• Sonuç bulunamadı

17. SAYININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "17. SAYININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ."

Copied!
196
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MODERN TURKISH LITERATURE

A BIANNUAL PEER REVIEWED JOURNAL OF RESEARCH

17

NİSAN 2018

(2)

Yurtiçi öğretim üyesi ve öğrenciler için abonelik bedeli

Yıllık 2 sayı, 26 TL

Kurumlar abonelik bedeli

Yıllık 2 sayı, 60 TL

Yurtdışı abonelik bedeli

Yıllık 2 sayı, 35 ABD Doları

Abonelik için hesap numarası Ziraat Bankası (Cağaloğlu Şubesi)

IBAN: TR 91 0001 0008 8929 0448 1950 01

Posta Çeki Hesabı: 6115869 Satış, Abone

Ana Basım Yayın Molla Fenari Sokak Yıldız Han No.: 28 - 34110 Cağaloğlu / İstanbul Tel: (212) 526 99 41 (3 hat) Faks: (212) 519 04 21

Baskı

Ana Basın Yayın Gıda İnş. Tic. A. Ş. B.O.S.B. Mermerciler Sanayi Sitesi

10. Cad. No: 15 Beylikdüzü / İstanbul Tel: (212) 422 79 29

Hakem Kurulu

Prof. Dr. YAVUZ AKPINAR Prof. Dr. M. FATİH ANDI Prof. Dr. HÜLYA ARGUNŞAH

Prof. Dr. YUNUS BALCI Dr. SABAHATTİN ÇAĞIN

Doç. Dr. ŞERİFE ÇAĞIN Prof. Dr. NURULLAH ÇETİN Doç. Dr. BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU

Prof. Dr. RECEP DUYMAZ Prof. Dr. İNCİ ENGİNÜN Prof. Dr. BİLGE ERCİLASUN

Prof. Dr. NÜKET ESEN Prof. Dr. RIZA FİLİZOK Prof. Dr. FAZIL GÖKÇEK Prof. Dr. VİLAYET GULİYEV

Prof. Dr. OSMAN GÜNDÜZ Prof. Dr. ÖMER FARUK HUYUGÜZEL

Prof. Dr. ŞUAYİP KARAKAŞ Prof. Dr. TURAN KARATAŞ Prof. Dr. EMEL KEFELİ Prof. Dr. NAİM KERİMOV Prof. Dr. ZEYNEP KERMAN

Prof. Dr. MURAT KOÇ Prof. Dr. MEHMET NARLI Prof. Dr. NAZIM HİKMET POLAT

Doç. Dr. CAFER ŞEN Prof. Dr. MEHMET TEKİN Prof. Dr. ABDULLAH UÇMAN

Prof. Dr. SEMA UĞURCAN Prof. Dr. ALEV SINAR UĞURLU

Yayın Kurulu

Prof. Dr. İnci Enginün (Marmara Üniversitesi, emekli, İstanbul, Türkiye) Prof. Dr. Yavuz Akpınar (Ege Üniversitesi, İzmir, Türkiye)

Prof. Dr. Fazıl Gökçek (Ege Üniversitesi, İzmir, Türkiye) Prof. Dr. Abdullah Uçman (Mimar Sinan G. S. Üniversitesi, İstanbul, Türkiye)

Prof. Dr. Alev Sınar Uğurlu (Uludağ Üniversitesi, Bursa, Türkiye) Dr. Sabahattin Çağın (Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir, Türkiye)

Yayın Koordinatörü

Mustafa Sökmen

Yazı İşleri

Gülşah Sanin

Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü

Dergâh Yayınları A.Ş. adına Asım Onur Erverdi

İngilizce Editörü

Doç. Dr. Atalay Gündüz (Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir, Türkiye) Doç. Dr. Bahar Dervişcemaloğlu (Ege Üniversitesi, İzmir, Türkiye)

Yazışma Adresi

Klodfarer Caddesi Altan İş Merkezi No.: 3/20 34112 Sultanahmet / İstanbul Tel: (212) 518 95 79-80 Faks: (212) 518 95 81 e-posta yeniturkedebiyati@dergahyayinlari.com Sayı: 17, Nisan 2018 ISSN: 1309-565X

Yeni Türk Edebiyatı, ULAKBİM Sosyal ve Beşeri Bilimler Veri Tabanı (SBVT)

(3)

NAZIM HİKMET POLAT Hocamın Hâllerinden...

9

TURAN KARATAŞ

M. Orhan Okay’da Gördüğüm 10 Haslet Yahut Hoca’ya Çok Yakışan 10 Sıfat...

13 FAZIL GÖKÇEK

Orhan Okay’ın Mehmet Akif Hakkındaki Çalışmaları Üzerine Bazı Dikkatler

15 ŞERİFE ÇAĞIN

Necip Fazıl: Sıcak Yarada Kezzap 21

ÖZLEM NEMUTLU Orhan Okay’ın Kaleminden

Ahmet Hamdi Tanpınar 29

H. HARİKA DURGUN Orhan Okay’ın Ahmet Mithat Efendi

Hakkındaki Çalışmaları 39

SABAHATTİN ÇAĞIN İki Mürşidin Tavsiyelerinde Orhan Okay

(4)

1980 Sonrası Türk Romanında Öne Çıkan Tipler The Types That Come to The Fore in

Turkish Novel After 1980 57

FATİH ALTUĞ Halit Ziya Uşaklıgil’de Hareket:

Trenler ve Dans Eden Bedenler Motion in Halid Ziya Uşaklıgil:

Trains and Dancing Bodies 79

AHMET DURAN ARSLAN Ahmet Mithat’ın Kurmaca Yazarlığı Üzerine

Muhtelif Notlar: “Karnaval” Romanı Örneği Miscellaneous Notes on Fiction Writing of Ahmet Mithat:

The Sample of “Karnaval” Novel 99

ŞERİFE ÇAĞIN

Ahmet Haşim’de Çevreci Duyarlılık ve Antropomorfik Algılama Environmental Sensitivity and Antropomorphic Perception in Ahmet Haşim

111

ASUMAN GÜRMAN ŞAHİN Hüseyin Suat Yalçın’ın “Gâve Destanı”

A Content Analysis of Huseyin Suat Yalcin’s Gâve Epic 127

BERNA AKYÜZ SİZGEN

“Yeşil Peri Gecesi” Romanında Nihilizm Etkisi Nihilism Effect in The Novel “Yeşil Peri Gecesi”

149

Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminin Kültür ve Siyaset Adamı: Muhittin Birgen

An Ottoman and Republican Era Man of Politics and Culture: Muhittin Birgen

Ömer Özcan 177

(5)

Letters to Cemil Gökçe Gülden Vicir

193

(6)
(7)
(8)
(9)

Nâzım H. Polat

Azizler azizi Hocamın vefatından (13 Ocak 2017) bu yana her ay bir dergide ona ayrılmış bir yazı, dosya yer aldı. Hatta bazı dergiler özel sayı hazırladılar. Yeni Türk

Edebiyatı dergisinin de bunlara katılması, apayrı bir sevinç veriyor. Hepsi samimi

gayretlerin, hasbî niyetlerin ürünü... Bir öğrencisi sıfatıyla, yazanları da vesile olanları da kalbî duygularla selamlıyorum, kutluyorum.

Azizler azizi Hocam Prof. Dr. M. Orhan Okay’ın Hakk’a yürümesinden sonra onun Silik Fotograflar’ındaki gibi bir yazı yazmak isterdim. Fakat onun kaleminde daimi bir revnakiyet, benimkinde mutlak bir tıkızlık var. Daha baştan Nef’î’nin hatırıma geliveren bir rubaisi, hatalı söz söylemek ihtimaliyle, düşünceyi samimiyetsizlik ve ikiyüzlülükten sakınma konusunda ikazla başlıyor:

Ya Rab dilimi sehv ü hatâdan sakla Endişemi tezvîr ü riyâdan sakla

Bu duaya bütün ruhumla katılırım. Ona karşı vazifemdeki kusurlarımın, ona yürekten bağlılığımla affedileceğini umarım.

Azizler azizi Hocamın pek az kimseye nasip olan bir seviyede ilgi görmesi, var-lığının aranır olması, ruhaniyetine karşı ihtiram, sıradan sebeplerle izah edilemez. O, iyi insan ve iyi Hoca idi.

Ondaki insanî hasletlerin başında, her türlü dünyevî sıfata, cezbedici her şeye karşı müstağni olması gelir. Sevgili öğrencisi ve dostu Mustafa Kutlu’nun Ataullah İskenderî’nin Hikem-i Atâiyye’sinden ilhamla söylediği “Talep şan değildir. Razı ol, şan da senin, nam da senin. Varlığını bilinmezlik toprağına göm. Görülmeyen şey nabit olmaz. Dünya sûretlerinin bulaştığı ayna nasıl parlar? Huzura girmeden

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 17, Nisan 2018, s. 9-11.

* Prof. Dr., Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, (nazimhpolat@hotmail.

(10)

önce tevbe sularında yıkan.” cümleleri sanki onun vasıflarını hatırlatıyor gibidir. Bağdatlı Ruhî’nin,

Verdik dil ü cân ile rızâ hükm-i kazâya Gam çekmezüz uğrarsak eğer derd ü belâya

mısraları, en çok onun ağzında doğruluğu dile getirir. Müstağni olma, onda öğrenilmiş bir davranış biçimi değil doğuştan gelen çok tabii bir hâldi. Daha nice faziletinden, nice güzel hâllerinden biri...

Azizler azizi Hocamın bir başkasında aynı ölçüde bulunamayacak vasıflarından, meziyetlerinden biri de “Hoca”lığıydı. Bu sıfatın bugün harcıâlem şekilde kullanıl-masına bakmayınız. Peygamber efendimizin sıfatları arasında “hâce-i âlem”, “hâce-i dü serâ” (dünya ve ahiret sarayının öğreticisi, efendisi) ve “hâce-i kâinat” da vardır. Yani aslî kullanımında Hoca; efendidir, bilgedir, öğreticidir. Prof. Dr. M. Orhan Okay’ı tanıma bahtiyarlığına ermiş herkesin teslim edeceği bir hakikattir ki o, kelimenin gerçek anlamını hatırlatan bir hoca idi. Ama sadece üniversite kürsüsünde değil her an, her meşguliyetinde... Huzurlarındaki kimse alabilecek donanımda ise, boşa sarf edilmiş tek cümlesi tek kelimesi olmazdı, mutlaka bir şey öğretirdi. Hayatın günlük meşgaleleri sırasında, âdeta nefes almak kadar sıradan işleri arasında bir sorusu veya bir cevabı; bazen espri ve hikmet bazen de belki bir ansiklopedi maddesine denk bilgi yüklü olurdu. İşte bunlardan biri:

22 Ocak 2014. En talihli, en sevinçli günlerimden biri...

Azizler azizi Hocam, gelini Yeliz Hanım refakatinde, Niğde’yi teşrif ettiler. Meslektaşım, kardeşim Yrd. Doç. Dr. Ramis Karabulut’la birlikte, onları Nevşehir Havaalanı’ndan almak için gitmiştik. Yolda, sohbet sırasında bir soru:

– Gökteki hilâli görüyor musunuz? – Evet efendim.

– Pekiii... Bilin bakalım hilâlin şekli Hicri ayın baş tarafını mı son tarafını mı gösteriyor?

Benim gibiler için aydedenin her hâli aynı... Tamam, ayın on dördü dolunaydır. Bu münasebetle halk türküsünde,

Bugün ayın on dördü Kız saçını kim ördü?

denmiş, yüz-dolunay benzerliği ima edilmiştir. Ama aydedemin başka hâlleri de mi varmış?

Üçümüz de sus pus... Merak ve hayret ifadesiyle Hoca’ya bakıyoruz. Kendilerine çok yakışan bir gülümseme tarzıyla:

(11)

– Hilâlin hâli, dolunay sonrasını yani Hicri ayın son kısmında olduğumuzu an-latıyor.

– Hocam, hilâl bize bir şey anlatmıyor ki, bir şey demiyor ki...

– Der... der! Sağa bakıyorsa ayın başları, sola bakıyorsa ayın sonları demek ister. Şimdi sola baktığına göre Hicri ayın sonlarını gösteriyor.

Eh... bizlere, bir hayret ve tabii Hoca’ya hayranlık hissi yüklü bir “Eveeet!!!” çekmek düştü sadece...

Kendi hesabıma, öğrendiğime mi sevineyim, cehaletime mi üzüleyim, bilemedim. Bir müddet, utancımdan konuyu değiştirmeye de cesaret bulamadan, öylece sus-tum. Süreli yayınlarda bir yığın tarihleme yanlışıyla karşılaşınca Hoca’ya, tıpkı çok alfabe değiştirmek gibi çok takvim kullanmak maceramıza da şaştığımı söylemiştim. Bu, benim gibi takvim merakı olan biri için imtihandı... Ama cehaletimi yüzüme hiç mi hiç vurmadan...

Yolculuk bitti, üniversitedeki odama vardık, bir başka soru gelebilir endişesiyle ama gizlice takvim yaprağına baktım: 20 Safer 1435.

(12)
(13)

HOCA’YA ÇOK YAKIŞAN 10 SIFAT...

Turan Karataş

*

Hocası Mehmet Kaplan bir mektubunda, Orhan Okay’a şunları yazıyor: “Sen okuyan, düşünen, seven bir insansın.” Bu üç vasıf, aslında bilimle uğraşanların da sahip olması gereken bu üç mühim özellik, diyebilirim ki Hocamın yaşama biçimi olmuştur. Yetişmemizde büyük çabası bulunan, yüksek lisans ve doktora danışmanım olan Prof. Dr. M. Orhan Okay’da, bu üç vasfın nasıl tezahür ettiğini, şahit olduğum kadarıyla anlatmaya, örneklemeye çalışacağım kısaca...

SADELİK. Prof. Dr. M. Orhan Okay görünmek için yaşamadı, gösterişi hiç sev-medi. Giyimi-kuşamı; tutumu, davranışları; yaşantısı, evi, odası sadelikle güzelleşirdi. SAMİMİYET. Elbette Hocanın çevresindekilere kendisinin belirlediği bir mesafesi vardı. Fakat her hâlükârda içtenlikliydi. Davranışlarından, konuşmasından bunu his-sederdiniz. Soğuk değildi, yapmacık hiç değildi. Sahihti. Eskilerin ifadesiyle “ivazsız ve garazsız” da denebilir. Gizli bir gayesi yoktu.

HASBÎLİK. Hoca hesapsız ve pazarlıksızdı. Bir işe başlarken maddî bir beklenti, bir kazanç hesabı yapmazdı. “İlmin parayla pulla işi olmaz” derdi. Amatör bir ruh ve heyecan olmadan hedefe varılamayacağı kanaatindeydi.

YERLİLİK VE MİLLÎLİK. Bu günlerde çok moda olan söylemin vücut bulmuş hâli Orhan Okay’dı. Anadolu’nun, Türklüğün, Müslümanlığın kıymetlerine bağlıydı; milleti için çalışmak ilkesiydi. En tabii vazife bilirdi bunu ve bir reklam konusu yap-mazdı. Bununla övünmezdi.

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 17, Nisan 2018, s. 13-14.

(14)

DİĞERGÂMLIK. Üniversitede çok az gördüğüm “başkasının derdiyle dertlen-mek” hasleti, Orhan Bey’de vardı. Çünkü Hoca kıskanç değildi. Elinden geldiğince herkese yardımcı olmak isterdi. Kimseyi kapısından geri çevirmezdi. Bilhassa mesleki yardım, bilgi paylaşımı, yol göstericilik bahsinde çok cömertti.

ÖLÇÜLÜLÜK. Orhan Hoca, bir ölçü adamıydı. Sesini yükselterek konuştuğunu duymadım. Kızan, bağıran hocalarımız vardı, fakat Orhan beyin bırakın bağırmayı, yüksek sesle konuştuğuna hiç şahit olmadım.

NEZAKET. Onu tanıyanlar, nezaketine, nezahetine, rikkatine şahit olmuştur. Ki-bar kişiliği hemen her hâlinden fark edilirdi. Gözümün önünden gitmeyen nezaketine somut bir örnek, karşısında kim olursa olsun ilikli duran ceket düğmeleri...

TEVAZU. Tabirin bütün manalarıyla alçakgönüllü idi Hoca. Büyüklük tasla-mazdı. “Ben bilirim, biliyorum” edasında oltasla-mazdı. Çok iyi bildiği meselelerde bile “bir bakalım, düşünelim” derdi. Bilmediği bir şey olduğunda ise çekincesiz söylerdi “bilmediğini”. Muhatabının yanlışını düzeltirken de “ben şöyle biliyorum, bir daha bak bakalım” demeyi tercih ederdi.

AHLÂKLILIK. Mesleki sorumluluk yani “etik” bağlamında da, genel insan-lık değeri olarak da kuşkusuz Hoca ahlâk sahibiydi. Birinin arkasından konuşmayı sevmezdi. Yalan söylediğine şahit olmadım. Başkalarının hakkına tecavüz etmezdi. Öğrencilerinin yaptıklarını, onca emeği olmasına karşılık, sahiplenmezdi.

MUALLİMLİK. İlkeli, idealist, mesleğini seven, sorumluluk sahibi, vazifesini hakkıyla yapan bir hocaydı. Bilgisi, ilgisi, davranışı, rehberliği, paylaşımcılığı her hâliyle “hoca” sıfatı, galiba benim tanıdıklarım içinde en çok, en güzel Orhan Okay’a yakışıyordu. Mübalağasız “şeyhü’l-muallimin”di. Kürsüde, masa başında, evde, so-kakta, lokantada, her durumda, her mekânda hocaydı.

(15)

Fazıl Gökçek

*

Türk edebiyatının hemen her dönemi ile ilgili çalışmaları bulunan Orhan Okay’ın Yeni Türk edebiyatı sahasına ilişkin çalışmaları içerisinde Mehmet Akif hakkında yazdıklarının özel bir önemi vardır. Ahlâk ve zihniyet dünyası bakımından mirasçısı olduğunu hiç tereddüt etmeden söyleyebileceğimiz Mehmet Akif’i en iyi anlayan ve anlatan araştırmacıların başında onun geldiği kuşkusuzdur. Mehmet Akif hakkında müstakil makaleleri ve bir kitabı bulunan Orhan Okay, yakın zamanda bu yazılarını ve kitabını gözden geçirerek bir araya getirmiş ve anlamlı bir bütüne kavuşturarak tek kitap hâlinde yayımlamıştır. Mehmed Âkif: Bir Karakter Heykelinin Anatomisi1

adıyla 1989 yılında yayımlanan kitap ve çeşitli tarihlerde farklı yerlerde yayımlanmış makaleler Mehmed Âkif: Kalabalıklarda Bir Yalnız Adam adıyla bir araya getirilmiştir.2

Bunun dışında çeşitli dergilerde kendisiyle yapılmış söyleşiler de “Mülakatlar” başlığı altında bu kitabın sonuna eklenmiştir.

Önsözden sonra yedi bölümden oluşan kitapta ilk olarak Mehmet Akif’in derli toplu bir biyografisi bulunmaktadır. Bu biyografinin özgün taraflarından biri Mehmet Akif’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ait hatıra ve izlenimlerinin şiirlerine yansı-malarına da yer verilmiş olmasıdır. Kitabın ikinci bölümü Mehmet Akif’in “karakteri-şahsiyeti”ne ayrılmıştır. Eserlerinde telkin ettiği ahlâk ile yaşantısı arasında fark bulunmayan Mehmet Akif hakkında bu bölümde verilen bilgiler ve yapılan tespitler de şairin şiirleriyle desteklenmiş ve zenginleştirilmiştir. Mehmet Akif bu bakımdan

* Prof. Dr., Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, (fazil.gokcek@ege.

edu.tr). Yazı geliş tarihi: 28.03.2018. Kabul tarihi: 30.03.2018.

1 Ankara: Akçağ Yayınları, 1989, 143 s. 2 İstanbul: Dergâh Yayınları, Nisan 2015, 226 s.

(16)

istisna şahsiyetlerden biridir; kendi yaşantısı ve ahlâkı ile eseri arasında hiçbir çelişki yoktur. Orhan Okay’ın, kitabın bu bölümünde altını çizdiği en önemli hususlardan biri budur. Bu bahiste Orhan Okay’ın en çok üzerinde durduğu hususlardan biri de Akif’in istibdat karşısındaki tutumu, buna bağlı olarak II. Abdülhamit’e ve daha sonra bu bakımdan onu aratmadıklarını düşündüğü İttihat ve Terakki mensuplarına öfkesidir. Hürriyeti büyük bir değer olarak kabul eden ve bu bakımdan Namık Kemal’in yolunda olan Mehmet Akif’in şahsiyetinin en önemli taraflarından biri ferdî ve içtimaî hürriyet hususundaki bu tutumudur. Orhan Okay’a göre o, “içinde yaşattığı ideal bir hürriyet rejimine” inanmaktadır ve buna sonuna kadar bağlı kalmıştır. (s. 28) Orhan Okay, Akif’i bu hususta çağdaşı şairlerle de karşılaştırarak onun karakter farkını vurgular. II. Abdülhamit’i 1909’dan önce ölçüsüzce öven bazı şairler, padişahın hal’inden sonra bu defa “sert, ölçüsüz ve haksız tenkitlerde” bulunmaya başlamışlardır. Buna karşılık Mehmet Akif’in şiir kitaplarında ve “Safahat’tan önce yazdığı, neşredilmiş veya yakınları elinde kalmış şiirlerinden bildiklerimiz arasında devrin padişahını öven bir kaside, bir manzume, hatta tek bir mısra bile” yoktur. Okay’a göre, “Akif’in saraya karşı, önce methiye yazmamak suretiyle pasif, daha sonra birtakım tenkitlerde bulunmak suretiyle aktif direniş tavrı, hem hayatını idare eden prensiplerinden, hem de mizacından kaynaklanmaktadır. Kendisini yakından tanıyanların tabasbustan, dalkavukluktan ve riyadan uzak, hürriyete âşık, mert ve vefalı, haksızlığa karşı taham-mülsüz bir karakter olarak gösterdikleri Âkif’ten yaşayan devlet adamlarına medhiye yazması beklenemezdi.” (s. 22)

Kitabın “Düşünce Dünyası” başlıklı ikinci bölümü “Sanatkâr, idealize ettiği karakteri, eserinde şahsiyetleştiren adamdır.” şeklinde çarpıcı bir hüküm cümlesiyle başlar. Mehmet Akif’in ilk şiir kitabında cemiyetin yaralarını teşhir ettiğini, bu yaralar için “henüz” tedavi çareleri zikretmediğini belirten Orhan Okay, bununla birlikte bu şiirlerde “yer yer kurtarıcı ışıkların parıldadığını” (s. 58) da görebileceğimizi ifade eder. Bu parıltılar zamanla ışığa dönüşecek ve şairin Asım adıyla yayımladığı kitapta aynı isimdeki karakterde somutlaşacaktır. Başka deyişle Asım, Mehmet Akif’in ilk kitabından itibaren niteliklerini belirlemeye başladığı ve altıncı kitabına kadar tedricî olarak tekemmül ettirdiği yeni karakterin ve neslin adıdır. Bu karakterin en bariz vasfı “ilme ve ahlâka sarılmak”tır. Altıncı kitapta Köse İmam ve Hocazade’nin konuşmaları aracılığıyla nitelikleri çizilen Asım, Batı’da müspet ilim tahsil etmiş, ahlâk ve fazilet bakımından ise kendi dinî ve millî köklerine bağlı bir karakterdir. Mehmet Akif, ge-leceğin Türkiye’sini bu neslin kuracağına olan inancını dile getirmiştir. Orhan Okay, kitabın bu bölümündeki “Asım’ın Nesli” alt başlığını, Mehmet Akif’in bu idealinin gerçekleşmemiş olmasından duyduğu üzüntüyle bitirmiştir: “Asım’ın nesli üzerinden başka nesiller geçmiş, fakat Âkif’in özlediği gerçek kurtarıcı nesil hâlâ gelmemiştir.” (s. 61) Ancak Mehmet Âkif gibi o da gelecekten ümitli olduğunu eklemeyi ihmal etmemiştir. Bu bölümün “İslam İdeali ve Türk Milliyetçiliği” isimli ikinci alt

(17)

başlı-ğında ise Akif’in “İstiklal Marşı”nı yazdığı Milli Mücadele yıllarında düşünce olarak geldiği nokta üzerinde durulmuştur. Mehmet Akif için “Tam bir Türk milliyetçisiydi.” diyen Orhan Okay, şairimizin “Ben kavmiyet aleyhinde bir adamım, milliyet aleyhin-de aleyhin-değil.” sözüne atıfta bulunarak bunun kavmiyet fikrini dışlayan bir milliyetçilik anlayışı olduğunun altını çizmiştir. Gerçekten de Mehmet Akif’in karşı çıktığı fikir “kavmiyetçilik”tir. Orhan Okay’a göre Mehmet Akif, özellikle Balkan Savaşları ile ilgili şiirlerin bir araya geldiği Hakkın Sesleri adlı eserinde ve sonrasında Fatih

Kür-süsünde, Hatıralar ve Asım’da, “o yıllar için çok haklı olarak büyük bir bölünmeden

doğan korkusu” sebebiyle kavmiyet fikrine şiddetle karşı çıkmış ve “zaman onu haklı çıkarmıştır.” (s. 61) Yine Orhan Okay’ın ifadesiyle “Vatanına, toprağına, bayrağına, milletinin faziletlerine, diline, sanatına onun kadar bağlı pek az insan görebiliriz.” (s. 63) Milliyetçilik de esasen budur.

Bir Servet-i Fünun şairi olan Cenap Şahabettin, Mehmet Akif hakkındaki bir yazısında onu sadece çağının değil bütün Türk edebiyatının en büyük destan şairi olarak nitelemiştir. Orhan Okay da Mehmet Akif kitabının “Edebî Hayatı ve Sanatı” başlıklı üçüncü bölümünde “Destan ve Hamaset Şairi” başlığı altında onun sanatının bu tarafını öne çıkarmıştır. Sözlüklerin destanları “milletlerin yaşadığı olağanüstü felaket ve bahtiyarlık vakalarının edebî mahsulleri” olarak tanımladığını hatırlatan Orhan Okay, Mehmet Akif’in şiirinin bir bütün olarak bu çerçevede ele alınabileceği kanaatindedir. “Mehmed Âkif (...) büyük felaketlere, savaşlara, vatanın toprak kayıpla-rına, mağlubiyetlere ve zaferlere şahit olmuş” (s. 93) ve bunları çağdaşı şairlerden bariz bir üstünlükle destanlaştırmıştır. Gerçekten de Balkan Savaşı faciasını ve Çanakkale Zaferi’ni ondan daha kuvvetli anlatabilmiş bir şairimiz yoktur. Bu bakımdan onun eseri destan türünün yukarıda işaret edilen tanımına uygundur ve o Cenap Şahabettin’in onun hakkında verdiği hükmü bütün kapsamıyla hak etmiştir. Orhan Okay’ın kitabın önemli bir kısmını bu bahse ayırmış olması bu bakımdan anlamlıdır. Yine bu bölümde Orhan Okay’ın kullandığı “dinî lirizm ve duanın şiiri” ifadesi de Mehmet Akif’in şiiri-nin karakteristik vasıflarındandır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Akif’ten söz ettiği bir yazısında “Bu kudretli adamın bir lâhza kendi içine dönmemiş olması şiirimizin hazin bir talihidir”3 şeklinde bir hüküm verir. Orhan Okay’ın kitabında “Dinî Lirizm

ve Duanın Şiiri” başlığı altında yazılanlar, Tanpınar’ın verdiği bu hükmün sorgulan-ması gerektiğini gösterir. Evet, belki o daha çok toplumu anlatmış bir şairdir, ama ilk şiir kitabındaki “Tevhid Yahut Feryad”dan başlayarak onun şiirinde bir lirik damar da vardır. Hakkın Sesleri’ndeki şiirlerin çoğu, Hatıralar’daki bazı şiirler, Asım’daki bugün her okuduğumuzda tüylerimizi diken diken eden Çanakkale şehitleriyle ilgili mısralar ve son kitabı Gölgeler’deki birçok şiir, Orhan Okay’ın ifadesiyle onu “yer yer

3 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Son 25 Senenin Mısraları”, Edebiyat Üzerine Makaleler, 2. bs., İstanbul:

(18)

icâz mertebesine yücelttiği lirizmi ile” (s. 123) de büyük bir şair olarak kabul etmemiz gerektiğini ortaya koymaktadır.

Kitabın bu bölümündeki yazılardan biri de Orhan Okay’ın daha önce hocası Mehmet Kaplan için hazırlanan armağan kitapta yayımlanmış olan4 “Mehmed Âkif’in

Bazı Şiirlerinde Şekil-Muhteva İlişkileri” başlıklı makalesidir. Bu makale kitaba biraz kısaltılarak alınmıştır. Yazıda Orhan Okay, Tevfik Fikret’in şiirin şekli ile muhtevası arasındaki ilişkiye şuurlu biçimde eğilen ilk şair olduğunu, onun eski müstezat nazım şeklinin serbest bir uygulamasını hatırlatan çabalarıyla nazmı nesre yaklaştırdığını, bu çabanın “şiirin yapısı ile muhtevası arasındaki bağı yakalama endişesi” ile açıklanabi-leceğini belirtir. Fikret’in ve diğer Servet-i Fünun şairlerinin nazım şeklinin yanı sıra vezin üzerinde de düşündüklerini ve aynı şiir içerisinde farklı ruh hâllerinin ifadesine uygun düştüğünü düşündükleri farklı vezinleri kullandıklarını hatırlattıktan sonra sözü Mehmet Akif’e getirir ve Akif’in ilk şiirlerini yayımladığı yıllarda bu meselelerin ko-nuşulup yazıldığını ifade eder. Mehmet Akif’in de bu düşüncelerin etkisinde kalarak veya çağının modasına uyarak özellikle ilk Safahat’ta yer alan şiirlerinin birçoğunda aynı şiir içerisinde farklı aruz vezinlerini kullandığı bilinmektedir. Bu makalede Akif’in ilk şiir kitabındaki bu şiirler üzerinde duran Orhan Okay, özellikle “Fatih Camii” şiiri üzerinden Mehmet Akif’in bu uygulamayı nasıl gerçekleştirdiğini incelemiştir. Bu şiirin on dört beyitlik ilk bölümünün vezni ve nazım şekli sonraki bölümden farklıdır. İlk bölümle ikinci bölüm arasında kelime seçimi ve cümle tipleri bakımından da bariz farklar vardır. Tasvir ağırlıklı ilk bölümde terkipli ve sanatkârane bir dil kullanılırken tahkiye ağırlıklı ikinci bölüm konuşma diline yakındır. Bu düzenlemenin tesadüfi olmadığını belirten Orhan Okay, bu ve benzeri şiirlerin bize Mehmet Akif’in devrinin vezin ve nazım şekli ile ilgili tartışmalarına yabancı kalmadığını gösterdiğini ifade eder. Sonraki yıllarda vezinle ruh hâli arasında doğrudan bir ilişki bulunduğu şeklin-deki kabul değerini veya geçerliliğini yitirmiş, Mehmet Akif yine çağının anlayışına uyarak sonraki kitaplarında bu tür uygulamalara fazla yer vermemiştir.

Orhan Okay’ın Mehmet Akif hakkındaki en önemli yazılarından biri olan ve bu kitaba da alınan “Tarih-i Kadim Münakaşaları Dışında Tevfik Fikret ve Mehmet Akif” başlıklı makale, ilk olarak Marmara Üniversitesi’nin Mehmet Akif’in ölümünün ellinci yılı münasebetiyle hazırladığı kitapta5 yayımlanmıştır. Bu yazı, Mehmet Kaplan’ın,

“Aynı içtimaî, siyasî ve iktisadî şartlar altında yaşayan, aşağı yukarı aynı yaşta bulu-nan insanlar arasında müşterek bir ruhun teşekkül etmesi gayet tabiî bir hadisedir.” sözünden ve Yahya Kemal’in Mehmet Akif’i Tevfik Fikret’in “felsefede muarızı olduğu derecede sanatta muakkibi” saymasından yola çıkılarak kaleme alınmıştır.

4 Mehmet Kaplan’a Armağan, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1984, s. 211-220.

5 Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif Ersoy, İstanbul: Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

(19)

İki şairin karşılaştırıldığı bu yazıda, Yahya Kemal’in “şiirin dili ve tekniği mesele-sine münhasır” tespitlerinin dışında Fikret ve Akif’i “temalar bakımından” birbirine yaklaştıran unsurlar üzerinde durulmuştur. Başlıkta belirtildiği üzere Tevfik Fikret ve Mehmet Akif’in, “Tarih-i Kadim münakaşaları dışında” yani ideolojik zıtlıkların da dışına çıkılarak karşılaştırıldığı yazıda, iki şair arasında birçok benzerliğin bulunduğu ortaya konulmuştur.

“Safahat’taki Dostları” başlıklı bölümde Ali Şevki Efendi, Hasan Basri Çantay, Hüseyin Avni Ulaş, Fatin Gökmen, Ferid Kam, Neyzen Tevfik, Şerif Muhiddin Targan için birer alt başlık açılmıştır. Ayrıca Safahat’ta bir şekilde isimleri geçen kişilerle Mehmet Akif’in ilişkilerine de “Safahat’taki Diğer Dostları” alt başlığıyla kısaca değinilmiştir. Adına müstakil başlık açılan isimlerden Ali Şevki Efendi’yi Mehmet Akif’in ilk şiir kitabındaki Köse İmam şiiriyle kurguya dönüştürdüğü, bu şiiri “Kar-deşim Ali Şevki Efendi Hocaya” ibaresiyle ona ithaf ettiği, aynı kişiye Asım’da eserin ana karakterlerinden biri olarak ve yine Köse İmam adıyla yer verdiği bilinmektedir. Diğer isimler de ya kendilerine bir şiir veya şiir kitabının tamamı ithaf edilerek veya adlarına şiir yazılarak Safahat’ta yer almışlardır. Orhan Okay, bu bölümde, dostluğa çok önem veren ve bazı dostlarına yakın olmak için ev değiştirmeyi bile göze alan Meh-met Akif’i, dost çevresiyle ve devrinin insanları içerisinde göstermeyi amaçlamıştır.6

Kitabın en ilginç bölümlerinden biri “Kırkların Bir Ağızdan Söyledikleri”dir. Bu bölümde Mehmet Akif’in ölümü dolayısıyla dostları ve sevenleri tarafından yazılmış olan tarih manzumeleri değerlendirilmiştir. Bölümün başlığı da Mehmet Akif’in yakın dostu olan ve Süleymaniye Kürsüsünde’yi kendisine ithaf ettiği Fatin Gökmen’in şairin ölümü dolayısıyla yazdığı tarih kıtasından alınmıştır. Kıta şudur:

Mum gibi yandı ciğer çünkü vatan türküsünü Hep geçen kapkara günlerde terennüm etdi Çıktı kırklar bir ağızdan dediler tarihin

İçimizden vatanın şairi Âkif gitdi

Tarih düşürme geleneği hakkında da bilgi verilen bu bölümde Mehmet Akif’in ölümü için düşürülen tarihlerin çözümlemeleri yapılmış, ayrıca bunları kaleme alan isimler ve Mehmet Akif’le münasebetleri hakkında da bilgi verilmiştir.

Kitabın sonuna Orhan Okay’la Mehmet Akif hakkında yapılmış yedi mülakat eklenmiştir. Bunlar 1987 yılından itibaren çeşitli süreli yayınlarda yayımlanmış müla-katlardır. Bu mülakatlar, Orhan Okay’ın Mehmet Akif’i sadece eseriyle değil ailesiyle,

6 Muhtemelen Orhan Okay’ın bu yazısının ilhamıyla Turgay Anar’ın editörlüğünde Mehmet Akif Ersoy

Fikir ve Sanat Vakfı ve Pendik Belediyesi’nin işbirliğiyle “Ummana Dökülen Irmaklar-Mehmet Akif Ersoy’un Dost Çevresi” üst başlıklı bir proje kapsamında 2017 yılında kırk civarında kitapçık yayım-lanmıştır.

(20)

yetiştiği muhitle, aldığı eğitimle, dost çevresiyle, kısacası bütün yönleriyle tanıdığını gösteriyor. Böylece Orhan Okay’ın Akif ve eseri hakkında verdiği hükümlerin dayan-dığı temelleri de öğrenmiş oluyoruz. O Mehmet Akif hakkındaki çalışmalarında şairi bir taraftan Fuat Köprülü’nün usulüne uyarak içinde bulunduğu ve yetiştiği ortamla, diğer yandan da hocası Mehmet Kaplan’ın metin merkezli yaklaşımıyla ele alarak değerlendirmiştir.

(21)

Şerife Çağın

*

Orhan Okay’ın Necip Fazıl’ın1 adını ve şiirini ilk defa duyuşu, okumayı söktüğü

yıllarda ablasının, içinde güzel okuma parçalarının bulunduğu kıraat kitabında gördüğü “Üç Atlı” şiiriyledir:

Sürün atlılar sürün Beni alıp götürün Bu ilde pek yalnızım Demeyiniz bu da kim Öyle diyor ki içim Candan aşinanızım

Hatıralarda ve mülakatlarda Orhan Okay, şairin 1928’de yazdığı bu şiirin kendi-sinde hâlâ nostalji ile karışık sonsuzluk duyguları uyandırdığını söyler. Okula gittiği yıllarda da yazları geçirdikleri anneannesinin evinin bulunduğu Çengelköy’de, Necip Fazıl’la karşılaşma imkânı bulur. Çocukluğunun bütün hayranlığıyla izlediği Necip Fazıl henüz gençtir ve “şiirleri, tiyatroları, belki daha da önemlisi o yıllarda Son Telgraf

* Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, (scagin@hotmail.com).

Yazı geliş tarihi: 03.04.2018. Kabul tarihi: 05.04.2018.

1 Orhan Okay’ın Necip Fazıl’la ilgili en ayrıntılı çalışması olan Necip Fazıl: Sıcak Yarada Kezzap

(İs-tanbul: Dergâh Yayınları, 2014, 224 s.) kitabının dışında daha evvel yayımlanmış kitapları ve pek çok makalesi bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Necip Fazıl Kısakürek, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1987, VI+ll+149 s.; 2. baskı: Şule Yay., 776 s.; 3. baskı: Şule Yay., İstanbul, 165 s.; Kendi

Sesinin Yankısı: Necip Fazıl Kısakürek, İstanbul: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yay., 2001, 312 s.; 2.

baskı: İstanbul: Etkileşim Yay., 2007, 316 s.; “Necip Fazıl’ın Şiiri-l”, Burak Mecmuası (Burdur), nr. 3-4, Ocak-Şubat 1980, s. 7-12; “Necip Fazıl’ın Şiiri-ll”, Burak Mecmuası, (Burdur), nr. 5, Mart 1980, s. 5-12.; “Necip Fazıl Kısakürek/Poetikası ve Şiiri-l: Poetikaya Kadar”, Yönelişler, nr. 25, Temmuz 1983, s. 18-19; Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 17, Nisan 2018, s. 21-27.

(22)

gazetesinde yazdığı İkinci Dünya Savaşı ile ilgili yazılarından dolayı Çengelköy halkı onunla aynı semtte oturmuş olmaktan gurur duy”maktadır. (s. 174-175). Okay, daha sonra şairin başka eserlerini okur, konferanslarını takip eder, Büyük Doğu’nun meraklı bir takipçisi olur. Ayrıca üniversitede okurken de bir arkadaş grubuyla, o zaman şairin oturduğu Moda’daki evine gitme imkânı bulur.

Orhan Okay’ın Beşir Fuat başta olmak üzere Ahmet Mithat Efendi, Mehmet Akif ve Tanpınar üzerine ciddi anlamda monografi çalışmalarını biliyoruz. Fakat Necip Fazıl kitabını okurken şairin hayat hikâyesinde ve şiir arayışlarında adeta Orhan Okay’ın da arayışlarını, eğilimlerini takip ediyormuş gibi bir hisse kapılmaktan kendimizi alamayız. Dışavurumcu bir tip olarak tanımladığı Necip Fazıl’ın aşırılıklarını “asabiyet” kavramıyla izah eden Okay, sükûn bulduğu Abdâlhakim Efendi’nin dışında şairin, çağdaşları arasında benimsediği, takdir ettiği tek insan olmadığını söyler ve kendisi ile deniz arasındaki huy benzerliğini açığa vuran şu çarpıcı mısraları örnek olarak gösterir:

Karşında sahil, kaya, insan kim çıkarsa vur! Vur başına, âlemde kör, sağır, ne varsa vur! Sal her taraftan, dağdan, gökten, pencereden sal! Nihayet kala kala dünyada tek kişi kal! (s. 165)

a “Necip Fazıl Kısakürek ve Dergileri-l: Ağaç”, Kültür ve Sanat Mecmuası, nr. 28-29 Temmuz-Ağustos

1983, s. 19-20; “Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in Şiiri”, Suffe Kültür ve Sanat Yıllığı 1984, s. 162-186; “Necip Fazıl Kısakürek’in Şiirlerinin Poetika Açısından Tekevvünü”, Milli Kültür, nr. 49, Temmuz 1985, s. 43-47; “Sözün Demini Bilen Kişi: Necip Fazıl ve Şiir Sanatı”, Zaman, 25-29 Mayıs 1987, s. 2; “Dergi Koleksiyonları Arasında: Necip Fazıl ve Ağaç Mecmuası”, Mina Mecmuası, nr. 15, Mayıs 1990, s. 5-7; “Senfonyadan Çileye-l: Batının İzleri”, Dergâh, nr. 5, Temmuz 1990, s. 14-15; “Senfonyadan Çileye-ll: Şair ve Musiki”, Dergâh, nr. 6, Ağustos 1990, s. 9-10; “Senfonyadan Çileye-lll: Bir Şiirin Müzikal Anatomisi”, Dergâh, nr. 7, Eylül 1990, s. 10-11, 18; “Dergi Koleksiyonları Arasında: Ağaç Dergisinde Neler Vardı”, Mina Mecmuası, nr. 17, Ocak 1991, s. 9-11; “Dergi Koleksiyonları Arasında: Büyük Doğu”, Mina (Erzurum), nr. 19, Mart 1991, s. 5-7; “Dergi Koleksiyonları Arasında: Büyük Doğu Birinci Devre”, Mina, nr. 26, Nisan 1992, s. 6-7; “(Necip Fazıl’da) Dini Duyguların Gelişmesi”, Türk

Yurdu, nr. 69, Mayıs 1993, s. 22-25; “Eyüp Sırtlarında Bir Necip Fazıl”, Eyüp Sultan Sempozyumu Vl,

İstanbul: Eyüp Belediyesi Yay., 2003, s. 192-199; “Necip Fazıl’ın Şiirlerinin Estetik Derinliği”, Dergâh, nr. 159, Mayıs 2003, s. 1, 8-10; “Senfonya’dan Çile’ye”, Türk Edebiyatı, nr. 390, Nisan 2006, s. 39-44; “Bir Şiirin Müzikal Anatomisi”, Türk Edebiyatı, nr. 391, Mayıs 2006, s. 10-14. Ayrıca Poetika Dersleri (Ankara: Hece Yay., 2004) kitabının bir bölümü de “Necip Fazıl ve Poetikası”na ayrılmıştır. Orhan Okay’ın bibliyografyasının tam şekliyle birlikte yönettiği yüksek lisans ve doktora tezlerinin listesi için bk. Erdoğan Erbay-Ömer Faruk Karataş, “M. Orhan Okay Bibliyografyası”, Orhan Okay Kitabı, İstanbul: Dergâh Yay., 2011, s. 121-153.

(23)

Necip Fazıl’ın özel hayatı, mizacı hakkında bu tür özel bilgiler bulabildiğimiz “İn-tibalar” ve “Mülakatlar” bölümünden önce kitapta en hacimli olan “Hayatı, Şiiri, Sanata Bakışı ve Eserleri” başlıklı ana bölüm yer alır. Okay, burada şairin biyografisini verirken eserlerinde de izini sürebileceğimiz önemli değinmelerde bulunur. Bunlar doğduğu ve ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çemberlitaş’taki kalabalık konak; torununu şımartacak kadar seven büyükbabanın himayesi; Fransız yazarlarından çevrilmiş bir yığın korku, macera, heyecan ve polisiye romanlar; Darülfünun Felsefe Bölümü’ne kaydolması; Paris’e gitmesi ve yurda döndükten sonra memuriyet ve basın hayatına atılmasıdır.

Dergiciliği üzerinde dururken Orhan Okay, Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini dö-nemin basın hayatı içerisinde bir yere oturtmaya çalışır. Ağaç, devrimci ve materyalist

Kadro dergisinin kapanışından hemen sonra 1936’da estetik ve spritüalist (ruhçu) bir

felsefeyle çıkmaya başlamıştır. Bu arada 1935’te yayın hayatına atılan Varlık dergisi etrafında bir gruplaşma mevcuttur. İlk altı sayısı Ankara’da, kalanı İstanbul’da çıkmış olan on yedi sayılık Ağaç dergisinin sanat, özellikle plastik sanatlar bakımından büyük ölçüde Batı ağırlıklı bir dergi olduğunu söyleyerek bu yoğunluğun Büyük Doğu’da belli bir döneme kadar devam ettirildiğini belirtir. Bunda Güzel Sanatlar Akademisi’nde hocalık yapmasının; ressam, heykeltıraş, müzisyen gibi farklı sanat dallarından arkadaş-lara sahip olmasının etkisi vardır. Okay, kendi yetişmesinde de büyük rolü olan Büyük

Doğu’nun otuz sayılık ilk koleksiyonunu sonraki yıllarda tamamlamış olduğu halde

ikinci serinin (1945-48 arası) içinde yetiştiğini, hatta ilk sayıdan itibaren bu serinin abonesi olduğunu söyleyerek bu derginin kendi nesli üzerindeki önemini vurgular.

“Sanat Hayatı” başlıklı bölümde, II. Meşrutiyet’ten sonra dönemin içinde bu-lunduğu siyasî ve sosyal görünüm, bu şartların doğurduğu şiir oluşumları üzerinde durularak Necip Fazıl’ın şiirinin karakteristik yönleri verilmeye çalışılır. Türk toplumu, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet arasında büyük bir kriz dönemine girmiş, arka arkaya üç farklı rejim (mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet) ve üç büyük savaş (Balkan, Birinci Dünya ve Milli Mücadele) yaşanmıştır. 1908’den sonra edebiyatta memleket meselelerine ağırlık verilmiş, Cumhuriyet’ten sonra savaş psikolojisinden uzaklaş-makla beraber sosyal meseleler işlenmeye devam etmiştir. Okay, sosyal/ideolojik muhtevaya tepki özelliği gösterdiğini, cemiyetçi şiirin karşısında insanın iç varlığını önemseyen “saf şiire” bağlı olduğunu belirterek Necip Fazıl’ın şiirini bir bakıma daha önce başlamış olan Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in şiir anlayışına yakın bulur. Cumhuriyet’ten sonra metafizik ve mistik eğilimleriyle seslerini duyurmaya başlayan şair nesli içerisinde üç önemli isim dikkati çeker: Necip Fazıl, Ahmet Hamdi ve Ahmet Kutsi. Okay, ilk şiir denemelerini 1920’lerden sonra vermiş olan bu üç şairde önemli bazı ortaklıklar da tespit eder:

Bu üç şairin, Batı felsefesine ve estetiğe ilgi duymaları, şiirin dışında diğer edebî türlerde eser vermeleri, Batı müziğine ve plastik sanatlara, yorum ve tenkitte bulunacak

(24)

kadar aşina olmaları, belki bütün bu duygu ve hevesleriyle bir süre veya sürekli bohem hayatına özenmeleri de hayatlarının ortak kesişme noktaları olarak zikredilebilir. Üçü de devrinin diğer pek çok aydınları gibi önce Batı kültürünü tanımış, sonra sonra bu-nun Anadolu, Osmanlı veya İslâm kültürüyle yeni bir terkibine eğilmişlerdir. Ayrıca Necip Fazıl’la Tanpınar’ı birbirine yaklaştıran ortak bir nokta daha vardır: Her ikisi de Ahmet Haşim’den sonra arka arkaya Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik, mitoloji dersleri verecektir. (s. 42)

Bu dönemde Necip Fazıl başta olmak üzere bazı şairler (Ahmet Kutsi, Ahmet Hamdi, Salih Zeki, Ömer Bedrettin, Sabahattin Ali, Haluk Nihat, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz) insanın içe dönük, iç dünyasında yeni bir varlık keşfeden, maddi olan dış varlıklardan uzaklaşıp onların arkasında yeni bir değer arayan şiirler verme-ye başlarlar. Orhan Okay, bu müşterek noktaların ortaya çıkmasında Necip Fazıl’ın etkisinin yanında çağın sirayet edici, ortak birtakım duygularının varlığını da dikka-te almak gerektiğini vurgular. Kaba maddeciliğe, madikka-teryalizme olan dikka-tepkinin yanı sıra, Doğu’dan divan ve halk edebiyatı şiir geleneğimizden gelen unsurlar, Batı’dan sembolistler, psikolojiye yeni ufuklar açan Freud, varlığa yeni ve metafizik bir mana kazandıran Bergson, hayatın ve insanın yeni bir izahını yapan egzistansiyalistler de bu şairler üzerinde etkili olmuş önemli faktörlerdir.

Okay, Necip Fazıl üzerinde Baudelaire’in karamsar, bunalımlı ve mistik havasının etkisiyle beraber çağın ortak entelektüel krizinin yansımalarını dikkate almak gerekti-ğini vurgular. Benzer şekilde ondaki sebebi bilinmeyen ürperti ve korkuların kaynağını da doğrudan doğruya egzistansiyalizme bağlamak yerine egzistansiyalizmi de içine alan çağın korku ve sıkıntılarıyla açıklamanın daha doğru olacağını düşünür. Öyle ki çocukluk dönemine ait hatıralarında Necip Fazıl’ın ruh hâlini “marazî bir hassasiyet, acıtan bir hayal kuvveti ve dehşetli bir korku” cümleleriyle izah etmesi ve daha ilk şiirlerinden itibaren aslî temalarından biri hâline gelecek olan “meçhul korku”yu yoğun olarak hissettirmesi Orhan Okay’ın etkilenme ve kaynak konusunda ihtiyatlı tavrının yerinde olduğunu gösterir. Buna ilaveten “benzer mizaçtaki sanatkârların birbirine yakın konu, imaj ve temaları kullanmalarının tabiî olduğu da dikkate alınmalıdır” (s. 52) diyerek, çoğu zaman göz ardı ettiğimiz devir ruhu ve sanatçı mizacına dikkatimizi çeker. Necip Fazıl’ın “eşya”yı ve “zaman”ı idrak ediş tarzında ise Bergson’un sezgi felsefesinin ve zaman anlayışının etkisinin daha açık olduğunu belirtir. Türkiye’de Bergson’u ve Freud’u tanıtan Mustafa Şekip Tunç’un fakülteden Necip Fazıl’ın hocası, daha sonra da yakın dostu olmasını ve şairin Bergson’a yönelik takdir edici sözlerini hatırlatır. Ayrıca önemli bir tespit de diğer temalar gibi çocukluk psikolojisinden kaynaklanmayan “zaman”la ilgili imajların en erken 1928 yılından itibaren belirmesi; bu konunun şairin zihninde gençlik yıllarının kültür ve düşünce birikimiyle, Bergson okumalarıyla şekillenmiş olacağı düşüncesini pekiştirir.

(25)

Okay, “Dinî ve Mistik Eğilimler” bakımından Necip Fazıl’ı değerlendirirken “din” temasının şairin ilk şiirlerinden itibaren sürekliliğini kaybetmeyen bir tema olduğunu, fakat mahiyet değiştirdiğini belirtir. 1932’de yayımlanan Ben ve Ötesi’ne kadar din olgusu, aşk veya tekke şiiri havasında, özellikle de Yunus Emre tarzında örneklerde ortaya çıkarken 1934’te Abdûlhakim Arvasi’yi tanıdıktan sonra şiirlerine ve sanat anlayışına belirli bir dinî-mistik görüş hakim olur.

Necip Fazıl’ın karakteristik bir tarafı da spritüalist ve ferdiyetçi bir şair olmasıdır. Okay, içe dönük ve hayalperest tiplerle spritüalistleri birbirine karıştırmamak gerekti-ğini vurgular: “İçe dönüklük ve hayalperestlik bir mizaç meselesidir. Spritüalizm ise bir dünya görüşüdür ki, insan hakkındaki kıymet hükümlerini insanın iç dünyasındaki değerlere göre verir.” (s. 65)

Okay, Necip Fazıl’ın kronolojisinde onar yıllık periyotlar teşkil eden “Kaldırımlar” (1928), “Senfonya/Çile” (1938) ve “Sakarya Destanı” (1948) şiirlerinin muhtevaları bakımından onun şairliğini dört döneme ayırdığını belirtir.

Necip Fazıl’ın önemli bir hususiyeti de şiirinin teorisini kurmasıdır. Ahmet Ha-şim ve Orhan Veli’den sonra Cumhuriyet döneminin önemli poetikalarından olan bu yazılar önce 1946’da Büyük Doğu’nun “İdeolocya Örgüsü” başlıklı yazı dizisi içinde parça parça çıkmıştır. Okay şiirin gayesini “mutlak hakikati arama” olarak gören Necip Fazıl’daki farklılıklarla birlikte, “mistik: sırrî” bir temele dayanmaları bakımından Ahmet Haşim’e yakın bulduğu bu yazıların belirleyici taraflarını ortaya koymaya çalışır. Bunlardan birisi Necip Fazıl’ın şiirin kaynağını mimesis (dış dünyanın taklidi) ile tecrit arasında olmakla beraber tecride daha yakın bir yerde aramasıdır. Onun şiir hakkındaki formülünü şöyle ifade eder: “Müşahhas bir plan üzerinde mücerret olanı işlemek, böylece şiirde müşahhas görünen her eşya ve her obje (ağaç, deniz, gökyüzü, vs.) birer sembol değeri ve karakteri kazanmaktadır. Bu anlayış şiiri Necip Fazıl’ın ikinci bahiste verdiği örnek poetikacılardan Aristo’nun taklit’e (mimesis) dayanan tarifinden uzaklaştırıp Valéry’nin tecrit estetiğine yaklaştırmaktadır.” (s. 81). Necip Fazıl poetikasını mistik bir temele oturtmasıyla Orhan Veli’nin Garip önsözündeki pozitif, Ahmet Haşim’in ise muhayyileci tavrından ayrılır.

Orhan Okay, Necip Fazıl’ın şiirlerindeki değişmeler üzerinde de durur ki bunlar-dan 1928’de başlayıp 1969’da yılında son hâlini almış olan “Kaldırımlar” şiiri dikkat çekicidir. Şiirin oluş hâli kırk bir yıl sürmüştür. “Yolumun karanlığa karışan noktasın-da” mısraı “Yolumun karanlığa saplanan noktasınnoktasın-da” şeklinde değişmiştir. “Karışan” ve “saplanan” kelimelerinin şiirdeki işlevlerine dair Okay’ın tespitleri ondaki tahlili dikkatin güzel bir örneğidir.

Şiirin bütünündeki plastik hacimli dekor dikkate alındığında, yolun karanlığa karış-ması imajında karışma kavramı zihinde müphem ve bulanık bir izlenim bırakmaktadır. Saplanan kelimesi ise daha net ve yolun karanlıkta bitişini daha vuzuhla belirten bir

(26)

ka-rakter kazandırmıştır. Üstelik “saplanma”nın diğer bir manasıyla, içimizde hasıl edeceği ızdırap duygusu da şiirin bütününün verdiği empresyon için daha uygundur. Karışan kelimesinin, sesi boşlukta bırakan açık “ka” hecesine mukabil, saplanan kelimesindeki kapalı “sap” hecesi ifadenin vurucu karakterini daha iyi belirlemiştir. Denilebilir ki açık hece yerine kapalı bir hece şiirin fonetik kuruluşunu tamamlamıştır (s. 87).

“Senfonya’dan Çile’ye” başlıklı bölümde Okay, Necip Fazıl’ın sanatında ferdi-yetçiliği ile cemiferdi-yetçiliğinin zirve şiirleri olan “Kaldırımlar” ve “Sakarya Destanı” arasında “ferdiyetten mistik dünyaya giriş kapısı” olarak gördüğü “Çile”yi Batı müziği ile ilişkisi bağlamında tahlil eder. Burada şairin güzel sanatlarla, özellikle musikiyle olan münasebetine biraz daha yakından bakmış oluruz. Hayatında çok önemli bir dönüş noktası olan Abdûlhakim Efendi’yi tanımasına kadar Necip Fazıl; Batı kültürü ve felsefesinin sanat anlayışının yetiştirdiği bir insan olarak görülür. “Çile”nin ilk adının aynı zamanda bir Batı müziği formunun adı olan “Senfoni” olması, şairin Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik dersleri vermesi, Ağaç ve Büyük Doğu dergilerinde Batı kaynaklı güzel sanatlarla ilgili pek çok yazının yayımlanmış olması da bunu göstermektedir. Ayrıca 1976 yılında, yani vefatından yedi sene evvel, bizzat kendi sesiyle doldurulmuş olan ve şiirlerinden oluşan plakta da fon müziği olarak Batı’nın büyük klasiklerinin kullanıldığı belirtilir. “Senfonya” şiiri ile şiire fon müziği olarak seçilen Beethoven’ın “5. Senfonisi”nde kader-irade çatışması ortak tema olarak ele alınmış ve şiir, söz konusu senfoni formunun bölümlerine göre incelenmiştir. Parlak ve şaşaalı bir allegro; yavaş, gösterişli ve ağır bir adagio; ondan biraz daha canlı ve hareketli andante’den sonra parlak, müjdeli ve heyecanlı finale sahnesi müzik parça-sında ve şiirde şöyle yorumlanır:

“Senfonya”nın “Finale” başlığını taşıyan bölüm yine Beethoven’ınki ile birleş-miştir. 5. Senfoni’nin de son bölümü olan “Finale”de canlı ve iradeli bir zafer marşı işitilir. Necip Fazıl’da da son bölüm bir iç huzurunu, bir şevki, bir coşkunluğu verir. İnsan iradesi özellikle son kıtada büyük bir hamle yapar, adeta şahlanır “Diz çök zorlu kader, önümde diz çök!”. Bunun yanı sıra ışıklı ve hayat yüklü sesler mısraları doldurur: âvîze, cümbüş, donanma, şenlik, nûr, pırıltı, âhenk... (s. 114)

“Tiyatrosu” ve “Mülakatlar” başlıklı bölümlerde Necip Fazıl’ın Tohum ve Bir

Adam Yaratmak başta olmak üzere tiyatro eserleri hakkında da önemli tespitleri vardır.

Şairin tiyatroya ilgisi ünlü bir aktör ve rejisör olan Muhsin Ertuğrul tesiriyle başlamıştır. Maddeci Batı’ya karşı mistik bir ruhla mücadelenin hikâyesi olan Tohum’la Yakup Kadri’nin Yaban romanı arasında kurulan ilişki önemlidir:

Yakup Kadri’nin Yaban romanından dört sene sonra kaleme alınan Tohum’da, bütün kıraçlığına rağmen Anadolu’nun ruhunu keşfedemeyen yabancı gözü tenkit edilir. Bir bakıma, hiç olmazsa bazı pasajların Yaban’ın köye ve köylüye bakışına bir tepki olur (s. 120).

(27)

Okay, Tohum gibi Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konmuş Bir Adam

Yaratmak’ı Necip Fazıl’ın kendisini en iyi aksettiren eser olarak tanımlar (s. 208). Bir Adam Yaratmak ile aynı yıllarda yazılan “Çile”nin fikir, imaj ve motif bakımından

gösterdiği benzerlikler dikkat çekicidir:

Özellikle kader, insanlığın bu bitip tükenmeyen ızdırap ve çile kaynağı, her iki eserin de temelinde çok belirleyici bir tema olarak kendini gösterir. Yalnız Bir Adam

Yaratmak’ta kader karşısında ezilen insan “Çile”de iradesinin zaferinin tecelli ettiğini

görür. Oyunda Husrev, klasik trajedilerdeki gibi mağluptur. Şiirin son kıtasında ise Beethoven’ın Beşinci Senfoni’sine çok dikkate şayan bir paralellikle “Diz çök zorlu kader, önümde diz çök” mısraıyla ve âvize, cümbüş, donanma, şenlik, nur, pırıltı, âhenk gibi kelimelerle ışıklı ve hayat dolu bir ebediyet müjdesi gelir (s. 219).

Okay, mizacı ve eserleriyle ilgili karakteristik yönlerine daha çok dikkat çektiği “Mülakatlar” kısmında Necip Fazıl’ın, aruzun saltanatından sonra emekleyerek gelen hece veznini ayağa kaldırdığını belirtir. İkinci önemli husus, Cumhuriyet’in ilk yılla-rında bir öte duygusuna, sonsuzluğa, yani kısaca metafiziğe susamış bir okuyucu ve aydın beklentisini karşılamış olmasıdır (s. 192).

Necip Fazıl’ın Türk halk veya sanat müziğine mesafesine karşın Avrupaî şiire veya müziğiyle yakın temasına dair yöneltilmiş sorulara Orhan Okay’ın verdiği cevaplarla sanırım genel bir değerlendirmeye gitmek mümkün. Peyami Safa, Hilmi Ziya, Mümtaz Turhan, Ziyaeddin Fahri, Nureddin Topçu ve Yahya Kemal’in isimlerini zikrederek bunların Batı’nın süzgecinden geçmiş, Batılılığa bulaşmış, sonra kendi evlerine dönmüş kişiler olduğunu belirtir. Okay’ın bu kişilere eklemlediği Necip Fazıl da Abdûlhakim Arvasi’yi tanıyana kadar Batı felsefesinin, kültürünün, sanatının yetiştirdiği insandır. Hatta maddeciliğin karşısında spritüalist olmasında dahi Batı’dan izler taşıdığını söyleyerek bu anlamda Necip Fazıl’ı Doğu’nun ve Batı’nın asrımızdaki kaçınılmaz terkibinin bir parçası olarak değerlendirir.

(28)
(29)

Özlem Nemutlu

*

Ahmet Hamdi Tanpınar, M. Orhan Okay’ın Beşir Fuat, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Haşim, Mehmet Âkif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek gibi, edebiyat araştırma ve incelemelerinde en çok üzerinde durduğu isimler arasında yer almaktadır. Biz bu yazımızda onun A. H. Tanpınar’la ilgili çalışmalarını genel hatlarıyla değerlendirmek istiyoruz. Okay’ın Tanpınar hakkında ne zaman yazmaya başladığı, sanatçının daha çok hangi yönleri üzerinde durduğu vb. gibi konularda da genel bir fikrimizin olması için söz konusu çalışmaların kronolojik olarak bir bibliyografyasını vermek istedik.1

1. “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Rüyalar Hikâyesi”, Milli Kültür Mecmuası, nr. 44, Mart 1984, s. 54-58; Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1998, s. 219-225.

2. “Ölümünün 25. Yılında Ahmed Hamdi Tanpınar, Hayatın Batısından Şiirin Doğusuna)”, Zaman, 25-29 Mayıs 1987, s. 7. (Edebiyat ve Kültür Dünyamızdan, Akçağ Yayınları, Ankara, 1991, 355; Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1998, s. 214-218.)

3. “Bir Monografi Denemesi: Ahmet Hamdi Tanpınar”, Dergâh, nr. 25-33, Mart-Kasım 1992, (8 Tefrika).(Bu tefrikanın 26, 27 ve 29. sayılardaki yazıları Bir Gül Bu

Karanlıklarda’ya da (Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002.) alınmıştır, s. 427-445.

4. “Tanpınar’dan Acı Bir İroni: Acıbadem’deki Köşk”, Yedi İklim, nr. 1, Nisan 1992, s. 8-10. (“Hayat, Düşünce ve Eser Arasında”, Bir Hülya Adamının Romanı, s. 322-328.)

* Dr. Öğr. Üyesi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,

(ozlemnemutlu19@hotmail.com). Yazı geliş tarihi: 30.03.2018. Kabul tarihi: 03.04.2018.

1 Bu konuda Erdoğan Erbay-Ömer Faruk Karataş’ın Orhan Okay Kitabı için hazırladıkları “M. Orhan

Okay Bibliyografyası” ve Ömer Selim’in “Orhan Okay’ın Atatürk Üniversitesi’nde Yönettiği Lisans Tezleri”, “Orhan Okay’ın Yönettiği Yüksek Lisans/Doktora Tezleri” başlıklı çalışmalarından faydalandık. İstanbul: Dergâh Yay., 2. baskı, 2011, s. 121-153; s. 143-153.

(30)

5. “Ağaçların, denizin dilinden anlardı”, İnsan Çehresinin Istırabı ve Güzellik/ Ahmet Hamdi Tanpınar’a İlişkin Anılar, Vesika-lık: Ahmet Hamdi Tanpınar, Kitap-lık, S. 40, Mart-Nisan 2000, s. VIII.

6. “Tanpınar’ın Hikâyeleri Üzerine Notlar”, Hece, Nr. 46-47, Ekim-Kasım 2000, s. 176-181; Bir Gül Bu Karanlıklarda, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 646-652.

7. Ahmet Hamdi Tanpınar, Şule Yayınları, İstanbul, 2000, 176 s.

8. “Tanpınar’ı Yetiştiren Sosyo-Kültürel Çevre”, Kaşgar, nr. 24, Kasım-Aralık 2001, s. 21-30.

9. “Tanpınar’ın Rüyalar Dünyası”, Kaşgar, Nr. 25, Ocak-Şubat 2002, s. 29-35; “Hayat, Düşünce ve Eser Arasında”, Bir Hülya Adamının Romanı, s. 302-308.

10. “Kaderin Eşiğinde Tanpınar”, Hece, nr. 61, Ocak 2002, s. 7-14.

11. “Huzur: Yüz Binlerce Ruh Bir Âraf’ta”, Hece, nr. 65-67, Mayıs-Temmuz 2002, s. 591-599; “Hayat, Düşünce ve Eser Arasında”, Bir Hülya Adamının Romanı, s. 329-340.

12. “Türk Süsleme Sanatları Karşısında Tanpınar”, Kaşgar, nr. 33, Mayıs-Haziran 2003, s. 94-98.

13. “Politika Batağında Bir Şair: Ahmet Hamdi Tanpınar”, Hece, nr. 90-92, Haziran-Ağustos 2004, s. 497-505; “Hayat, Düşünce ve Eser Arasında”, Bir Hülya Adamının

Romanı, s. 262-276.

14. “Abdülhalim Memduh’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a Edebiyat Tarihlerinde Yenileşmenin Sınırları”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Yeni Türk Edebiyatı Tarihi II, C. 4, S. 8, 2006, 9-21; Edebiyat ve Edebi Eser Üzerine, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011, s. 19-30.

15. “Şiirler, Romanlar ve Akademik Yorgunluklar Arasında On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi”,Toplumbilim, Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı, nr. 20, Ağustos 2006, s. 13-20. Aynı yazı, Bir Hülya Adamının Romanı’nda da (s. 283-297) yer almıştır)

16. “Tanpınar Tahayyülümüzde Kalsın Eski Haliyle”, Türk Edebiyatı, nr. 412, Şubat 2008, s. 18-20; “Hayat, Düşünce ve Eser Arasında”, Bir Hülya Adamının

Ro-manı, s. 277-282.

17. “Kırk Yıllık Dostluğun Hikâyesi Tanpınar-Yahya Kemal”, Yahya Kemal

Be-yatlı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2008, s. 80-93; Bir Hülya Adamının Romanı, s. 229-250.

18. “Tanpınar’ın Tek Parti Anlayışı İnandığı Değerlerle Çelişkili”, Kitap Zamanı, nr. 51, 5 Nisan 2010, s. 20-21.

19. Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergâh Yay., İstanbul, 2010, 379 s.

(31)

20. “Şehir Hikâyeleri”, Ekler, Bir Hülya Adamının Romanı, s. 298-301. 21. “Poetika”, Ekler, Bir Hülya Adamının Romanı, s. 341-328.

22. “Zamanın İçinde ve Dışında Bir Hayat Hikâyesi”, Ahmet Hamdi Tanpınar, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2010. s. 19-37.

23. “Açılış konuşmaları”ndan, Doğumunun 110. Yılında Ahmet Hamdi Tanpınar Sempozyumu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölü-mü-Elginkan Vakfı, 30-31 Mayıs 2011.

24. “Ahmet Hamdi Tanpınar”, TYB Akademi, Yıl: 2, S. 5, Mayıs 2012, s. 11-19. (Kendi ifadesiyle: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ne yazılan “Ahmet Hamdi Tanpınar” maddesinin gözden geçirilmiş şekli)

Ansiklopedi Maddeleri:

1. “Tanpınar, Ahmed Hamdi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 8, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1998, s. 225-232.

2. “Ahmet Hamdi Tanpınar, Büyük Türk Klasikleri, C. 13, İstanbul 2002, s. 530-592. 4. “Tanpınar, Ahmet Hamdi”, TDV/DİA İslâm Ansiklopedisi, C. 39, s. 567-570. 5. “Tanpınar, Ahmet Hamdi”, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, C. II, s. 946-950.

Mülakatlar:

1. “Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar”, (Mülakat: Abdullah Uçman, Mülakatı kaydeden ve aktaran Sevinç Çiftçi), Dergâh, nr. 246, Ağustos 2010, s. 12-15.

2. “Tanpınar ‘Eşikte’ Duran Bir Hülya Adamıydı”, (Mülakat: Seval Şahin),

Hür-riyet Gösteri, nr. 302, Ekim-Kasım-Aralık 2010, s. 10-17.

3. “Orhan Okay’la Ahmet Hamdi Tanpınar Üzerine”, (Mülakat: Âlim Kahraman),

TYB Akademi, S. 5, Mayıs 2012, s. 159-168.

Lisans Tezleri:

1. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Tarih Görüşü, Mehmet Kahraman, Erzurum, 1976, IV-114-191 s.

2. Tanpınar’da Kültür ve Sanat Meselesi, Mehmet İnce, Erzurum, 1979, II+235 s. Orhan Okay’ın Tanpınar’la ilgili çalışmalarına baktığımızda bunların başında yeniden şekil verip bir araya getirdiği Bir Hülya Adamının Romanı’nda da görüleceği üzere monografik çalışmalar gelir. Okay’ın Tanpınar hakkındaki ilk yazısı Milli Kültür

(32)

birçoklarından çok daha geç bir tarihte Tanpınar’la ilgilenmeye başladığını söyler.2

Ancak geç başlayan bu ilgi, Tanpınar’la ilgili okumaları merak ve tutkuyla iyice arttıkça, nihayet Tanpınar hakkındaki en yetkin monografik çalışmalardan biri olarak

Bir Hülya Adamının Romanı (2010) adıyla meyvesini vermiştir. Bunda Tanpınar’la

ilgili yeni belgelerin, söz gelimi günlüklerinin yayımlanması da etkili olmuştur. Okay’ın Tanpınar hakkındaki ilk monografik çalışması, “Ölümünün 25. Yılında Ahmed Hamdi Tanpınar, (Hayatın Batısından Şiirin Doğusuna)” başlıklı yazıdır. Bu yazının başlığı, kendisi koymayı unuttuğu için, D. Mehmet Doğan’a aittir.3 Burada

Tanpınar’ın kısa bir hayat hikâyesi, Huzur’la paralellikler tespit edilerek verilmiştir. Annesinin ölümü ile Şi’r-i Kamer’leri okuyuşu aynı dönemlere denk gelir. Okay, Ahmet Haşim’in annesinin ölümünün ardından yazdığı Şi’r-i Kamer’leri Tanpınar’ın da annesinin ölümünden sonra okumasını bir kader birliği olarak yorumlar. Ahmet Haşim’den sonra şiir ve tarih görüşü konusunda hayatı boyunca üzerinde çok etkili olacak Yahya Kemal hayatına girer. Ancak 1936’da etrafında toplandıkları Ağaç dergisindeki kalem arkadaşları Necip Fazıl, Ahmet Kutsi ile şiirin kapalı, mistik ve derin dünyasını keşfederler. Bu, Yahya Kemal’in çizgisinden ayrılmaktır bir bakıma. Bu yazıda dikkat çeken hususlardan biri Tanpınar’ın Yahya Kemal çizgisinde yazdığı tek şiir olan “Bursa’da Zaman” ile Beş Şehir’deki Bursa’yı birlikte değerlendirmesidir. Okay, Tanpınar’ın, üstadı Yahya Kemal’le yollarının kesişen ve ayrılan noktalarına yeri geldikçe diğer yazılarında da değinecektir. Bundan başka muhtemelen kendisi-nin de bir sohbetinde söylediği gibi hiç yüksünmeden 36 yıl kaldığı için olsa gerek, Tanpınar’ın, Erzurum’la ilgili intibalarından bahsederken, bu şehrin, mimarîleri ve tarihleriyle dikkat çeken diğer şehirlerden farklı olarak insanıyla, farklı insan tipleriyle

Beş Şehir’de yer aldığını tespit etmesidir.

Tanpınar’ın hayatını ve sanatını değerlendiren bu ilk yazıdan sonra Dergâh’ta 8 tef-rika sürecek “Bir Monografi Denemesi: Ahmet Hamdi Tanpınar” başlıklı yazı serisi gelir (1992). Bu ilk çalışmalar Ahmet Hamdi Tanpınar adıyla 2000’de bir kitapçığa dönüşür. Bir taraftan da çeşitli dergilerde Tanpınar’ı hayatı, yetişme şartları, sanatçı kimliğinin oluşma süreçleri itibarıyla değerlendiren yazılar yazmaya, bunların bir kısmı kendi ifadesiyle sipariş üzerinedir, devam eder. Bu bağlamda “Tanpınar’ı Yetiştiren Sosyo-Kültürel Çevre”, (2001) “Kaderin Eşiğinde Tanpınar”, (2002) “Türk Süsleme Sanatları Karşısında Tanpınar” (2003) gibi yazıları zikredebiliriz. “Tanpınar’ı Yetiştiren Sosyo-Kültürel Çevre”, adından da anlaşılacağı üzere Tanpınar biyografisinin bir parçasıdır. “Kaderin Eşiğinde Tanpınar”da, yazarın eserlerinde sıklıkla kullandığı “kader” ve “talih” kelimelerinin ferdî ve içtimaî hayattaki rolleri üzerinde durulmaktadır. Burada “kader”le

2 “Orhan Okay’la Ahmet Hamdi Tanpınar Üzerine”, (Mülakat: Âlim Kahraman), TYB Akademi, S. 5,

Mayıs 2012, s. 161.

(33)

aynı manaya gelebilecek “tesadüf, mizaç, zaman, trajedi, veraset” gibi kelimelere de dikkat edilmiştir. “Türk Süsleme Sanatları Karşısında Tanpınar”, yazarın plastik sanatlar hakkında muhtemelen ilk yazısı “Güzel Sanatlar Akademisi Sergisi”nden (1936) esinle-nerek yazılmıştır. Okay, okurla yeni buluşan bu yazıyı (Kaşgar, Ocak-Şubat 2015, s. 51),

Yaşadığım Gibi’deki devamıyla birlikte Tanpınar’ın bütünüyle Türk süsleme sanatlarına

tahsis edilmiş yazısı olması bakımından önemli bulur. Bundan başka bu yazının Okay’ı çok heyecanlandıran diğer bir yönü ise, Batı sanatlarına daha çok eğilimli Akademi’de ilk kez Türk süsleme sanatlarına yer verilmesi ve Tanpınar’ın bu gelişmeden çok mem-nun olduğunu dile getirmesidir. Bütün bunlar ve Okay’ın yine kendi ifadesiyle bir kısmı sipariş üzerine çeşitli ansiklopedilere yazdığı Tanpınar maddeleri, Bir Hülya Adamının

Romanı’nın adım adım oluşması demektir. Nitekim söz konusu yazılardan bazılarını

monografisine de alacaktır. Bunları bibliyografyada gösterdik.

Bir Hülya Adamının Romanı, çeşitli yazılara konu olmuş, bu kitabın önemi dikkate

değer tespitlerle dile getirilmiştir. Bu yazılardan ilki Şerife Çağın’a,4 diğeri ise Osman

Gündüz’e5 aittir. Tekrara düşmemek için bu kitap hakkında ayrıntılı bilgi vermeyeceğim.

Okay’ın Dergâh’ta 8 tefrika olarak kaleme aldığı monografi denemesini bu kitapta çeşitli ilavelerle, Tanpınar’ın yeni yayımlanan günlüklerinden de faydalanarak geniş-lettiği ortadadır. İlk sayıda bir ansiklopedi maddesi gibi sunulan kısa hayat hikâyesi, sanat hayatıyla birlikte kitabın bütününe yayılarak verilmiştir. Söz gelimi VI. tefrika-nın “İkbâl Yıllarında ve Dergâh’ta Abasız Postsuz Bir Derviş” başlığı, aynen kitapta da yer almış (2. Bölüm, s. 112-118) ancak kitapta konuyla ilgili eserlerden daha çok örnek verilmiştir. İkinci tefrikanın başlığı olan “Bir Hülya Adamı” ifadesi, “Romanı” kelimesinin de ilavesiyle kitaba başlık olmuştur. Bu, boşuna bir ilave değildir. İlk monografik çalışma genişletilir ve zenginleştirilirken dil ve üslup da renklenerek daha sanatkârane bir hâl almış, ortaya roman tadında okunan bir kitap çıkmıştır. Bu kitaptan sonra kendisiyle yapılan mülakatlardaki sorulara verdiği cevaplardan da anlaşılacağı üzere Tanpınar, Orhan Okay’ın merak ettiği, dikkatle takip edip okuduğu bir yazar olmuştur. Her ne kadar siyaset arenasındaki tercih etmediği tavırlarına ve fikirlerine dair yazılar da kaleme alsa Okay, Tanpınar’ın ömrü boyunca parasızlık sıkıntısı çekmesine rağmen sanatını hiçbir zaman feda etmeyişini, sanatkârlığının hocalıktan önce gelişini hep takdir etmiştir. Kitabın başlığındaki “roman” ifadesi bu yüzden önemlidir. Ancak burada da Okay’ın ihtiyatlı davrandığını görüyoruz. Nitekim kendisinin de vurguladığı gibi çok tehlikeli olan eserden hayata gitmek yolunu izlememiş, tam tersine hayatı ile eserleri arasında bağ kurma yoluna gitmiştir. Bir biyografide belki de bu yol da

4 Şerife Çağın, “Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar”, Yeni Türk Edebiyatı, S. 2, Ekim

2010, s. 261-270.

5 Osman Gündüz, “Usta Bir Tanpınar Yorumcusu Olarak Orhan Okay”, TYB Akademi, S. 22, Yıl 8, Ocak

(34)

muhataralıdır ancak hayatı ile eserleri arasında sıkı bir bağ olması bakımından iyi bir idendifikasyon örneği olan Tanpınar’ın monografisi için bu pek sakıncalı olmasa gerek. Şairane başlıklar, çeşitli belgeler, mekân resimleri ve fotoğraflarla zenginleştirilen ilk kısım ve ardından gelen “Hayat: Kendine Rastlayan Adam”, Çağın’ın da ifade ettiği bir sanatkâr mizacının oluşumunun kalp atışlarını bize de hissettirecek bir üslupla kaleme alınmıştır.

Okay, bir kısmını Bir Hülya Adamının Romanı’na aldığı yazılarından da anlaşı-lacağı üzere Tanpınar’ın şiirlerinden ziyade hikâyeciliği ve hikâyeleri üzerinde daha çok durmuş; romanlarından da, elbette diğerlerine de atıflarda bulunmakla birlikte, bilhassa Huzur’la ilgili yazmıştır. “Hikâyeler” başlığı altında genel olarak değerlen-dirdiği bütün hikâyeler içinde özellikle iki hikâye, “Rüyalar” ve “Acıbadem’deki Köşk”, Orhan Hoca’nın müstakil yazılarına konu olmuştur. Hikâyeler hakkındaki şu tespiti, bir edebî eserde muhteva ile tekniğin birbirinden hiç de ayrı şeyler olmadığını göstermesi itibarıyla kanaatimce çok önemlidir: “Yazı hayatının çok öncelerinden beri Bergson’un ve Proust’un zaman anlayışı ile meşgul olan Tanpınar, bunu eserinin çok defa problemi, tema’sı, bazen da burada olduğu gibi [Yaz Yağmuru’nu kastediyor] tekniği hâline getirir.”6 Bir başka önemli tespit, Bir Hülya Adamının Romanı’nda

da üzerinde çok durduğu “kader” kavramının hikâyelerde de karşımıza çıkmasıdır. “Rüyalar Dünyası”nda ise Okay, Tanpınar’ın sadece “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”, “Rüyalar” gibi hikâyelerinde değil, şiir, roman ve denemelerinde de karşımıza çıkan ve estetiğinin anahtarı olan “rüyalar” üzerinde durmaktadır.

Huzur, Tanpınar’ın eserleri içerisinde belki de en çok eleştiriye maruz kalanlarından

biridir. “Huzur: Yüz Binlerce Ruh Bir Ârâfta” yazısında ise Okay, Mehmet Kaplan ve Berna Moran gibi farklı görüş ve bakış açılarına sahip edebiyat eleştiricilerinin de değerlendirmelerini göz önünde bulundurarak ilk defa farklı bir bakış açısıyla roman-daki “din” ve onu çağrıştıran motifleri tespit etmiştir. Tanpınar’ın inanç ve İslâmiyet karşındaki tavrı, Bir Hülya Adamının Romanı’ndaki diğer kısımlarda da ilgi çekici anekdotlarla karşımıza çıkacaktır.

Orhan Okay’ın konumuzla ilgili yazıları içerisinde kanaatimce en ilgi çekici olanlarından biri onun ustası Yahya Kemal’le ilişkisini değerlendiren “Kırk Yıllık Dostluğun Hikâyesi Tanpınar-Yahya Kemal”dir. Yukarıda Okay’ın Tanpınar’ın şairliği üzerinde pek durmadığını söylemiştik. Bir Hülya Adamının Romanı’nın en sonunda yer alan “Poetika”, okurların daha çok edebiyat tarihçisi, hikâyeci, romancı ve deneme yazarı olarak tanıdığı ancak daha çok şair olarak bilinmek isteyen Tanpınar’a bir vefa borcu gibi. Okay’ın bu yazısını değerli kılan, Tanpınar’ın şiir anlayışının, Yahya Ke-mal’inkinden ayrı bir çizgi takip eden Ahmet Kutsi ve Necip Fazıl’ın şiir anlayışlarıyla

(35)

birlikte ele alınmasıdır. Burada da şiir anlayışlarının oluşması hayat hikâyelerindeki paralelliklerle birlikte ortaya konmuştur. Bundan başka Tanpınar’ın mektup, mülakat ve günlüklerindeki şiirle ilgili fikirleri titizlikle tespit edilmiş ve Tanpınar’ın şiirde “mükemmeliyete erişmek” için hangi usullere başvurduğu şiirlerinden örneklerle gösterilmiştir. “Kırk Yıllık Dostluğun Hikâyesi Tanpınar-Yahya Kemal”e baktığımızda ise Yahya Kemal, Tanpınar’ın hem şiire başlama hem de şiirden uzaklaşma sebebidir. Şair olarak anılmak isteyen Tanpınar için bu çok trajiktir. Okay’a göre Yahya Kemal, Tanpınar’ın çok sevdiği kelimeyle âdeta “kader”idir. Okay, önce kaderin bu kahra-manıyla Tanpınar’ın ne zaman buluştuğunu, onunla ayrılan ve birleşen yollarını, bu ayrılma ve birleşmede siyasî, sosyal ve edebiyat tarihimizdeki yaşananların da rolünü tespit ederek, bütün teferruatıyla ortaya koymaktadır. Ardından Tanpınar’ın Yahya Kemal’in şiirleri ilgili değerlendirmelerine geçmektedir. Tanpınar’a göre ustasındaki neoklasik unsurların varlığı sadece eski tarz şiirlerinde değil, yeni tarzda olanlarında da söz konusudur. Okay, bu bağlamda Tanpınar’ın Yahya Kemal’in şiirlerinin –eski ve yeniyi temsilen– iki ayrı kitap hâlinde basılmasını doğru bulmadığı şeklindeki tespitini orijinal bulur. Bundan başka bu şiirlerde Batı musıkîsi, resim ve heykeltı-raşlık gibi sanat dallarının yansımaları ve mitolojik unsurların varlığı ile ortaya çıkan Apollonyen ve Diyonizyak eğilimlerin örneklerle ortaya koyulması da önemlidir. Bu kısımlarda Okay’ın sanatkâr bir eleştiri yazarı portresi çizmek istediği alenidir. Bir

Hülya Adamının Romanı’nda “Ekler” kısmında yer alan “Şehir Hikâyeleri” ise,

nüve-sini, “Bursa’da Zaman ve Hülya Saatleri” yazısı ile bu yazıyla aynı dönemde kaleme alınan ve “Bursa’da Zaman”ın prototipi kabul edilen “Bursa’da Hülya Saatleri”nden alan Beş Şehir’in yazılma sürecini anlatmaktadır.

Okay’ın Tanpınar’la ilgili değerlendirmelerinden bir kısmı da edebiyat tarihçiliği ile alakalıdır. “Abdülhalim Memduh’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a Edebiyat Tarihlerinde Yenileşmenin Sınırları” ve “Şiirler, Romanlar ve Akademik Yorgunluklar Arasında On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi” bu konuda gösterebileceğimiz iki yazıdır. Edebi eserleri, şahsiyetleri ve edebiyat topluluklarını kronolojik ve sistematik şekilde incelemesi, yorumlaması itibarıyla gerçek anlamda edebiyat tarihi yazımının bizde 19. yüzyılda gerçekleştiğini bildirmekle başlayan ilk yazıda Okay, ilk örnek sayılabi-lecek Abdülhalim Memduh’un Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye’sinden başlayarak türün örneklerini değerlendirir. Yazının sonunda sözü Tanpınar’ın 19. Asır Türk Edebiyatı

Tarihi’ne getirerek, bunun diğer edebiyat tarihlerinden farklı karakteristik

hususiyet-lerine dair çarpıcı tespitlerde bulunur. “Şiirler, Romanlar ve Akademik Yorgunluklar Arasında On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi” ise, bir edebiyat tarihinin yazılış hikâyesinin verildiği ve bu edebiyat tarihini yine benzerlerinden ayrılan karakteristik hususiyetlerinin tespit edildiği bir yazıdır. Okay, bir taraftan Tanpınar’ın edebiyat tarihinin yazımında izlenecek usuller ve muhtevanın düzenlenmesindeki hareket noktaları hakkında ne kadar titiz davrandığını gözler önüne serer, bir taraftan da bir

Referanslar

Benzer Belgeler

Utanç ve suçluluk aras ndaki ayr büyük ölçüde ihmal eden Freud (akt., Tangney ve Dearing, 2002) ilk çal malar nda utanc cinsel olarak te hirci dürtülere kar bir kar t

Yahya Bey’in Şâh u Gedâ mesnevinin çevresel ve olgusal boyutuyla mekân tasvirlerini incelediğimizde ise Şâh u Gedâ mesnevinde yapılan kimi mekân tasvirlerinde salt

Der idi ben gideli kalmamış tehî meydân (Divan s. 39-40) Abdurrahman Paşa’nın hazinedarı Ali Paşa için ramazaniye, şair Rüşdi Efendi’ye “sühan” redifli kaside,

Semboller, sanat ve edebiyatta olduğu gibi teoloji alanında da nesnel, soğuk ve katı bir gerçekliğe dayanan veya en azından onu çağrıştıran bir dil yerine, sezgiye dayalı

According to another finding of the study; the comparison of anger state of the sedentary participants according to sex variable did not reveal any

1996 yılının Kasım ayında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’na asistan olduğumda başka

Aşağıya alınan diğer beyitte ise Emrî, sevgilinin gül kadar nazik bedenini kötü gözden sa- kınmak için saçını misk ile yazıp tomar olarak boynuna astığını dile

Böylelikle Fuzûlî’den sonra özellikle Vâkıf’a kadar ki dönemde Azerbaycan edebî dili hem sözlü hem de yazılı dil olarak geniş dairede kullanılmış; yazılı