini doğrudan ilgilendiren bu çalışmaya gösterdikleri ilgisizlikten dolayı da gerçekten büyük üzüntü duydum. Bu üzüntümü konu ile ilgili olarak kendisinden kayda değer destekler gördüğüm Ali BİRİNCİ Beyefendi’nin, ki kendisinin Türk Yurdu Saygı sayılarında yazıları yayınlanmıştı, görüşlerini incelediğim yazarlardan Hilmi A. Malik (Evrenol) Beyefendi’nin oğlu Sayın Önder Malik EVRENOL’un göstermiş oldukları yakınlık azalttı..

(14) Yine bu çalışma sırasında, daha önceki dönemlerde Türk Ocakları hakkında değerli çalışmaları bulunan ve bunun neticesinde elde ettiği birikimlerini bana aktarmasındaki cömertliğinden dolayı hocam Sayın Nevzat KÖKEN’in, daha yolun başındayken bana fikirleriyle destek olan Araştırma Görevlisi Serdarhan Musa TAŞKAYA’nın, her başvurumu eksiksiz karşılamaya çalışan değerli DERGAH YAYINLARI çalışanlarının, yaklaşık bir yıl boyunca yanımda olduğunu bana hissettiren eşim Meryem ÖZDEMİR’in isimlerini, burada, sevgi, saygı ve muhabbetle tekrar belirtmem gerekir.. Ve son olarak; yapıcı eleştiriyle, literatür taramam sırasında tekrar şahit olduğum büyük birikimiyle, tecrübesiyle, içten yakınlığıyla ve her türlü desteği ile elinizdeki bu çalışmanın ortaya çıkmasında zaman ve emek harcayan hocam, yol göstericim, danışmanım Sayın Muammer C. MUŞTA’ya teşekkür etmeyi bir borç bilirim.. Özkan ÖZDEMİR Konya-2004.

(15) I. BÖLÜM I.I. MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK. Siyasi tarihin incelemeye aldığı en erken vakitten günümüze kadar insan topluluklarını birbirlerine yaklaştıran veya onları birbirlerinden uzaklaştıran, çatışmalara ve savaşlara neden olan hürriyet ve mülkiyet düşüncesidir. Bu düşünce adı konmamış da olsa fıtrata dayalı bir özellik olarak devamlı surette gelişme göstermiştir. Öyle ki bazı dönemlerde topluluklar, diğer insanları ortadan kaldırmanın ve/veya onları kendilerine tabi etmenin devamlılıkları için şart olduğunu düşünmüşlerdir. Kimi zamanlarda ise bunu kendileri için tanrıdan gelen bir emir olarak algılamışlardır. Ortak bir kültür ve tarih içerisinde uzun süre birlikte olan bu insanlar, her alanda üstün olmak veya üstün kalmak için mücadele içerisine girmişlerdir. İnsanlar farklı toplumlar halinde yaşamaya başladıklarından beri toplum ve devlet olma durumlarına göre şekil almışlardır. Bunu daha açık söyleyecek olursak, insanların toplumsal yapıları, örgütlenmelerine ve hayatlarına hâkim olan sisteme bağlı olarak şekillenmiştir. İlkçağ insanlarında site hayatı egemen olduğu için, onların hayatında toplumsal birim bununla sınırlıydı. Yakınlarındaki etnik ve kültürel farklılığı olmayan başka sitelerden kendilerini farklı hissediyorlardı. Buradaki toplulukları millet olarak saymak mümkün olmamakla beraber, karşımıza birer toplum olarak çıktıkları bir gerçektir.. Toplumda temel birim ailedir. Bu ailenin nesillerin devamı ile birlikte kalabalıklaşması ortaya soyu çıkartır. “Zamanla bir soyun azası çok kalabalık bir kütle teşkil ettiği zaman soylar dallara, kollara ayrılarak yeni soylar teşkil etmişlerdir. Sonraları bu soyların da kollara ayrılması neticesinde, soylar çoğalmış, birlerinden ayrı sahalarda yerleşerek birbirlerinden her bakımdan uzaklaşmışlardır, akrabalık unutulmuş, soylar birbirini tanımayan, aralarında rabıta olmayan zümreler mahiyetini iktisap etmişlerdir.” (Arsal, 1955, s.46) bahsi geçen bu topluluklar arasında husumetlerin veya kendi içlerinde muhabbetlerin olması da son derece normaldir.. Farklılıkların mücadeleyi de beraber getirdiği düşünülürse, zaman içerisinde ailelerin ve devamında gelen sosyal birimlerin güç birliği içerisinde girmeleri de doğaldır. Bu beraber mücadele duygusunun oluşumu ve duygusal güç verir hale gelmesi için.

(16) toplulukların ortak paydalar tespit ettikleri ve bu hususlardan yola çıkarak ortak menfaatler ortaya koydukları göze çarpar. Bu menfaatler ortak hislerin oluşumuna destek vererek mücadele gücünün artırılmasında rol oynarlar.. Siyasi tarihteki çarpışmaların değişik zemin ve mekanlardaki yansımaları hep bu duygu ile gerçekleşmektedir. Kimi zaman savaş meydanlarında bu duygular etkin hale gelirken, kimiz zaman da kültürel alanda ve günümüzde teknoloji sahasında kendisini göstermektedir.. Bu mücadeleyi yapan grupların ortaya çıkışında bazı topluluklar ırki, bazıları kültürel, bazıları da din, dil gibi olguları kullanmışlardır. Ama bu topluluklarda göze batan temel farklılık her bireyin grubun kökeninden geliyor olmasıdır. Yani aynı millete mensup oluşlarıdır.. Bu bölümde, millet ve milliyetçilik kavramlarının taşıdıkları manaya ve tarih içerisindeki gelişimlerine değinilecektir.. I.I.I. Millet. Çalışmanın temel konularından olan milliyetçilik konusuna girmeden önce millet kavramını tanımlamakta fayda görülmektedir. Aşağıda yapılmış olan tariflerden de anlaşılacaktır ki; milleti oluşturan temel unsurlar; toprak bütünlüğü, dil birliği, tarih birliği ve devlet ile milleti birbirine bağlayan soyut ve/veya manevi bağlardır. Milletin genel kabul görmese de bir çok tarifi vardır. Bunlardan bazılarını şu şekildedir:. Ali Engin Oba milleti tarif ederken, topluluk üyeleri arasındaki duygunun ortaya çıkışını, ortak coğrafyada doğuş olarak düşünür. “Topluluğu oluşturan bireyler arasındaki anlaşmanın. ve dayanışmanın. doğal sonucu olarak, ortak bir takım özellikleri olan. topluluk kelimesinin yerini millet almıştır. Latince bir fiil olan “nasci” den gelen nation, aynı yerde doğmuş bir insan topluluğu manasını ifade etmektedir”.(Oba, 1995, s.17).

(17) Mithat Baydur ise, eserinde milletin etnolojik kökeni hakkında şu bilgileri verir; “1884’den önceki ‘nation’ sözcüğü, basitçe bir eyalet, bir ülke ya da bir krallıkta oturanların toplamı ve aynı zamanda “bir yabancı” anlamına geliyordu. Oysa 1884 basımıyla birlikte, artık, ‘her şeyden üstün bir ortak yönetim merkezini tanıyan bir devlet ya da politik birim’ bunun yanında ‘bir bütün sayılan devletin oluşturduğu topraklar ve bu topraklarda yaşayan insanlar’ anlamı yüklenmekteydi. -. Gerçekten, filolojinin iddia ettiği gibi, ‘Nation’ sözcüğü ilk anlamı köken ya da soya işaret etmektedir.. -. E.J. Hobbsbawn!a göre, eski bir Fransızca, sözlüğünde ‘natissance, extraction’ ile ilişkilidir.. -. İspanya Akademisi Sözlüğü’nün 1726’daki ilk basımında ‘patria’ ya da halkın daha çok kullandığı ‘tierra’ , ‘memleket’ sözcüğü; ‘bir insanın doğduğu yer, kasaba ya da toprak’ veya ‘bir senyörlüğün ya da devletin bir bölge, eyalet ya da ilçesi anlamını taşıyordu.” (Baydur, 2001, s.54). Bu bilgilerin dışında, Almanca’da “volk” kelimesinin de millet veya halk kelimesinin karşılığı olarak dilbilimde kullanıldığı görülür. Ancak bu bilgiler “millet” kelimesinin dil bilimi sınırları içerisindeki köküne iner. Bu çalışmada incelenecek olan millet ve milliyetçilik ise bir duyguyu taşıyan ve tamamen politik anlamda kullanılacaktır.. Millet kelimesinin politik anlam taşıması için gerekli olan şartları bir çok kişi ortaya koymuştur. Yapılmış olan binlerce açıklamada amaç tam tanımı bulmak olsa da dünya üzerinde, üzerinde anlaşılmış bir açıklama olmadığı da görülmektedir. Bunun nedenlerine ileriki bölümlerde değinilecektir.. Sadri Maksudi Arsal; “…bir insan topluluğunun millet olabilmesi için ‘Milleti temsil eden kişilerin bir devlet içinde yaşaması veya yaşamış olması, nüfus, coğrafi alan, bağımsızlık, dil birliği, örf ve adetler birliği, ortak dini inançlar, ulusal seciye çoğunluğun aynı ırktan olması’ gereklidir” (Arsal, 1955, s.68) diyerek kendi tanımını ortaya koymuştur..

(18) Kurt Karaca ise topluluğun millet olabilmesi için bağımsızlık hedefinin bulunması gerektiği üzerinde durur; “Millet, ortak dil, yurt, soy, kültür ve tarih birliği gibi ayırıcı niteliklere haiz, bağımsız olarak yaşama bilincine varmış insan topluluğudur. Millet devlet kurmaya en elverişli topluluktur.” (Karaca, 1976, s. 18). Benedict Anderson “Millet sınırlı ve egemen muhayyel topluluk olarak tanımlanabilir.” der.(M.T.S.D. , 2002, c.4, s.193). Yusuf Bayraktutan ise topluluğun millet olmak bilinci içinde olmasının ilk şart olduğunu sezdirir; “Millet hakkında söylenebilecek en basit söz, onun, kendilerinin bir millet olduğunu duyan insanları bir topluluğu olduğudur.”(Bayraktutan, 1996, s.9). Mithat Baydur ise topluluğun ancak yeterli büyüklüğe ulaşması ile millet olma yoluna gireceğini ifade eder; “Kendilerini bir milletin üyeleri olarak gören yeterli büyüklükteki insan topluluğu millet sayılır.” (Baydur, 2001, s.53). Türkçülüğün kabul edilen teorisyenlerinden Ziya Gökalp ise millet gerçeğine ulaşmak için öncelikle kültüre ilişkin şartların yerine gelmiş olması gereğini ifade eder; sosyolojik bir değerlendirme yapar; “Gökalp’te kültür fikri millet gerçeğinden doğmuştur. Kültürden önce millet nedir, onu belirtmek gerekirdi. Sosyal araştırmalarında terakki, evrim kaidesini benimsediği için bugünkü Türk toplumunun bir takım devrelerden sonra millet haline geldiğini kabul ediyordu. Gökalp’e göre biz imparatorluk devrinde ümmet halinde idik. İmparatorluğun yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu ümmet devrinden millet devrine geçmemizdir.” (Celkan, 1989, s.54) Ziya Gökalp. millet. kavramını anlatırken düşünceleri ırki, kavmi, coğrafi, Osmanlıcı, İslam birlikçi, fertçi olarak ayırır. Hepsinin konu ile ilgili görüş ve tanımlarını kendi süzgecinden geçirir, yanlış ve eksiklerini bulur ve nihayetinde şu görüşleri ortaya koyar “Millet ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de iradi bir zümre değildir. Millet, dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerek tarif eder. Gerçekten de bir adam, kanca müşterek olduğu insanlardan ziyade, dilde ve dinde müşterek olduğu insanlarla beraber yaşamak ister. Çünkü, insani.

(19) şahsiyetimiz, bedenimizde değil, ruhumuzdadır.” (Gökalp, 1990, s.22) Yine Ziya Gökalp milletin gerçek anlamına ulaşabilmesi için onu oluşturan topluluğun, mütecanis (aynı cinsten), müttehit (Birlik halinde ve müstakil (kendine yeten) halde bulunması gerektiğini savunur.(Tuncor, 1977, s.55). Yine Türkçülüğün teorisyenlerinden Yusuf Akçura milleti; “ırk ve dilin esasen işbirliğinden dolayı sosyal vicdanında birlik ve beraberlik meydana gelmiş insan toplumudur.”(Akçura, 2001, s. 18) şeklinde tanımlar. Böylece milletin her üyesinin aynı ırktan gelmesini ve aynı dil ve sosyal esaslara göre hayatlarını devam ettirmesi gerektiğini belirtir.. Jean Leca’nın hazırladığı makaleler kitabında ise W. Connor’un şu tanımına yer verilir; “Ulus, ayırt edici özelliği ortak ataların efsanesi olan insan topluluğudur.” (Leca, 1998, s.12). Yine aynı eserde, A.Smith’in şu açıklaması bulunur; “…ulus onu tarif eden ya da içine alan ‘Vatan’, ‘Anavatan’, ‘Fatherland’, Mother country’, ‘Heimat’, hatta ‘Homeland’ gibi gündelik terimler tarafından altı çizilen ‘inşa edilmiş’ bir etkinliktir.” (Leca, 1998, s.12). Genç Osmanlıların öncülerinden Namık Kemal ise dönemin iç siyasi durumundan da etkilenmiş olarak “…milleti, siyasi sadakat bağına atıfla tanımlarken”(Yıldız, 2004, s.51) Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu sıkıntılı iç meselelere de dikkat çeker.. Osmanlı Türkçesi’nin en önemli sözlüğü olan Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türki’sinde millet; “aynı dine yani İslam dinine mensup farklı dil ve etnik kökenden gelen çeşitli grupları belirten ortak bir isimdir.” (Yıldız, 2004, s.52). Afet İnan ise bizlere Mustafa Kemal Atatürk’ün millet tarifini şu şekilde yapmaktadır (Oran, 1988, s.24) “Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın.

(20) muhafazasına beraber devam hususunda iradesi müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.”. İnsanların ilk olarak bir aileden daha sonra da kalabalıklaşan bir soy haline geldiklerini, bu soyların daha sonra farklı coğrafyalarda aralarındaki akrabalık bağının uzun bir süreçte zayıflaması ile birbirlerine yabancı görünümlü topluluklar halinde kaldıklarını belirtmiştik. Aynı coğrafyaya yerleşen insan toplulukları veya soylar elbetteki her daim barış içerisinde yaşayamazlardı. “Kendisini güçlü hisseden soylar, zayıf saydıkları soyları oturdukları, geçinme vasıtalarını tedarik etmesi kolay olan zengin, mahsuldar sahadan kovmak, onların arazisini istila etmek, birikmiş servetlerini gasbetmek için mütemadiyen zayıf soylara hücum etmeye başlamışlardır. Bu soylar arasındaki mücadele merhametsiz, amansız bir hayat mücadelesi idi. Zayıf soylar yaşamak, ölmemek için bütün kuvvetleri ile mezbuhane mücadele etmek mecburiyetinde idiler.”(Arsal, 1955, s.46) Yazarın burada bahsettiği mücadele büyük balığın küçük balığı yemesine benzer. Ancak doğal seleksiyon ile alakası yoktur. Mücadele içerisinde olan varlık insandır ve yine kendi cinsinden bir varlık ile mücadelesini sürdürmektedir. Göçebe durumunda olan soyların daha rahat bir yaşam sürme isteğinden meydana gelen mücadelelerde bazen birden fazla tarafın mücadelesi sözkonusu olduğunda kimi soylar arasında yakınlaşma ve uzaklaşmalar olmuştur. Bu hisler soyların birleşerek oymakları meydana getirmesine neden olmuştur.. Topluluklar arası mücadelenin tek sonucu oymakların oluşması değildir. “Öteki”ne karşı yapılan savaş oymakların da bir araya gelerek kabileleri oluşturmasına neden olmuştur. Her yeni birimin oluşumunda bir önceki alt mücadeleler azalmakta ve soyların ve oymakların kendi aralarındaki sıkıntılar yok olmaya başlamıştır. Ancak kabileler de barış içerisinde yaşayamamışlardır. “O zaman mağlup olarak yok olmamak için kabileler, kabile ittihatları (Confédération des tribus) teşkil etmeğe mecbur kalıyorlardı. Fakat mücadele zarureti gene zail olmuyordu, çünkü derhal kanile ittihatları arasında mücadele başlıyordu….mücadele bir devlet kurulması sayesinde sona eriyordu. Bu sayede bir devlet içerisinde birleşen kabileler barış ve inzibat içinde yaşayan kavim-millet teşkil ediyorlardı.”(Arsal, 1955, 48).

(21) Soylardan başlayan mücadele ve kavgaların sonucunda devlet kurumunun ve bu kuruma bağlı milletin oluşması gerçekten önemli bir sonuçtur. İnsanlar denemeler ve birleşmeler arttıkça kavga ve mücadele sayısı azalmış, kayıp miktarı artmıştır. Ailelerin arasındaki sorunların sebepleri küçük, sonuçları basit iken, devletler ve milletler arası savaşların hem sebepleri daha olgun olmakta hem de sonuçları kaybeden için telafisi imkansız olmaktadır. Bu durum da mücadele sayısını azaltmıştır.. Materyalist felsefeyi bilimselliğe kavuşturduğunu öne süren Marx’a göre millet, toplumun kapitalist yapısının bir ürünüdür. Ekonomik ilişkiler toplumun altyapısını oluşturmaktadır. Toplumun alt yapısına göre üst yapı ürün vermektedir. Toplumun esası olan ekonomik ilişkiler değiştirilince, buna bağlı olarak üstyapı ürünleri de değişecek ve millet ortadan kalkacaktır. Üst yapı ürünü değişecek ve millet ortadan kalkacaktır.. Üst. yapı ürünü olduğundan millet sonradan teşekkül etmiştir, sunidir.. I.I.II. Milliyetçilik. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce serisinin “Milliyetçilik” adlı cildinde Kemal Can, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun. şu görüşlerine yer verir; “Milliyetçilik ne. kendisine zıt fikirlere karşı doğmuş bir tepki hareketidir, ne de bir takım tezlerin antitezidir. O bir dünya görüşü ve fikir sistemi olarak başlı başına bir tezdir.” Aslında bu görüşü belirtmeye ihtiyaç duyuş, konu ilgili farklı iddia ve düşüncelerin varlığını da okuyucuya hissettirir. İdeolojilerin veya izm’lerin çıkışının, kabul edilen düşünceye uygun bir hayat tarzı oluşturmak ve bunu değişik yol ve yöntemler ile yaymak temeline dayandırılması durumunda; benzer dayatmayı kabul etmeyenlerin ortak hareketine tepki olarak milliyetçiliğin doğduğunu söylemek hiç de basit ve kale alınmaması gereken bir söylem olmaz. Zaten bu duyguyu, milliyetçilik görüşünü dünya üzerinde hakim güç ve popüler ideoloji olarak göründüğü dönemlerde takip edilen, lider kişilerin genelde “öteki”ne karşı yüreğinde oluşan kızgınlık ve duyguların büyük etkisi ile bu fikre sıkı sıya bağlandığını görürüz.” (M.T.S.D, 2002, c.4 s. 665).

(22) Burada kullanılan “öteki” kendisi gibi olmayan bir insanı belirtebildiği gibi, başka bir etnisiteyi ve/veya milliyetçilik anlayışını da vurgulayabilir. Zaten toplumda yeni fikirler, memnuniyetsiz olunan mevcut fikrin getirdiği rahatsızlıktan güç alır. Bu durumu Tanıl Bora şöyle ifade eder; “Milliyetçilik ideolojilerinin kendilerini var ettikleri tarihsel zeminde, başka, öteki milliyetçiliklerle ilişkileri yer alır. Her milliyetçilik, başka milli ve etno-kültürel kimlikleri içermeye/ “özümsemeye”/ “soğurmaya” ya da ötekileştirmeye, hasım kılmaya, yahut bunlara direnmeye dönük bir vadide şekillenir – ve sürekli yeniden şekillenir.”(M.T.S.D., 2002, c.4, s.22). Memhed Niyazi ise milliyetçiliğin anlamı üzerinde dururken ona, milletin üyelerini de her anlamda yükseltme vazifesi de verir; “Milliyetçilik , tarihi ve sosyolojik bir varlık olan millet üzerine bina edilmiş, bir fikri sistem veya sosyal olayları değerlendiriştir. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, millet bir realitedir; milliyetçilik ise, bu realitenin farkına varma, şuuruna ermedir. Nasıl ki Marksizm işçi sınıfının, ferdiyetçilik ferdin farkına varma,şuuruna erme, menfaatlerini koruma, sosyal olayları onunla izah etmek ise, milliyetçilik de milletin varlığını kabul etme, sosyal olayların temelindeki fonksiyonunu kavrama, menfaatini koruma, gelişmesini sağlama, onu meydana getiren bütün unsurları ve özellikleriyle yükselmesi, insanlığın kültür ve medeniyetini zenginleştirmeye devam etmesi uğruna aksiyonda bulunma, tavır koyma, fiili ve sözlü mücadele etme şuurudur. Kısacası sosyal bir olgu olan milletin varlığını geliştirerek ebedileştirme aksiyonudur.” (Niyazi, 2000, s.110). Gellner’in tanımına uyulacak olursa; “Milliyetçilik, siyasal birlikle kültür birliğini çakıştırma projesi çerçevesinde farklı halk kültürlerinden tekil bir üst yaratma çabası” olarak anlaşılır.(M.T.S.D., 2002, c.4, s.228). Sadi M. Arsal ise milliyetçiliği tarif ederken insan hislerine atıfta bulunur; “Fertlerin var kalmak azim ve iradesine “kendini koruma” , “muhafazai nefis” insiyakı diyorlar, kavim ve milletlerin var kalmak azim ve iradesine de “Milli şuur” , “Milliyet Duygusu” veya “Milliyetçilik” diyorlar” (Arsal, 1955, s.54).

(23) Seyyid Ahmet Arvasi ise her alanda bağımsızlık fikirinden yola çıkarak milliyetçiliği tarif eder; ““Bir milletin sosyal kültürel, ekonomik ve politik bağımsızlık şuuru ve milletini bir bütün halinde mutlu kılma arzusu” (Arvasi, 1999, cilt 1, s. 255). Seyyid Ahmed Arvasi aynı eserin ikinci cildinde ise kendi menfaatini milletin menfaati içinde bulamayanlar milletten olamazlar diyerek milletin ne olduğunu nasıl insanlardan oluştuğunun da ip ucunu vermektedir.. Metin Kaplan ise milliyetçilik tarifini; “Milliyetçilik; kişinin, mensubu olduğu “cemiyet birimleri” içinden, “milleti” tercih ederek, en çok değeri “ona” vermesi ve “cemiyet birimleri sıralamasında”, “onu” birinci sıraya yerleştirilmesi demektir.” (Kaplan, 1996, s.127) şeklinde yaparak “ben değil biz” mantığını ortaya koyar.. Bayram Kodaman “milliyetçilik nedir?” sorusuna; “Millet, zemini yani toprağı, tarihi kökleri, kültür unsurları (dil, örf, anane, din vs.) gövdesi ve dalları ile yaşayan sosyal varlık olan bir topluluktur. Milliyetçilik ise bu üç ana temelin (tarih-kültür-toplum) farkına varmadır ve aralarındaki münasebeti mazi-hal-istikbal çizgisi üzerinde ilim ve akıl yoluyla devam ettirme ve çağdaşlaşma arzusu ve şuurudur. Başka bir deyişle milliyetçilik ilmi,aklı, maddeyi ve mânâyı milletin hizmetine sokan şuurlu bir davranış ve tavırdır.” (Kodaman, 2001, s.69) şeklinde cevap vererek, geçmiş ile gelecek arasında kurulacak kültürel bağın milliyetçilikten faydalanması gereğine işaret eder.. Milliyetçilik. tanımlarını. yapan. insanlar,. milleti. ise,. tanımlamalarındaki. milliyetçiliği savunan ve bu konuda fedakarlıklar yapan insanlar olarak algılamışlar, bu konudaki yorumu belli dönemlerde okuyucuya ve/veya muhataplarına bırakmışlardır. Aynı sıklıkla, milletin tarifini verip, milliyetçiliği, yapılan tanım doğrultusunda milletin hissettikleri olarak okuyucuya sezdirenler de olmuştur. Tanımlamalara bu açıdan bakıldığında Stalin’in pek meşhur olan, zekice yapılmış olan ve o dönemdeki Rus iç-dış milli politikasına ayna tutan yorumunu burada zikretmemek mümkün olmamaktadır. Stalin’e göre “ milletler tarihsel olarak evrilmiş, istikrarlı bir dil, toprak ve ekonomik yaşam ile kendini kültür ortaklığıyla dışa vuran psikolojik yapıdan oluşan bir topluluktur.”.

(24) İbrahim Kafesoğlu ise milliyeçiliğin tek cümlelik tarifini verir ve daha sonra özelliklerinden bahseder; “Milliyetçilik; kısa ve umumi tarifiyle, kişinin milletine sevgi ve saygı hisleri ile bağlanmasıdır.Böyle bir bağlanmada elbette ne şahsi menfaat endişesi, ne de kin, nefret, kıskançlık yer alır. ….Milliyetçilik sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü bu, soydaşları, aynı kültürden feyiz alanları, kederde ve sevinçte birleşenleri yalnız sevmeği değil, icabında onlar için, bazen hayat değerinde , türlü fedakarlıklara katlanmağı gerektirir ve böylece milliyetçilik duygusu ahlakın en yüksek zirvesinde mevki alan bir ruh haletidir. Ayrıca milliyetçiliğin, toplulukta moral gücü artırmak, fertleri iyiye, doğruya, güzele yönelterek kültürlerin işlenmesi ve zenginleşmesini sağlamak yoluyla milli; ayrı ayrı milletleri bu insani hisler ile terbiye ederek dünya medeniyetlerini yükseltmek yoluyla da beşeri fonksiyonu bulunduğu malumdur.” (Kafesoğlu, 1999, s.17). Tariflerden de ortaya çıkmaktadır ki; millet ve/veya onun yerine değişik dönemlerde kullanılan kavramların tam ve genel kabul gören bir tarifi yapılamamıştır. Her milletin aydınları ve önde gelenleri kendi milletinin ulusal siyasetine uygun, menfaatine hizmet eden tanımlamalar içerisine girmişlerdir. Milleti oluşturduğu genel kabul görmeyen fakat sıkça dillendirilen unsurlar ise, ırk, din ve ortak bir ekonomik sistemdir.. Milletin yapılmış olan yüzlerce tarifi arasında kimileri soy birliğini esas alarak yalnız aynı ırktan olanların milleti oluşturabileceğini belirtmişlerdir. Kimileri dil birliği üzerinde durarak, milletin en önemli işaretinin aynı dili konuşan insanlardan oluşması olduğunu savunmuşlardır. Bazı tariflerde, milleti oluşturan en önemli unsur olarak din kardeşliği göze batarken, birçoklarına göre de insanları millet olarak bir arada tutan şey menfaatlerin ortaklığı durumudur. Nihayet bazı ideologlar ise yaptıkları tariflerde milletin milli ruh sayesinde var olduğunu belirterek milli ruh ve şuurun ırk, din, dil, vatan ve menfaat kavramlarından bağımsız olarak, tarih içinde fertlerin müşterek acılarından, mutluluklarından ve geleceğe yönelik arzu ve isteklerinden doğarak milleti ortaya çıkardığını savunurlar. Bütün bu tanımlar ve öncelikler göz önüne alındığında milletin ve onu seven insanın yani milliyetçinin tam ve ortak kabul gören bir tanımının olmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Zira milletler yukarıda bahsedilen unsurlardan kendilerince önemli kıldıkları bir veya birkaçını kabul ederek kendi tanımlarını meydana getirmişlerdir.Ayrıca her toplumun tarihi gelişimi ve oluşumu farklı yol haritaları.

(25) izlediğinden son derece tabii kabul edilmesi gereken bir şekilde kendi yapısına uygun ve kendi bütünlüğünü taçlandıracak olan bir tarifin arkasında durmaktadırlar.. Konu edilen bilim dalının sayısal veriler ile ilgilenmiyor olması doğrunun kesinlikle ortaya konması ihtimalini ortadan kaldırarak incelenen konuları daha öznel bir yöne çekmiştir. “Demokratik gelişmeler, egemenliğin millete ait olması gerektiği düşünceleri de aynı devrelerde ve milliyetçilik şuuru ile birlikte gelişmeye başladı. Sosyoloji ilminin de gelişmeye başladığı bu dönemde, her milletin, kendi durumu ve gelecek hakkındaki beklentilerine göre, belirli unsurları öne çıkarmaya çalışan tarifler aramaya başladığı görülür.” (Kösoğlu, 2000, s.28). Ancak milliyetçiliğin kendi içerisinde hitap ettiği kesimin durumuna göre de bir anlam kazandığı görülür. “Milliyetçilik sözcüğü, Fransa’daki güncel kullanımda birbirinden çok farklı iki değere işaret etmektedir.İfadesini varolan bir Devlet’te bulan ve kendi tabiyetindekilerin. mutlak üstünlüğünü ve bunların başkalarından daha değerli. olduğunu vaaz eden bir ideolojiyi kastettiği zaman sözcük negatif bir anlam kazanmaktadır. Buna karşılık, baskı gören ya da böyle olduğu varsayılan bir topluluğu temsil eden ve bu topluluk ulusal bir yapılanmaya sahip olmadığından özerklik, bağımsızlık yada dekolonizasyon için mücadele eden bir hareket tarafından kullanıldığı zaman sözcük, bu harekete karşıtlarının gözünde dahi belli bir meşruluk kattığı gibi, pozitif bir anlama sahiptir” (Copeaux, M.T.S.D 2002. cilt 4, s.44).. Bilinmesi gerek en önemli nokta tarifin, tarifi yapanın menfaatine hizmet ediyor olmasıdır. “Mesela; Fransızlar milletin en önemli unsurunu kültür olarak belirlemişlerdir. Almanlar ise bu vazgeçilmez unsuru soy olarak kabul etmişlerdir. Durumu bir an için tersten düşünecek olursak yani Fransızların asli unsur olarak soyu kabul etmeleri durumunda durum onlar için tam bir felaket olacaktı. Zira Ülkeyi Latin, Cermen…vs. diyerek bölmeleri gerekecek ve Almanya ile aralarındaki anlaşmazlık sorunu olan Alsas bölgesini bırakmak zorunda kalacaklardı. Zira Alsas soy olarak Germendir. Aynı şekilde olaya Almanlar açısından bakıldığında milleti oluşturan temel unsurun soy değil de kültür olduğu bir an için düşünülse bu defa da Almanya’nın kültür olarak kozmopolitliği de göz önünde alınacak ve bu da onların felaketine yol açacaktı. Üstelik soy olarak Germen olan.

(26) Alsas’ı kültür olarak Fransız oluşundan dolayı Fransa’ya bırakmaya mecbur kalacaktı. Yani her iki durumda da Almanya ve Fransa zarar görecekti.Yine İsviçreliler için millet olmanın tek şartı aynı vatan da yaşıyor olmaktır. Ortak vatandan başka bir unsura dayalı bir millet tarifi yapmak veya yapılmış böyle bir tarife sessiz kalmak bu milletin mevcut dokusunu kesinlikle bozacaktır. Zira bu ülkede insanların sosyal ve kültürel yönden ortak olan tek tarafları aynı toprak parçasında yaşıyor olmalarıdır. Romanyalılar için ise ortak olan şey dildir ve onlara göre aynı dili konuşan insanlar bir millet olarak kabul edilirler. Bu henüz tarihi yeni olan ve insanlarının ortak tek yönü konuştukları dil olan bir topluluk için son derece uygun bir millet tarifidir.Avusturyalılar aynı soydan geldikleri Almanlar ile aralarına koyabilecekleri tek farklılığın mezhepleri olması hasebiyle milliyetlerini Katolik olmalarına bağlarlar. Milleti oluşturan unsur Araplar için yine dil iken, Çinliler için henüz bozulmamış olan kültürleridir. Zira ortak bir kültür oluşumu ve nesilden nesile aktarılabilecek bir tarihsel süreç Çin milleti için mevcuttur. Nihayetinde bilinmelidir ki; milletin ve milliyetçiliğin dünya üzerinde genel kabul gören her hangi bir tanımı yoktur” (Kaplan, 1996, s.134). Ancak birçok tanım ile ortak noktalar taşıyan ve çalışmamızda temel alınacak olan bir millet tarifi yapılacak olunursa milleti “ortak bir toplumsal mirasa sahip olan ve gelecekteki yazgılarının da bir olduğunu düşünen insanların oluşturduğu topluluk” olarak tarif etmek mümkün görünmektedir.. Konu ile ilgili kavramlar olan halk, kavim, etnisite, ırk ve millet kelimelerinde, belki de. yukarıda bahsedilen düşünsel farklılıklardan dolayı anlam kargaşası. yaşanmaktadır.. Mehmed Niyazi bu kargaşanın önüne geçmek için kendi düşüncelerini şöyle ifade eder; “Milletle diğer sosyal gruplar arasında önemli farklar vardır. Halk, belli bir dönemde yaşayan insanları ifade eder. Canlı varlıklardan oluşur. Millet ise mevcut, geçmiş ve gelecek bütün nesilleri kapsar. Halk, aynı ülkede yaşayan insanların bütününü ifade etmekle beraber, onu oluşturan fertlerin arasında, millette olduğu gibi, birbirine kuvvetli bağlayıcı nitelikte bir bağın bulunması gerekmez. Aralarındaki ilişki düzenli, devamlı, belli muhtevalara kavuşmuş olmayabilir; sadece aynı toplumda yaşamanın zorunlu kıldığı maddî ve hukukî ilişkiden ibaret bulunabilir” (Niyazi 2000, s.20). Bu görüşleri ile yazar halk ve millet kelimesinin bilerek veya bilmeyerek yanlı kullanımını ortaya koyar ve bu.

(27) iki kavram arasındaki kalın çizgileri anlatmaya devam eder. “Aslında halk sosyolojik bir kategori değildir; Durkheim’ın sosyal tekâmülü aile, klan, aşiret, millet şeklinde nitelendirdiği safhalardan herhangi birine tekabül etmez; ama anlam yüklenerek kullanılan bu kelime ile ifadelendirilen biriminin mekan ve zaman bakımından da milletle arasında fark vardır. Aynı kökte gelen kavimlerin bir bölümü, o kökten gelen kavimlerin oluşturduğu milletin değerler sistemi içinde yer almayabilir. Halk kavramı milletin dışında kalan bölümü de ifade eder. Bu itibarla mekan bakımında halk milletten daha geniş olabilir. Zaman bakımından ise, az önceki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, aralarındaki fark ters mahiyette kendini gösterir. Millet geçen nesilleri, yaşayanları ve gelecek nesilleri, kendini oluşturan fertlerin toplamından farklı ve onların iradelerinin üstünde bir varlık ifade etmesine rağmen, halk daha çok hayatta bulunan nesil kastedilerek kullanılır.” Yazar yukarıdaki görüşleri ile mekan bakımından üstün olması muhtemel halkı ifadesinin yalnızca yaşayan insanların oluşturabileceği bir topluluk olarak görürken milleti ise onun varlığı için kendisini feda etmiş insanlarında dahil olduğu geçmişten günümüze ve günümüzden tutun da henüz doğmamış yeni nesilleri de içerisine alabilecek insanları kapsayan geniş bir anlam taşıdığını belirtir. Halkın muhtemel coğrafi üstünlüğüne kaşı milletin kesin bir zamansal kapsamlılığını ortaya koymaktadır.. Millet ile halk kavramları arasındaki bu farklılığı sade ve anlaşılabilir bir dille ifade ettikten sonra millet, kavim, ırk kavramlarının da bir anlam mukayesesini yapar “Kavram kargaşasını önlemek için yüzyıllardan yüzyıllara çeşitli maceralarla boy atan milletleri, bir önceki şekilleri olan “kavim”lerden de ayırmak gerekir. Daha çok ırk kelimesi ile karıştırılan kavim, bir grubun dilde birliğini ve hayat tarzındaki benzerliğini ifade ettiği belirtilmektedir. Milletler, ya bir kavmin gelişmesi kaynaşıp gelişmesiyle ortaya çıktıkları gibi, bir kavmin bölünmesi ile de oluşan milletler vardır. Bir kavmin gelişmesi veya akraba kavimlerin birleşip gelişmesi ile oluşan milletlere, soy birliklerinden dolayı tarihî veya kök milletler denmektedir. Türkler, Çinliler bu tip milletlere örnek teşkil ederler.değişik kavimlerin kaynaşarak gelişmesiyle oluşanlar da halita milletler olarak nitelendirilmektedir. Galyalılar, Franklar, Burgondlar, Vizigotlar ve Normanlar gibi değişik kavimler birleşmiş, tarih içinde bütünleşerek Fransız milletini ortaya çıkarmışlardır……kendi özelliklerini tam oluşturamamış veya özelliklerinin değerini yeterince idrak edememiş, çoğunlukla soy birlikleri olan kavimle millet arasında belirli.

(28) ayrılıklar vardır. Milleti oluşturan kişiler arasındaki ruhi temayüller, kavmi oluşturan kişilere göre daha yoğundur. Bir başka söyleyişle milletlerin özellikleri daha net daha netleştiğinden, daha belirli çizgilere kavuştuğundan mensubunu daha çok etkilemiş, reaksiyonlarını kontrol altına almıştır. Reaksiyonlarından bir Alman’ın bir İngiliz’in milliyeti tahmin edilebilir. Ayrıca kavimlerde klik şuuru hakimdir. Bir kavmi aynı kökten gelen diğer bir kavmin varlığı dahi rahatsız edebilir. Oysa milletlerin şuuru daha bütünleştiricidir.değil kendi soyundan olan bir kavim diğer bir millet dahi onu pek rahatsız etmez, aradaki farklılıkta kendi zenginliğinin sırlarına varır. Şuuru tam gelişmediği için yeni bir kültür, bir kavmi yok edebilir, millet ise bu yeniliği kendine mal edebilecek şuura sahiptir, hatta bu yenilikle kendi özelliklerini besleyebilir, aslî özelliklerini koruyarak yeni boyutlara kavuşabilir.” (Niyazi, 2000, s.21). Kavim ve millet arasındaki ilişki ve farklara Sadri Maksudi Arsal da dikkat çekmiştir; “…Biz burada kavim tabirini halk (ethnos, people, volk) manasında, milleti de Avrupa dillerindeki nationalité tabirinin mukabili olarak kullanıyoruz. Bu iki mefhum arasında nazik bir fark vardır: Her kavim tarihi ve siyasi inkişafının muayyen bir safhasında millet mahiyetini iktisab eder, teşekkülünü tamamlamış her kavim millettir. Kavimlerin millet olarak teşekkülü daima bir devlet içinde vuku bulur, devlet sayesinde tamamlanır.” (Arsal, 1955, s.55). Gökalp ise kavmi millete olmaya giden yolda yaşanması gereken bir dönem olarak algılar. Bu görüşünü şu şekilde dile getirmektedir; “…hakiki cemiyetler ancak milletlerdir, lakin kavimler birden bire millet hailine giremiyorlar. İptida, camialar halinde içtimai hayatın adeta bir çocukluk devresini geçiriyorlar, sonra, bir camianın içine girerek orada da içtimai hayatın uzun bir çıraklık devresini geçiriyorlar. Nihayet imparatorluğun zulmünden bîzâr olarak müstakil hayatlar yaşamak üzere camiadan ayrılıyorlar.” (Tuncor, 1977, s.55). Etnisite ise bu kavramlara göre daha yakın bir geçmişte bugünkü anlamı ile kullanılmaya başlanmıştır. ancak tekrar edilmesinde fayda görülen düşünce; bugünkü kavramların tam olmasa bile yakın anlamlarıyla, farklı kelimelerle geçmişte de duygu ve his anlamında bulunduğudur. “Kavramın sözlük anlamı “etnos”tan geliyor ve “halk”ın.

(29) karşılığı olarak kullanılıyor. Politik tartışmalara konu olan kavramlar, sözlük anlamlarından öte çağrışımları ve politik duruşlarıyla birlikte var olurlar. Etnisite de aynı tarihi kademeleri izleyerek günümüze ulaşmış, “halk” kelimesinin masumane ifadesinin ötesine geçmiş ve çatısı altında toplama iddiasında olduğu kesimin ortak ve özgün çıkarlarını dile getiren gelecek projesini de bağrında taşımaya başlamıştır.. Etnisite gerçek anlamda insanlar arası bir yakınlığı ifade etmektedir. İnsanların kimliklerini oluşturan özellikleri itibariyle benzerlik gösteren insanlarla duygu yoğunluğu yaşaması doğal bir haldir. Zaten “Etnisite ya da ‘milliyet’, basit biçimde bu sınırların çoğunun çakıştığı ve örtüştüğü ve aralarında sözkonusu sınırlar bulunmayan insanların ırksal benzerliğe (ethnomy) ve güçlü duygulara sahip oldukları durumun adıdır.” (Gellner, 1998, s.59).. Etnisiteyi milliyet duygusunun eş anlamlısı olarak kullanmak mümkün değildir. Bu görüşün savunucularından olan Mithat Baydur bunu şu şekilde açıklar; “Milliyetçilik, belli bir etnik grubun veya topluluğun kendi devletini kurmak ya da varolan bir ulusdevleti savunmak olan bir hareketin ideolojisidir. Milliyetçilik, millet ve devleti birbirine bağlamanın yollarını araştırır, milleti politize etmeye çalışır, kültürel ve siyasi olanı birleştirecek olan bir ulus-devlet potasını yaratmaya çalışır…Etnik kimlik ise tarihi bir süreçtir ve bu süreç içinde şekillenir. Bir etnik topluluk şöyle tanımlanabilir, “Toplumsal bağlılık veya dayanışma şuuruna sahip olan bir sosyal grup. Milliyetçiliğin farkı, belirli bir devlet amaçlayan belirli bir siyasi programı bulunmasıdır.”(Baydur, 2001, s.75-76). Genellikle beraberindeki “kimlik” kelimesiyle birlikte kullanılan etnisiteyi daha iyi anlayabilmek için öncelikle kimlik üzerinde durmak gerekiyor.. Kimlik en güzel manada, kolektif aidiyetlerinden katıldıklarımız, arzularımız, hayallerimiz, kendimizi tasavvur etme, yaşam-ilişki kurma-tanınma biçimimiz gibi hayattaki duruş yerimizi bildiren niteliklerin toplamıdır. Bireyler toplumsal hayata kimlikleri ile katılırlar. Meslek, gelir, yaş, cinsiyet bu anlamda kimliğe ilişkin olan ve toplumsal ilişkilerde kendilerine atıf yapılan belli başlı kriterlerdir. Bunların yanı sıra “dürüstlük, cesaret,yetenek, entelektüel güç vs.” gibi daha spekülatif değerler de kimliğe.

(30) içkindir. Kimliğimizin sadece bizim tarafımızdan ifade edilmesi yetmez, ancak başkaları tarafından da teyit edilmesi halinde belli bir tutarlılık kazanır ve tasdik edilir. O yüzden kimliğin kamusallığı, aleniyetin getirdiği eleştirellikle onu öznelliğin istikrarsız dünyasından çıkartır, çizgilerini daha belirgin hale getirir” (Bostancı, 1999, s.16). Bu açıklama ile kabul edilmesi gereken gerçek; etnisitenin kimlik konusu ile doğrudan ilişkisi olduğu, beyanın değil halin geçerli ve kabul edilebileceğidir. Buna basit bir misal vermek gerekirse; “ben cesurum” diyen bir kişiye toplum “Evet. Sen cesursun” demez. Bu beyanı kimliğe ilişkin bir düşünce olarak ele alır. Ancak kişinin bu öznel düşüncesini, bir olay karşısındaki tavır ve duruşu ile toplumun genelinde kabul gören cesaret kavramının içini doldurabilirse, yaşadığı sosyal çevre kişiye, kimliğe bağlı bu sıfatı, beyanına bakmaksızın verir. Başta kişinin sarf ettiği “ben cesurum” iddiası öznel bir iddia olmaktan çıkar, nesnel bir gerçek haline gelir.. Milletin oluşumunda da aynı mantığı uygulamak pek de yanlış olmaz. Bütün, kendisinin oluşumuna katkı sağlayan her parçadan bünyesine uygun bir özellik alır tezinden yola çıkarsak, cesur insanlardan oluşan bir milletin de tarih içerisinde cesaret örnekleri sergilemesi şaşırtıcı olmamalıdır. Aynı durum ahlak, savaşçılık, din, dil, kültür, aidiyet duygusu vs. gibi özellikler için de geçerli olabilir. Ama milletlerin adı geçen sıfatları almaları ve belli bir kimlik ve karaktere sahip olmaları insan ile kıyas edilemeyecek kadar uzun bir süreçte gerçekleşir.. Geleneksel kural ve kaidelerin hüküm sürdüğü toplumsal düzenlerde insan temel özellikleri belirlenmiş olan bir kimlik sahibi olarak doğmaktadır. Soy ve doğulan topluma hükmeden kurallar kişiyi daha doğarken şu veya bu özellikler ile yaşama başlatır. Bu dünya düzeninde kişi -en azından doğumunda- kimliğini seçme hak ve özgürlüğüne sahip değildir. Ancak kendisine yüklenen sıfatları yükseltme ve -temelde aynı kalmak koşulu ile- bir nebze olsun esnetme özgürlüğüne sahiptir. Modern dünya düzeninde ise insan verili kimliği ve onun getirdiği sorumlulukları taşımak buna göre yaşamak yerine kendi irade ve çabası ile oluşturduğu bir kimliği taşıma ve buna uygun yaşama özgürlüğünü kullanmaktadır. Ancak bu düşünce her insanı önceden özellikleri belirli bir kimlik ile doğma durumundan kurtarmamakta, bu kimliği tamamen reddetme şansını azaltmaktadır..

(31) Kişi kendini gerçekleştirmenin getirdiği sosyal ve bireysel zorluklara karşı durmanın yanında sosyal çevrenin ona yüklediği kimliğin gereklerine de karşı durma zorluğu ile karşı karşıyadır. İnsan bu karşı duruş mücadelesinde bir miktar başarılı olsa da sahip olduğu etnik kimliğini tam anlamıyla reddetmesi mümkün değildir. Bu bile kişinin konu üzerindeki tam özgürlüğünün baltalandığını anlamak için yeterli bir durumdur. Kişi etnik kimliğine ne kadar karşı durumda olursa olsun, ne kadar kendi yüzünü evrenselliğe dönerse dönsün, kimliğine gelecek herhangi bir fiili veya sözlü müdahalede farkında olarak veya olmayarak toplumun beklenti ve arzularına paralel davranmakta ve etnik kimliğin doğal bir müdafisi, konunun doğrudan bir tarafı durumuna düşmektedir. Bu durum etnisitenin kişinin hayatını nasıl kalın ve yok sayılamaz bağlar ile ördüğünün de bir göstergesidir. İşte bu durum; başında iddia ettiğimiz bütün parçaların her birinden bütüne uyum sağlayabilecek özellikler alır ve bunu taşır hükmünü doğrulamaktadır. Zira her millete belirli vasıfları kazandıran şey fertlerin arada zaman veya dönem farkı olsa da benzer durumlara benzer tavırları koymalarıdır. Bu eğer ortak menfaatlere ilişkin bir saldırı durumu olursa bütünü ve dolayısı ile kendisini müdafaa etme anlamına gelir. Yani daim bir dikkat ve hassasiyet oluşur. Milletlerin tarihteki somutlaşmış hali olan devletleri ayakta tutan şey de budur. Ancak milletlerin kuru kalabalık, kavim veya halk olmaktan kurtaran bu durumun oluşumu uzun tecrübe ve yaşantılara bağlıdır.. Kendiliğinden. varolan. etnisite. tarihin. bir. müdahil. gücü. değildir.. Bu. "kendiliğindenlik"in siyasi mücadele için yeniden üretilmesi gerekir. Adeta etnisite bir tarihsel özne olarak "çağrılmalı"dır. Bir etnik kimliğin tüm üyeleri aynı anda "kendileri için" bir aydınlanma yaşamazlar; tıpkı daha sonra bahsedilecek milliyetçilikte olduğu gibi, entelektüel/politik bir önder kadronun bu çağrıyı haklı/meşru bir söylemle dile getirmesi gerekir. Çağrının bayrağı altında saf tutanlar için artık etnisitenin ortak çıkarlarını tahakkuk ettirecek yegane siyasi güç, o etnik kimliği, paylaşanlar olur. Bu aşamada etnisite ile kendisi için üretilmiş olan ideoloji bir buluşma yaşar.. Etnisitenin buluşacağı ideoloji bellidir. “Örtüşen kültürel özelliklerin tanımladığı etnik grup, kendi varlığından emin olmanın ötesinde kendine ayrıca politik bir sınır da istediği zaman, etnisite politikleşir ve milliyetçiliği doğurur.”(Gellner, 1998, s.59).

(32) “Siyasi mücadelenin belirleyeni olarak alana sürülen etnisitenin sosyolojik karşılığı için A. Smith'e bakalım. Smith, etnik bir topluluğun altı ana niteliğini sayar. Bunlar :. 1) Kolektif bir özel ad 2) Ortak bir soy miti; 3) Paylaşılan tarihi anlar 4) Ortak kültürü farklı kılan bir ya da daha fazla unsu 5) Özel bir yurtla bağ 6)Nüfusun önemli kesimleri arasında dayanışma duygusu.. Dikkat edilecek olursa tüm kategoriler için adeta öncelikli bir şart olarak "dayanışma ortaklık, kolektivite" kavramları bildirilmektedir.. Görüldüğü üzere insan toplulukları bugünkü anlamda millet olabilmek için uzun ve zahmetli dönemlerden geçmişlerdir. Tarih biz gösteriyor ki; bu dönemlerin başında kavim özelliği taşıyan topluluklar varlıklarını sürdürebilmek, güvenliklerini sağlayabilmek, gelişebilmek, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve bulundukları coğrafyaya hükmetmek için mücadele etmişler, askeri, kültürel ve ekonomik kazanımlar elde etmişlerdir. Bu kazanımları daha sonraki kuşaklara da aktarabilmenin yolunu aramışlar, zor elde ettikleri değerlerini koruma isteği içinde olmuşlar, bütünlük şuuru kazanmışlar ve nihayetinde devletler kurup devletler yıkabilecek bir millet haline gelmişlerdir. Bunun için beklide yüzlerce hatta binlerce yıla ihtiyaç duymuşlardır. Ancak bir millet olmak yeterli olmamış ve kurulan yeni devletler ile yeni coğrafyalarda üstünlüklerini kabul ettirmek ve varlıklarını koruma yoluna gitmişlerdir. Bu koruyuş askeri yollarla olduğu gibi kültürel ve ekonomik anlamda da kendini göstermiştir. Ama mutlaka takip edilecek bir yol, bir fikir benimsemişlerdir.. Milliyetçilik. tanımlarını. yapan. insanlar,. milleti. ise,. tanımlamalarındaki. milliyetçiliği savunan ve bu konuda fedakarlıklar yapan insanlar olarak algılamışlar, bu konudaki yorumu belli dönemlerde okuyucuya ve/veya muhataplarına bırakmışlardır. Aynı sıklıkla, milletin tarifini verip, milliyetçiliği, yapılan tanım doğrultusunda milletin.

(33) hissettikleri olarak okuyucuya sezdirenler de olmuştur. “Millet hakkında söylenebilecek en basit söz, onun, kendilerinin bir millet olduğunu duyan insanları bir topluluğu olduğudur. Milliyetçilik ise bu insanların duyduklarını koruma faaliyetleridir.” (Bayraktutan, 1996, s.9). Milliyetçiliği ideolojiden önce bir duygu ve şuur olarak kabul eden insanlar, onun diğer ideolojilerden farklarını da bulmakta gecikmemişlerdir. Onun bir karşı hareket değil, karşı hareket ve –izmlerle mücadele edebilecek gücü olduğunu vurgulamışlardır. “Milliyetçilik ne kendisine zıt fikirlere karşı doğmuş bir tepki hareketidir, ne de bir takım tezlerin anti-tezidir. O bir dünya görüşü ve fikir sistemi olarak başlı başına bir tezdir.” (Necmettin Hacıeminoğlu, M.T.S.D. 2002, cilt 4, s. 664) Aslında bu görüşü belirtmeye ihtiyaç duyuş, konu ilgili farklı iddia ve düşüncelerin varlığını da okuyucuya hissettirir. İdeolojilerin veya izm’lerin çıkışının, kabul edilen düşünceye uygun bir hayat tarzı oluşturmak ve bunu değişik yol ve yöntemler ile yaymak temeline dayandırılması durumunda; benzer dayatmayı kabul etmeyenlerin ortak hareketine tepki olarak milliyetçiliğin doğduğunu söylemek hiç de basit ve kale alınmaması gereken bir söylem olmaz. Zaten bu duyguyu, milliyetçilik görüşünü dünya üzerinde hakim güç ve popüler ideoloji olarak göründüğü dönemlerde takip edilen, lider kişilerin genelde “öteki”ne karşı yüreğinde oluşan kızgınlık ve duyguların büyük etkisi ile bu fikre sıkı sıya bağlandığını görürüz. Burada sözü edilen “öteki” topluluğu kendisini tam ve yeterli olarak güvende görmediği ortamlarda, milli hissi ayakta tutmak için devamlı vurgulanır. Milliyetçiliğin temelinde milletin kendisi değil, milletin öteki karşısındaki pozisyonu vardır.. Siyasi tarihte kendisine yer edinmiş bir çok düşünce sistemi gibi milliyetçilik de her zaman yandaşları ve karşıtları bulunan bir konu olarak tarihteki yerini almıştır. O, insanın olduğu her mekan ve zamanda kitleleri ihtiyaç duyulduğu durumlarda etkilemiş ve mevcut coğrafyanın şekillenmesinde pay sahibi olmuştur. Onu ideolojiler arasında ayrı bir renk olarak tutan şey, kendisini ayakta tutan sac ayaklarından dilin, geleneğin, dinin, kültürün,tarihin ve toprağın,değil sosyal bir topluluk olarak insanlar için, bizatihi insanın kendisi için bile farklılıklar göstermesi ve vazgeçilemez pozisyonda bulunmasındandır..

(34) Bu denli geniş etki alanına sahip, tarih ile yaşıt bir ideolojinin henüz tüm insanlık tarafından üzerinde uzlaşılmış bir tanımının olmayışı, onun her millet için farklı anlam taşımasından, her millete farklı hedefler göstermesinden, her millet için değişik ortam ve şartlarda kendisini göstermesi ve filizlenmesinden, her milletin tarihinde farklı zamanlarda hakim güç olup, değişik merhalelerden geçmesinden ve nihayetinde bir ideoloji olarak dünya siyasetinde yer bulmasındandır. Ancak yukarıda alınan birkaç tarifin dışında sosyal bilimlerde aidiyet duygusu, milliyetçilik ve millete dair binlerce tarif vardır. Bu tariflerden hepsinin belli bir yönden bakıldığında doğruluğu olması, hiçbir tanıma objektif ölçütler içerisinde kesinlikle doğrudur veya asla doğru değildir denilememesi milliyetçiliğin ve milletin tanımlama alanında kötü bir ün edinmesi ve bunu devam ettirmesine neden olmuştur. Ancak bu, milliyetçiliği ne diğer beşeri ideolojilerden aşağı bir seviyeye indirir, ne de onu bilimler üstü, ayrı bir vasfa sahip olmasına neden olur.. Fikri akımlar arasında farklı bir yeri olan milliyetçilik düşüncesinin ve bunun olaylar karşısında ortak hareket ve tavır olarak yansıyışı olan milli şuurun. kendisi. dışındakilerden en önemli farkı ise diğer düşünce sistemlerine göre daha gizli ve daha duygusal bir durumda oluşudur.. Tarih, bize, millet ve milliyet gerçeğini inkar. eden, onlara gereken önemi. vermeyen tüm toplumsal akım ve cereyanların, teori ve aksiyonların gerileyip yok olduklarını haber vermektedir. Geçmişte, milliyetçilik duygusu ve onun beraberinde getirdiği aksiyonlar ile mücadeleye girişen enternasyonal fikirlerin. mağlup olduğu. görülmüştür. Bunun en önemli nedenleri az önce belirttiğimiz üzere milliyetçiliğin kişinin yaratılışı ile birlikte fıtratında oluşmaya başlaması, kişinin bir bütünün vazgeçilmez bir parçası olmaya ve bu bütünün her şeye rağmen korumaya kararlı olma dürtüsü ve milliyetçiliğin bir somut gerçek olarak insanların hemen her sahada bir mücadele edilebilir gerçek olarak ortaya çıkışının seyrek oluşu ve gücünün, kudretinin devamlı surette test edilememesidir. Milliyetçilik o duyguyu taşıyan insanların etrafında toplandıkları ortak paydalardan bir veya bir kaçına yapılan iç veya dış müdahaleye tepki olarak, milli şuur adıyla ortaya çıkar ve insanlar eliyle önündeki tüm engelleri ortadan kaldırma yoluna gider. Bu mücadele her şey eski haline dönünceye kadar devam eder..

(35) I.II. MİLLİYETÇİLİĞİN TARİH İÇERİSİNDE GELİŞİMİ I.II.I. Dünyada Milliyetçilik Akımının Gelişimi. Millet ve milliyetçilik kavramlarına ve tanımlamalarına değinmenin hemen ardından milliyetçiliğin dünyadaki gelişimine değinmekte yarar görülmektedir.. Dünyada milliyetçiliğin bir siyasi düşünce olarak ortaya çıkışından önce, bu oluşumu tetikleyen faktörlerin ortaya konması gerekmektedir. “Milli devletler tarihi süreç içinde gelişirlerken, millet ve milliyetçilik fikrinin Batı Avrupa’da milli monarşilerle bütünleşmeye başlayan halkların birlikteliğini muhafaza etmeye yarayan anlamlar yüklendiğini görmekteyiz. Böylesi bir milliyetçi düşüncenin oluşumu hem Batı Avrupa’daki toplumsal değişmelerle paralellik göstermekte hem de örtüşmektedir. Bu anlamda modern milliyetçilik fikri Batı Avrupa’da olgusal bir temele dayanmaktadır. Batı Avrupa’daki gelişimiyle modern anlamda bir milliyetçiliğin başlamasında, şu faktörler önemli olmaktadır: 1. Milli dillerin kullanılmaya başlanması ve Latincenin kullanım alanının zayıflaması; 2. Siyasi bir kurum olarak, monarşik milli devletin doğuşu; 3. Ticaretin, sanayinin ve tarımın milli düzenlemeye tabi tutulması; 4. Milli kiliselerin kurulması; 5. Şehirleşmelerin önem kazanması 6. Bireyselleşmenin öne çıkması.”(Say, 1998, s.73). Teorik olarak milliyetçiliğin bir duygu olarak ortaya çıkışı ve siyasal alanda etkin oluşu evresini E.J. Hobsbawm gayet yalın bir biçimde anlatmıştır. Naci Bostancı bu görüşü şöyle aktarmaktadır; “…kavram başlangıçta kültürel, edebi ve folklorik bir mahiyete maliktir. Bu aşamada dernekler gibi yarı siyasi kuruluşlar oluşmakta, daha çok tarihe yönelik bir ilgi ve milliyetçi eksende bir tarih yorumu ortaya koyma çabaları gözlenmektedir. İkinci aşamadaysa, millet fikrini savunan öncü ve militanlar çeşitli düzeylerde politik kampanyalara başlarlar. Amaç milliyetçiliğe kültürel destek sağlamak, sosyolojik aidiyetten politik bir program çıkartmak, ilgi topluluğu ortak hedefler etrafında toplayarak siyasi aidiyete geçmektir. Nihayet üçüncü aşamada bu kitlesel destek elde.

(36) edilir ve siyasi toplum içindeki iktidar oyununa etkin bir şekilde katılım sağlanır.” (Bostancı, 1999, s.42) Ancak aktarılan bu süreçlerin demokratik bir ortamdaki insanlar arasında gerçekleşebileceği unutulmamalıdır. Zira 19. yy Avrupa’sında süreç tam olarak bu şekilde gerçekleşmemiştir.. Siyasi tarihte adı geçen bir çok ideoloji gibi milliyetçiliğin de ortaya çıktığı yer olarak batı dünyası kabul edilir. Aynı merkeze bağlı fakat değişik yaşam tarzları ve kültürlere bağlı insan topluluklarının merkezi otoriteye baş kaldırmaları ve kendilerine daha uygun yaşam tarzını ancak kendileri gibi düşünen insanlar ile birlikte ve yine kendi aralarından çıkmış olan insanların yönetimleri altında gerçekleştirebileceklerine inanan insanların ortak hareketi olarak ortaya çıktı. Bu hareket Batı Avrupa’da ve Orta Çağın bitiminde kendisini yaratmaya başlamış ve 19.yy.da yaygınlaşmaya başlamıştır. Genel kabul gören kanı Fransız İhtilâlinin milliyetçilik hareketinin başlangıcı olduğudur -ancak Ali Engin Oba buna 20.yy.daki sömürge halklarının bağımsızlığa kavuşma hareketini de ekler.(1995, s.18) Ancak İngiliz tarihinde derebeylik toplumundan milli topluma geçiş döneminden özellikle ekonomik ve sosyal alanda eskiden kopuş olduğuna tanık olunur. Bu ihtilalin diğer bir özelliği de aristokrasiden uzak, geleneksel veya kültürel milliyetçilikten farklı olarak devrimci-demokratik milliyetçilik anlayışını ortaya çıkarmasıdır.. Sanayi Devrimi öncesine rastlayan bu dönemde İngiliz ekonomisi eski bağ ve bağlantılarından kopuşu ve İngiliz milletini varlığına dair güçlü bir sezinin ortaya çıkışına tanık olunmaktadır. Tam da bu dönemde cereyan eden Fransız İhtilali’nin eski Avrupa’yı sarsması, süre gelen düşünce hareketlerinin de kısmi etkisi ile millet ve bunun kaçınılmaz sonucu olan milliyetçilik kavramlarının oluşmasına ve içlerinin daha iyi doldurulmalarına neden olmaktadır. Bu kavramın daha kabul edilebilir hale gelmesi zaman almıştır. Bir çok aydın milliyetçiliği farklı kavramların üzerinde yükselen bir değer olarak görmüşlerdi. “Milliyetçilik teorileri ile uğraşanlar, milliyetçiliğin üzerinde durduğu ana kavramları şu şekilde sıralamışlardır:. a-) Ana toprak ve milli sınır b-) Ana dil ve yazı.

Şekil

Tablo 1. Türk Derneği Üyeleri ve Derneğin Kuruluşu Sırasında Bulundukları Vazifeler
Tablo 2. Cumhuriyet Öncesi Dönemde Türk Yurdu Dergilerinde Ele Alınan Konuların Makale Sayıları
Tablo 3. 1.-6. Ciltlerde Yayınlanan Yazıların  Memleketlere Göre Dağılımları
Tablo 5. Türk Yurdu Dergisi’nde Eğitim Başlığı Adı Altında Yazıları Yayınlanan Yazarlar ve Yazılarının  Konuları

Referanslar

Benzer Belgeler

The phytochemical analysis of eggplant shows that it is the rich source of various essential compounds aspartic acid, tropane, flavonoids, lanosterol, gramisterol,

Doğu Anadolu Fay Sisteminin Sivrice Fay Zonu kesiminde toprak radon gazı değiĢiminin izlenmesi ve bu kesimde doğal radyoaktivitenin belirlenmesinin amaçlandığı

The metacognitive thinking skills scale was tested through confirmatory factor analysis concerning literature review and experts’ opinions.. Exploratory factor analysis is a

Ayrıca diyabetik nefropatinin başlangıç evresi olarak kabul edilen, klinik olarak tespit edilebilen aşikar nefropatinin habercisi olan mikroalbüminüri döneminde idrar

Sonrasında yeniden inşa edilen Ildırı’nın deprem öncesine ilişkin günümüze gelebilen ya da kaynaklarda bahsi geçen herhangi bir yapı veya iz yoktur. Dolayısıyla bu

The study sought to explore if androgen receptor gene (AR) polymorphisms are associated with the risk of urothelial carcinoma (UC) which is male-predominant. AR CAG and GGN

Abstract: In India most of population is dependent on agriculture, so we can integrate Internet of Things (IoT) and Image processing Technology with our agriculture to increase

kadım ikinci smıf gören, yasalan da ahlak kurallarım da iki cinsiyet için farklı algılayanlar kabul etmeliler ki, onlar içgüdülerine göre yaşıyorlar, onlar evrimlerim