• Sonuç bulunamadı

Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s 127 31 Diken, Nihilizm, s 15.

Berna Akyüz Sizgen

30 Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s 127 31 Diken, Nihilizm, s 15.

tepkisiz kalmayı seçmiş olması gibi nedenlerle Uluçmüdürle bir ilişkiye başlar. Yalnızca cinsel içerikli bir ilişkidir söz konusu olan. Şebnem, özellikle kocasının çıkar kaygısı ya da karşı tarafın makamından çekinmek gibi nedenlere dayalı tepkisizliği karşısında duygusal anlamda oldukça sarsılır. Romanda, kendisinin sık sık kullandığı ifadeyle evliliğinin hatta hayatının ipini çekmeye karar verir. Duyduğu hıncı radikalleştirerek intikam almak arzusuna kapılır. Bunun için türlü oyunlar oynar, planlar yapar. Planı, Uluçmüdürle birlikteliğini gizli kamerayla kaydetmek ve bu kaydı herkese ulaştırmak- tır. Şebnem, bu planı gerçekleştirmeye koyulmuşken Uluçmüdür, Şebnem’in hıncını daha da körükleyecek bir adım daha atar ve cinsel ilişkiye bir başka erkeği daha dâhil eder. Şebnem ilişkiye dâhil olan genç oyuncu erkeği de kurban olarak algılar. Yaşanan bu gecenin ardından, Şebnem, kamera kaydının kamuoyuna ulaşmasının kendisi için büyük bir tehdit oluşturacağının farkındadır. Yine de kendini ve bu arada Müdür’ü yıkıma uğratmaktan vazgeçmez. Kaset, paylaşılmış olmasına rağmen egemen güçler, nüfuzlu çevreler olayı örtbas etmeyi denerler. Hatta görüntülerdeki erkek oyuncu intihar eder. Şebnem ise, onun Müdür’ün adamlarınca öldürüldüğünden emindir. Görüntülere rağmen, Şebnem, olayın örtbas edilmesini engellemek için gazeteci olan kuzeninden yardım almak durumunda kalır. Kuzeni, Kapak Kızı romanındaki Selda’dır. Onun yurt- dışı medya organlarıyla bağlantıları sayesinde görüntüler, kamuoyuna ulaşır. Şebnem, Müdür’le birlikte kendisini de ifşa ederek yıkıma uğratmış olur. Artık, eski yaşantısını sürdürmesi mümkün olmayacaktır. Şebnem, hedefini vurmak için kendisini kurban eden bir intihar bombacısı gibidir adeta. Diken, intihar bombacısının eyleminde de başlıca güdünün nihilizm olduğunu ifade eder.32

Bu olayların her üçü de ilk bakışta bireysel ölçekli gibi görünmektedir. Bu açıdan, sözünü etiğimiz olayların nihilizm kavramıyla ilişkilendirilmesinin yanlış olduğu düşünülebilir. Ancak, derin bir bakış her üç olayın da toplumla ve dünyayı, hayatı, insanlığı algılayış biçimleriyle ilgili olduklarını fark edecektir. Yazarın da dikkat çektiği aile kurumunun yozlaşmışlığı, çürümüşlüğü ilk olayda oldukça belirgindir. İkinci olay ise, öğrenci-öğretmen ilişkisi ekseninde gerçekleştiği için bir başka sistem çürümüşlüğünün sergilenişidir. Üçüncü olay ise, evlilik kurumunun iflasının aleni bir ilanıdır. Bunun yanı sıra, karşı tarafın sevilen, takdir edilen bir emniyet müdürü oluşu devletin yerleşik kurumlarının güç, otorite kavramlarını algılayış ve kullanış biçim- lerindeki çürümüşlüğü gözler önüne serer. Aynı olay ekseninde, medya dünyasının ikiyüzlülüğü de sergilenir.

Öz yıkım kavramı çoğunlukla intiharı çağrıştırır. Ancak, Şebnem “Öz yıkım arzusu dediğim şey intihar değildi. Yavaş yavaş mahvolmaktı. Kendini ağır ağır, her cezadan acılı bir zevk alarak bitirmekti. Benim hayatıma anlam veren tek şey buydu.” (s. 292) diyerek ikisi arasındaki farkı ve öz yıkımın “acılı bir zevk” verdiğini de dile getirmiş

olur. Böylelikle, “İnsanın kendi hilafına davranması, ruhun gönüllü olarak kendi içinde ikiye bölünmesi, korkunç olmakla birlikte haz da verir. Güç duygusunda bir artışla sonuçlanır bu deneyim; ancak bu kez söz konusu olan öteki üzerinde bir güç değil, kendine hâkim olma, feragat ve özveri biçimini almıştır... Çilecilik de kişinin kendine zarar vermesinden haz üretir.”33 tespitini davranışlarıyla doğrulamış olur.

Romanda yer yer oldukça tepkisel bir kişilik yapısı sergilese de Şebnem uzun yıllar boyunca mağdur olmayı, mağdur kalmayı kabullenmiş durumdadır. “dünyaya kurban edilmeye hazır gözlerle bakmak, hayır demekten kolaydı. Mağdur olmak, cesur olmaktan çok daha kolaydı” (s. 46) diyerek bu durumun nedenini de açıklamış olur. Sözlerinin devamındaki “Oysa mağdur olmak, suçsuz olmak değildi.” İfadesi ise, bu mağduriyet duygusu ile hesaplaşmasının kaçınılmazlığını düşündürtmektedir. “Ha- yatım boyunca kurban olmayı seçtiğimi anlayınca kendimden de tiksinmiştim. Ama mademki kendimi kurban etmiştim, sonuna kadar gitmeliydim.” (s. 46) sözleri ise, Şebnem’in romanın özellikle son sahnelerinde belirgin olarak ortaya çıkan eylemci, asi, yıkıcı davranışlarında da yine mağduriyetin etkili olduğunu gösterir. Şebnem, uzun yıllar sürdürdüğü “mağdur, kurban” kimliğini dönüştürmüş, kurban olandan kurban edene evrilmiştir. “Nihayet başarmıştım. Sefilliğimin üçe katlanmasına hayır diyebilmiştim. Mağdur olmaktan çıkmıştım. Eylemci olmuştum.” (s. 109) Bu durum, söz konusu mağduriyet durumunu nihilizmle ilişkili bulmamızın da nedenidir. “Kendi yazdığı mağdur manifestosuyla kimsenin sallamadığı bir biçimde hayata kafa tutmuş (mağduriyet ilanı etkisiz de olsa bir kafa tutma biçimidir bence), lakin tuttuğu kafayı bizzat kazımış, gençliği çoktan uçmuş bir kadınım ben.” (s. 284) diyen Şebnem de mağduriyeti hayata kafa tutmanın bir biçimi olarak görür. Romanın ilerleyen sayfa- larında mağdur olmak yerine öz yıkım ifadesini kullanır ve bunu “hayatıma anlam veren tek şey” (s. 292) olarak niteler.

Romanda Şebnem’in ağzından öz yıkımı açıklayıcı nitelikteki cümlelere fazlaca yer verilmesi, yazarın Şebnem’i okuyucuya daha iyi anlatmak kaygısıyla ilişkilendirilebilir. Ancak, söz konusu kavramın nihilist düşüncede de önemli bir yeri olduğu unutulmamalı- dır. Şebnem, yaşamında olup biten pek çok olumsuzluğu öz yıkım arzusuyla açıklar. “ ... biliyordu pervasız bir öz yıkım arzusunun beni olmadık kişilerin yataklarına sürükledi- ğini. Bile isteye dikiş tutturmadığımı hayatta.” (s. 239) Özyıkım yalnızca farklı kişilerin yataklarına sürüklemez Şebnem’i, onun yaşamını çok daha genel boyutta kuşatan bir güdü olarak belirir. “Boşluğun içinde başıboş yüzmek gibiydi benim hayatım. Bir gün sonrasını bile düşünmeyi istememiştim. Toplara hep gelişine vurmuştum. Kazandıklarım kaybettiklerimin yanında hiçti. Ama öz yıkımcılar böyle olurdu.” (s. 374)

Diken, “Hınç insanının Tanrı’ya düşman olup –onu öldürüp– yerini almasıyla ortaya çıkan, edilgin nihilizmdir.” diyerek hınç ile nihilizm arasındaki ilişkiyi net

olarak ortaya koyar. “Bu nihilizm türünde hınç insanı duyular üstü bir dünyaya ait, yaşamdan üstün değerlere inanmamaktadır... Onunki, mutluluğun eylemden ayrılıp, ‘özünde uyuşturan, sersemleten, rahat, huzurlu görünen’ edilginliğe indirgendiği reaktif, tepkisel bir yaşamdır... Hiçlik istencinden ziyade, istenç hiçliğini, edilgin bir şekilde solup gitmeyi tercih eden kişidir.”34 Şebnem’in evliliğinde geçirdiği yıllar,

edilgin nihilizm kapsamında değerlendirilmelidir. Evliliği devam ederken, kocası ile ilgili olumlu izlenimleri değişmiş, ona duyduğu aşk son bulmuş olsa da, kocasının pek çok davranışını yanlış ya da yersiz bulsa da, defalarca aldatılmış olsa da yaşanan durumu değiştirmek için çaba harcamamış ve hatta kocasından duyduğu tiksintiye rağmen bir boşvermişlikle evliliğini sürdürmüştür. Evliliğinin yanı sıra diğer olumsuz yaşam deneyimleri de onu, “hakikatin, değerin ve anlamın kaybolmasının artık bir kriz üretmek yerine bir gerçeklik olarak kabul edildiği”35 bir ruh hâline sürüklemiştir.

“Umutsuzluk (radikal nihilizm) ise, ideal dünyanın bu dünyada gerçekleştirile- meyeceği yönünde bir iç görü olarak belirir. Edilgin nihilizme göre, yanlış olan bizim kendi değerlerimizdir, dünyanın kendisi değil; radikal nihilizme göre ise sorun değer- lerimizden değil, dünyanın kendisinden kaynaklanır.”36 şeklindeki tespitler, edilgin

nihilizmi radikal nihilizme gidebilecek bir yol olarak konumlandırır. Şebnem de içsel olarak bu rotaya uygun bir yoldan geçer. İnandığı değerlerin yitimi, bir değer araya- rak geçen yılların ardından edilgin nihilizm olarak yorumlanabilecek bir ruh hâline bürünür. Sonrasında ise Uluçmüdürle yaşadıklarının da etkisiyle radikal nihilizmle ilişkilendirilebilecek bir noktaya ulaşır ve bir yıkıma yönelir.

Romanda nihilist bir yaklaşımın varlığının göstergelerinden biri de seçim ya- pamama hâlidir. Ali’nin kendi yaşamıyla ilgili değerlendirmesi şu şekildedir: “Bir tarafında hayat, diğer tarafında ölüm ırmağının aktığı bir köprüde dikilip, neyi bekle- diğini bilemeden geçmiş ömrü, iki tarafa da meyledemeden. İkisinden birinin coşkun sularına atlayamadan.” (s. 361) Benzer ruh halinin, Şebnem ve babası Cavit için de geçerli olduğu ifade edilebilir. Onlar da yaşamda kalmış, ancak kaldıkları yeri benim- seyememiş, neden orada kaldıklarını anlayamamış gibidirler. “Babamla bizim evimiz Allahım öldür bizi eviydi, kaderime s...ayım evi” (s. 282) diyen Şebnem, yaşamlarının ana mekânı olan evlerinin bile ölüm arzusu içerdiğini düşünür.

Romanın nihilizmle ilişkili olarak en dikkat çeken tematik niteliklerinden biri de ahlâki çöküntü, çürümedir. Bu durum, en çarpıcı biçimde, Uluçmüdür, Şebnem ve genç erkek oyuncunun birlikte oldukları pornografik gece ile yansıtılır. Ancak, bunun dışında da pek çok kişi ve olayla söz konusu çöküntünün bireysel ya da küçük ölçekli olmadığı,

34 age., s. 38. 35 age., s. 39. 36 age., s. 45.

aksine toplumun hemen tüm kesimlerinde var olduğu izlenimi verilmek istenir. Anne Hülya ile Süleyman Amcanın ilişkisi, annenin babayı aldatması, Teoman’ın yengesini kafasına silah dayayarak Uluçmüdürle birlikte olmaya ikna etmesi, jinekolog olan ilk üvey babanın her fırsatta Şebnem’in bekâretini kontrol etmesi aile içindeki çürümelerin örneğidir. “Ve bir aile evinde her bir aile fotoğrafı bu kutsal birliğin ilelebet payidar kalacağının ispatıdır. Kutsal birlik evidir burası. (Bu nedenle yengeler kendi evlerinde düzülmelidirler)” (s. 282) satırları, Şebnem’in bu tür durumlara duyduğu öfkeyi açıkça sergiler. Bu örnekler, yazarın başlangıçta yer verdiğimiz ve aile kurumunu sorunlu bir yapı olarak gördüğünü belirttiği sözlerinin izdüşümleri olarak görülmelidir.

Toplumların temel yapı taşı olarak görülen aile kurumu, toplumdaki çürümüşlüğün yansıtılması için en uygun araçlardan biridir. Bu açıdan, romanda Şebnem’in ailesinin yanı sıra Osman’ın ailesi de sorunlu bir niteliktedir. Özellikle daha genç aileler, sosyo- ekonomik olarak daha üst düzeyden kişilerin aile yapıları ya da kurulması planlanan aileler olumsuz bir bakış açısıyla resmedilir. “Serhat’ın gözü kocamda. Kocamın gözü parada. Yan masaların gözü bende. Serhat’ın karısının gözü kocasından başka herkeste. Benim gözüm kendi içime bakıyor... Kutsal aileyiz, hepimiz.” (s. 401) Yazar, daha geleneksel ya da mütevazı aile yapılarına karşı daha hoşgörülüdür. Şebnem, Osman’la birlikte oturdukları lüks, gösterişli palası bir türlü yok olmayan kanalizasyon kokusu ile birlikte anarken, Ali’nin ailesi daima olumlu ayrıntılarla anılır. Ali’nin, oğluna her gün ütülü, temiz bir mendil vererek evden uğurlayan bir annesi vardır; evleri İyi Niyet Sokağında bir anne evidir. (s. 282) Bu yaklaşım farklılığından yola çıkarak, yazarın “modernizme örtük eleştiriler yönelttiği”37 ifade edilebilir. Böylelikle, umutsuzluk,

değer yitimi, anlam bulamama gibi sorunlar sadece Şebnem’le sınırlı olmaktan çıka- cak, nihilist bir yaklaşımdan söz edilmesine yetecek bir genel geçerliğe ulaşacaktır.

Ancak, çürümenin örnekleri bunlarla sınırlı değildir. Bu noktada, romanın söz konusu çürüme ile ilgili olarak en acımasız yaklaştığı kesimin, toplumun burjuva sınıfı olduğu belirtilmelidir. Zira Şebnem ile Osman, evlilikleri boyunca bu sınıftan bireyler olarak yaşamış ve orada olup bitenlere daha içerden tanıklık etmişlerdir. Oturdukları “seçkin, güzel” palastan bir türlü yok olmayan kanalizasyon kokusu, bununla ilgili imgesel bir anlam içerir. Tamamen çıkar amaçlı kurulmaya çalışılan arkadaşlık ilişkisi, bunun arka planında Osman’ın fark etmesinden çekinilmeden Şebnem’in taciz edilmesi gibi sahneler içeren bir akşam yemeği ile ilgili olarak Şebnem’in değerlendirmeleri durumu açıkça ortaya koymaktadır. “Mağduriyetin, masumiyetin, doğruculuğun, açık yürekliliğin, dürüstlüğün ve buna benzer pek çok şeyin paslandığı, pastan işlemez hale geldiği alandaydık. Burada değerler erimişti. Defalarca eriyip sonunda yok olmuş- tu. Makyavel’i öyle aşmıştık ki, adamın kemiklerini sızlatıyor olabilirdik.” (s. 151) Şebnem’in tespitlerinin haklılığını düşündürten sahneler oldukça fazladır. “Ben üç